"Sual: Bir tarikat-ı âliye'ye mensup olan bir şahıs, diğer bir tarikat-ı âliye'ye intisab edebilir mi?
Cevap: Bu şahıs, eğer şeyhi vefat etmişse, herhangi bir tarikat-ı âliye'de kâmil bir zâta ulaşırsa tereddütsüz ona intisab etmeli ve tarikattaki noksanlarını ikmal eylemelidir.
Şayet şeyhi vefat etmemiş ise yine teberrüken intisab edebilir. Çünkü tarikat-ı âliye'de tekâmül etmiş olan bir zât bütün tarikat kaynaklarından feyz almış ve hepsine âşina olmuştur.
Sual: Teberrüken tabirinden maksat nedir?
Cevap: Bir sâlikin, kâmil bir şeyhi hayatta olduğu halde diğer bir şeyhe râbıta etmesi veya terbiyesi altına girmesi edebe muhalif olduğundan, diğer bir şeyhin sohbet şerefiyle şerefyap olmak ve enfâs-ı tayyibelerinden feyz ve bereket almak maksadıyla intisab edebilir, ancak râbıta edemez.
Sual: Bir sâlik ne zamana kadar râbıtaya muhtaçtır?
Cevap:
"Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin!" (Ahzab: 41)
Âyet-i celile'sindeki mümin şüphesiz iç ve dış dünyası ile kâmil bir mümindir. Zikir ile emrolunan da bu zâhir va bâtın, iç ve dış âzâlarıdır. Yani yalnız dil veya kalp gibi bir cüz değildir. Binaenaleyh insanın bâtınında bulunan kalp, ruh, sır, hafâ, ahfâ ve nefs lâtifelerinin zikreder hâle gelmesi lâzımdır. Bu zikre nâil olmak ise yol gösterici ve gönül doktoru bir mürşidin zâhir ve bâtınından feyz ve mânevî yardım almasıyla müyesser olabileceğinden, bir sâlik bu zikirleri temin edinceye ve murakaba derslerine ulaşıncaya kadar Râbıta'dan uzak kalamaz. Murakabalara muvaffak olduktan sonra ihtiyaç duyarsa Râbıta yapar, duymazsa yapmaz.
Sual: Bir şeyhin kâmil olup olmadığının alâmeti nedir?
Cevap: Söz ve davranışlarıyla Şeriat-ı mutahhara ve Sünnet-i seniyye'den ayrılmamakla beraber, şerefli sohbetlerine devam eden sâlikte muhabbetullah ve zikrullah husule gelmesi o şeyhin kemâline delâlet eder.
Şu kadar var ki; temyiz kuvveti olmayan bir insan olursa ve şeyhin veliliği hakkında tevâtür varsa, şer'an bu tevâtüre uyarak onun kemâlini kabul etmekle mükelleftir.
Sual: Bir sâlik, bir şeyhin irşad ve terbiyesinden istifade edemediği takdirde ne yapmalıdır?
Cevap:
"İlim ikidir. Biri bedenleri ilgilendireni, diğeri de dinlere ait olanıdır." (Keşf'ül-hâfa)
Hadis-i şerif'ine göre, tebâbet ilmi ile diyanet ilmi arasında bir hayli alâka vardır. Binaenaleyh bir hasta evvela bir tabibe müracaat eder. İlâcını perhizini vesâir malzemesini öğrenir ve tabibin söylediklerini tamamiyle icra eder. Lakin istenilen şifaya nail olmazsa, şüphesiz diğer bir tabibe müracaat eder. Bundan dolayı da ayıplanamaz. Şu kadar var ki, aldığı emirlere riayet etmediği takdirde kusur ve itâb kendisine âittir.
Keza bir sâlik ile bir mürşid arasındaki hâl ve keyfiyet bu minval üzeredir. Bir sâlik mürşidin emirlerini nehiylerini icrâ ettikten sonra matlup olan neticeye nail olamadığı takdirde, diğer bir mürşidi aramakta mazurdur, hem de aramalıdır.
