Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Hendek Savaşı (7) - Ömer Öngüt
Hendek Savaşı (7)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Mart 2015

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Beşinci Yılı-

Hendek Savaşı (7)

 

Son Saldırı:

Ertesi günü Hendek savaşının en korkunç günü oldu. Savaş bütün gün aralıksız devam etti. Bir taraftan müşrikler, diğer taraftan Kureyza yahudileri hücuma geçmişler, akşama kadar ok yağmuruna tuttukları müslümanlara göz açtırmamışlardı. Müslümanlar, hendeğin zayıf yerlerini koruyorlar, yapılan hücumları püskürtüyorlardı. Fakat dışarı çıkıp da hücum etmek imkânı yoktu.

Nöbetçiler hendeğin kıyısında bulundukları sırada Halid bin Velid'in kumandası altında müşriklerden bir süvari birliğinin ansızın hücumuna uğradılar.

Bir müddet onlara karşı koydular. Müşrikler arasında bulunan Vahşi bu saldırıda Tufeyl bin Numan -radiyallahu anh-a mızrak fırlatıp şehit etti.

Resulullah Aleyhisselâm o gün ne öğle, ne ikindi, ne akşam ne de yatsı namazlarını kılabilme fırsatı bulabilmişti.

Ashâb-ı kiram:

"Yâ Resulellah! Namazımızı kılamadık!" diyorlar, o da:

"Vallahi ben de kılamadım!" buyuruyordu.

Gece olunca bütün namazlarını birden Resulullah Aleyhisselâm ile birlikte kaza etmişlerdi.

Müslümanlar sabahlara kadar hendek boyunda nöbetleşe dolaşıyorlar, müşrikler de öyle yapıyorlar, hendek boyunda dolaşarak sabahlıyorlardı.

 

Dönüş Meyilleri:

Müttefik kuvvetler hendekte oturup durmaktan bıkmışlar, son derece sıkılmaya başlamışlardı. Kıtlık her tarafı sarmıştı. Soğuk hava ise ciğerlere işliyordu. Kuşatmanın da eski şiddeti kalmadı.

Diğer taraftan da savaşa müsait ayların sonuncusu olan Şevval ayı sona ermek üzereydi. Allah-u Teâlâ'nın silâhları terk hususunda iradesi olduğu müteakip üç aydan "Zilkade" ayı yaklaşmaktaydı. Bu aylarda Kureyşliler savaşmaktansa Kâbe-i Muazzama'nın bulunduğu Mekke'ye dönüp; gelen hacıları karşılamayı ve onlardan faydalanmayı tercih ediyorlardı. Bu onlar için bir dönüş sebebiydi, Allah-u Teâlâ'nın savaşı yasakladığı aylar geldiği halde savaşmak, onların bağlı bulunduğu bu kaideye bir tecavüz teşkil ediyordu.

Bunun içindir ki içlerinde dönüş arzusu üstün gelmeye başladı.

 

Fırtına İle Gelen Zafer:

Abdullah bin Ebî Evfâ -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz o sıkıntılı gün:

"Ey Allah'ım! Kitab'ı indiren, çabuk hesap gören Allah'ım! Ahzâb'ı (düşman topluluğunu) dağıt! Ey Allah'ım! Onları bozguna uğrat, onları şaşırt, yenilgiye uğrat!"

Diye duâ etmişti. (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 1233)

Duâdan hemen sonra mübarek yüzünde sevinç eseri görüldü. "Rabb'im yardım vaadinde bulundu, size müjdelerim." buyurdu.

İşte o akşam, Âyet-i kerime'de ve Hadis-i şerif'te bildirilen "Sabâ rüzgârı" esmeye başladı. Bu, en soğuk kış gecelerinde esen soğuk, dondurucu bir rüzgârdı.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu rüzgâr hakkında:

"Bana Sabâ rüzgârı ile yardım olundu. Âd kavmi ise batı rüzgârı ile helâk oldular." (Buhârî)

Bir ay süren muhasaradan sonra müşriklerin üzerlerine, kendilerini perişan ve tedirgin eden rüzgâr ve melekler salınmak suretiyle müslümanlara yapılmış olan ilâhî yardım ve nimet Kur'an-ı kerim'de şöyle haber verilmektedir:

"Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir zaman üzerinize ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.

Allah yaptıklarınızı görmektedir." (Ahzâb: 9)

Zifiri karanlık ve şiddetli soğuk bir gecede, gök gürültülerini andıran gürültülerle aniden gelip çatan bu fırtınalı rüzgâr, müşriklerin ordu merkezinin altını üstüne çevirdi. Bu fırtına onları şiddetle üşütüyor, toprakları yüzlerine savuruyor, ateşlerini ocaklarını söndürüyor, çadırlarının iplerini kazıklarını koparıyor, yemek kazanlarını tencerelerini deviriyordu. Develer ve atlar birbirine karıştı. Ortalığı dehşet kapladı. Neye uğradıklarını bilemediler. Herkes kendi başının derdine düştü. Birbirlerinin yanına bile gidemiyorlardı. Bardaktan dökülürcesine bir yağmur boşanmıştı.

