Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Hendek Savaşı (4) - Ömer Öngüt
Hendek Savaşı (4)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Aralık 2014

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Beşinci Yılı-

Hendek Savaşı (4)

 

İman Cephesi:

Müşrik ordusuna karşılık mücahidlerin sayıları üç bini geçmiyordu. İçlerinde ancak otuz altı atlı vardı; önlerinde hendek, arkalarında Sel dağı bulunuyordu. Hendek müslüman ordusuyla düşman ordusu arasında, boydan boya uzanmıştı. Muhâcirler'in sancağı, Zeyd bin Hârise -radiyallahu anh-in, Ensâr'ın sancağı da Sa'd bin Ubâde -radiyallahu anh-in elindeydi. Mevsim kış, soğuk da şiddetliydi.

Müslümanlar küçük birlikler halinde ayrıldılar. Hendeği enine ve boyuna muhafaza altında tutmak için devriye geziyorlardı. Süvariler ve piyadeler arasında vazife taksimi yapıldı.

Daha esas savaş başlamamıştı. Düşman atlıları da hendek boyunca dolaşıyorlar, müslümanlar tarafından savunması ihmal edilmiş bir giriş yeri arıyorlardı.

Bileziğin bileği sardığı gibi her taraftan sardıklarında müslümanlar aslâ korkmadılar ve tereddüt göstermediler.

Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Müminler ahzâbı (düşman birliklerini) gördüklerinde: 'İşte Allah ve Resul'ünün bize vâdettiği! Allah ve Resul'ü doğru söylemiştir.' dediler.

Bu onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı." (Ahzâb: 22)

Yani orduların çokluğu, sıkıntının şiddeti onların Allah-u Teâlâ'ya olan derin ve kuvvetli imanlarını artırmaktan başka bir şey yapmadı. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın kendilerine yardım edeceği ve İslâmiyet'i bütün dinlere üstün kılacağı vaadinin er geç gerçekleşeceğine inanıyorlardı.

 

Kureyza Yahudileri'nin İhaneti:

Müslümanların en zayıf noktası, gerilerinde yahudilerin bulunduğu yerdi. Kureyza yahudileri, Kureyşliler'le birleşirlerse kazılan hendeğin kıymeti kalmayacaktı. Kureyza oğulları büyük bir yahudi kabilesi idi, Medine'nin dışında kuvvetli kalelerde oturuyorlardı. Müslümanlarla anlaşmaları vardı. Harici bir tehlike başgösterdiği zaman müslümanlarla birlikte şehri onlar da savunacaklardı. Ayrıca Resulullah Aleyhisselâm'dan habersiz de hiçbir askeri harekâtta bulunmayacaklardı.

Müşrikler Medine'ye yaklaştıklarında, Ebu Süfyan bin Harb, Nadir yahudilerinin reisi Huyey bin Ahtab'a Kureyza yahudilerini teşvik ederek anlaşmalarını bozdurmaya çalışmasını söylemişti.

Huyey, Kureyza yahudilerinin reisi Ka'b bin Esed'in evine gitti. Ona müslümanlarla olan anlaşmayı bozmasını teklif etti ve özetle şöyle söyledi:

"Kureyş'i liderleri başlarında topyekün getirip Rume vâdisinde develer kavşağına indirdim. Gatafân'ı da Uhud civarına yerleştirdim. Bana Muhammed'in ve adamlarının kökünü kazımadan dönmeyeceklerine dair söz vermiş durumdalar."

Ka'b bin Esed ona: "Vallâhi sen bana en büyük kötülüğü müjdeliyorsun. Yazıklar olsun sana Huyey! Yakamı bırak, ben sözümde durayım. Çünkü ben Muhammed'den hep iyilik ve dürüstlük gördüm." demişse de, o kadar üzerine düştü ki, nihayet Ka'b bin Esed'i fitneye düşürdü, Kureyza oğullarını kandırdı. Düşmanın her taraftan Medine'ye saldırdığı, müslümanların en buhranlı dakikalar yaşadığı bir sırada, Kureyza oğulları anlaşmayı bozdular. Bekledikleri fırsatın geldiğini hesaplayarak müslümanları arkadan vurmak için Kureyşliler'le işbirliği etmeye karar verdiler.

Kureyza oğulları Medine dışındaydı. Resulullah Aleyhisselâm hendek önünde düşmanla uğraşırken, yahudiler de şehri basacaklar, müslüman âilelerini kılıçtan geçireceklerdi.

