Târihin bilgi ve belgeye dayanan bir bilim oluşu, onun bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarılışında yeni keşif ve bulgulara duyulan ihtiyacı sık sık gündeme getirmiştir. Hele hele, kuruluş devri Osmanlı târihini aydınlatacak nitelikteki çağdaş kaynak ve belgelerin oldukça az ve sınırlı sayıda oluşu, diğer devirlere nazaran, özellikle bu döneme ait yeni belge ve bulguların ortaya konulmasının, târihin doğru olarak tespit edilmesi açısından ne kadar büyük bir önem arzettiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
Şu kadar var ki, tarihî bir belgenin ortaya çıkarılışı kadar, o belgenin araştırmacılar tarafından analitik bir incelemeye tâbî tutularak, bilimsel bir malzeme olarak kullanılması; tarafsız, doğru ve isâbetli bir yaklaşımla, tarihin bilinmeyen yönlerini aydınlatacak orijinal bir materyal olarak ele alınması da o derece büyük önem arz etmektedir.
Buna rağmen, tarih saptırıcılığını âdeta meslek edinmiş olan Galotta ve Lindner gibi isimlerin, bir görgü şâhidi olan İshak Fakih'in tasvirlerine dayandığı aşikâr olan Osman Gâzî'nin Bizans tekfurları ve Germiyanlılar'la savaşlarına ilişkin rivâyetleri; "efsane", "kara delik" ve "Osmanlı tarih öncesi" gibi adlarla, "modern tarihçilik" görüntüsü altında, tarihî gerçekliğini gölgeleyerek asılsız birer hikâye pozisyonuna düşürmeye çalıştıkları görülmektedir.
İşte biz bu makâlemizde bu iddiâların tam aksine; ilk kez bu kayıtların, dönemin Selçuklu, Beylik ve Bizans kısa kroniklerindeki bilgilerle örtüştüğünü delilleriyle göstermeye çalışacağız.
Ertuğrul Gâzî'nin, çağdaş Eyyûbî bürokratı ve devlet adamı İbn Nazîf'in kayıtları ve eski Osmanlı rivâyetleriyle te'yid gören 622/1225'teki Bithynia fetihleri sonucu, Domaniç, Karacahisar ve Söğüt'ün sırayla Selçuklu hâkimiyetine girmesi ve bu bölgenin 624/1227'de bir beratla Sultan I. Alâeddîn tarafından Kayır Han'lı ailesine tevcih edilmesinden sonra; imparator John Vatatzes'le yapılan 629/1231 barışını müteakip Bizans serhaddinde uzun yıllar herhangi bir gazâ faaliyetine girişilmemişti. Pontus sâhillerinden Frigya'ya ve Pamphilia'ya kadar uzanan topraklardaki Türkmen sipeh-sâlârları, subaşıları ve sâhil beyleri, herhangi bir gazâ ve cihâdın yaşanmadığı bu uzun süreçte hıristiyan Bizans tekfurlarına karşı "müdârâ (dost gözükme)" politikasını benimsemişlerdi.
Semerkandî'nin kroniği, "'Osmân Târîhi" ve erken dönem "Oğûz-nâme" geleneklerine göre; yirmi üç yıldır Bizans ucunda subaşı olan Gök Alp'in 647/1250'de kardeşi Gündüz Alp'le arasının açılması ve 1 aylık bir savaş sürecini müteâkip Gök Alp'in, -şüphesiz bir komplo sonucu- zehirlenerek öldürülmesinden sonra, Ertuğrul sür'atle yürüyüp uçlarda âsâyişi temin etmiş ve yönetimi ister istemez, Kayır Hânlılar'ın en yaşlı vârisi olan babasına terk ederek iktâ' alanı olan Erzurum'a geri gelmişti. 3 yıl sonra babasının da ölümü üzerine, Erzurum/Pasinler'e doğru ilerlediğini işittiği Sultan II. Alâe'ddîn'den, oğlu Saruyatı/Savcı aracılığıyla Sivas'ta, babasından boşta kalan uç idâresinin bir beratla kedisine tevcih edilmesini temin etti (650/1253).(1) İşte bundan sonra, vaktiyle Bithynia sınırında Domaniç, Söğüt ve Karacahisar gibi kaleleri kılıcıyla fethetmiş olan Ertuğrul Gâzî, amcasından ve babasından mîras kalan bu topraklarda; kardeşi Dündâr'la oğulları Saruyatı ve Gündüz berâberinde olduğu hâlde, bir subaşı olarak Selçuklu merkezî yönetimine karşı itaatkâr, Bizans yerel yönetimlerine karşı ise müsâmahakâr bir tutum içinde hareket edecektir.