Allah-u Teâlâ melekleri de gönderdi. Melekler onlarla savaşmadan onları sarstılar, tekbirlerle kalplerine korku saldılar.

Hatta içlerinden Tuleyhat-ül Esedî: "Muhammed size sihir yapmaya başladı, haydi çabuk çabuk, hemen buradan savuşup kurtulmaktan başka çare yok!.." diyordu. Müşriklerin moralleri iyice bozuldu.

Müslümanlar da o gece çok büyük sıkıntı içinde idiler. Resulullah Aleyhisselâm'ın çadırını beklemekte olanlar açlıktan ve soğuktan ayakta duramaz hale gelmişlerdi.

Gecenin üçte biri geçtikten sonra Resulullah Aleyhisselâm Huzeyfe bin Yeman -radiyallahu anh-i çağırarak karşı tarafın neler yaptığını, düşman karargâhında durumun ne merkezde olduğunu öğrenmesi için geceleyin gizlice oraya gönderdi.

Huzeyfe -radiyallahu anh- hiçbir müşkülâtla karşılaşmaksızın düşman karargâhına gidip geri döndü. Gördüklerini anlattı.

Müşrikler şaşkına dönmüşler, ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi. Herkes can kaygısına düşmüş, dağılıp târumar olmuşlardı.

Bu hâl karşısında artık tutunmalarına imkân kalmamıştı. Askeri toplamak için gösterilen bütün gayretler neticesiz kaldı. Orduda bozgun başladı.

Ebu Süfyan o kadar perişan bir halde idi ki: "Burası durulacak yer değil!.. Hemen göç edip gidiniz, işte ben de gidiyorum!.." diyerek devesine atladı. Deve üç ayağı üzerine sıçrayıp kalktı. Devenin ayak bağı ancak ayağa kalkınca çözüldü. Bindiği devenin ayaklarının bağlı olduğunu bile hatırlayamamıştı. Kureyş'in ileri gelenleri kendisini kınamasalardı, tek başına orduyu terk edip gidecekti.

Baktılar ki olmayacak, âni bir kararla, süratle toparlanıp Mekke yolunu tuttular. Takip edilmekten korktukları için iki yüz kişilik bir süvari birliği ile Amr bin Âs ile Halid bin Velid'i geride bıraktılar.

Kureyş müşrikleri böyle panik halinde kaçınca kendileriyle ittifak etmiş bulunan diğer kabileler de ayrılıp yurtlarına döndüler.

Böylece "Peygamber şehri" Medine'yi saran düşmanlar, hiçbir şey yapamadan, olanca öfkeleriyle geri gittiler.

Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah o kâfirleri öfke ve kinleriyle geri çevirdi. Onlar hiç hayra eremediler. Allah savaşta müminlere yetti. Allah kuvvetlidir, Azîz'dir." (Ahzâb: 25)

Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir. Askerini aziz kılmış, kuluna yardım etmiş, ahzâba (düşman) birliklerine yalnız başına galebe çalmıştır. O'ndan başka hiçbir şey yoktur." (Müslim)

Bir ay kadar süren çetin kuşatma böylece Allah-u Teâlâ'nın yardımı ile sona ermişti. Düşman perişan edilirken, müslümanlar rahat bir nefes almışlardı. Medine'nin ufkundan kara bulutlar kalkmıştı.

Düşmanın böyle perişan bir halde çekilip gitmesi üzerine, müslümanlar çok sevindiler. Sabah olunca hendekten çıktılar. Bu felâketten kendilerini kurtaran Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâ ettiler.

Resulullah Aleyhisselâm bu ilâhî lütuf olan zafer karşısında Allah-u Teâlâ'ya hamd ve şükrederken Ashâb'ına da:

"Bundan böyle biz onlara karşı savaşırız, onlar ise bize karşı hücuma geçip savaşmazlar." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1589)

Gerçekten de öyle oldu. Bundan sonra Kureyş böyle acı bir tecrübeye kalkışmadı.

Hendek savaşında müşriklerden dört kişi ölmüş, müslümanlardan beş kişi şehit düşmüştü. Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh- ise kolundan okla vurulmuş, kolunun damarı kesilmişti.

Müslümanlar savaş sonrası Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte bir bayram havası içinde Medine'ye dönmek üzere hendekten ayrıldılar. Böylece büyük suikast teşebbüsü semeresiz bir şekilde sonuçlandı.

 

Ganimetler:

Müttefik askerler çekip giderlerken bir hayli zâhire ve eşya bırakmışlardı. Ertesi günü müslümanlar onları aldılar, dağılan develeri topladılar. Ele geçenler arasında hurma ve erzak yüklü yirmi kadar deve vardı. Develerin çoğunu kesip pişirdiler. Hurmayı da bol bol yiyerek açlıklarını giderdiler.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR