Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Hulefânın Vasıfları - Ömer Öngüt
Hulefânın Vasıfları
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Aralık 2014

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Tasavvufî Bahisler (4)

Hulefânın Vasıfları

 

Vecd:

Allah-u Teâlâ'nın bir kulunu mânen cezbedip kendi muhabbetine çekmesi ve yaklaştırması demektir.

Bazı kimselerin hilkatinde toprak unsuru galip olduğu için füyûzata tahammül eder. Tabii hallerinde bir değişiklik husule gelmez. Hilkatinde ateş unsuru galip olanlar ise bu ilâhi füyûzata tahammül edemeyip cezbe ile bağırırlar.

Allah-u Teâlâ vecde gelenleri Âyet-i kerime'sinde överek şöyle buyurmuştur:

"Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rabb'lerine tevekkül ederler." (Enfal: 2)

İnsan kendisi gibi bir beşere aşık oluyor da kendisinden geçiyor, ya mahlûkatı bırakıp da muhabbetini Hâlik-i Azimüşan'a hasreden kimselerin hâli nasıl olur?

Onlar Mevlâ'ya yönelmişlerdir, gelip-geçici fâni lezzetlerden zevk almazlar. Mâsivadan yüz çevirdikleri için, Mevlâ da kalplerine kendi muhabbetini yerleştirmiştir. Bu muhabbet neticesinde kendilerini dahi unutacak ve kendilerinden geçecek derecede ilâhi bir istiğrak haline bürünürler. Bu cezbe hâline vecd denir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Rahman olan Allah'ın cezbelerinden bir cezbe, insanların ve cinlerin amellerine denktir." buyuruyorlar. (Keşf-ül Hafâ)

İnsanların ve cinlerin ameli kendi çalışıp kazanmasıyladır. Fakat Allah-u Teâlâ'nın ihsanı ölçüsüzdür. Kulun ameli ile mukayese bile edilemez. Bu ihsanını da bir bahane ve bir vesile ile verir.

Cezbesiz hiçbir veli yetişmemiştir. Çünkü Allah-u Teâlâ bir kulunu kendi tarafına çekmezse, hiçbir kimse kendi kendine Hakk'a tekarrüb edemez.

Ruh süvari, nefis ise merkep mesabesindedir. Ruh terakki eder yükselirse, nefsi de çeker götürür. Nefis ruhu çekecek olursa, hem kendini hem de süvarisini helâka götürür.

Vecd, ruhânî ve cismânî olmak üzere iki kısımdır:

Cismânî vecd nefsânidir. Kişi görsünler diye, cezbeye kapılmış desinler diye, kendi ihtiyârı ile vecde gelir. Bunun hiçbir kıymeti olmadığı gibi, mânevi hazzı da yoktur. Riyâ kokusu olduğu için çok tehlikelidir.

Ruhani vecd ise rahmânîdir ve çok kıymetlidir. Külfetsiz olarak kalbe gelir.

Kur'an-ı kerim okurken veya okunurken, zikir yapılırken, kaside söylenirken, mânevî bir sohbet esnasında ruh galip gelerek Mevlâ'ya akar ve Allah-u Teâlâ'nın tecelliyatı ile karşılaşınca irade elden gider. Ruhanî vecd husule gelir.

"O kullarım ki, sözü işitip de onun en güzeline uyarlar." (Zümer: 18)

Âyet-i kerime'sinde bu mânâ vardır.

Cüneyd-i Bağdadî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin buyurdukları gibi; kişi o zaman ya mest hâlindedir sevinç içindedir, veya mahzundur, müteessirdir, gayr-i ihtiyâri ağlar.

Bazen aygın, bazen de tam baygındır, iğne batırsan haberi olmaz, tâ ki kendine gelinceye kadar.

Vecd hâli, irfan sahiplerinin kalplerini tahrik eder, aşıkların gıdası, Hakk yolcularının güç kaynağıdır.

İyi insan, iyiyi sever, iyi şeyleri işitmek ister; kötü kimse de kötülerle olmak, kötü şeyleri işitmek ister, onda hayır yoktur, mizâcı da bozuktur.

 

Hulefânın Vasıfları:

Halife olabilecek bir müridde şu üç vasfın bulunması gerekir:

1- Çalışmayı minnet bilenler, mihnetle çalışmayanlar.

2- Vermeyi almaktan hayırlı bilenler.

3- Hizmet etmeyi hizmet ettirmekten menfaatli bilenler.

