Âlemin devr edip dönmesi işi meydana geldiği vakit, yaratılış hakkında her oturtulup istivâ edilen başlangıçlar üzerine avdetin döndürüldüğü felek inşâ edilmiş, giydirilmesi gerekenlerin giydirilişi ve hissedileceklerin akla yerleştirilmesi meydana gelmiştir. En küçük âlemdeki en büyük varlığın esrârı vücut bulup iâde edilmiştir. O ise onun dönüşlerinin sizin başlangıcınız gibi olduğuna bir işârettir.
Nitekim biz ilk yaratılışı size bildirdik. [31b] Şâyet onlar zikredilmeselerdi, bu nedenle akıllarını boşa kullandıkları için O'na karşı mahcup kılınacak:
"Bizi çukurun içinde döndürenleri getirin!" diyeceklerdi. Vârid olandan yüz çevirmekten başka, ziyâdesiyle hakikatin yaratılışı da burası hakkında değildir.
Onun manası eğer, öne geçtiği şey hakkında beyan edilmemiş olursa, buranın onun nihâyete erdiği yer olduğu düşünülebilir. Âlem-i ekber'de sayılabilecek, ya da mücâdeleler makâmıyla ondan ayırt edilebilecek kaç insan vardır? O hissen en son var edilen, nefsen ilk var edilendir; âlem-i kebîr cümlesinden vâr edilmiştir. O'nun nüshası neredendir; onun tecrübe edilişine nisbet edildiği fi'ili cümlesinden olmaz mı? Gözünü tut, bakışını çevir, konuşmaktan ve tartışmaktan sıyrıl! Fikrini ve murâkabeni tut, Resûl'ün sana getirdiği şeye kabulü gerçekleştir! Körlük perdesini gözünden kaldırıp, bunun parıltısı üzerinde dur!
İşte bu nükte sana onun kadrini bildirir ve seni onun işinin hakîkatine ettirir. Bu ise işin zübdesi ve sırrın en gizlisidir.
Dilersen sana haber vereyim, dinle! Sır olan şey sende hâsıl olsun âlemin nerede ve insanın gözde toplandığını gör!..
Sen nerede olursan ol, O'nunla olursun. Özde kalırsan sana O'ndan haber veremem, Hakk ile nerede yok olunacağını da bilemezsin. Şu hâlde sen yalnız iki iş sana berzah olduğu için, "Likâ"nın da, "İlkâ"nın da sâhibi, nüzulün de ve iltikânın da seyyidisin. Nerede olduğuna bir bak ve özüne yerleştir! Sen Hakk'ın işine ve halkla benim yaratılışıma vâkıf olduğun sürece, ben seni te'vilden müberrâ ve tafsîlden mukaddesim.
İşte kendisinde kalp bulunan kimse için özün özü budur:
"O'nda soyun!"
Umulur ki, O'na ulaşmaya ehil olan kimsenin olamadığı şekilde vuslata erişirsin. Bütün cinslerin ve inşâların içinde mevcut olduğu, kendisini aşağıların aşağısı ve yücelerin yücesi kılan âlem işte budur. İnsan O'ndan ayrı kalışına göre, tüm bu mana üzere ziyâde kılınan şeyle değil; O'nunla ittifâkın beyanına göre bu cinslere ve özlere teşmil edebilir.
İşte bu vech üzere bir fi'ille, düzgün şekilde sözden soyunursan, sen de O'nun nüshası olabilirsin.
Bil ki insan, "Âlemin rûhu"nu da, "Cisim âlemi"ni de kendi iktizâsı üzere keşfeder ve öğrenir. Şu hâlde O'nun, hem onu kendisiyle bâkî kıldığı, hem de yeri ve gökleri kendisiyle ayırdığı şey, dünyevî âlemin rûhudur. Uhrevî âlem ise, bu insânî rûhu, kendisi hakkındaki Rabbânî emrin nefhine ulaştırır. Şu hâle göre o da, Âdem'in ruhûn üflenişinden, ya da yeryüzünün güneşle aydınlanışından önceki sûreti gibidir.
İşte bu insânî neş'et bu dünyevî âlemden alınınca düzen bozulur, ayırım yerle bir olur, kendisini bir perde kaplar ve dünyâ onunla örtünmüş veya bürünmüş gibi olur.
Ruh, insanın her iki diyarda da âlemlerde zuhûr ettiği bu hudud üzere; Ehâdiyyet'le kâim kılınan "Hakîkatü'l-Muhammediyye"nin yaratıldığı âlemde, kendisine nefhetmiş olan Hakk'a izâfe edilmiştir.