Resulullah Aleyhisselâm yoluna devam etti. Kâbe-i muazzama'ya doğru adım adım yol alıyordu. Önce Gamim mevkiine gelip kondu, daha sonra da Seniyye mevkiine gelindi. Oradan devam edildiği takdirde Kureyşliler'in bulunduğu yere inmek mümkündü.
Resulullah Aleyhisselâm üzerinde olduğu halde devesi Kasvâ çökmek istedi, müslümanlar: "Kalk, kalk!.." diyerek engel olmak istedilerse de olamadılar."Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı!.." dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:
"Hayır! Kasvâ çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak ona, file (Mekke'ye girmeye) mâni olan mâni oldu." buyurdu. (Ebu Dâvud)
Sonra ilâve etti:
"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş Allah'ın Harem'inde işlenmesini yasakladığı şeylerden hangisini benden isteyecek olurlarsa, muhakkak kabul edeceğim, onların bu yoldaki isteklerini yerine getireceğim."
Sonra Kasvâ kaldırılmak için zorlanınca sıçrayıp kalktı. Resulullah Aleyhisselâm onu Kureyşliler'den başka tarafa doğru sürdü.
Gerçekten de Kasvâ çökmemiş olsaydı, doğruca Kureyş müşriklerinin üzerine varacaklardı. Bu durum ise, haram aylarda bulunmalarına rağmen bir çarpışmayı kaçınılmaz duruma getirebilir, kan dökülebilirdi.
Nihayet suyu çok az olan Samed kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi.
"Siz de hayvanlarınızdan ininiz!" buyurdu.
Müslümanlar da indiler. Adı geçen kuyunun suyu azdı. Gelenler avuç avuç içince çok geçmeden suyu kurudu. Resulullah Aleyhisselâm'a susuzluktan şikâyette bulundular.
Seleme -radiyallahu anh- der ki:
"Hudeybiye'ye Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber geldik, bin dört yüz kişi idik. Kuyunun başında elli koyun vardı. Kuyu bunları bile sulayamıyordu. Derken Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kuyunun kenarına oturdu, ya duâ etti, ya da ağzının su çalkantısını kuyuya döktü. Bunun üzerine kuyu coştu, biz de hem su içtik, hem hayvan suladık." (Müslim: 1807)
Resulullah Aleyhisselâm'ın duâsı bereketi ile müslümanlar Hudeybiye'de tekrar tekrar yağmura tutuldular ve suya kavuştular.
O sırada Huzâa kabilesi müslüman değildi. Fakat müslümanlarla birlikti. Kabile reisi Büdeyl bin Verka bir grupla âniden çıkageldi. Büdeyl'i Mekkeliler hususi olarak göndermişti. Resulullah Aleyhisselâm'la görüşüp maksadını öğrendi, Kureyş'in kararını da Resulullah Aleyhisselâm'a bildirdi. Resulullah Aleyhisselâm da Büdeyl'i Kureyşlilere gönderdi.
"Müslümanların Mekke'ye gelişi aslâ savaşmak için değildir, Kâbe'yi ziyaret içindir. Mekkeliler isterlerse kendileriyle antlaşma yapılabilecektir." buyurdu.
Kureyş'in ileri gelenleri de savaşı istemiyorlardı. Hatta sulh sayesinde Şam ticaretinin tekrar açılacağını umuyorlardı. Müslümanlarla temas edebilmek için, Sakif kabilesinden Urve bin Mesud'u, Resulullah Aleyhisselâm'a gönderdiler.
Urve, Resulullah Aleyhisselâm'la görüştükten sonra Kureyşliler'e gördüklerini anlattı. Fakat Urve'nin sözleri Mekkeliler tarafından iyi karşılanmadı. Hattâ Kureyşliler, müslümanlara bir baskın yapılması için askerî bir birlik bile göndermişlerdi. Müslümanlar harp niyetinde olmadıklarını göstermek için, esir ettikleri bu birliği salıverdiler.
Kureyşliler'i kendi elçilerinin bile ikna edemediklerini gören Resulullah Aleyhisselâm, Mekkeliler'e Hazret-i Osman -radiyallahu anh-ı gönderdi. Mekke'de akrabası çok olduğu halde, Hazret-i Osman -radiyallahu anh- Mekkeliler tarafından göz hapsine alındı. Çünkü Kureyşliler, Kâbe ziyareti için yalnız kendisine müsaade ediyorlardı. Hazret-i Osman -radiyallahu anh- da: "Ben Kâbe'yi ancak Resulullah Aleyhisselâm'ın arkasından ziyaret ederim." demiş, yalnız başına tavaf etmemişti.
Beklenen zaman içinde Hazret-i Osman -radiyallahu anh- geri dönemedi. Mekke'de Kureyşliler tarafından öldürüldüğü haberi bile yayıldı. Durum çok nazik bir safhaya girmiş oldu. Müslümanlar hem az hem de silâhsızdı. Fakat Hazret-i Osman -radiyallahu anh-ın Kureyşliler tarafından öldürülmesi ihtimali karşısında Resulullah Aleyhisselâm bu işi Kureyş'in yanına bırakmak istemedi. Hemen Ashâb'ını topladı ve:
"Müşriklerle vuruşmadıkça, buradan ayrılamayız!" buyurdu.
Allah yolunda canlarını fedâ için Ashâb'ını biate çağırdı. Hepsi de savaşarak ölmeye, aslâ kaçmamaya söz verdiler. Ellerini tutarak Resulullah Aleyhisselâm'a biat ettiler.
Resulullah Aleyhisselâm Hazret-i Osman -radiyallahu anh- adına bir eliyle diğer elini tutarak onu da biate kattı.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin şerefini arttırmak için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Resul'üm! Sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların elleri üstündedir." (Fetih: 10)
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazeratı'nın, Resulullah Aleyhisselâm'ın elini musafaha etmek suretiyle biat yapıldığından; Âyet-i kerime'de Resulullah Aleyhisselâm'ın elinin Allah-u Teâlâ'nın eli makamında olduğu beyan buyurulmaktadır.
Bu mertebe hiçbir beşerin ulaşamayacağı bir mertebedir.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"O halde kim bu ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona büyük bir ecir verecektir." (Fetih: 10)
O ecir cennettir, cennette Allah-u Teâlâ'nın rızâsı ve O'nun cemâlini görmektir.
İslâm tarihinde Akabe biatı gibi büyük bir değer taşıyan bu biat, vâdide bir ağaç altında yapıldı. Yalnız bir münâfık devesinin arkasına gizlenerek biate katılmadı.
Bu biatten sonra Ashâb-ı kiram'ına:
"Bugün yeryüzünde yaşayanların en hayırlısı sizsiniz." buyurdu. (Buhârî)
Bu biata katılanlar Allah-u Teâlâ'nın hoşnutluğuna erdikleri için bu biata "Biatü'r-rıdvan" adı verildi.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! Andolsun ki, sana ağaç altında biat eden müminlerden Allah hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, üzerlerine huzur ve güven indirmiş, onları yakın bir fetihle mükâfatlandırmış ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir.
Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Fetih: 18-19)
Bu bol ganimetler Hayber ganimetleridir ki, atlıya iki, yayalara bir hisse olarak paylaştırılmıştır.
Müslümanların Resulullah Aleyhisselâm'a karşı mutlak itaatlerini, dinlerine olan derin bağlılıklarını gösteren bu biat, Mekke'de duyuldu. Kureyşliler'i korku saldı ve göz hapsinde tuttukları Hazret-i Osman -radiyallahu anh-ı hemen bıraktılar.
Resulullah Aleyhisselâm'a sulh yapmak için bir heyet gönderdiler. Heyetin başkanı Süheyl bin Amr idi. Sulh şartları uzun ve hararetli münakaşalardan sonra kabul edildi.
Tarihte müslümanların yaptıkları ilk sulh antlaşması "Hudeybiye" oldu.
Bu antlaşmanın başlıca maddeleri:
1–Hudeybiye muahedesi on sene devam edecek bir antlaşma idi. Bu antlaşmaya göre iki taraf bu müddet içinde birbirlerine hiçbir surette saldırıda bulunmayacak,
2–Müslümanlar bu sene Kâbe-i muaazzama'yı ziyaret edemeyecek, bu ziyaret ancak bir sene sonra yapılabilecek,
3–Kâbe'yi ziyarete gelecek olan müslümanlar Mekke'de üç günden fazla kalamayacak, yanlarında da birer kılıçtan başka silâhları bulunmayacak,
4–Müslümanlar Kâbe-i muazzama'yı ziyaret ederken Kureyşliler Mekke dışına çıkacak, müslümanlarla temas etmeyecek,
5–Bir Kureyş'li velisinin izni olmaksızın, müslümanlar tarafına geçerek Medine'ye giderse, müslüman dahi olsa iade edilerek Mekkeliler'e teslim olunacak. Fakat müslümanlardan biri Kureyş tarafına geçerek Mekke'ye giderse geri verilmeyecek,
6–Kureyş kabilesi dışında kalan diğer Arap kabileleri, isterlerse Resulullah Aleyhisselâm'ın, isterlerse Kureyş'in himayesine girebilecek.
Hudeybiye muahedesi, şâhid sıfatıyla orada bulunan Muhâcirler ve Ensâr'ın bir kısmı ile müşriklerin ileri gelenleri tarafından imzalandı. Muahedenin kâtipliğini Hazret-i Ali -radiyallahu anh- yapıyordu. Muahede şartlarının ağırlığından müteessir olmuş, bir iki defa kalemi elinden bırakmıştı. Kureyş'in baş temsilcisi Süheyl, muahede yazılırken daha çok "Resulullah" sözüne itiraz etmiş, silinerek yerine "Abdullah oğlu Muhammed" yazılmasında ısrar etmişti. Resullullah Aleyhisselâm:
"Vallâhi, siz yalanlasanız da ben Allah'ın Resul'üyüm." diye cevap vermişti.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-:
"Vallâhi ben Resulullah ünvanını kat'iyyen silemem!" deyince Resulullah Aleyhisselâm:
"Sen bana o kelimelerin yerini göster!" buyurmuş, o tabiri kendi eliyle çizerek "Abdullah oğlu Muhammed" künyesini yazdırmıştı.