Muhterem Okuyucularımız;
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri seneler önce neşrettikleri "İlâhî Görüş Birliği'ne Davet" isimli eserinin kapağında şu cümleyi beyan buyurmuşlardı:
"Devlet ittifaktan doğar,
Devletsizlik ise nifaktan."
Binaenaleyh geçen ay da arzettiğimiz gibi bu Zât'ın ve maneviyat ehlinin vatanımızın muhafazası için yaptıkları duâlar; ecdadımızın aziz hatırası ve Allah yolundaki mücadele ve mücahede ederken bu vatanı Allah'a emanet etmelerinin bereketi hürmetine memleketimiz ayakta duruyor. Ancak Allah ve Resul'ünde ittifak tesis edilemediği için başımız badirelerden de kurtulmuyor. Ne ölüyoruz, ne de oluyoruz.
Eğer eskiden olduğu gibi büyük ve ulvî gayeler peşinde yürüyen, dünyaya nizam vermek isteyen bir millet olacaksak önce içimizde ittifak sağlamamız icabediyor. Bu ittifak din ve vatan bölücülerine taviz vermekle asla olmaz. Bunlar ya rücu edecekler, yahut bertaraf edilecekler.
İşte o zaman bu necip milletin, bu devletin karşısında hiçbir güç, hiçbir terör, hiçbir devlet duramaz. Hazret-i Allah destekler.
Aksi halde böyle bir iyi bir kötü devam eder gider.
İslâm dünyasının paramparça olduğu; küffarın büyüttüğü fitnelerin ülkemizi de büyük badirelere ve sıkıntılara soktuğu bir devirden geçiyoruz.
Ülkemizin ve İslâm dünyasının içinde bulunduğu bu durum dinde ve vatanda bölücülüğün ne kadar büyük bir zarara, ne kadar büyük bir zaafa yol açtığını gözler önüne sermiş bulunuyor.
Seneler öncesinden bugün yaşanan tehdit ve tehlikelere işaret ederek bizleri irşad eden Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "İman" ve "Vatan" hususundaki beyanlarını geçen ayki dergimizde etraflıca takdim etmeye çalıştık. Bu beyanlarının özü ve özeti mahiyetindeki, dergimizin logosunun bir parçası olarak senelerdir yayınladığımız "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." sözünü başlığa taşıyarak dikkat nazarlarınıza arzettik. Yaşadığımız süreç bu Zât-ı âli'nin beyanlarındaki hak ve hakikati gün gibi ortaya çıkarmış bulunuyor. Dikkat ederseniz bütün bölücüler Türkiye'ye karşı küffarla işbirliği yapıyor.
Bu ayki dergimizde de Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin birlik ve beraberlik reçetesini arzetmeye çalışacağız.
Kendileri bu reçeteyi ortaya koyan eserlerinde önceliği din ve vatan bölücülerini tanıtmaya ve onların fitnelerini söndürmeye vermişler, bu hususta çok ciddi bir mücadele yapmışlardır. Eserler neşretmişler, hiç kimseden çekinmeden tek başlarına cihad etmişlerdi.
Dinimize ve vatanımıza kast eden bu bölücülerin hem imanlara hem de vatana zarar verdikleri; imanı ve vatanı bölmeye çalıştıkları; imanları ve güzel vatanımızı kâfire peşkeş çekmek için yarıştıkları ayan beyan ortadadır.
Bunlar hem dinimizi hem vatanımızı parçalıyorlar, dış düşmandan daha büyük tahribatı yaptılar. Din-i mübini bölmekle, vatanımızı parçalamakla da en büyük düşmanlığı yapmış oldular. Bu yüzden dinimizi olduğu gibi vatanımızı dahi büyük tehlikeye düşürüyorlar.
Bölücülerin durumları bu!..
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri, birlik ve beraberliğin reçetesini öz olarak ortaya koymuşlar; "Allah ve Resul'ünde birleşelim." buyurmuşlardır.
Birlik ancak böyle olur, birlik ancak burada olur. Yoksa fitne çıkartanların fitnelerini hoş görmekle ancak fitne büyümüş olur. Bugün görüldüğü gibi.
•
Bu ay içerisinde başlayacak olan "Hicri Yeni Yılı"nızı tebrik eder, Cenâb-ı Hakk'tan, Ümmet-i Muhammed'e hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
"Dinini ve vatanını müdafaya çalış, düşmanına fırsat verme. Zira biz hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nûr ışığı altında bunların iç durumlarını görüyor ve göre göre Hazret-i Allah'ın beyanlarını söylüyoruz. Asla kendimden hiçbir şey söylemiyorum. Onun içindir ki cevap vermeye yeltenenler hep önlerine sürdüğüm Âyet-i kerime'lere ve Hadis-i şerif'lere bir bir cevap vermek zorundadırlar. Bu lâf işi değildir. Elhamdülillah müslümanım, Kelâmullah ile konuşuyorum. Dikkat ederseniz elli sene evvel bu türemeler, bu doğru yoldan sapmışlar yoktu. Sonra sağcı solculuk başladı. Akabinde dini dünyaya âlet eden koyun postuna bürünen kurtlar yani bu türemeler husule geldi. Ama halkı nasıl da yoluyorlar, nasıl da soyuyorlar? Vah size yardım edenlerin haline! Çünkü "Niçin bu münafıklara yardım ettin?" diye her kuruştan hesap sorulacak ve azabı da görülecek."
İslâm dünyasının paramparça olduğu; küffarın büyüttüğü fitnelerin ülkemizi de büyük badirelere ve sıkıntılara soktuğu bir devirden geçiyoruz.
Ülkemizin ve İslâm dünyasının içinde bulunduğu bu durum dinde ve vatanda bölücülüğün ne kadar büyük bir zarara, ne kadar büyük bir zaafa yol açtığını gözler önüne sermiş bulunuyor.
Seneler öncesinden bugün yaşanan tehdit ve tehlikelere işaret ederek bizleri irşad eden Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "İman" ve "Vatan" hususundaki beyanlarını geçen ayki dergimizde etraflıca takdim etmeye çalıştık. Bu beyanlarının özü ve özeti mahiyetindeki, dergimizin logosunun bir parçası olarak senelerdir yayınladığımız "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." sözünü başlığa taşıyarak dikkat nazarlarınıza arzettik. Yaşadığımız süreç bu Zât-ı âli'nin beyanlarındaki hak ve hakikati gün gibi ortaya çıkarmış bulunuyor. Dikkat ederseniz bütün bölücüler Türkiye'ye karşı küffarla işbirliği yapıyor.
Bu ayki dergimizde de Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin birlik ve beraberlik reçetesini arzetmeye çalışacağız.
Kendileri bu reçeteyi ortaya koyan eserlerinde önceliği din ve vatan bölücülerini tanıtmaya ve onların fitnelerini söndürmeye vermişler, bu hususta çok ciddi bir mücadele yapmışlardır. Eserler neşretmişler, hiç kimseden çekinmeden tek başlarına cihad etmişlerdi.
Çünkü bu bölücülerin iç yüzü tanınmadan, dinimizi ve memleketimizi parçalamak isteyenlerle mücadele edilmeden gerçek manada bir birlik tesisi mümkün değildir.
Onun din ve vatan bölücüleri ile cihadı çok çetin ve sert idi.
Zira şu Âyet-i kerime'yi düstur edinmişlerdi:
"Muhammed Allah'ın Peygamber'idir. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı çok çetin ve sert, birbirlerine karşı çok merhametlidirler." (Fetih: 29)
Onun içindir ki vatanımızın durumunun çok nazik olduğu, her an harbe girme ihtimali olduğu 1. Körfez Savaşı'nın olduğu 1991 yılında bu bölücülerin tezviratı sebebiyle şöyle buyurmuştu:
"İrancılar İran'a hayran, Saddam'cılar Irak'a hayran, dinsizler komünistliğe hayran... Hayran oldukları yerlere gidiversinler.
Bu dinimiz ve vatanımız için büyük bir ihanet ve nankörlüktür. Amma bunların şu güzel vatanımızda bölücülük ve bozgunculuk yapmaya hakları yoktur.
Bunun içindir ki bu yetmiş iki fırka dini ve vatanı paramparça ettiklerinden, dış düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü dış düşmandan daha çok tahrip ve tahrif yapabilirler, bunun için cehennemliktirler." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, sh. 174)
Dinimize ve vatanımıza kast eden bu bölücülerin hem imanlara hem de vatana zarar verdikleri; imanı ve vatanı bölmeye çalıştıkları; imanları ve güzel vatanımızı kâfire peşkeş çekmek için yarıştıkları ayan beyan ortadadır.
Bunlar hem dinimizi hem vatanımızı parçalıyorlar, dış düşmandan daha büyük tahribatı yaptılar. Din-i mübin'i bölmekle, vatanımızı parçalamakla da en büyük düşmanlığı yapmış oldular. Bu yüzden dinimizi olduğu gibi vatanımızı dahi büyük tehlikeye düşürüyorlar.
Bölücülerin durumları bu!..
Şayet bu bölücüler olmasaydı memleketimiz bu halde olmazdı.
İslâm dininden ayrılıp bir isimle ortaya çıkan dalalet fırkaları iman hırsızlığı yaparak ümmet-i Muhammed'in imanlarını çalmışlar, mallarına, paralarına da göz dikerek, fakirin hakkını gasp etmişlerdir. Bir isimle bir din kurarak kendi dinini ilan eden bu bölücüler, bu necip milletin birliğini dirliğini bozarak vatanın selâmetine, uhuvvetine, bekasına gölge düşürmüşlerdir.
Dinde ve vatanda bu bölücülerin müslümanlara verdikleri zarar memleketimize getirdikleri keder ortadadır. Birlik ve dirliğimizi bozdular, müslümanların Allah'a ve Resul'üne olan bağlılıklarına, din ve vatan sevgisine büyük halel getirdiler.
Bugün yaşanılan sıkıntıların sebebi dinde ve vatanda bölücülük yapan bu dalâlet fırkalarıdır. Bunların faaliyetleri ancak kurdukları dini kuvvetlendirmek için, halkı soymak, yolmak, ceplerini de doldurmak içindir. Bunlar din-i İslâm'dan çıkalı çok oldu.
Görünüşte İslâm'ın ön safında gibi görünür, ve fakat İslâm dinini ve vatanını paramparça ettiklerinden ötürü Allah-u Teâlâ bunları dininden çıkarıp atmıştır.
O halde birlik ve beraberliğimizi nasıl sağlayacağız? Nerede, neyin etrafında bir ve beraber olacağız?
Her beyanlarında olduğu gibi Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususu da Hazret-i Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın beyanları ile seneler öncesinden izah ve ilân etmiştir. Kendi ismine davet etmemiş, Allah ve Resul'üne davet etmiş ve "Her isim bir dindir." buyurmuşlardır.
"İlâhî Görüş Birliği'ne Davet" ismiyle eser neşretmişler, "Allah ve Resul'ünde birleşelim." beyanları ile birlik ve beraberliğin reçetesini öz olarak ortaya koymuşlardır.
Birlik ancak böyle olur, birlik ancak burada olur. Yoksa fitne çıkartanların fitnelerini hoş görmekle ancak fitne büyümüş olur. Bugün görüldüğü gibi.
Çünkü bu din bölücülerinin yüzünden, müslümanlar fırkalara ayrılmışlar paramparça olmuşlardır.
Din-i İslâm'a ve müslümanlara en büyük zararı bunlar vermişler, dış düşmanın yapamadığını bunlar yapmışlardır.
Bir kimse bölücülükten rücu ederse dünya-ahiret kardeşimizdir. Ancak dinde ve vatanda bölücülük yapanlarla değil birlik olmak, onlarla mücadele etmek ilâhî bir emirdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle emir buyuruyor:
"Hepiniz topluca, sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın." (Âl-i imran: 103)
Dikkat ederseniz Allah-u Teâlâ "Parçalanıp ayrılmayın" diye emir buyururken aynı zamanda "Sımsıkı Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor. Ahmetin, mehmetin ipine değil.
Birlik ve beraberlik ancak "Allah'ın ipine sarılmakla" mümkündür.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." (Enfâl: 46)
Bu Âyet-i kerime'de de Allah-u Teâlâ "Birbirinizle çekişmeyin." diye emir buyururken "Allah'a ve Resul'üne itaat"i şart koşuyor. Böyle yapılmadığı takdirde olacakları şöyle haber veriyor: "Korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider."
