Ukl ve Ureyne kabileleri'nden sekiz kişi Medine'ye gelip İslâm dinini kabul ettiler. Medine'nin havasına alışamadıkları için hasta oldular. Resulullah Aleyhisselâm kendi develerinin sütü ve idrarı ile tedavi olmaları için onları Kuba'ya bağlı olan ve Zül-hader denilen yere gönderdi. Orada birkaç gün tedavi gördükten sonra âfiyet buldular. Betleri benizleri yerine gelince irtidat ettiler. Develeri gütmekte olan Yesar adındaki çobanın elini ayağını kestiler. Diline ve gözlerine diken batırarak kızgın güneşin altında bıraktılar. Resulullah Aleyhisselâm'ın orada otlamakta olan on beş devesini alıp savuştular. Sağ kalan çoban hadiseyi haber verdi. "Arkadaşımı öldürdüler, develeri götürdüler!" dedi. Gaddarların bu hareketini duyan Resulullah Aleyhisselâm takipleri için Kürz bin Câbir -radiyallahu anh-i yirmi kişilik bir müfrezenin başına geçirerek mürtedleri takibe gönderdi. İzlerini sürmek üzere yanlarına bir de iz sürücüsü katıldı.
Süvari birliğini gönderirken de:
"Allah'ım! Yollarını onlara gösterme! Tek deve yolundan daha dar ve çıkmaz et!" diyerek bedduâ etti.
Allah-u Teâlâ gözlerini şaşırttı, yollarını bulamadılar. Süvariler kısa zamanda hiçbirini kaçırmayıp yakaladılar ve Medine'ye sevkettiler. Develerden birini kestikleri için on dördü geri alındı.
Yesar hakkında yaptıkları muâmele onlara da aynen icrâ edilerek kısas yoluyla öldürüldüler. Elleri ayakları çaprazvâri kesildi, gözlerine mil çekildi. Sonra asıldılar, öylece Harre'de güneşe terkedildiler, ölüp gittiler.
•
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Allah ve Resul'üne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak; ya öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir." (Mâide: 33)
İşte Allah'a ve Peygamber'ine harp vaziyeti alarak silâhlanıp bozgunculuk yapanların cezaları böyledir.
"Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azap vardır." (Mâide: 33)
Yani bu anlatılan cezalar dünyaya âittir. Böylece rezil ve rüsvay edileceklerdir. Ahirette de cehennem azabı vardır. Bu azabın büyüklüğü tahmin bile edilemez. Bu bir kısas idi. Yaptıklarının tıpkısı ile cezalandırılmışlardır.
Kısasta hayat vardır. Yaptıklarının yapacaklarının ayniyle cezalandırılacaklarını bilen kötüler, zâlimler; bu kötülüklerinden, bu zulümlerinden alıkonulmuş olur.
"Ancak ele geçirmenizden önce tevbe edenler olursa, onlar müstesnadır." (Mâide: 34)
Böyle bir durumda kul hakları dışında olanlardan adı geçen cezalar düşer.
"Biliniz ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Mâide: 34)
Tevbeleri üzerine kendilerini bağışlar, rahmetiyle de onlara azap etmez.
Câhiliye devrinde bir kimse karısına: "Sen bana anamın sırtı gibisin." dediği zaman, artık karısı ona haram olur, bu söz boşama sayılırdı, onu bir daha alamazdı. İslâm'da ilk Zıhar'ı yapan Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh-in kardeşi Evs bin Sâmit -radiyallahu anh-dir. Kendisi ihtiyarlamış ve hırçın bir yapıya sahip olmuştu. Kızdığı zaman aklı gider gelirdi. Amcasının kızı Havle bint-i Sa'lebe -radiyallahu anhâ- ile evli bulunuyordu. Bir gün hanımından bir istekte bulundu, isteği yerine getirilmeyince de öfkelendi ve: "Sen bana anamın sırtı gibisin!" deyiverdi. (Ebu Dâvud)
Evs -radiyallahu anh- çok geçmeden söylediğine pişman oldu. Fakat Havle -radiyallahu anhâ-: "Nefsimi kudret elinde tutan Rabb'ime yemin ederim ki, sen bu sözü söyledikten sonra, Allah ve Resul'ü hüküm verinceye kadar yanıma gelemezsin. Git Resulullah Aleyhisselâm'a danış!" dedi. Evs -radiyallahu anh-: "Ben utanırım soramam!" karşılığını verince Havle -radiyallahu anhâ-: "Ben gider sorarım!" dedi ve Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in hânesinde bulunduğu sırada Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna vardı. "Yâ Resulellah! Evs benimle evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen bunu beyan buyur!" diye istekte bulundu.
Resulullah Aleyhisselâm: "Ben şimdiye kadar bu hususta herhangi bir şeyle emrolunmadım. Senin ona haram kılındığını görüyorum." buyurdu.
Havle -radiyallahu anhâ-: "Öyle söyleme yâ Resulellah! Vallâhi o, boşama sözünü hiç anmadı!" dedi. Fakat Resulullah Aleyhisselâm: "Senin ona haram kılındığını görüyorum." şeklindeki sözünü tekrarladı. Kadın devamlı surette kendi sözlerini tekrarlıyor: "Kurbanın olayım nazar buyur yâ Resulellah!" diyordu. Nihayet Resulullah Aleyhisselâm;
"Sen şimdi evine dön! İnşaallah bir şey emrolunursa onu sana bildiririm." buyurdu.
Havle -radiyallahu anhâ- bu defa şikâyetini Allah-u Teâlâ'ya arzetmeye başladı. Ellerini açtı, şöyle duâ ediyordu: "Ey Allah'ım! Halimin perişanlığını, üzüntü ve tasalarımı, bu ayrılmanın üzerimdeki zahmet ve meşakkatini sana şikâyet ediyorum. Körpe çocuklarım var. Onları ona bıraksam zâyi olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar. Allah'ım! Şikâyetlerim ancak sanadır!"
Hem duâ ediyor, hem ağlıyordu. O sırada Resulullah Aleyhisselâm'ı vahiy hâli bürüdü. Vahyin şiddeti geçtikten sonra gülümseyerek doğruldu ve:
"Müjde yâ Havle! Allah-u Teâlâ ikiniz hakkında vahiy indirdi." buyurdu ve bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'leri okudu.
"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir." (Mücâdele: 1)
Kadının sesini Allah-u Teâlâ'nın işitmesi, duâsını kabul buyurması demektir.
"Allah sizin konuşmanızı işitir." (Mücâdele: 1)
Onun sana dediklerini, senin de ona verdiğin cevabı işitmiştir.
"Muhakkak ki Allah işitendir, bilendir." (Mücâdele: 1)
Daha sonra Allah-u Teâlâ "Zıhar"ın hükmünü şöylece beyan etmiştir:
"İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır." (Mücâdele: 2)
Bu şekilde bir tespit yapılmakla, zıhar yapan kocanın, karısı ile nikâhının sona ermesi şeklindeki düşünce ortadan kaldırılmıştır.
"Şüphesiz ki onlar çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar." (Mücâdele: 2)
Yalandır, çünkü hanımları, anaları değildir. Bununla beraber çirkin bir sözdür, çünkü zıhar kendisine nikâhı haram olan yakınının bir uzvunu diline dolamak demektir. Ayrıca Allah'ın helâl kıldığını haram kılmak gibi küstahlıkla Allah-u Teâlâ'nın haklarına tecavüzdür.
Fakat söylenince de bir hükmü olması gerekir.
"Bununla beraber şüphesiz ki Allah çok affeden çok bağışlayandır." (Mücâdele: 2)
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ bu çirkin sözün kefaret yolunu açıklamak üzere şöyle buyurdu:
"Hanımları hakkında zıhar yapıp da sonra söylediklerinden dönenler, birbirleriyle temas etmeden önce bir köle azad etmelidirler.
Size böylece öğüt verilmektedir. Allah işlediklerinizden haberdar olandır." (Mücâdele: 3)
Öyleyse sizin için koymuş olduğu hükümlere uymaya devam edin, şer'î hudutlara riâyetten ayrılmayın.
"Kim de (buna imkân) bulamazsa, temas etmezden önce birbiri peşinden iki ay oruç tutmalıdır." (Mücâdele: 4)
Bu iki ay içerisinde bir gün dahi tutmasa, yeniden başlaması gerekir.
"Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur." (Mücâdele: 4)
Onlara bir gün sabah ve akşam yemek yedirir, veya bir fakire bu şekilde altmış gün yemek yedirir. Altmış fakire birer fitre miktarı para vermesi de kâfi gelir.
"Bu, Allah'a ve O'nun Resul'üne iman etmenizden dolayıdır." (Mücâdele: 4)
Biz bu hükmü bunun için koyduk.
"Bunlar Allah'ın hudutlarıdır." (Mücâdele: 4)
Bu sınırları aşmak câiz olamaz.
"Kâfirler için acı bir azap vardır." (Mücâdele: 4)
Bunlar Allah ve Resul'ünün koyduğu sınırları tanımayıp onlara düşmanlık eden veya onların tayin ettiği sınırlardan başka hükümler koyan yahut da tercihte bulunmaya kalkışan kimselerdir.
•
Zıhar hakkındaki Âyet-i kerime'lerin inmesi üzerine Resulullah Aleyhisselâm Evs bin Sâmit -radiyallahu anh-e haber saldı. Gelince onunla konuştular:
– Yâ Evs! Zıhar hükmünden kurtulman için bir köle azad etmen gerekiyor.
– Yâ Resulellah! Köle azad etmeye gücüm yetmez ki!
– Öyleyse devamlı olarak iki ay oruç tutacaksın.
– Günde iki defa yemezsem, gözümün ışığı eksiliyor.
– O halde altmış fakiri doyurmalısın.
– Ona da gücüm yetmez. Meğer ki bana yardım etmiş olasın.
Resulullah Aleyhisselâm Evs -radiyallahu anh-e on beş ölçek zâhire bağışladı. O da onunla altmış fakiri doyurdu. Resulullah Aleyhisselâm daha sonra Havle -radiyallahu anhâ-ya: "Kocan çok yaşlanmıştır. Onun hakkında Allah'tan kork! Ona karşı hayırlı olmanı, iyi davranmanı tavsiye ederim." buyurdu. Havle -radiyallahu anhâ- da: "Öyle yapacağım." diyerek söz verdi.
•
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Havle bint-i Sa'lebe -radiyallahu anhâ-ya çok hürmet ederdi. Halifeliği zamanında eşraftan bir toplulukla yolda giderlerken yaşlı bir kadın gelip: "Yâ Ömer! Sana bazı söyleyeceklerim var!" dedi. Onunla hayli konuştular. Orada bulunanlardan birisi: "Ey müminlerin emiri! Şu koca karı için bu kadar kişiyi beklettin!" dedi.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- şu cevabı verdi:
"Yazıklar olsun sana! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun? Bu Havle bint-i Sa'lebe'dir. Yedi kat göklerin üstünde şikâyetlerini Allah'a duyurmuş olan bir kadındır. Vallâhi o, geceye kadar durup benimle konuşsaydı, onun yanından yine ayrılmazdım!"