Yahudilerin müşriklerle birleştiği duyulunca müslümanlar telâşa düştüler. Resulullah Aleyhisselâm meseleyi gizlice tahkik ettirdi, haberin doğruluğu anlaşıldı. Nasihat için gönderilen heyetin başında Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh- vardı. Kureyza oğulları'nın akıllarını başlarına almalarını, Nadîr oğulları'nın düştükleri âkıbete düşmemelerini hatırlattı, fakat dinlemediler, müslümanlara karşı düşmanlıklarını açığa vurmaktan çekinmediler. Müslümanlar, bir taraftan müşrikler diğer taraftan Kureyza oğulları olmak üzere iki düşman arasında kaldılar. Bu sebepten Resulullah Aleyhisselâm hem hendek hattını muhafaza ediyor, hem de şehrin korunması için devriyeler gezdiriyordu. Hendeğin bir yeri iyi hazırlanmamıştı. Oradan düşman gece baskını yapabilirdi. Resulullah Aleyhisselâm orada kendisi nöbet bekliyordu.

Yahudi ihanetinin kadın ve çocuklara zarar vermesinden endişe edildiği için, Resulullah Aleyhisselâm, Seleme bin Eslem -radiyallahu anh- başkanlığında iki yüz kişiyi ve Zeyd bin Hârise -radiyallahu anh-başkanlığında üç yüz kişiyi korumaya ayırdı. Bunlar sık sık Tekbir getirerek moral takviyesine çalışıyorlardı.

Kureyza yahudilerinden bir güruh müslümanların şehri boşaltıp dışarıda düşmanla karşı karşıya gelmesini fırsat bilerek, müslümanların evlerini yağma, kadın ve çocuklarına tecavüz etmeyi kararlaştırdılar. Resulullah Aleyhisselâm'ın halası Safiye bint-i Abdülmuttalib -radiyallahu anhâ-nın da içinde bulunduğu hisarı ok yağmuruna tuttular, hatta içeri girmeye bile kalkıştılar. Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ- bunlardan birinin başını kesip aşağıdaki yahudilerin ayakları ucuna attı. On kadar yahudi dehşete kapılıp kaçtılar.

Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ-ya savaşın sonunda ganimetten bir hisse verilmesi kararlaştırıldı.

 

Münâfıklar:

Müslüman ordusunda bulunan münâfıklar ise orduda bozgunculuk yapmaktan geri kalmıyorlardı.

Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyordu:

"İçlerinden bir takımı: 'Ey Yesripliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün!' demişti." (Ahzâb: 13)

Bu sözleri ile: "Medine'ye evlerinize dönün!" demek istedikleri gibi, "Eski müşrikliğinize dönün!" mânâsını da kastediyorlardı. Öyle kaypak sözler söylüyorlardı ki; karşılarındaki kişi gerçek mânâsını anlasın, sözlerinden dolayı sorguya çekildikleri zaman da bunu kastetmediklerini, yanlış anlaşıldığını iddiâ edebilsinler.

"İçlerinden bir topluluk da Peygamber'den: 'Evlerimiz emniyette değil.' diyerek izin istiyorlardı." (Ahzâb: 13)

Kureyza yahudileri de düşmanlara katılınca, münâfıklar savaştan çekilmek için bir bahane bulmuş oldular.

"Oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı." (Ahzâb: 13)

Resulullah Aleyhisselâm yaptığı savunma plânında bu tehlikeye karşı gereken tedbirleri almıştı. Dışarıdan düşmanın girme ihtimali yoktu, içeriden de şehrin asayiş ve güvenliğine bakılıyordu.

Onların savaştan kaçmaktan başka niyetleri yoktu. Allah-u Teâlâ yalan ve nifaklarını açıklamak suretiyle onları rezil etti:

"Eğer Medine'nin her yanından üzerlerine saldırılsaydı, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istenseydi, hemen buna girişip derhâl yapmaktan geri kalmazlardı." (Ahzâb: 14)

Onlar aslında evlerinin korunmasız olduklarını söylerken bütün gayeleri Allah-u Teâlâ'nın Peygamber'ine ve müminlere yardım etmekten kaçmak, kalplerini dehşet ve korku ile dolduran düşman ordusu ile yüz yüze gelmekten kaçıp kurtulmaktı.

Eğer müşrikler zafer kazanıp topraklarını ele geçirecek olsalardı; onlara kâfir olmalarını, müslümanlara karşı olmalarını teklif edecek olsalardı, hiç gecikmeksizin çabucak kabul ederler, bundan kaçınmak için herhangi bir mazeret göstermezlerdi. Bu ise onların İslâm'a olan kinlerinden ve küfre olan sevgilerinden başka bir şey değildi.


  Önceki Sonraki