Binaenaleyh dinimizi ve vatanımızı muhafaza için, kuvvetli olmak için, zaafa ve korkuya düşmemek için ahmetin mehmetin görüşünde, filan kurum ve kuruluşun şemsiyesinde değil, "Allah ve Resul'ü"nde birleşmemiz, "İlâhî Görüş"te birlik kurmamız gerekiyor..
Bu birliğin içinde bölücülerin yeri ve yurdu olamaz.
Hazret-i Allah'ta, Resulullah'ta, Kitabullah'ta birleşelim. Yekvücud halinde hem dinimizi hem vatanımızı kuvvetlendirelim.
•
"Allah-u Teâlâ muhakkak birleşmeyi emir buyururken bizim Allah ve Resul'ünde birleşmemiz mi daha hayırlıdır, yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tabi olup paramparça olmamız mı? "Elbette birliktir" diyeceksiniz. O halde Allah ve Resul'de birleşelim.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Size açık açık deliller geldikten sonra yine kayarsanız, bilin ki Allah Aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara: 209)"
•
"Din adına yapılan her bölünme İslâm dininde bir ihanettir, bir zulümdür. Bu bölücüler rücû etmedikleri takdirde, çok şiddetli bir azapla kendilerine yazık etmiş olurlar.
Âyet-i kerime'de:
"Aralarında çıkan gruplar birbirleriyle ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!" buyuruluyor. (Zuhruf: 65)
Allah-u Teâlâ'nın beyanı bu. Bölücülerin hareketleri ise Hazret-i Kur'an'a hep ters, biz onların yalancı olduklarını söylüyoruz.
Müminûn Sûresi 52-56. Âyet-i kerime'lerini dikkatlice inceleyin, bunların yalancı olduklarını göreceksiniz:
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller." (Müminun: 52-56)" (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, sh. 124-125)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri seneler önce neşrettikleri "İlâhî Görüş Birliği'ne Davet" isimli eserinin kapağında bu cümleyi de beyan buyurmuşlardı:
"Devlet ittifaktan doğar,
Devletsizlik ise nifaktan."
Binaenaleyh geçen ay da arzettiğimiz gibi bu Zât'ın ve maneviyat ehlinin vatanımızın muhafazası için yaptıkları duâlar; ecdadımızın aziz hatırası ve Allah yolundaki mücadele ve mücahede ederken bu vatanı Allah'a emanet etmelerinin bereketi hürmetine memleketimiz ayakta duruyor. Ancak Allah ve Resul'ünde ittifak tesis edilemediği için başımız badirelerden de kurtulmuyor. Ne ölüyoruz, ne de oluyoruz.
Eğer eskiden olduğu gibi büyük ve ulvî gayeler peşinde yürüyen, dünyaya nizam vermek isteyen bir millet olacaksak önce içimizde ittifak sağlamamız icabediyor. Bu ittifak din ve vatan bölücülerine taviz vermekle asla olmaz. Bunlar ya rücu edecekler, yahut bertaraf edilecekler.
İşte o zaman bu necip milletin, bu devletin karşısında hiçbir güç, hiçbir terör, hiçbir devlet duramaz. Hazret-i Allah destekler.
Aksi halde böyle bir iyi bir kötü devam eder gider.
•
Vatan kalesi büyük tehlike altında. Hem içeriden hem dışarıdan bölmeye, yıkmaya çalışanlar var.
Gerek din, gerek vatan bölücüleri kaleyi içten yıkmaya çalışıyorlar. Kâfir de dıştan yıkmaya çalışıyor.
Hazret-i Allah ise hepsini yıkacağını ve suale çekeceğini beyan buyuruyor, "Ben yıkacağım." diyor:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Bu kâfirleri; bu münâfıkları; hepsini yıkacak. Bu dünyada yıktığı gibi ahirette de suale çekecek. Hesabını soracak.
"O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhi divana) çıkarlar.
Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 6-8)
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Müminler kardeştirler." (Hucurât: 10)
Ey müslüman kardeşler!
Tefrika bir millete iyilik getirmez.
Allah'ımız bir, kitabımız bir, Peygamberimiz bir, İslâm'da kardeş olalım.
Müminler kardeştirler. Biri diğerini candan sever ve sayar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde;
"Bir mü'min, diğer mü'min kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir; birbirinden kuvvet alır." buyuruyorlar. (Münâvi)
Müslüman din kardeşi için her türlü iyiliğe koşar, aslâ onun için kötülük düşünmez, kötülüğüne çalışamaz.
İman sahipleri için şu Hadis-i şerif kâfidir.
"Bir kimse kendisi için arzu ettiği ecir ve sevabı din kardeşi için de arzu etmedikçe imanın kemâline ulaşamaz." (Buhari)
Yani bir mü'min kendisi için istediği iyiliği diğer mü'min kardeşi için istemezse kâmil imandan mahrumdur. Bu ne büyük bir şeydir.
Mü'min, din kardeşinin noksanlarını tamamlamaya, kusurlarını örtmeye, imanının kemâle ulaşmasına, amellerinin çoğalmasına rızâ-i İlâhi'yi kazanmasına yardımcı olmaya çalışmalıdır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde;
"Ruhum kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamazsınız." buyuruyorlar. (Müslim)
Ve fakat Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere iman ve ibretle dikkat edin.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek:
"Bu Allah yoludur." buyurdular.
Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten sonra:
"Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur." buyurdular ve:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)
Âyet-i kerime'sini okudular. (Dârimî-Sünen)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh- buyurur ki:
"Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime ile müminlerin tek bir cemaat olmasını emrediyor, ayrılıkları, gruplaşmaları yasaklıyor ve geçmiş milletlerin bir çoğunun bölünüp parçalanma yüzünden yıkılıp yok olduklarını haber veriyor."
Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde kendi yolunu tek olarak zikretmiştir. Zira hak birdir. Şeytanın davet ettiği yolların ise çok olduğunu beyan buyurmuştur.
Kur'an-ı kerim'de müslümanların birlik ve tesanüd içinde olmalarını, parçalanıp ayrılığa düşmemelerini emreden; ayrılığın ve ayrılık yapanların İslâm'a ve müslümanlara büyük zararlar verdiğini beyan eden birçok Âyet-i kerime'ler mevcuttur:
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.
Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor." (Âl-i imrân: 102-103)
Bu Âyet-i kerime'ler Ashâb-ı kiram'ın câhiliye devrindeki durumları ile, iman şerefiyle müşerref olduktan sonra kazanmış oldukları saâdeti beyan buyurmaktadır. Bu büyük nimet kıyamete kadar, kendisini Allah'ın dinine teslim eden her müslüman için de aynıdır. Gerçekten de bu nimet, hatırlanması ve şükredilmesi gereken büyük bir nimettir.
İmanla, basiretle tetkik edildiği zaman görülecektir ki bu husus çok mühimdir ve her müslümanın imanını koruması için bu durumu daima göz önünde bulundurması gerekmektedir.
İslâm dini kardeşlik dinidir. Birlik, beraberlik, kardeşlik, huzur ve medeniyetin temelidir. Bugün yaşanan ayrılıklar, terör ve fitneler İslâm dininden uzaklaşmamızdan, dinde ve vatanda bölücülük yapılmasından kaynaklanmaktadır.
"Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm'ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır." (Bakara: 208)
İslâm dini gönüllere huzur, kalplere şifadır. Gönüllerdeki fitne ve fesadı yok eder, insanları kardeş yapar. Zira Allah-u Teâlâ fitne ve fesadı sevmez. Bunun en büyük delili Resulullah Aleyhisselâm'ın gönderildiği asır ve toplumda çok kısa zamanda yaşanan muazzam inkişaftır.
Bu inkılap Resulullah Aleyhisselâm'ın çok aşikâr bir mucizesi, İslâm'ın mükemmelliğinin büyük bir delilidir.
"Onların gönüllerini birleştiren Allah'tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 63)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir." (Tevbe: 23)
İşte bugünkü bu bölücülerin durumları da aynen böyledir. Kim ki onlarla herhangi bir dostluk kurarsa o onlardandır.
Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
"Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme biz âyetlerimizi böyle uzun uzadıya açıklıyoruz." (Tevbe: 11)
Kupkuru bir zanla "Bunlar da dinde kardeşimizdir." diyen, Allah-u Teâlâ imanla küfrü kesinlikle ayırdettiği halde bu emirleri kaldırmaya kalkan, iman ile küfrü karıştırmaya gayret eden kimse, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hükümsüz hale getirmeye çalıştığı için küfre kaymıştır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde, müminlerin kimleri sevip kimlerle dost olacaklarını beyan buyurmaktadır:
"Sizin yegâne dostunuz Allah'tır, O'nun Peygamber'idir ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir." (Mâide: 55)
Şu Âyet-i kerime'de ise iman dostluğunun mahiyeti ve hakikati beşeriyete ilân edilmektedir:
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederler.
İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe: 71)
İslâm kardeşliği ebedidir, ahirette de devam eder.
Âyet-i kerime'de:
"Dostlar o gün birbirine düşmandır, takvâ sahipleri müstesnâ." buyuruluyor. (Zuhruf: 67)
Cenâb-ı Hakk diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız." (Mâide: 2)
Bu emr-i ilâhî karşısında bütün müslümanların birleşmesi ve Hazret-i Allah'ın ipine sımsıkı sarılması gerekir.
Kim ki bunu yapmazsa Allah-u Teâlâ'nın apaçık emr-i şerif'ine itaat etmemiş olur. Din-i İslâm'ı parçaladığı için şeytan fırkasından olmuş ve kendisini cehenneme hazırlamıştır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirine yardım ederler." (Şûrâ: 39)
Bunu ancak müslümanlar yapar, hiçbir bölücü bunu yapmaz. Neden? Çünkü o kendi dininin kuvvetlenmesini düşünür, İslâm'ı düşünmez.
Nitekim durumlar meydanda.
Paramparça etmişler ve küffara zemin hazırlamışlar.
Cenâb-ı Hakk diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruyor:
"Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin." (Şûra: 13)
Bu, Allah-u Teâlâ'nın apaçık emridir. İşte bölücüler Allah-u Teâlâ'nın bu kadar açık emirlerini hiçe saydıkları için dinden atılmış oluyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mahrem-i esrârı olan Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:
"Münafıklık Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- devrinde vardı. Şimdi ise imandan sonra küfür vardır." (Buhârî. Fiten 21)
Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri'nin bu sözü ile ne demek istediğine dair bazı âlimler şöyle söylemişlerdir:
"Cemaate tefrika sokmak Allah-u Teâlâ'nın "Velâ teferrekû = Tefrikaya düşmeyin." emrine aykırıdır. Bütün bunlar artık gizli-kapaklı değildir. Öyleyse bu, imandan sonra küfür gibidir."
Bölücülerin bütün gayeleri ilâhi hükmü silmek, dinlerini ayakta tutmaktır. Biz de onlara deriz ki "Küfürde kalmayı hoş görmüyorsanız bölücülüğü terk edin. Hazret-i Allah ve Resul'üne teslim olup, emir ve nehiylerinde birleşelim. Yetmiş üç fırkadan çıkın, o bir fırkada toplanalım."
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir."
– "Onlar kimlerdir yâ Resulellah!"
"Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Hadis-i şerif'ine ittiba edin ki, böylece müşrik olarak yaşamamış ve cehennemlik olmamış olursunuz.
Dikkat edilirse Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Benim ümmetim" buyuruyor, ben-i israil buyurmuyor.
Bu Âyet-i kerime'leri hatırlattığımızdan dolayı bize teşekkür etmeniz gerekmez mi?
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendisine Rabb'inin Âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)
Bu sözü Allah-u Teâlâ beyan buyuruyor. Çünkü müslümanların birleşmelerini emreden, tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan bunca Âyet-i kerime'ler yüzlerine karşı okunuyor da yüz çeviriyorlar.
Bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:
"Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar." (Nisâ: 78)
Halbuki Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever." (Saff: 4)
Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ gerek iç düşman olan bölücülerle, gerek harp meydanında dış düşmanlarla, kâfirlerle cihad etmek için rızâsında birleşenleri, İ'lây-ı kelimetullah için çalışanları sever, onlardan hoşnud olur.