Sual: Bir sâlik kalp lâtifesinde veyahut beş lâtifenin "Kalp, ruh, sır, hafa, ahfâ" bir diğerinde fazla hararet hisseder ve bu sebeple rahat ve huzurunu kaybederse ne yapmak lâzım gelir?
Cevap: Hararetin şiddeti ortadan kalkıp normal haline dönünceye kadar zikrini terkeder. Şu kadar var ki, hararetin izalesi mümkün olmazsa bazen râbıta, bazen de salât-ü selâm ile meşgul olabilir."
Muhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh- (Mektubat, 11. Mektup)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ameller niyetlere göredir." (Buhârî)
Bu Hadis-i şerif, Tarikat-ı aliye'ye yeni intisab eden mübtedî müridler için büyük bir ümit ve büyük bir müjdedir.
Hacc farizasını yerine getirmek gayesi ile yola çıkan bir mümin, Beytullah'a varamadan yolda vefat ederse;
"Onun ecri Allah'a kalmıştır." (Nisâ: 100)
Âyet-i kerime'si ile müjdelendiği gibi; nefsini tezkiye niyetiyle bir tarikata giren bir sâlik de, ömrünün kifâyet etmemesi sebebiyle arzusuna nâil olamadan ahirete intikal ederse, aynı şekilde onun da niyetine göre ecir alacağı şüphesizdir.
Her şey sevgi ile kaimdir.
Bu mevzu üçü ulviyattan üçü süfliyattan olmak üzere altı noktada toplanır:
1- Cezbe ile, Allah-u Teâlâ'nın kalbe ilham etmesi ile, ruhuna aşk ve sevgi vermesi ile.
2- Nefsani, şeytani, cismani.
Hakk'a ulaştıran çeşitli vasıtalar vardır. Ahmed Rufâi -kuddise sırruh-, Mevlânâ -kuddise sırruh- ve Yunus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri gibi zâtlar aşk ve muhabbet ile vuslata ermişlerdir. Aslında her veliye verilmiş, fakat bu gibi zâtlarda daha açık tezahür etmiştir.
Aşk, öyle bir hâlâttır ki ifadeye sığmaz.
"Noktası bir kitaptır aşkın,
Zerresi âfitaptır aşkın."
Aşk ateştir, Hâlik ile mahlûk arasındaki perdeleri bir anda yakar atar. Bütün sıfatları ve dilekleri kül eder.
Aşk; öyle bir güneştir ki, kendisini yakar, etrafını ziyâlandırır.
Aşık; güneşin karşısında karın eridiği gibi erir, deryaya düşen yağmur damlası gibi yok olur.
Aşk, lezzettir.
Aşk, hakikat erbabının güç kaynağıdır.
Muhabbet suyu ile sulanan bir ağaç çabuk meyve verir, ayrılık ateşi ile sararmaz. Buradaki ağaçtan murad, tekâmüle meyil ve istidadı olan insandır.
Aşk ateşinin kavurucu yakıcılığı olmasaydı, vuslatın doyumsuz lezzeti bilinemezdi. Unutulmamalıdır ki, altını saf haline getiren de ateştir.
Elem ve mihnet aşkın lezzetidir. Aşkı tercih eden kimsenin elem ve mihnetlere alışması lâzımdır. Sevilen sevenin başkası ile meşgul olmasını istemez. Sevilen her ne kadar ezâ-cefâ ederse de sevgisinde samimi olan aşık, bunları hoş görmelidir.
"Sevgilinin yaptığı her şey sevimlidir."
Aşıka en tatlı gelen şey, sevgili için yanmaktır. Gam ve kederden kurtulup rahatlamayı arzu edenler, ölümü tercih etmelidirler. Sevenin rahatı rahatsızlıkta gizlidir.
Sevgi bir sermayedir, alış-veriş onunla kaim.
Mânen gıdalanmak elbette aşkullah ve muhabbetullah'a bağlıdır. Aşk ve muhabbetsiz yapılan işlerde hayır yoktur.
Aşk ve muhabbetin kemâline erenler, mahbûb-u hakiki ile olmaktan ve O'na hizmetten başka hiçbir şey düşünmezler.
"Vâsıl-ı Hakk olmaya eylersen heves,
Aşka ulaş, gayrı yerden gönül kes."