Hazret-i Ebu Bekir, câhiliyet devrinde de Resulullah Aleyhisselâm'ın en yakın, en samimi arkadaşı idi.
Zengin, dürüst ve itibarlı bir tüccardı. Güzel ahlâk sahibiydi, cömertliği ve iyilikleri ile tanınırdı. Kavmi içinde sevilen, sayılan, mütevazi, halim-selim bir insandı.
Câhiliyet devrinin kötülüklerinden hep uzak kalmış, karışmamıştır. Şeref ve haysiyet kırıcı hallerden daima çekinmiş ve temiz bir hayat geçirmiştir. Putlardan nefret eder, câhiliyette bile hiç puta tapmamış ve içki içmemişti. Kendisine;
"Hayatında hiç içki içmedin mi?" diye sorulduğunda; "Allah'a sığınırım. Ben öteden beri namusumu korur, insanlık şerefimi tanır bir adamım. İçki içen bunları zâyi eder." demiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sözü duyduğu zaman üç defa;
"Ebu Bekir'in dediği doğrudur." buyurmuşlardır.
Resulullah Aleyhisselâm âilesi ve akrabaları dışındakilerden ilk olarak onu İslâm'a dâvet etti. O da hiç tereddütsüz kabul etti. Vefatına kadar da yanından hiç ayrılmadı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun hakkında:
"Ebu Bekir müstesna, İslâm'a dâvet ettiğim herkes önce bir tereddüt geçirdi." buyurmuştur.
Müslüman olup iman şerefiyle müşerref olmadan yıllar önce Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz gençliğinde ticaret için gittiği Şam'da bir rüyâ görmüş ve bu rüyâsını Rahip Bâhîra'ya anlatmıştı.
"Ayın ikiye bölünüp kucağına geldiğini ve onu iki eliyle tutup kucakladığını ve göğsüne bastığını..." görmüştü.
Başka bir rivayette ise şöyle anlatılmaktadır:
"Gökten dolunay inerek, Kâbe-i muazzama'ya gelir ve sonra parça parça dağılarak, Mekke'deki tüm evlerin üzerine düşer. Parçalar tekrar bir araya gelerek dolunay şeklini alır ve yeniden gökyüzüne yükselir. Kendi evine düşen parça ise yükselmez. Evine düşen parçayı evin kapısını kapayıp, evinden çıkmasına mani olur."
Rahip Bâhîra; "Sen nereden geldin?" diye sorar.
Hazret-i Ebu Bekir; "Mekke'den" diyerek cevap verir.
"Mekke'nin hangi kabilesindensin?"
"Kureyş kabilesinden." diye cevap alınca;
"Şimdi oldu!" diyerek rüyâsını tabir eder.
"Mekke'de, Kureyş kabilesinden bir peygamber gelecek. Onun nuru her yere yayılacak. Sen ise hayatta iken onun veziri, vefatından sonra da halifesi olacaksın! Şimdi burada işini tamamladıktan sonra memleketine dön. O peygambere vahiy gelmeye başladığında ise herkesten önce yanına git ve ona iman et! Benden de selâm söyle!"
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in peygamberliğini ilân edinceye kadar bu rüyâyı ve tabirini hiç kimseye anlatmamış ve gizlemiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e, peygamberlik geldiğinde hemen onun yanına gelerek: "Peygamberlerin peygamber olduklarının delilleri vardır." diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, Ebu Bekir -radiyallahu anh-in yıllar önce Şam'da görmüş olduğu rüyâsını, kime tabir ettirdiğini haber verdiler ve rüyânın tabirini anlattılar. Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in boynuna sarıldı ve iki gözünün arasını öptü. Kendisinden telkin istedi ve beraber Kelime-i şehâdet'i getirdiler.
Gizli tebliğ sırasında onun şahsiyeti ve nüfuzu çok faydalı oldu. Mesleği olan ticaret sayesinde sayısız dostlar kazanmıştı. Bunlardan en güvendiği kimselere İslâm'ı tanıttı, neticede birçok kimseler onun gayret ve delâletiyle müslüman oldular. Osman bin Affan, Abdurrahman bin Avf, Talha bin Ubeydullah, Sa'd bin Ebi Vakkas, Zübeyr bin Avvam... gibi mübeccel şahsiyetlerin hidayetine hep o vesile olmuştur. Herkesten önce müslüman olan bu beş kişi, imanlarında sebat etmişler, İslâm'a büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Müslüman olan diğer kimseler de, kendi yakın çevrelerinde İslâmiyet'i yaymaya çalıştılar. Mekke halkı birer birer puta tapıcılığı bırakıyor, müslümanların sayısı gittikçe artıyordu. Allah-u Teâlâ'dan açık tebliğ emri gelmediği için şimdilik bu iş gizli yürütülüyordu.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-: "Yâ Resulellah! Artık meydana çıkalım!" diye izin istemişti.
"Henüz azız!" buyurarak müsaade etmediler.