"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını feda etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)
Allah-u Teâlâ'nın bu has kulları her zaman için mevcuttur. Kimisi canını bu uğurda fedâ ederek ebedi saâdete nâil olmuş; kimisi de ebedî saâdetin şerefine nâil olmak için canını ve malını hiçe saymış, Rızâ-i Bâri yolunda gayret sarfetmektedir.
Zira Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Hiç şüphesiz Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır.
Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat'ta da İncil'de de ve Kur'an'da da sabittir. Allah'tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir saâdettir." (Tevbe: 111)
Hazret-i Allah Hâlik iken mahlûkunu alış-verişe dâvet ediyor. Hâlık ile alış-veriş yapabilmek şerefine nâil olmak ne büyük saâdettir.
Bu mevzu Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "İlâhi Görüş Birliği'ne Dâvet" isimli kitabından derlenmiştir.
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir."
Bu Âyet-i kerime bütün bölücülerin İslâm dâiresinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. "Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın."
Bu emr-i ilâhî kıyamete kadar şâmildir. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in vekilleri kıyamete kadar devam edecek.
Bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Allah-u Teâlâ bu ümmete her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onları:
"Ayrılık yapan bizden değildir." (Münavî)
Hadis-i şerif'i ile ümmetliğe kabul etmiyor.
Bu şuna benzer; bir baba çocuğunu evlâtlıktan reddetmiş, nüfusundan da sildirmiş. Artık o evlât her ne kadar "Ben filan kişinin oğluyum." dese bile mirastan mahrum edilmiştir.
Bunlar da imandan ve İslâm'dan mahrum edilmişlerdir.
Allah-u Teâlâ rahmet kapılarını onların üzerine kapamış, bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri bu Âyet-i kerime'nin ümmet-i Muhammed hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Müfessir Elmalı'lı Hamdi Yazır Efendi'nin bu Âyet-i kerime hakkındaki beyanları şöyledir:
"Dinin bazı ahkâmını tanıyıp bazısını tanımayarak parçalayan; veya dinlerini tevhid-i Hakk'ta toplamayıp muhtelif emeller, mâbudlar, metbûlar (liderler) ve türlü türlü yollarla çatallandıran, hak dinden ayrılmaya kalkışanlar, içtihadlarını tevhid için değil tefrik için sarfedenler, her biri ayrı bir lidere ve nefislerinin arzularına taraftarlık ederek fırka fırka olup yahudi ve hırıstiyanlar gibi tefrikaya düştüler.
Ne teessüf ki müslümanlar da bu hallere düşmüşlerdir.
Nitekim Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz buyurmuştur ki:
"Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir. O bir fırka-i nâciye ise benim ve ümmetimin üzerinde gittiğimiz yolda gidenlerdir."
Bundan şu anlaşılır ki yahudilerden bir, hıristiyanlardan bir, müslümanlardan bir olmak üzere üç fırka-i nâciye yoktur. Her zaman için bir fırka-i nâciye vardır ki, o da Peygamber Aleyhisselâm'ın ve ashabının yürüdükleri tarik-ı hak ve sırat-ı müstakim olan tevhid (birlik) yolunda yürüyenlerdir.
Diğerlerine gelince, sen onlardan hiçbir şeyle âlâkalı değilsin. Dinlerini tefrik edenlerden ve fırka fırka olanların fırkalarından, hallerinden ve felâketlerinden ne mesulsün, ne haklarında Allah'tan bir şey sorup istemeye salâhiyetin vardır, ne onların sana tutunmaya ve gittikleri yolu sana isnad etmeye hakları vardır, ne de senin onlara şefaat etmeye salahiyetin vardır.
Onlara yapılacak iş, tatbik olunacak emir yalnız Allah'a aittir. Ne yapacağını ancak O bilir. Sonra zamanı gelince onlara ne yaptıklarını haber verecektir." (Hak Dini Kur'an Dili. Cilt: 3 sh. 2110-2111)
Bu bölücüler İslâm için değil, isim için çalıştıklarından, Allah-u Teâlâ onları reddetmiştir. Biz İslâm için çalışırız, onlar isim için çalışırlar.
İyi bilin ki bizim onlarla hiçbir ilgimiz yoktur. Onlarla muhatap değiliz, onları Hazret-i Allah ile muhatap bırakıyoruz. Ya inanacak iman edecek, saâdet-i ebediyeye kavuşacak ve sonra da bize teşekkür edecek. Veyahut inanmayıp küfür batağına batacak. Bu vebal kendisine aittir.
Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümlerini yerleştirmek istiyorum ve Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'lerine iman etmeye davet ediyorum. Eden eder, kalan kalır. Sadece tebliğe memurum.
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller."
Bu Âyet-i kerime'leri daha önceleri sık sık arzetmiştik. Fakat dimağınıza iyice yerleştirmek için, Allah-u Teâlâ'nın çizdiği hudutları çiğneyerek dinden çıkan bu bölücülerin durumlarını şimdi size izah edeceğiz.
52. Âyet-i kerime:
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde benden korkun."
Bu Allah kelâmıdır, Ahmet'in Mehmet'in beyanı değil.
Cenâb-ı Hakk inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i İlâhi'yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ'nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
53. Âyet-i kerime:
"Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir."
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
İslâm'dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm'da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ'nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur'an'dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
54. Âyet-i kerime:
"Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak."
Allah-u Teâlâ burada bölücülerin ne kadar sapık olduğunu ve dalâlet batağında yüzdüğünü bir bir beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
55-56. Âyet-i kerime:
"Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!"
Buradaki murad-ı ilâhî, Allah-u Teâlâ bunlara karşı o kadar gazaba gelmiş ki, bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, daha büyük azapla yakalamak için bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Çünkü dünya Allah-u Teâlâ'nın yanında sevimsizdir. Amma bu sapıkların, bu gafillerin farkında da olmadıklarını buyuruyor, iman edenlere duyuruyor.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Âyetlerimizi çekişmeye dalanları gördüğünde onlardan yüz çevir." (En'am: 68)
"Bırak onları, yesinler, zevk alsınlar, arzu onları oyalayadursun. Yakında bilecekler!" (Hicr: 3)
Nitekim dinini dünyaya satan, kendilerine mahsus din kuran, işleri güçleri halkı soymak ve yolmak olan bu bölücüler zevk ve sefâ ile yaşarlar ve bu hayatın hiçbir zaman ellerinden gitmesini istemezler. Allah-u Teâlâ'nın dini yıkılsın, kendi dinleri ayakta kalsın isterler. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın kelâmı, onların dalâlette olduklarını göstermektedir. Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ'ya şirk koşmuşlardır ve bunlar apaçık birer müşriktir.
Ve bunlara meyil dahi eden bunlardandır.
"Onların malları da çocukları da seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla dünya hayatında onların azaplarını artırmayı ve canlarının kâfirler olarak güçlükle çıkmasını istiyor." (Tevbe: 55)
Bu Âyet-i kerime'de de görüldüğü gibi, Allah-u Teâlâ gerçekten bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; onları büyük bir azapla yakalamak için, nefislerinin arzularını yerine getirmekte ve bol günah işlemelerine imkân vermektedir. Deccal'e vereceği gibi.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar." (Nûr: 63)
Bu Âyet-i kerime'lerle, bu gerçeklerle, kendi tuttukları yolun vicdanlarında bir muhasebesini yapıp kararlarını versinler. Ya Âyet-i kerime'lere inanacaklar, bölücülükten vazgeçecekler; ya da inkâr edecekler, yoldan çıktıklarını kabul edecekler. Açık olarak küfrü kabul etmiş olacaklar.
Vay bölücülerin haline!
•
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir." buyururlar. (Ahmed bin Hanbel)
Fakat bu bölücüler yahudileri de hırıstiyanları da geçtiler, yetmiş üç fırkaya ayrıldılar.
Bölücüler Müminun Sûre-i şerif'inin 52-56. Âyet-i kerime'lerini çürütüp hükümsüz hale getirmek ve kendi dinlerini ayakta tutmak için, çeşitli yollara başvuruyorlar.
Ezcümle bu Âyet-i kerime'lerin güya yahudiler hakkında nâzil olduğunu iddia etmeleri bunun bir ifadesidir.
Halbuki gerek Âyet-i kerime'lere gerekse Hadis-i şerif'lere bakıldığında, müfessirin-i izâm hazeratının beyanlarına dikkat edildiğinde, Ümmet-i Muhammed'e âit olduğu görülür.
Diğer taraftan "Sebebin hususiyeti hükmün umumiyetine mâni değildir." kaidesi unutulmamalıdır. Çünkü Kur'an-ı kerim'de mevcut olan her hüküm, kim hakkında nâzil olursa olsun, Ümmet-i Muhammed'e de şâmildir.
Kelâmullah sanki asırların ve devirlerin kitabı değilmiş gibi "Sebeb-i nüzul!.. Sebeb-i nüzul!.." diye diye bu ilâhî fermanı on dört asır öncesi hadiselere hasretmek, Kur'an-ı kerim'i ifsad etmek için ancak bölücülerin başvurdukları bir âdettir.
"Halbuki Kurân-ı Azîmüşan kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için nazil olmuş ve duyurmuştur. Ancak, onun mânâları ihata olunup bitirilemez. Bir mânâsı inkişaf ederken arkasından bir mânâ daha, arkasından bir mânâ daha yüz gösterir. Nurunun aydınlığı içinde gizlilik zuhur eder.
Mümine hitap ederken kâfire bir inzar fırlatır. Kâfiri inzar ederken mümine bir tebşir nüktesi uzatır. Avama hitap ederken havassı düşündürür. Âlime söylerken câhile dinletir, câhile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken yarını anlatır. En sade müşahedelerden en yüksek hakikatlere götürür. Müminlere gaybı anlatırken, kâfirleri halden bizar eder. Ve bütün bunları hâle, makama, mekâna, zamana, mevzua göre en uygun en lâtif kelimelerle ifade eder." (Hak Dini Kur'an Dili)
•
Müminun Sûre-i şerif'inin 52-56. Âyet-i kerime'lerinin iniş sebebi hakkında muhtelif tefsirlerin beyanları:
Kâdî Beydâvî Tefsiri:
"Dinlerini parçalayıp muhtelif dinler hâline koydular. Her hizip her cemaat, kendine din edindiği inanç tarzını beğenip rahatlığını duyar ve 'Hak üzere biziz' diye itikat eder. Onları ölünceye kadar battıkları bu cehaletlerinde terket. Onlara verip imkanlar sağladığımız mal ve evlâdı, zannediyorlar mı ki kendileri hayırlar sağlasınlar diyedir. Hayır! Onlar bunun istidraç olduğunu anlayacak şuur ve fetanette değildirler."
İbn-i Kesir Tefsiri:
"Onlar içinde bulundukları sapıklığı hidayet bilerek sevinirler. Dalâlet batağında helâk olacakları zamana kadar onları bırak, üzülme.
Bu mağrurlar sanıyorlar mı ki onlar servet ve oğulları bizim nezdimizde şerefli ve izzetli oldukları için vermekteyiz? Asla! Zanları yanlış, bekleyişleri boştur. Böyle yapışımız, ancak onlara mühlet verme ve küfürlerini derece derece artırmadır. Malları ve evlâtları hiçbir fayda vermeyecektir."
Ruh-ul Beyan Tefsiri:
"Bütün resullerin ve ümmetlerin dini İslâm dini iken, dinlerini muhtelif parçalara ayırdılar. Bu bölünenlerden her cemaat, seçtikleri dini beğenir, hak din budur diye inanır." (İsmail Hakkı Bursevi)
•
Müminun Sûre-i şerif'inin ilgili Âyet-i kerime'lerini yahudiler hakkında nâzil olduğunu söylemeleri, Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'lerinin hükmünü çürütmektir. Çünkü bu Âyet-i kerime'ler kendi kurdukları dinlerinin içyüzlerini gösteriyor. Kendi dinlerini kuvvetlendirmeye, Allah-u Teâlâ'nın dinini yıkmaya ve kelâmını çürütmeye çalışıyorlar.
Biz de bu hükümleri üzerlerinden kaldırmak isteyen bu bölücülerin önüne, aynı hükmü taşıyan; Hicr: 90-94, Enbiyâ: 92-94 ve Rum: 30-31. Âyet-i kerime'leri sırayla koyuyoruz. Bu müşrikler bu hükümlere ne ad takacaklar?
Bu Âyet-i kerime'lere iman mı edecekler, yoksa küfürde mi kalacaklar diye denemek için bu Âyet-i kerime'leri önlerine sürüyorum.
"Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur'an'ı parça parça edenlerdir. Rabb'in hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız. Resul'üm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir."
Burada Resulullah Aleyhisselâm'a "Söyle!" emri var. Kur'an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre, bu hüküm kıyamete kadar şamildir.
Hakikat ile dalâleti ayırmak için, hakikati söylerken hiç kimseden çekinmemek lâzım.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Mâide: 54)
Âyet-i kerime'lerden açık olarak anlaşılıyor ki bunlar müşriktirler. Çünkü dış düşmanın cephesi var. Amma bunlar müslüman gibi göründükleri için tahribatları dış düşmandan daha büyüktür.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Onların çoğu Allah'a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar." (Yusuf: 106)
Görünüşte iman etmiş, fakat müşrik olarak yaşıyorlar.
Bu da bölücü olduklarından ötürüdür. Kendi dinlerini, kendi yollarını göstermemek için bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyorlar ve kendilerinin müşrik olmayıp müslüman olarak göstermeye çalışıyorlar.
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptığı işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur'an da okuyacaklar. Fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okun demirine bakar (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez." (Buharî, Tecrid-i sarih: 1783)
Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki, bu kadar ibadet ve taatlarına, Kur'an-ı kerim de okumalarına rağmen ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkmışlardır. Neden dinden çıktıklarına dair hiçbir iz de yok gibi görünüyor? Fakat Âyet-i kerime'ler incelendiği zaman göreceksiniz ki, sırf bölücü olmalarından dolayı Allah-u Teâlâ onları dinden çıkarıp atmıştır. Artık zanlarının hükmü yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında bilgi verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim, Fiten)
Bu Hadis-i şerif'i burada arzetmekteki gayemiz, siz bunları dıştan dinde kahraman gibi görürsünüz. Oysa ki bunlar sahte kahramandır. Allah-u Teâlâ bunlara hidayet vermemiştir. İmansız olarak yaşarlar, bütün iş ve icraatları gösterişten ibarettir.
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde bana kulluk edin.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.
İnanmış olarak sâlih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız."
Âyet-i kerime'lerin izahı:
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde bana kulluk edin." (Enbiyâ: 92)
Allah-u Teâlâ müslümanları bir tek ümmet kıldığını beyan ediyor ve emrine itaat edilmesini, samimi bir kulluk yapılmasını emir buyuruyor ve bekliyor.
Ve fakat O'nun bu hükmünü ve emrini tanımayanlara, yoldan sapanlara, şeytana tapanlara gelince; onlar artık şeytanın arkadaşıdırlar, Hazret-i Allah ile hiçbir ilgileri kalmamıştır. Cehennemde de hiç şüphe yok ki şeytanla beraber olacaklardır.
"Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler." (Enbiyâ: 93)
Allah-u Teâlâ'nın emirlerini dinlemediler, hükmüne karşı geldiler, fırkalara ayrılıp paramparça oldular. Bu bölücüler bu itaatsızlıklarının cezasını kendileri düşünsünler.
Çünkü:
"Biz Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz." (Bakara: 156)
Kaçacak bir yer var mı?
"İnanmış olarak sâlih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız." (Enbiyâ: 94)
Allah-u Teâlâ kendisine yönelmiş, ibadet ve taatına devam etmiş olan ihlaslı kullarının her sevabını yazmakla, derecelerini artırmaktadır. Onlara katından büyük mükâfatlar vermeye vaad-i Sübhâni'si vardır.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rabblerinden korkarlar ve en kötü hesaptan ürkerler." (Ra'd: 20-21)
Küfrü imana, dünyâyı âhirete, dalâleti hidâyete tercih eden bedbahtlar hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:
"Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayıranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar... İşte lânet onlar içindir ve kötü yurt cehennem de onlarındır." (Ra'd: 25)
"Hepiniz O'na yönelin ve O'ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.
Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir."
Allah-u Teâlâ kullarının kendisine yönelmelerini, yalnız kendisinden korkmalarını ve kulluk yapmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Kim ki bu emr-i ilâhi'yi dinlemezse, onun Hazret-i Allah ile ve İslâm dini ile ne ilgisi kalır?
Bu Âyet-i kerime'de de Allah-u Teâlâ, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan bölücülerin müşrik olduğunu ve tuttukları yoldan memnun olduklarını beyan buyuruyor.
Kendi yanında bulunan dinden murad, yaptıkları isimdir. Kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Sizin O'nu bırakıp da taptığınız, kendinizin ve atalarınızın adlandırdığı uydurma bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm koyma yetkisi ancak Allah'ındır. O da kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 40)
Âyet-i kerime'de açık olarak görülüyor ki, her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları; ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdır. Kâfir dediğin kimse bu tahribi yapamaz ve fakat müslüman zannettiğin bu kâfirler İslâm dinine en büyük düşmanlığı yapıyorlar.
Siz ise hâlâ bunlara müslüman gözüyle bakıyorsunuz.
Sana da yuh olsun!
Onlara meylettiğiniz veyahut müslüman zannını verdiğiniz anda onlardan olursunuz. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın kelâmını çürütmek ve hükm-ü İlâhi'yi hükümsüz hale getirmek için yarış halindeler.
"Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de iğrenç ve acıklı bir azap vardır." (Sebe: 5)
İşte âkıbetleri de budur.
•
Elmalılı Hamdi Yazır Efendi Âyet-i kerime'lerin tefsirinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar ki dinlerini ayırdılar, öbek öbek oldular. Her biri kendi hususiyetine, kendi çıkarına, dar kafası ile kendi kuruntusuna göre bir hevâ ile dinini ayırıp ayrı bir başbuğ arkasına düşerek fırka fırka olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmektedirler." (Hak Dini Kur'an Dili, Cilt;5 sh.3826)
•
Görülüyor ki;
Müminun sûre-i şerif'i 52-56. Âyet-i kerime'leri,
Hicr sûre-i şerif'i 90-94. Âyet-i kerime'leri,
Enbiyâ sûre-i şerif'i 92-94. Âyet-i kerime'leri,
Rum sûre-i şerif'i 30-31. Âyet-i kerime'leri aynı noktayı işaret ettikleri halde ayrı ayrı nazil olmuşlardır. Bölücülerin iç durumlarını ortaya koyuyor. Kaçacak hiç yerleri yok. Hangi birini inkâr edecekler?
"Allah katında din İslâm'dır. Ancak kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
Eğer seninle tartışmaya girişirlerse de ki: 'Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim.'
Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsız ümmilere de de ki: 'Siz de İslâm oldunuz mu?'
Eğer İslâm olurlarsa doğru yolu bulurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse sana düşen yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını görür."
Allah-u Teâlâ önceki ümmetlerden kendilerine kitap verilenlerin, kendilerine peygamber gönderilip kitaplar inzâl edilmek suretiyle aleyhlerinde hüccetler, deliller olmasından sonra ayrılığa düştüklerini haber vermektedir.
Burada anlaşılıyor ki, kim Allah'ın kitabında beyan etmiş olduğu hükümleri inkâr ederse, Allah-u Teâlâ onu hesaba çekecek ve bu yalanlamasından dolayı onu şiddetli azaba çarptıracaktır.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: İşte benim yolum budur. Ben Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basiret üzerindeyiz. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim." (Yusuf: 108)
"İnsanlar ilk önce bir tek ümmet idiler, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabb'inden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu."
Allah-u Teâlâ bunlara karşı ne kadar gazaba gelmiş ki, yaratıkları sayılı bir ecele kadar geciktirmemiş olsaydı, gadab-ı ilâhî hemen üzerlerine inecekti.
Ezelden onlara tanınmış bir sürenin dolmasını murad ettiğinden, hemen helâk etmediğini ve fakat bunları er-geç helak edeceğini beyan buyuruyor ve şiddetli bir azap ile azap edeceğini haber veriyor.
Allah-u Teâlâ zâlime mühlet verir, o verilen mühlet sırasında günah işledikçe azabını artırır. O ise bu mühleti kendisi için rahmet zanneder.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"Bilmiyorum, belki de bu (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar sizi yaşatıp barındırmak içindir." (Enbiyâ: 111)
Yani bu bölücülerin yaptıkları yanlarına kâr kalacak sanılmasın. Cezanın gecikmesi, azaplarının artmasına vesiledir.
"Onlar kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabb'inin verilmiş bir sözü olmasaydı aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu."
Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ onlara karşı ne kadar gazaba gelmiş!
Bir taraftan kulluğundan tardetmiş, diğer taraftan da en şiddetli bir azabı onlara hazırladığını beyan buyurmuş.
Bunlar da bölücülükte sevinedursunlar. Bunlara uyanlar da ibret alsınlar. Çünkü aynı azabı onlar da tadacaklar. Uymak şöyle dursun, onlara meyletmek dahi helâk olmaya kâfidir.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler." (Furkan: 42)
Amma kaçıp kurtulmak ne mümkün?
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Fırkalar kendi aralarında ayrılığa düştüler. O büyük güne şahid olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!
Bizim huzurumuza çıkacakları zaman ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler! Fakat o zâlimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.
Resul'üm! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.
Şüphesiz ki biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara vâris olacağız. Onlar bize döndürülecekler." (Meryem: 37-40)
"İnsanlar bir tek ümmet idi. Bu durumda iken Allah (doğru yolda olanları) müjdelemek, (yoldan sapanları da) uyarmak üzere peygamberler gönderdi.
Ayrılığa düştükleri hususlarda insanlar arasında hüküm vermeleri için, onlarla beraber içinde gerçekleri taşıyan kitap da indirdi.
Oysa kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle ayrılığa düştükleri şeyleri inananlara gösterdi.
Şüphesiz ki Allah dilediğine doğru yolu gösterir."
Allah-u Teâlâ İsrailoğullarına nimet olarak peygamberler ve ilahî kitaplar göndermişti. Fakat onlar ayrılığa düştüler, dünyevî arzulara daldılar, bu büyük nimetten kendi kendilerini mahrum bıraktılar.
Bu Âyet-i kerime ile müslümanlara bu hususta özellikle İsrailoğullarının durumuna bakıp ibret almaları ve uyanık olmaları tavsiye edilmektedir. Bunlar bu tavsiyeye uymak şöyle dursun, daha büyük bir sapıklığa, daha büyük bir azgınlığa ve daha büyük bir kâfirliğe daldılar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in duâlarından birisi de şöyle idi:
"Ey Allah'ım! Ayrılık yapmaktan, münafıklıktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım." (Ebu Dâvud)
İşte bu bölücüler ibret almadılar, bunlardan daha ileri giderek yetmişüç fırka oldular.
Vah bunların haline! Çünkü bunlar Hazret-i Allah'a meydan okumaya çalışıyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir. Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler için şöyle buyuruyor:
Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşa kalacaklar." (Tirmizî)
Bu Hadis-i şerif'i bir inceleyin, bir de bu bölücülerin icraatlarına bakın! İsterken koyun postuna bürünüyorlar, aldıktan sonra da kurt kesiliyorlar. Hepsi milyarder oldu.
Ve Ümmet-i Muhammed'e en büyük düşman kesilerek İslâm dininin çürümesine, yok olmasına gayret ediyorlar.
"Aralarında çıkan gruplar, birbirleri ile ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin hâline!"
Bunca Âyet-i kerime'ler onlara hitap ettiği halde hiçbirine aldırış etmiyorlar. Üstelik bu bölücülüğü İslâm namına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında gibi göstermeye çalışıyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülük. Bütün bölücüler böyledir.
İyi bilin ki onlar cehenneme girenlerin öncüsüdürler. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere iman ediyorsanız bunu göreceksiniz.
Allah-u Teâlâ bunları nasıl acıklı bir azaba müstehak edeceğini ve acıklı bir azapla karşılaştıracağını açıkça beyan buyuruyor:
"İşte böyle... Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 9)
Hazret-i Allah da onlardan hoşlanmamıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Allah-u Teâlâ'ya muhabbetin alâmeti zikrullahı sevmek, buğzunun alâmeti zikrullahı sevmemektir." (C. Sağir)
Bu Hadis-i şerif de Allah-u Teâlâ'nın onlara buğzettiğine dâir açık bir delildir. Çünkü onlar Hazret-i Allah'ın zikrinden göz yummuşlardır. Küfürlerini yaymaya çalışmaktadırlar.
"İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah'ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri Rabb'leri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir."
Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ'nın bir tek Âyet-i kerime'sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ'ya aittir, mahlûkun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime'sinde:
"Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." buyuruyor. (A'raf: 54)
Binaenaleyh bir tek Âyet-i kerime'yi hükümsüz saydıkları zaman, iyi bilin ki İslâm dini ile hiçbir ilgileri kalmaz.
Bunca Âyet-i kerime'leri önlerine serdiğimiz halde; kalpleri mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, kulakları sağır edilmiş kimseler, hiçbir set tanımıyor. İşte bunlar cehennemliktir.
En büyük gadâb-ı ilâhî'ye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ'nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere "Allah-u Teâlâ böyle emrediyor." diye kendi zanlarını ortaya koymaya çalışmalarıdır.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurur:
"Yasak ettiğim şeylerin dışında, kullarıma ihsan ettiğim her şey onlar için helâldir. Binaenaleyh hiçbir kimse Allah'ın helâl kıldığını haram kılamaz. Ben bütün kullarımı hakkı kabule müsait olarak yarattım. Fakat şeytan bunlardan bazılarına geldi de, onları hak olan dinlerinden bâtıla ve onları helâl kıldığım şeyleri haram kılmaya teşvike ve benim emrettiğim şeyleri bana şerik koşmalarını emretti." (Müslim)
"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte benim Rabb'im olan Allah budur. Ben ancak O'na tevekkül eder ve yalnızca O'na yönelirim."
Ayrılığa düşülen hususlarda hüküm vermek Allah-u Teâlâ'ya mahsus olduğu gibi, O'nun hükmüne uyup uymamak da kişiyi mümin veya kâfir kılacağı ortaya çıkar. Hükmüne rızâ gösterenleri rızâsına ulaştırır, bâtıla uyanları da helâk eder.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde:
"Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim." buyuruyor. (Âl-i imran: 55)
Bu bir aynadır. Kendini aynada gör. Hazret-i Allah'ın âyetlerine iman edip bölücülükten vazgeçenlerden misin? Yoksa inat edip küfürde kalanlardan mısın?
İyi bil ki hükmünü verdin! Ya müminsin ya da kâfir. Çünkü bu dünya bir imtihan sahnesidir, bu da bir imtihandır.
"Kendilerine 'Yeryüzünde fesad çıkarmayın!' denildiği zaman 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir, lâkin anlamazlar." (Bakara: 11-12)
Bölücüler de din kurucuları da hem fesad çıkarıyorlar, hem de fesadçı olmadıklarını söylüyorlar. Âyet-i kerime'leri çürütüp halkın nazarında kendilerini gizlemek istiyorlar. Zira bunların Hakk ile hiçbir ilgileri yoktur. Olsa zaten bunu yapmazlar.
Bu Âyet-i kerime'ler onların hareketlerini açık olarak belirtiyor.
"Onlara 'Müslümanların inandığı gibi siz de inanın!' denildiği zaman 'Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?' derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bunu bilmezler." (Bakara: 13)
Allah-u Teâlâ onları ikaz ediyor, imana, İslâm'a davet ediyor. Ve fakat bu bölücü beyinsizler madde, nam ve menfaatlarının kesileceğini bildikleri için, kendi dinlerini bırakıp hakikata yanaşmıyorlar. Hakk'ın emirlerini kabul etmeyip küfürde kalıyorlar.
"Biz Âyetleri inkâr etmiyoruz" diyorlar. İman etseydiler böyle yapar mıydılar?
"Müminlerle karşılaştıkları zaman 'İnandık' derler, elebaşları ile başbaşa kaldıklarında ise 'Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz!' derler." (Bakara: 14)
İşte sözlerimizi bu Âyet-i kerime tasdik ediyor. Bölücülerin durumu bundan ibarettir.
"Allah da kendileriyle alay eder, azgınlıklarında onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar." (Bakara: 15)
Bu, onların yaptıklarına karşı, Allah-u Teâlâ'nın verdiği hükümdür.
"İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın almışlardır. Bu alış-veriş kendilerine kâr sağlamamıştır, doğru yolu da bulamamışlardır." (Bakara: 16)
Allah-u Teâlâ onları böyle vasıflandırıyor. Onların apaçık sapık olduklarını buyuruyor ve iman edenlere de duyuruyor.
Ahiretteki durumları hakkında da bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Münafıklar müminlere 'Biz sizinle beraber değil miydik?' diye seslenirler. Müminler de derler ki 'Evet amma, siz kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz, kuruntu sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı." (Hadid: 14)
Hadi şimdi kurtul!
Nedamet çok, faydası hiç yok. Çünkü siz şeytan fırkasındansınız. İmamlarınıza uydunuz, onlara iman ettiniz. Hazret-i Allah ve Resul'ünün hükmünü inkâr ettiniz. İşte yaptıklarınızın karşılığı budur.
"Kâfir olanlar bile birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur."
Bugün olduğu gibi.
Allah-u Teâlâ müminlerin birbirlerinin dostu olduğunu zikrettikten sonra, onlarla kâfirler arasındaki dostluğu da kesmiştir.
Müminler birleşip birbirlerine destek vermezlerse, birbirlerinin dostu olan kâfirler fitne ve fesad çıkarmaktan geri kalmazlar.
Bugün bütün bölücülerin, İslâm'dan ayrılarak kendi başlarına din kuranların birbirlerine dost olduklarını görüyoruz. Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümleri yüzlerine karşı okunduğu zaman yekvücud oluyorlar.
İşte Allah-u Teâlâ onlara karşı birliği, beraberliği ve onlara karşı mücadeleyi emrediyor. Şayet bu yapılmazsa, fitneye müdahale edilmezse, fitne ve fesad alır başını yürür. Umumun helâkına da vesile olur.
Bunun içindir ki bu Din-i mübin'i parçalamak isteyenlere müdahale etmemiz, bu türeme imamlara ve onlara tâbi olanlara yol vermememiz, ifsadlarına set olmamız gerekiyor. Aksi halde Allah-u Teâlâ'nın azabı bize de dokunur.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. (Hepinize sirayet eder.) Bilin ki Allah'ın azabı şiddetlidir." (Enfâl: 25)
Allah-u Teâlâ fitne çıkınca herkese isabet edeceğini beyan ediyor. Ya bu fitneyi bastırmamız lâzım, veya bu fitneden gelen azaba bizim de uğrayacağımızı unutmamamız lâzım.
Nitekim görülüyor ki Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'leri birleşmemizi emrederken, bu bölünmeler başımıza büyük felâketler getirebilir.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- vâlidemizden rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim içinde açıktan kötülükler işlenirse, o zaman Allah-u Teâlâ katından hepsine birden azap eder.
– Yâ Resulellah! Onların içinde sâlih insanlar yok mudur?
– Evet vardır.
– O halde onlara bunu nasıl yapar?
– İnsanların başına gelen onların da başına gelir. Sonra Allah'tan bir bağışlanma ve hoşnudluğa ulaşırlar." (Ahmed bin Hanbel)
Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"Allah bir topluluğa azap indirdiği zaman, o topluluğun içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes niyetlerine göre diriltilirler." (Buharî)
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım!" (A'raf: 155)
Bu bir nevi Hazret-i Allah'a sığınmak ve yalvarmaktır.
Yâ Rabb'i! Biz onlardan değiliz. Biz senin hasımlarına düşman kesildik. Yardım ve desteğinle hiç kimseden çekinmeyerek mücadelemize ve mücahedemize devam ediyoruz. Zâtına iman ettik ve sığındık. Allah'ım bu beyinsizlerin yüzünden bizi helâk etme!
"İçinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Oysa Allah onların yardımcısı idi. Müminler yalnız Allah'a güvensinler."
Bu çok büyük fitneler karşısında müminlerin tek bir fert de olsa Hazret-i Allah'a dayanıp güvenerek mücadele ve mücahedesini yapması lâzımdır.
Eğer gerçekten mümin ise Allah-u Teâlâ'nın onu destekleyeceğine dair vaad-i Sübhânisi var.
Diğer Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Allah sana kâfidir. O ki, seni ve müminleri yardımıyla destekleyendir." (Enfâl: 62)
"Müminlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur." (Rum: 47)
"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?"
Burada şiddetli bir tehdit ve azap ifadesi vardır.
Allah-u Teâlâ müminlere, kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i İlâhi'ye uymayanların ise Allah-u Teâlâ'nın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:
"Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler, kim bunu yaparsa Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz." (Âl-i imran: 28)
Bölücülere en küçük bir meyille meyleden onlardan olur ve Allah-u Teâlâ'nın dostluğunu kaybeder.
Münafıklar hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisâ: 139)
Görülüyor ki küfrünü alenen ilân edenlere "Bu benim kardeşimdir." diyenler küfürde yarış ediyorlar. Küfürde müşterektirler. Tevbe edip müslüman olmadıkları taktirde küfürde olduklarını iyi bilin. Bu Âyet-i kerime'ler onların iç durumlarını ne kadar güzel beyan ediyor.
Allah için sevgi Allah için buğz, imanın en sağlam kulpudur. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin, bunu ayırt edemezse dalâlettedir, ibâdetlerinden fayda göremez, çok ince bir noktadır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar Rabb'iniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler benim yolumda savaşmak ve hoşnudluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur." (Mümtehine: 1)
Allah-u Teâlâ müminlerin kâfirleri sevmelerini, onları dost edinmelerini, sevgi ve dostluk hisleri beslemelerini, onlara karşı ihlâslı davranmalarını yasaklamaktadır.
Sen ise bu yasaklamayı nazar-ı itibara almayıp "Bunlar da bizdendir." demekle, gerçekte sen de oldun onlardan.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilen Kur'an'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır." (Mâide: 81)
Burada da apaşikâr görülüyor ki, onlara meyledenlerin onlardan olduğunu, Hazret-i Allah'a inanmadığını, Hazret-i Allah'ın bunları hidayetten mahrum ettiğini buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Bölücülere meyletmenin cezasını şimdi siz de gördünüz mü?
"Andolsun ki sen kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü âyeti getirsen, yine de sana uyup kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar birbirinin kıblesine de dönmezler.
Sana gelen ilimden sonra eğer sen onların heveslerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zulmedenlerden olursun."
İşte bölücülerin durumu budur. Bunca Âyet-i kerime getiriyorsunuz, iman etmemek için Âyet-i kerime'yi çürütmeye çalışıyor. Zira o Âyet-i kerime'ler onun dinini tarif ediyor. Siz de bundan ibret alın. Onların iç durumlarını görün.
"Küfre varıp âyetlerimizi yalanlayanlar ise, cehennem ehlidirler. Onlar o ateşte ebedî olarak kalıcıdırlar." (Bakara: 39)
Sen de onlara uyarsan, onları ve yaptıklarını benimsersen, bil ki onların dinindensin. İslâm dininin yıkıcılarındansın. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın düşmanına destek veriyorsun.
"Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim."
Allah-u Teâlâ âhirzaman ulemâsına ve bölücülere niçin gazap ediyor?
Ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, âhirzamanda gökkubbe altında en şerli insanların âhirzaman ulemâsı olacağını haber veriyor. Bölücüler hakkında Allah-u Teâlâ'nın bu kadar beyanları var.
Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları kaldırmak istiyorlar.
Bu din çok nezih bir dindir, münevver bir yoldur. Onların iş ve icraatlarını açık açık ortaya koyar, yapmak istediklerinin önüne set koyar. O'nun koyduğu hudutlar onların dinlerine mânidir.
Onlar güya müslüman gibi görünürler. Kendi ayıplarının meydana çıkmaması için, kendi arzularını yürütmek ve kendi dinlerini kuvvetlendirmek için, İslâm'ı gizliden gizliye hükümsüz hâle getirmek isterler.
Bunu bir kâfir, bir müşrik yapamaz. Kâfirin cephesi var, ben kâfirim diyor. Bunların kâfirlerden de daha aşağı oluşlarının sırrı buradan geliyor.
Herkeste ilim yok ki, bunu tefrik edebilsin, onların maskelerini görsün. Binaenaleyh saf müslümanları avladıklarından ötürü kâfirden çok çok daha büyük tehlike kesbetmektedirler. İhlâslı Ümmet-i Muhammed'i vurarak ebedi hayatlarını katlediyorlar.
"Resul'üm! Seni de din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin heveslerine uyma.
Çünkü onlar Allah'a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Zâlimler birbirlerinin dostlarıdırlar.
Bu Kur'an insanların kalp gözlerini açacak bir nur, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir."
Bu heveslerine uyanlar din kuranlardır, kendi dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ'nın dinini yok etmek isteyenlerdir.
Ey Arkadaş! Allah-u Teâlâ'nın bu açık beyanlarını inkâr edip bu bölücüleri müslüman mı zannedersin? Bu zannınla kendini bu kâfirlerden ayrı mı sanacaksın? Çünkü sen ferman-ı İlâhi'ye göz yumup, bölücülerin lâflarına ağzını açtın, bu azaba düçar oldun.
Eğer Hazret-i Allah'a imanın olsaydı, elbette bölücülere iman etmezdin.
Görmez misin ki Hazret-i Allah ve Resul'ünün emir ve ahkâmını hor görüp nasıl saklıyorlar? Bu perde altında saklanıp gaye ve menfaatlerini temine çalışıyorlar. Bu böyle olmuyor mu, bir düşün!
"Münafıkların durumu şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana 'İnkâr et!' der. İnsan inkâr edince de 'Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.' der."
İşte bu bölücüler, bu saptırıcılar var ya! Hakk Celle ve Alâ Hazretleri tarif ederken, onların şeytandan daha kötü olduğunu ve tehlikelerinin daha fazla olduğunu beyan buyurur ve iman edenlere duyurur.
İşte size Âyet-i kerime'yi açıklıyorum. Bu şeytandan da daha kötü olanlara hâlâ İslâm gözüyle mi bakacaksınız?
"Yoksa 'Onu peygamber kendisi uydurdu.' mu diyorlar?
Hayır!.. O, senden önce peygamber gönderilmemiş bir kavmi uyarman için sana Rabb'inden gelen bir gerçektir. Umulur ki doğru yolu bulurlar."
Nitekim bölücülere Allah-u Teâlâ'nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm'ın Hadis-i şerif'leri beyan edilirken, ilâhi hükmü hiçe sayarak onu çürütmek için "Bunu sen mi uydurdun?" diyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ'nın açık fermanı onlara arzedildikten sonra, bunu hükümsüz sayanlardan daha zâlim kim var?
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız." (Secde: 22)
"İnsanlar arasında öyleleri var ki, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azab vardır."
Nitekim bugün görülüyor ki Âyet ve Hadis bilmezler, bilseler de arzetmezler. Zira ilâhi hüküm onların dinlerini belirtir. İş ve icraatlarının yalan ve yanlış olduğunu ortaya koyar.
Bunlar boş sözlerle, yalanla dolanla güya İslâm dinini temsil ettiklerini söylerler. Oysa bunlar yalancı ve fâsıkların tâ kendileridir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Anlamaz bir güruh oldukları için, Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir." (Tevbe: 127)
"İnsanlar içinde ne bilgisi, ne rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır."
Bölücüler ise böylece dinlerini kuvvetlendirmek için bir taraftan Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'lerini çürütmeye çalışırlar, diğer taraftan da sapık yol üzerinde yürümeye çalışırlar.
"Onlara Allah'ın indirdiğine uyun!' denildiğinde 'Hayır! Biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.' derler.
Ya şeytan babalarını alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"
Allah-u Teâlâ'nın dini olan İslâm'ına onlara emir verip çağırdığında, onlar "Hayır, biz kendi dinimize uyarız." derler.
Nitekim bunca Âyet-i kerime'ler önlerine sürülüyor da hangi birini kabul edip İslâm oluyorlar? Kendi dinlerinde direniyorlar. İslâm dininin çökmesini istiyorlar. Hem de güya kendilerini müslüman olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Bu böyle değil midir? Bunun hangisine itiraz edebilirler?
Ve onlara "Dinlerinizi bırakın, Hazret-i Allah'ın dinine gelin." dendiği zaman bunu kaç kişi kabul ediyor?
İşte bunlar şeytan fırkasındandırlar.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları biz böyle cezalandırırız." (A'raf: 40)
"Onlar (yapageldiklerinden dolayı) bir fitne kopmayacağını sandılar, kör oldular sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra yine de içlerinden bir çoğu kör oldular, sağır kesildiler.
Allah onların yaptıklarını görmektedir."
Hakikattan mahrum oldukları için Allah-u Teâlâ onları kör ve sağır olarak vasıflandırıyor. Durumları budur, hakikatlar karşısında kör ve sağırdırlar. Hakkı işitip duymazlar ve Hakk yolunda yürümezler.
Kimin hidayeti hak ettiğini, kimin dalâlete müstehak olduğunu en iyi bilen Allah'tır.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"İşte bunlar, Allah'ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir." (Muhammed: 23)
Artık bunlara kim hidayet verebilir?
"Onlar yılda bir veya iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar."
Nitekim daha önce geçen kavimleri de Allah-u Teâlâ birçok ibtilâlara, belâlara uğratmıştır. Fakat onlar ibret alıp iman etmemişlerdir.
Sonra onlara bolluk vermiş, o bolluk içinde zevk ve sefa sürerlerken yok edivermiş. Hûd sûre-i şerif'inde bunlar hakkında mufassal bilgiler vardır.
İşte şimdiki bölücülere de dikkat ederseniz, hepsi de cep cihadcılığına girişmişler, lüks ve refah içinde yaşamak arzusu üzerinde duruyorlar. İlâhi hükümler onların dalâlette olduklarını bildirdiği için dünyalık kazancımız elden çıkmasın, menfaatlerimiz kesilmesin, halkı yolmaya devam edelim diye her türlü ilâhi hükme itiraz ediyorlar, çeşitli vesilelerle çürütmeye çalışıyorlar, dolayısı ile inkâr ediyorlar.
"Eğer içinizde onlar da (sefere) çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranıza sokulurlardı.
İçinizde de onlara iyice kulak verenler var. Allah zâlimleri gayet iyi bilir." (Âyet: 47)
Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki, kim ki bunlara meylederse, muhakkak ki zulmetmiş olur. Zulmedenleri ise Allah-u Teâlâ sevmez.
"Andolsun ki daha önce de fitne koparmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi.
Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri galip geldi." (Âyet: 48)
"İçlerinden öylesi de var ki 'Bana izin ver, beni fitneye düşürme!' der.
İyi bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem kâfirleri kuşatacaktır." (Âyet: 49)
İşte Allah-u Teâlâ'nın hükmü!
Güya kendileri doğru yol üzerinde bulunuyorlarmış gibi, üzerlerine gitmekle fitne olacağını kabul ediyorlar. Oysa fitnelerini yürütmek istiyorlar, bunu da bu sözle kapatmaya çalışıyorlar. Onların kuru zannı hiçbir şey ifade etmez. Allah her şeyi en iyi bilendir.
Bakınız Allah-u Teâlâ onların durumunu nasıl ortaya koyuyor?
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler." (Bakara: 9)
"Sonra onların aldanması ancak 'Rabb'imiz Allah hakkı için biz müşriklerden değildik.' demeleridir."
Bu bölücüler din kurmakla ve İslâm'dan çıkmakla büyük bir fitne ve fesad çıkarıyorlar.
Allah-u Teâlâ onların bütün içyüzlerini gösteriyor ve onlara hiç kaçacak yer bırakmıyor. O azaba müşterek olmamak için, onlardan çok sakınmak gerekmektedir.
24. Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ onların ahiretteki âkıbetinden haber vermektedir:
"Bak da gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!"
Bütün bölücüler yalancıdır ve şeytanın destek verdiği kimselerdir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan taraftarı olanlardır." (Mücadele: 18-19)
"Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde, Allah'ın âyetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah katında gerek iman edenlerin yanında bu davranışa karşı kızgınlık ve öfke büyümüştür.
Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler."
Biz size dememiş miydik;
Alenen küfrünü ilân edenler için, "Bunlar bizim kardeşimiz" diyenlere, bölücü imamlara inananlara, yoldan sapanlara ve saptırmak isteyenlere muhakkak ki Allah-u Teâlâ gadap eder.
"Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın. Onlar sizde büyük bir azim ve sertlik görsünler.
Bilin ki Allah takvâ sahipleriyle beraberdir."
Burada görülüyor ki Allah-u Teâlâ emr-i İlâhî'yi hükümsüz saymaya çalışanlara, kendi dinlerini kuvvetlendirmek için İslâm dinini yok etmek isteyenlere karşı baban da olsa, kardeşin de olsa hiç tereddütsüz savaşmayı emrediyor.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme!" (Kehf: 28)
Onlar din ve diyaneti, ibadet ve taatı bırakıp bâtıla saplandılar. Eğer gerçekten iman etseler ve Allah-u Teâlâ'yı anmış olsalardı, gururlanmazlar, büyüklenmekten vazgeçerlerdi.
Hakk'tan uzaklaşan, nefsinin arzularını ilâh edinen bir kimse bunun neticesi olarak da ilâhi hudutları aşar, her hususta aşırılığa kaçar. Bu sebepledir ki ona itaat eden kimse de onun gibi olur, onun arkasında bozgunculuğa devam eder.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise:
"Kâfirlere ve münafıklara itaat etme!" buyuruluyor. (Ahzâb: 48)
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Onlardan (başınızdakilerden) kim size Allah'a isyan etmeyi emrederse sakın o kimseye itaat etmeyiniz." (İbn-i Mâce: 2863)
Bu gibi kimselerin peşlerine takılmanın dünyadaki zararı ahirettekinden öncedir. Ümit ettikleri dünyevî menfaatler ya hiç ele geçmez, veya geçse de serîüzzeval olur, mesuliyeti üzerinde kalır. Ahiretteki zarar ise hiç şüphesizdir ve muhakkaktır.
Herkes dünyada kimin bayrağı altında bulunmuşsa, kime uymuş, kimi desteklemiş, kimleri rehber edinmişse, ahirette de onun bayrağı altında bulunacaktır. Peşine düşüp gittiği lideri orada nereye götürürlerse onlar da oraya gidecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraberdirler.
Her asrın insanı yaşadığı devirde kime tâbi olduysa, kimin peşinden gitmişse onunla mahşere çağırılacaktır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız." (İsrâ: 71)
İşte mihenk budur.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz bu Âyet-i kerime hakkında "İmamdan murad, herkesin yaşadığı asrın önderidir." buyurmuşlardır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet gününde insanlar bir araya toplanır, Rabb'imiz 'Her kim neye tapmışsa onun ardına düşsün.' buyurur. Artık kimi güneşin, kimi ayın, kimi tağutların (kodamanların) peşine düşüp gider." (Buhârî. Rikak: 52)
İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle birlikte cehennemde olacaklardır.
Avam güruhu, dünyada iken lider kabul ederek körü körüne peşlerine sürüklendikleri kimselerin ahiretteki zillet ve meskenetlerini, ne kadar sefil bir duruma düştüklerini gördüklerinde onlara şöyle derler:
"Biz size uymuştuk, sizin bağlılarınızdık. Şimdi siz Allah'ın azabından zerrece bir şey olsun savıp bizi koruyabilecek misiniz?" (İbrahim: 21)
Bütün yetkileri, makam ve mansıpları dünyada kalan önderler bu sözler karşısında mahcup olurlar, acziyetlerini itiraf ederler ve derler ki:
"Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de size doğru yolu gösterirdik." (İbrahim: 21)
Orada ister istemez Allah-u Teâlâ'nın yüce kudretini kabul ve itiraf ederler.
"Şimdi artık sızlansak da sabretsek de birdir, kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur." (İbrahim: 21)
Artık iş bitmiş, iş işten geçmiştir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir." (Hacc: 19-20)
"Onlar kazandıklarından ötürü helâka sürüklenmiş kimselerdir.
Onlar için kaynar sudan bir içki ve inkârlarından dolayı da acıklı bir azap vardır." (En'âm: 70)
Bunlar Allah'ın kitabı ile alay eden, dinlerini oyun ve eğlenceye alan sapıklardır. Azap boyunduruğu altında tutulmuşlar, hak ettikleri cezâlarına kavuşmuşlardır. Karınlarında gurultu edecek ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar sudan şaraplar, cezâlarının sadece bir bölümüdür.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar cehennem ateşi ile kaynar su arasında dolaşır dururlar." (Rahman: 44)
Allah-u Teâlâ zebânilere emreder:
"Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün!" (Duhan: 47-48)
Ve onları tahkir ederek şöyle buyurur:
"Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin." (Duhan: 49)
"Bu, işte o şüphe edip durduğunuz şeydir." (Duhan: 50)
Çünkü onlar dünyada iken kendilerinin çok büyük kimseler olduklarını, elde ettikleri mal ve mevkiye güvenerek halkın en şereflileri olduklarını zannediyorlardı. O derece refaha boğulmuşlardı ki; ahireti, muhasebeyi, cezayı hiç hesaba katmıyorlardı, kendilerini uyaran, bu günleri ile karşılaşacaklarını haber verenleri yalanlamaya ve karşı çıkmaya cüret ediyorlardı.
Şimdi ise o şüphe ettikleri şey gerçek oldu, tekzip ettikleri hakikat ayan-beyan karşılarına çıktı.
Bu zâlimler ne ile karşılaşacaklarını görsünler.
"Biz zâlimler için öyle bir ateş hazırlamışızdır ki, onun kalın duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.
Susuzluktan yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su ile yardım edilir.
O ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!" (Kehf: 29)
Allah-u Teâlâ kâfirleri kuşatacak olan ateşi, kişiyi çepeçevre saran kapalı duvarlara benzetmiştir. Böyle bir kimse, kendisini kuşatan ateşten nasıl kurtulabilir?
"O gün zâlimlere özür beyan etmeleri hiç fayda sağlamaz. Lânet onlaradır, en kötü yurt da onlarındır." (Mümin: 52)
Onların daimi ikâmetgâhları cehennemdir.
"Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suya sürükleneceklerdir.
Sonra da ateşte yakılacaklardır." (Mümin: 71-72)
Önce Hamîm'e sürüklenirler, sonra Cahîm'e atılırlar.
"O gün cehenneme itildikçe itilirler." (Tûr: 13)
Zebaniler, ateşe girinceye kadar enselerine vururlar.
"Andolsun ki biz onlara en büyük azaptan önce en yakın azabı tattıracağız." (Secde: 21)
"Azab-ı ednâ" dünya azabı, "Azab-ı ekber" ise ahiret azabıdır.
"Bâtılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi." (Mümin: 5)
Aslı esası olmayan, kendi kafalarına göre uydurmuş oldukları zan ve vehimlere uyarak münakaşalara atılmışlardı.
"İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetlerin içinde, aleyhlerinde söz hak olmuş (azap gerçekleşmiş) kimselerdir. Doğrusu onlar hüsrana uğrayanlardır." (Ahkâf: 18)
Şeytana uymak suretiyle aslî fıtratlarını kaybetmişler, ilâhî hükümleri inkâr ederek ebedî felâkete düşmüşlerdir.
"İslâm'a dâvet edilirken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Allah zâlimler güruhunu hidayete erdirmez." (Sâff: 7)
Böyle birisinden daha zâlim bir kimse elbette ki olamaz.
"Böylesine: 'Allah'tan kork!' denilince, benlik ve gururu kendisini günaha sürükler.
Ona cehennem yeter. O ne kötü yataktır!" (Bakara: 206)
Ceza olarak, öfkesinden kükreyen cehennem onun için kâfidir.
Söz ve icraatlarıyla isyankâr olan bu kişilere "Allah'tan kork! Bozgunculuktan vazgeç, Hakk'a dön!" diye öğüt verilecek olursa hiç kulak asmaz. Onun bu gibi sözlere hiç tahammülü olmaz. Büsbütün inatlaşır, küfründe ısrar eder ve büyük günahlara kapı açmakta tereddüt göstermez. İsyan ve günahlar onu çepeçevre kuşatır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Firavun kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!" (Hûd: 98)
Herkes tâbi olduğu kimse ile beraberdir.
"Resul'üm! De ki: "İşte benim yolum budur. Ben Allah'a dâvet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basiret üzerindeyiz. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim." (Yusuf: 108)
Bu Âyet-i kerime Resulullah Aleyhisselâm'a tâbi olanlar içindir. Küfre davet eden, küffarın hükmünü yürütmeye çalışanlara tâbi olan, bu gibi önderleri destekleyen bir kimse Resulullah Aleyhisselâm'a tâbi olduğunu nasıl iddia edebilir? Bu gibi iddia sahiplerinin sözlerinin Allah katında hiçbir geçerliliği yoktur.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i imrân: 28)
Dikkat ederseniz bugün ortalığı kâfirler ile dostluk peydah edenler işgal etmiştir. Kendileri saptıkları gibi kendilerine tâbi olanları da güruh güruh cehenneme sürüklemektedirler. Çok acı bir durum. O kadar ikaz ve irşada rağmen birçokları yine gidip; bu Allah ile dostluğu bırakıp küffar ile dostluğu tercih edenlerle beraber oldu. Böylece kendisi de onlardan oldu. Allah'ım bize acısın.
Küfür ve nifak önderlerine tâbi olanların bu durumu nereden başlıyor? İlâhi emirlerden.
İlâhi emir şöyle:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücâdele: 22)
İlâhi emir böyle. Bugünkü türemelerin ise en büyük dostları kâfir.
"Ey inananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?" (Nisâ: 144)
İlâhi emir böyle. Bugünkü münafıklar ise hiçbir ferman dinlemiyor.
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." (Mâide: 51)
İlâhi hüküm bu. Bunlar ise yahudi ve hıristiyanlara karışmaktan memnunlar hatta şeref duyuyorlar.
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisâ: 139)
İşte ilâhi hüküm, işte bu küfür ve nifak önderlerinin durumu.
Bu ilâhi hükümleri her fırsatta hatırlatıyoruz. Bunların durumlarını defaatle ortaya koyuyoruz.
Allah-u Teâlâ'nın hükmü hatırlatıldığı zaman bir müslümanın tüyleri ürperir. Oysa birçoklarının kılları kıpırdamadı.
Allah-u Teâlâ'nın emirlerini çiğneyen, hükm-ü İlâhi'yi hükümsüz kılmaya, küffarın hükmünü yürütmeye çalışanlara destek vermekle sen de hükm-ü İlâhi'yi kabul etmemiş oluyorsun. Bu küfür önderlerine tâbi olmakla kendi "iman"ını "imam"ına peşkeş çekmiş oluyorsun.
Dünyada onunla beraberdin, onu desteklemiştin, ahirette de onunla berabersin. İlâhi hüküm budur. Buna göre herkes kendi durumunu kontrol etsin.
"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla (önderleriyle) beraber çağıracağız." (İsrâ: 71)
Şunu çok iyi bilin ki buradaki gaye nerede olduğunuzu ve nereye gideceğinizi göstermek.
Âyet-i kerime'lere bakın kendi kararınızı kendiniz verin. Sizi size duyuruyorum, kendi ipinizi kendiniz çekin.
Ben size âyetlerle konuşuyorum. Bana saçma sapan şeylerle değil, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le delil getirin. Lafa lüzum yok.
Kim ki onları desteklediyse onları destekleyenin âkıbeti de şudur; şu Âyet-i kerime'ye baksınlar görsünler:
"İçlerinde zayıf sayılanlar (tâbi olanlar, peşlerine takıldıkları o) büyüklük taslayanlara 'Siz olmasaydınız biz inanmış olacaktık.' derler." (Sebe: 31)
Binaenaleyh bu büyüklük taslayanlarla beraber imansız olarak huzur-u İlâhî'ye çıkacaklar. Hiçbir pişmanlık fayda vermeyecek. Tâbi oldukları bu kodamanlarla çekişmeleri kendilerine bir fayda sağlayacağından değil, pişmanlıklarından ötürüdür. Ancak tâbi oldukları kodamanlar da kendilerine uyanlar gibi büyük bir azapla karşı karşıya, hepsi de aynı girdabın içindeler:
"Büyüklük taslayanlar ise zayıf sayılanlara (kendilerine tâbi olanlara) 'Size hidayet geldi de, sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır, kendiniz suçlu idiniz' derler." (Sebe: 32)
Yani dinden çıktıklarına dair şu Âyet-i kerime kâfidir. İster kabul etsin, ister etmesin.
Kim ki peşlerinden giderse onun bayrağının altına gireceğinden şüphe etmesin. Kim? Kim olursa olsun. "Küllühüm finnar..."
Bunu Resulullah Aleyhisselâm buyuruyor, "Küllühüm finnar = Hepsi ateştedir.":
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir."
– "Onlar kimlerdir ya Resulellah!"
"Benim ve ashabımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Resulullah ve ashâb yolunda olanlar imana, cennete, Cemalullah'a davet ediyor, imansız imamlar, önderler, dünya kodamanları ise ateşe, cehenneme davet ediyor.
"Onları ateşe çağıran imamlar (önderler) kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir." (Kasas: 41)
İşte bu ateşe çağıranların dâvetine icabet etmek ne büyük bedbahtlıktır.
Nitekim Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerin kapıları başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler olacaktır. Bir ağacın kökünü ısırır halde ölmen onlardan birisine tâbi olmandan senin için daha iyidir." (İbn-i Mâce: 3981)
Bu cehennem davetçilerine tâbi olmanın ne kadar dehşet verici olduğunu görüyorsunuz.
Resulullah –sallallahu aleyhi ve selem- Efendimiz bir başka Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Benimle ümmetimin misali şu adama benzer: Adam ateş yaktı, pervaneler ve bazı böcekler ateşin etrafına üşüştüler. Onlar süratle kendilerini ateşe atıyorlar, o da onların ateşe düşmelerine engel olmaya çalışıyor. İşte ben de size karşı böyleyim. Siz cehenneme doğru süratle gidiyorsunuz, ben de eteğinizden tutmuşum, size mâni olmaya çalışıyorum." (Müslim)
İşte Âyet-i kerime işte Hadis-i şerif.
Bu ümmetin ferdiyim demekle kurtulucağınızı zannetmeyin.
Biz de ateşten kurtulmanız için bunca hakikati her fırsatta neşrediyoruz. Dinleyen, idrak eden kurtuluyor. Birçokları ise kendi heva ve hevesine uyup ateşe çağıranların peşinden gidiyor.
Bütün peygamber efendilerimiz ümmetini Deccal'in fitnesinden korkutmuşlardır. Böyle olduğu halde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Sizin için Deccal'den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
– Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır." (Ahmed bin Hanbel)
Bu önderlere tâbi olanlar kaydılar. Büyük bir imtihandı. Çok kötü bir imtihan verildi. Bakalım ne çıkacak bu hallerden. Allah'ım sonumuzu hayırlı etsin.
Biz işi sıkı, ciddi tuttuk. Büyük bir azim ve gayretle, hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden, hiçbir zalimden korkmadan bu neşriyatı, bu cihadı yaptık. Bize Allah gerek. Kim nereye giderse gitsin.
"Küffara, münafıklara, kodamanlara uymayın, doğru yoldan ayrılmayın!" dedik. Dinleyen dinledi, dinlemeyen kendi nefis arzusuna göre hareket etti; bu münafıklara destek verdi.
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Benimle, Allah'ın beni kendilerine peygamber olarak gönderdiği kimselerin hâli şuna benzer: Bir adam bir topluluğa gelerek: "Gözümle gördüm, üzerinize bir ordu geliyor. Ben hiç bir maksadı olmayan bir haberciyim. Hemen kaçıp kurtulun." der. Onlardan bir kısmı sözünü tutarak gizlice kaçıp kurtulmuştur. Bir kısmı da haberciye inanmadığından ordu sabahleyin ansızın gelip onları tamamen yok etmiştir." (Buhârî)
Bu hakikati şöyle bir temsille biraz daha açalım:
Balıkçı ağını denize atmış, yavaş yavaş ağını topluyor. İçindeki balıkların hiçbir şeyden haberi yok. Ancak biraz sonra sudan çıkacak, hayat bitecek. İnsan da böyle. Resulullah Aleyhisselâm hayat deryasına dalanlar kurtuldu. Saptırıcı önderlerin ateş deryasına dalanlar helâk oldu.