Orhan Gâzî'nin imamı İshak Fakih'in izlenimlerine göre; Ertuğtul Gâzî bu zaman aralığında âdetâ kendi kabuğuna çekilmiş ve devrin siyâsî kavga ve çekişmelerinden tamamen uzak kalmayı yeğlemişti.(2) Nitekim 1277'de zuhur eden Cimri isyânı sırasında, etrafındaki diğer yerel yöneticiler merkezî yönetime baş kaldırırken, o 1279'da Sultanönü'ne kadar gelen II. Gıyâseddîn Keyhusrev'e hediyeler sunup itaatini arz etmiş; hattâ bununla yetinmeyip, Selçuklu hânedânına bağlılığını göstermek için oğullarından birini onun hizmetine vermişti.(3)
Bununla birlikte Bizans'ın doğu sınırını baştan başa tutmuş olan göçebe Türkmenler, uçlarda yoğun şekilde faaliyet gösteriyor ve sürekli fırsat gözetip uygun bir ortam bulduklarında kendilerine sınır olan Bizans yerleşkelerini ele geçirmekten de geri kalmıyorlardı.
Ertuğrul Gâzî Söğüt'e subaşı olarak yerleştikten kısa bir süre sonra üçüncü oğlu Osman dünyaya gelmiş ve şecaatli ve enerjik yapısıyla kısa zamanda kardeşleri arasında sivrilmişti. O, babası Ertuğrul'un ölümü üzerine, Kayı ileri gelenleri tarafından Oğuz an'aneleri gereği subaşı olarak seçildikten sonra Bizans yerel yönetimlerine karşı, ilk plânda babasının hayatta iken uyguladığı "müdârâ" ya da "istimâlet" politikasını tâkip etmekte karar kılmış; aynı târihlerde Selçuklu Sultânı'na başkaldıran Germiyanoğulları, Eşrefoğulları ve Karamanoğulları beyliklerinden kendi sınırlarına hudut olan Germiyan beyliğinin saldırgan tutumunu da sert bir müdâhale ile önlemek zorunda kalmıştı.
Osman Gâzî'nin bu süreçte komşu Bizans tekfurlarına ve Germiyanoğlu'na karşı yürüttüğü siyâsete ilişkin yegâne Osmanlı geleneği, Orhan Gâzî'nin imamı çağdaş göz tanığı İshak Fakîh'in şifâhî rivâyetlerine dayanır.
Yahşi Fakih'in, babası İshak Fakih'ten işittiği bilgileri biraraya topladığı "Menâkıb"ının Âşık Paşa-zâde tarafından özetlenen metninin ilk satırlarında; 680/1281'den, Osmanlı uç beyliğinin kurulduğu 688/1289 yılına kadarki tüm gelişmeler şu ifâdelerle özetlenir:
"Hemîn ki 'Osmân Gâzî atasınuñ yirine turdı; yakın konşı kâfirlerile gâyet müdârâya başladı, Germiyân-oğlı ile 'adâvete başladı. Anuñ-çün kim, bu geldükleri vilâyetüñ halkını anlar dâyim incidür idi. Osman Gâzî dahı ırak yirlerden av avlamağa başladı, gâh giceyile ve gâh gündüz varmağıla; kendünüñ yanına hayli âdemler cem' olub derildiler."(4)
Bu tasvir, dönemin Selçuklu kaynakları ve Bizans kısa kroniklerinde, o sıralarda Bithynia'da hâkim olan ortama ilişkin betimlemelere tam bir uygunluk arzetmektedir. Âşık Paşa-zâde bu süreçteki gelişmeleri Yahşi Fakih'ten, ya da Yahşi Fakih babası İshak Fakih'ten naklederken yalnız Osman Gâzî ve fetihlerine odaklandıkları, olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değer-lendirmeye gerek duymadıkları için; onun Ermeni-beli savaşı ile başlayan ilk savaşından, Karacahisar'a kadar uzanan ilk fetihlerinin ve satır aralarına sıkışan Germiyanoğulları ile mücâdelelerinin ana sebebini görmemizi sağlayacak asıl tarihî olayları geri plâna itmişlerdir.
Hâlbuki o dönemden kalma resmî birer belge niteliğindeki kaynaklardan; çağdaş Bizans târihçisi Georgios Pachymeres'in vekâyî-nâmesinde, Kerîmüddîn Aksarâyî'nin "Müsâmeretü'l-Ahbâr"ında ve o devirdeki tarihî takvimlerin derlenmesiyle oluşturulmuş Beylikler dönemine âit Anonim bir Selçuklu kısa kroniğinde göze çarpan bâzı önemli kayıtlar, Osman Gâzî'nin kâfir Bizans'a ve Müslüman bir beylik olmasına rağmen Germiyanlılar'a uyguladığı bu siyâsetin arka plânını görebilmemizi sağlamakta; çağdaş bir göz tanığı olan İshak Fakih'ten gelen bilgilerin doğruluğunu, yine o devre âit somut kaynaklar ışığında ortaya koymaktadır.
Osman Gâzî'nin istiklâlini ilân ettiği 699/1299 yılından önceki fetihlerine ilişkin Osmanlı kroniklerinde yer alan yegâne nitelikteki bilgiler, yine vak'aların çağdaşı olan İshak Fakih'in sözlü rivâyetlerinden gelmektedir. Bunlar Osman Gâzî Türkmenleri ile, komşu Germiyanoğlu beyliği ve Bilecik, İnegöl ve onlara bağlı yerel tekfurlar arasındaki siyâsî ve askerî ilişkileri hikâyemsi bir üslûpla anlatan epik birer kıssa görüntüsü taşımakla birlikte; tarihî, topografik ve toponomik açıdan son derece tutarlı ve kayda değer bilgiler içerir.