Çalışmayı minnet bilen insan, yaptığı işi Hakk için yapar ve gönülle yapar, halktan hiçbir şey beklemez. Kendisine asla değer vermez. Herkesi hoş, kendisini boş bilir. Nefsine tâbi olmamaya çalışır. Bu surette her iş ve hareketinin ilâhi rızâya uygun olmasına gayret eder. Tevâzu kanatları herkesin ayakları altındadır. Kimseyi incitmek istemez. Herkese hürmet ve saygı gösterir. Halkın gönlünü kazanmakla kalplerini fethetmek ister.

Büyük işleri küçük görür. Çok da verse az bulur. Vermeyi sever, almak istemez. Severek hizmet eder, hizmet ettirmekten hoşlanmaz.

İbadetlerini de minnet bilir. Yaptığı ibadeti görmez, Allah-u Teâlâ'nın ihsanını görür. Allah-u Teâlâ kendisini huzuruna aldığı ve ibadet ettirdiği için memnun olur. Bu ihsan ve ikramın, ihlâs ve muhabbet sermayesinin artırılması için Allah-u Teâlâ'ya niyaz, mahrum kalmaması için de ricâ eder. Gönlü Hakk'a açıktır. Umurunu Hakk'tan bekler.

Mihnet ile çalışan bir kimse ise, küçük bir hizmetini büyük göstermeye çalışır. Yaptığı işi töhmetle yapar ve büyük bir iş yaptığını zanneder. Başkalarına emir ve hüküm vermeyi çok sever. Arzusunun yerine gelmesini muhakkak ister. Çünkü kendisini büyük, etrafını küçük görmektedir.

"Namaza üşene üşene gelirler, verdiklerini de istemeye istemeye verirler." (Tevbe: 54)

Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere ibadete de üşenerek kalkar.

İbadet ettiğini zannettiği için, Allah-u Teâlâ'nın yanında kendisinin çok makbul olduğu kanaatindedir.

 

Müridin Edepleri:

Hakikat yolu edepten ibarettir, tarikat baştan başa edeptir. Edepten mahrum olan her şeyden mahrumdur.

Mürid her zaman Hakk ile olduğunu düşünerek, hiçbir zaman edebe aykırı hareket etmemeli, velev ki yatakta bile olsa.

Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:

"Ölüm ne rahattır ne rahattır. Hiç olmazsa insan ayaklarını uzatır da yatar." buyurmuşlar.

Onlar ayak ayak üzerine atmak şöyle dursun, yatarken dahi ayaklarını uzatmamışlardır.

Efendi Hazretleri otururlarken hep ayaklarını toplar, daha da olmazsa elleriyle çekerlerdi. Hayat boyunca huzurda idiler. Öylece ahirete intikâl ettiler, öylece kabre kondular.

Bir şey daha nazar-ı dikkatimizi celbederdi. Mübârek başlarını yastığın üzerine indirmezlerdi. Sanki yastıkta uyurmuş gibi görünürlerdi. Fakat bir bıçak gezdirseniz, o boşluğu hissederdiniz. Bunu yapmak çok zor ve çok büyük bir iştir.

Allah'ımız o edeplilerin edebinden edep ihsan buyursun.

Edep elbisesi bir muhafazadır, kişiyi muhafaza eder. O bir lütuf tacıdır, onu giyen her belâdan kurtulur.

Pejmürde bir elbise giymekle, güzel bir elbise giymek arasında fark olduğu gibi, mâneviyat da böyledir.

Lâubâli bir hâl ile edep hâli arasında çok fark vardır. Mürid her hâl ve hareketinde kendisini kontrol altında bulundurmalı, adımlarını ölçü dahilinde atmalıdır. Zanla değil edeple yürümeli, sünepeliğe sapıp da hiçbir zaman lâubâli olmamalıdır.

Lâubâlilik mürebbi ile aradaki mesafeyi daraltır, eşitlik husule getirir. Nefis bunu ister. Fakat bu hâl, düşerek helâk olmaya vesile olur. Bakarsın ki, bir anda bütün amelleri boşa çıkar.

"Kurb-i sultan âteş-i sûzan."

Sultana yakınlık yakıcı ateş gibidir. Edebe mugayir küçücük bir hareket büyük felâketlere sebep olur.

Onun içindir ki uzak durmak hayırlıdır. Resmiyet, bilmeyerek de olsa yapılan hataları hep önler. Zaten hakikat yolundaki yakınlık kalbendir.

Eğer hayır istiyorsak, istediğimiz gibisini değil de, istendiği gibisini tercih etmemiz lâzım.

Müridi teslimiyeti tutar, bu yolda resmiyet teslimiyettir...


  Önceki Sonraki