Onlara uyan onlarla beraber haşrolunacak. Hangi yolda bulunursa bulunsun. Onlara uyan onlardandır. Biz katiyyen "Hayır yapmayın!" demiyoruz. "Ben size söylemiştim; dinleseydiniz kurtulsaydınız."
Biz hakikatleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle bildirdik. Kâfir, münafık, kodamanların peşinden giden gitti. Mesuliyeti ona aittir.
Halbuki;
"Müminler o kimselerdir ki;
Allah zikredilince kalpleri titrer, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rabb'lerine tevekkül ederler." (Enfâl: 2)
O ise bu kadar Âyet-i kerime'yi okumuş, kılı kıpırdamamış, ahirette hiçbir dostu olmaz.
Ama "Yapmayın, etmeyin!" demem. Çünkü o da mukadderatına doğru gidecek. Yapmasaydı. Yazımızı görüyor, beyanlarımızı görüyor. Ahmet'in hatırı, Mehmet'in hatırı Hakk yanında geçmez; emir geçer. Onun için bu hususta lafımız olmuyor, kimseyi zorlamıyoruz.
Ama ilân etmeseydik, bildirmeseydik, mesul olurduk. Çünkü herkes imtihanını verecek.
Allah-u Teâlâ bu dünyayı bir imtihan sahnesi olarak yaratmıştır.
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
Bu bir imtihan sahnesidir. Sahneye koyuyor. İmtihanını veren göçüyor; ama iyi, ama kötü... Ne alimler, ne zâlimler...Nemrudlar, firavunlar hepsi geldi geçti...
Hiçbirisine kalmadı, ama bugünkülere de kalacak değil.
Binaenaleyh herkes imtihanını verecek.
Dünya saltanatının bir cazibesi var. Nefis şu önderin, bu önderin adamı olayım diye meylediyor. Ancak Hazret-i Allah'a hasım kesilmiş münafıkların, küffarın, dünya kodamanlarının avanesi olanların vay haline!
İşte bu âkıbetten kurtulmaları için Allah-u Teâlâ şu emri veriyor:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz!" (Tevbe: 119)
Bulmuş, ama dinlememiş. Gidiyor yine kodamanlara meylediyor. İsmi onun defterinde çıktığı zaman "Eyvah!" diyecek, ama iş işten geçmiş olacak.
"Selâm hidayete tâbi olanlara olsun." (Tâ-hâ: 47)
Bir topluluğun başına felâketler gelip belâlara uğrayacakları zaman, oranın ileri gelen mütekebbir ve müstekbirleri azgınlaşır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Biz bir memleketi, yıkıp yok etmek istediğimiz zaman, oranın şımarık varlıklılarına (iyilikleri) emrederiz. Buna rağmen onlar orada itaatsizlik edip kötülük işlerler. Artık o memleket helâke müstehak olur, biz de orayı darmadağın ederiz." (İsrâ: 16)
Bunlar tarihte birer ibret numunesi olmuş olurlar.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- bu Âyet-i kerime'ye şu şekilde mânâ vermiştir:
"Onların kötülerini başa getiririz, onlar o memlekette isyan ederler. Böyle yaptıkları zaman da Allah-u Teâlâ onları azap ile helâk eder."
Yani halkın helâkine vesile olurlar.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Böylece biz her memleketin ileri gelenlerini (kodamanlarını veya idarecilerini) en büyük günahkârlar yaptık ki, orada hileler çevirsinler." (En'âm: 123)
Hususiyetle ileri gelenlerin mevzu edilmesi, onların sahip oldukları geniş imkânların daha çok olmasından; başkalarına kıyasla kendilerini hile ve tuzaklara, isyan ve tuğyana, küfür ve inkâra daha çok yöneltmiş olmasındandır.
Her biri koyun postuna bürünmüş bir kurda benzer. Makamları yükseldikçe, servetleri çoğaldıkça, isyan ve günahları da artar.
Bu ise imtihanın tam olarak yapılabilmesi, ilâhi takdirin bütünüyle yerine gelmesi, herkesin kendisine kolaylaştırılan yolda yürümesi ve en sonunda herkesin hak ettiği karşılığı bulması içindir.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Halbuki onlar aslında yalnız kendilerini aldatıp hile yaparlar, amma farkında olmazlar." (En'âm: 123)
Hiç şüphesiz ki bunun vebali kendilerini kuşatacaktır.
•
Fakat dikkat ederseniz herkes sandalyeye üşüşüyor, o ölüm sandalyesine doğru koşuyor değil mi? Bugün o ölüm sandalyesinden kurtulan kaç kişi olabilir?
Halbuki mülkün mutlak sahibi olan Allah-u Teâlâ insanları kudret eliyle yaratmış ve dünya sahnesine denemek için göndermiştir.
Hayat deneme ve mükellefiyet yeridir, ölüm ise ceza ve mükâfat yeridir; orası imtihanın sonucudur.
Nice iyi âmirler geldi, bunun yanında nice vatanına ihanet edenler de geldi. Bu sahnede imtihanlarını verip gittiler.
Kimisi Kelimâtullah'ın yükselmesi için canını ve malını seve seve Allah uğrunda feda etti, şehâdet şerbetini içti, ebedî saâdete erdi.
Öyle kimseler vardır ki Hazret-i Allah'a gönülden bağlıdır, Allah uğrunda canını ve malını fedâ edeceğine dâir söz vermiştir.
Kalben bu sözleri verenlere âit Allah-u Teâlâ'nın şöyle bir ferman-ı ilâhîsi var:
"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu şerefi beklemektedir.
Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)
İşte bunlar samimi bir niyetle hareket ettiler ve bu sonsuz şerefe erdiler.
Mülk Hazret-i Allah'ındır, dilediğine verir, dilediğinden alır.
Âyet-i kerime'sinde:
"Allah mülkünü dilediğine verir." buyuruyor. (Bakara: 247)
O Mâlik-ül mülk'tür. Kulların elindeki de O'nun mülküdür, hatta kulun bizzat kendisi de O'nun mülküdür. Mülkünün hem sahibi hem hükümdarıdır.
İstediği olur, istemediği olmaz. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir hükümdar yapar, dilerse indirir atar. Dilediğini izzet sahibi yapar, dilediğini zillet sahibi yapar.
"Bugün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah'ındır!" (Mümin: 16)
Allah-u Teâlâ:
"Hepiniz topluca, sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın." (Âl-i imran: 103)
Âyet-i kerime'si ile parçalanmamayı emir buyurur. Halbuki bu bölücüler dinimizi ve vatanımızı bölmeye çalışıyorlar. Siz ise Allah-u Teâlâ'nın bu emr-i şerif'ine itiraz ediyorsunuz, dolayısı ile inkâr etmiş oluyorsunuz. Onları müslüman gibi göstermeyeçalışmakla bu bölücülere arka çıkıyorsunuz, parçalanmaya yol veriyorsunuz. Acaba bu vebalin altından nasıl kurtulacaksınız?
•
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır." (Âl-i imran: 105)
Bu Âyet-i kerime'de yetmiş üç fırkadan o bir fırkaya işaret ediliyor. Yani "Siz de o kayanlar gibi olmayın, onlar için pek acıklı bir azap hazırladım, siz de kayarsanız bu felâkete uğrarsınız." diye o bir fırkayı ikaz ediyor Hazret-i Allah.
"İnandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir." (Hucurât: 11)
Zâlimler güruhundan olmamamız için Hazret-i Allah'ta birleşmemiz, yekvücud hâlinde olmamız icabediyor.
Her kim ki bu emr-i İlâhi'yi dinlemeyip yoldan saparsa, imamına taparsa, artık onun Hazret-i Allah ve Resul'ü ile ne ilgisi olur? Hiçbir ilgisi kalmaz.
Siz ise bu Âyet-i kerime'leri inkâr edip dinlerini parçalayan bu bölücüleri İslâm'mış gibi kabul ediyorsunuz, bir nevi Allah-u Teâlâ'ya karşı geliyorsunuz.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." buyuruyor. (Enfâl: 46)
Siz bu Âyet-i kerime'yi inkâr edip parçalanmayı mı tasvip ediyorsunuz?
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Hepiniz O'na yönelin ve O'ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın. Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir." buyuruyor. (Rum: 31-32)
Allah-u Teâlâ "Siz onlar gibi olmayın!" diye emrettiği halde, siz bunlara müslümandır diyorsunuz ve bunlarla oluyorsunuz. Bu Âyet-i kerime'leri inkâr ediyorsunuz.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"İnsanlar ilk önce bir tek ümmet idiler. Sonradan ayrılığa düştüler.
Eğer Rabb'inden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu." buyuruyor. (Yunus: 19)
Buradan anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ bölücülere ne kadar gadaplanmış! Siz bu Âyet-i kerime'yi inkâr edip onlara hoş nazarıyla bakıyorsunuz.
Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'ın müsamaha ile karşılamadığı dini hükümlerde müsamahalı davranmak küstahlıktır, ancak dinden çıkan bir kimsenin yapabileceği bir cürettir.
Allah-u Teâlâ'nın bunca emirlerine rağmen, bunlara aldırmayıp hoşgörülü olanların bu hali gafletlerinden mi, cehaletlerinden mi, imanlarından mı geliyor?
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." buyuruyor. (En'am: 153)
Bunlar ise Allah-u Teâlâ'nın dinini bıraktılar. Kendi uydurdukları sapık yollara saptılar. Siz bu yoldan sapanları, dünyaya tapanları müslüman olarak göstermeye çalışıyorsunuz. Bu hareketiniz Hazret-i Allah'ın bu Âyet-i kerime'lerine ters düşmüyor mu?
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Aralarında çıkan gruplar, birbirleriyle ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!" buyuruyor. (Zuhruf: 65)
Allah-u Teâlâ'nın bölücüler hakkındaki beyanı ve azabı budur. Onlara nasıl gadaplandığını, nasıl cezalandıracağını da beyan buyuruyor. Siz ise bunları savunmaya kalkışıyorsunuz. Bunları hâlâ müslüman görüyorsunuz.
Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'lerini hiçe sayarak, kendi zannınıza dayanarak hüküm verdiğinizden, siz de onlarla beraber olursunuz. Azapta müşterek olduğunuzun farkında bile değilsiniz.
Çünkü siz Allah-u Teâlâ'nın açık açık emir ve fermanlarına itiraz ediyorsunuz. İtiraz ise inkârdır. İnkâr ise küfürdür, küfrün cezası ise cehennemdir.
Büyük bir imtihan karşısındasınız. Ya Hazret-i Allah'a ve Kelâmullah'a iman edeceksiniz, veyahut ki bölücülere inanacaksınız.
•
Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
"Küfürden vazgeçip tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse artık onlar din kardeşinizdir. Biz bilen bir kavme, âyetlerimizi böyle açıklıyoruz." (Tevbe: 11)
"Hazret-i Allah'a ve Resul'üne inandım, bölücülükten vazgeçtim." dedikleri zaman o müslüman olur.
Aksi halde, Hazret-i Allah kulluğuna, Resulullah Aleyhisselâm da ümmetliğine kabul etmediğine göre, o istediği kadar müslümanım desin hükümsüzdür.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur." (En'am: 159)
Bu ilâhi bir hükümdür, bir emirdir.
"Semi'nâ ve etâ'nâ" Ben bu emri işittim ve itaat ettim, hiçbir bölücü ile ilgim yoktur.
Biz Hazret-i Allah'ın emirlerine uyarız ve itaat ederiz. Biz halka bağlı değiliz. Hepsi gelmiş, hepsi gitmiş bizi ilgilendirmez.
Biz sadece bize emrolunanı işlemekle mükellefiz. Allah-u Teâlâ hidayeti dilediğine verir.
Gayemiz bütün müslümanların Hazret-i Allah ve Resul'ünde birleşmelerine gayret etmek ve bölücülükten kurtarmaktır.