Her insan niyetine, irâdesine bağlı olarak Hacc'dan farklı nasipler elde edebileceği gibi, hiç nasip almadan dönenler de vardır. Çünkü Hacc dış görünüşü itibarı ile sembolleri andırır, gerçekte ise birçok rûhî eğitimleri sağlar.
Birincisi; Rahmân'ın davetine icabet edip, Rızâ-i Bâri için gidip gelenler,
İkincisi; Şeytanın dâvetine icabet edip gidenler,
Üçüncüsü ise; Gitme imkânı olmayıp da, Hacc'a iştiyakından dolayı ah ettiği için Allah-u Teâlâ'nın ruhen ziyaret ettirdiği kimseler.
Rızâ-i Bâri için gidenler, daha gitmeden evvel kendilerini hazırlamışlardır. Paraları helâldir, lokmaları helâldir. Onların hukuk-u nas ile işleri olmaz, haram ile iştigal etmezler. Niyetleri rızâdır, gayeleri Hacc'dır.
Şeytanın dâvetine icabet edenleri anlatabilmek için üç temsil arz edeceğim. Basit gibi görünüyor, fakat büyük dersler var. Rahmanî ile şeytanînin ayırım noktasını göstermek istiyoruz.
•
Cephesi Ravza-i Mutahhara'ya bakan bir otele zenci bir müslüman geliyor ve bir odaya yerleşiyor. Aynı odaya sert mizaçlı dört kişi daha geliyor. İçlerinden biri zenci müslümana "Kalk oradan!" diye bağırıyor. Onu oradan başka divana kaldırıyor.
Meğer o kimse Afrika'nın ileri gelenlerinden zengin ve nüfuzlu bir kişiymiş. Sabahleyin onlara büyük bir ziyafet hazırlatıyor, birini gönderip oda arkadaşlarını davet ettiriyor. Geliyorlar bakıyorlar ki masalar dayanmış döşenmiş. Kahvaltılarını yapıp çıkıyorlar. Birisi Rahman'ın dâvetine icabet eder, diğeri şeytanın davetiyle gider.
•
Bir başka temsil:
İki arkadaş Hacc'a gidiyor. Birisinin su kabı kaybolmuş, diğerinin iki tane var.
"Bana birisini satar mısın?"
"Satarım."
"Kaça satarsın?"
"Şu fiyata." diyor, bedelinin iki katı fiyat istiyor. O da o parayı verip su kabını alıyor. Hacc dönüşünde o adam bir rüya görüyor. O sene Hacc'a gidenlerin beratları dağıtılıyormuş. Onunkisini de vermişler. Bakmış ki onun kağıdında "Tüccar" diye yazıyor. "Ben de Hacc'a gittim." diyorsa da: "Hayır! Sen bir liralık su kabını iki liraya sattın, senin kaydın tüccar geçti." diyorlar.
Sırf ticaret için gidenlerin durumunu görün. Bu gibi kimselerin gümrükteki durumu ne kadar acıdır! Hacc mı, tüccarlık mı, yalancılık mı? Hacı olan kimse zemzemini, hurmasını, yüzüğünü alır döner, onun eşyayla ne işi var?
•
Üçüncü arz edeceğimiz husus bizzat başımızdan geçti. Medine-i Münevvere'ye vardığımızda otobüsün sahibi dedi ki; "Arkadaşlar! Burada kaç gün kalınacaksa kararlaştırın, herkes kendisini ona göre ayarlasın, sonra kararınızı değiştirmeyin." İstişare yapıldı, sekiz gün kalmaya karar verildi. "Sekiz gün sonra şu saatte şurada buluşalım, yola çıkalım." denildi.
Üç-dört gün sonra bir perşembe günü bir grup hacı tutturmuşlar "Gidelim!" dediler. "Arkadaşlar! Yarın Cuma, burada kılınan bir Cuma bin Cuma'yı kılmak gibidir, daha dört günümüz var." dedikse de onların dediği oldu. Gitmeye karar verince Ravza-i Mutahhara'ya gidip yatsıyı kıldım ve gece yola çıktık. 10-12 km. gitmeden 'Çat!' diye arabanın bir parçası kırıldı. Sabaha kadar orada bekledik. Kuşluk vakti parça geldi. "Hadi gidelim!" dediler. "Arkadaşlar! İşte Ravza-i Mutahhara görünüyor. Burada bir Cuma bin Cuma'ya bedel, araba ayağımızın altında, kılıp da gelelim." dedikse de kabul etmediler, "Biz sizi bekleyemeyiz." dediler. Nihayet yola çıktık. Bir benzinciye geldik. Önümüzde bir araba varken benzin bitti. Gelinceye kadar orada birkaç gün bekledik, zira o zamanlar yollar çöldü, ikmal güçtü. Gelinceye kadar kahvehanede yattık, kimsede çıt yok.
İşte bunlar da şeytanın dâvetine icabet edenlerdir.