İshak Fakih'in bir göz tanığı olarak anlattıklarına bakılırsa; Bithynia'da İnegöl ucuna yerleşen Kayır Hân'lı Türkmenleri ile asıl sorun, Türkmenler'in buraya yerleşmelerini hazmedemeyen "Aya Nikola" adlı İnegöl tekfurunun onlara yönelik saldırgan tutumundan kaynaklanmıştı. Bilecik tekfuru ile "müdârâ" politikası çerçevesinde iyi geçinen Türkmenler, buraya yerleşmekle Bilecik yerel yönetimi adına Çavdar Tatarları'nın yağmalarına karşı bir kalkan mesâbesinde bulundukları gibi, İnegöl tekfurunun göç baskınlarına karşı, kendi eşyâlarını Biecik tekfuruna emanet edecek düzeyde de karşılıklı bir güven ortamı sağlamışlardı.(5)
Babasından sonra Kayılar'ın başına geçen Osman, ilk iş olarak babası Ertuğrul zamanından beri aşiretin başına belâ olan İnegöl tekfurunun hakkından gelmek üzre harekete geçti. İshak Fakih'in nakli üzre; bir gece 70 kişilik bir Türkmen grubu ile İnegöl'ü ateşe vermeyi plânlayan Osman Gâzî, Ermeni-beli'ne yaklaştıklarında burada bir pusu kurulduğunu casusundan öğrenmesine rağmen yoluna devam etti ve belin bittiği noktada kalabalık bir Bizans ordusuyla çatışmaya girişti. Ne var ki bu küçük sınır çatışmasından bir sonuç elde edilemediği gibi, kardeşi Saru-yatı'nın oğlu Bayhoca da şehîd edildi.(6) Âşık Paşa-zâde Yahşi Fakih "Menâkıb"ından bu bilgileri özetledikten sonra, Edebâlî-oğlu Mahmud Paşa'nın anlatılarına dayanarak, Osman Gâzî'nin bu çatışmadan sonra meşhur rüyâsını görüp, Şeyh Edebâlî tarafından saltanatla müjdelendiğine işâret eder.(7) Bundan sonra Osman, kılıcını yeniden kuşanarak, berâberindeki gâzîlerle birlikte İnegöl yakınlarındaki Kulaca-hisar'ı düzenlediği ani bir baskınla ele geçirdi (684/1286). Bu, Osman Gâzî'nin Biznas'lılarla uzun süredir arada devâm eden sessiziliği bozan ilk fethiydi.(8) Şu kadar var ki bölge halkı Karacahisar tekfuruna giderek, onu Osman'a karşı kışkırttılar; tekfur "Kalanoz" adlı arkadaşını ordusuyla İnegöl tekfuruna göndererek müttefik bir kuvvet meydana getirdi. İki ordu bu kez İkizce yalkınlarındaki Domaniç-beli'nde karşılaştılar. Ancak yine bir sonuç elde edilemedi, hattâ bu kez de çatışma sırasında Osman'ın büyük kardeşi Saru-yatı şehîd edildi (685/1287).(9) Neyse ki Osman Gâzî'nin İnegöl tekfuru ve Karacahisar tekfuru ile yaptığı bu iki yerel çatışma, İnegöl sınırındaki stratejik bir hisar olan Kulacahisar'ın fethini beraberinde getirmiş, bu ise Bithynia'daki Osmanlı ilerleyişinin ilk örneğini teşkil etmişti.
Savaşların görgü şâhidi İshak Fakih, bundan sonra Selçuklu Sultânı'nın bölgedeki gelişmeleri yakından tâkip ettiğine; hattâ Karacahisar tekfurunun kendisine ve bölgedeki Türkmenler'e düşmanlığının, Germiyanoğlu'nun o sıradaki hamlelerinden kaynaklandığını dile getirdiğine temas eder ve ardından Karacahisar'ın 687/1288'de ele geçirilişini hikâye eder.(10) Hemen sonraki bâbda ise, Sultân'ın Ak-temür'le Osman'a beylik alâmetleri gönderdiğini "Osmân Târîhi" rivâyeti üzre nakleder.(11) Dönemin tarih yazım geleneğine paralel olarak, Yahşi Fakih "Menâkıb"ında menkıbevi bir üslûpla anlatılan bu fetihlerin tümünün; Selçuklu-Beylik-Uç coğrafyasında meydana gelen büyük siyâsî gelişme ve çalkantılara paralel olduğu ve Osmanlı uç beyliğinin bu gelişmelerin bir sonucu olarak kurulduğu, XIV. yüzyıldan kalma, yani tamamen çağdaş Selçuklu-Beylik ve Bizans kaynaklarının dikkatli bir analiziyle gözle görülür bir biçimde tespit edilebilmektedir.
(1) Bu bilgiler "Oğûz-nâme" zeyillerinden derlenen pek çok Osmanlı rivâyetinin tenkidine dayanmaktadır. Ağırlıklı kaynak olarak, bk. Enverî, "Düstûr-nâme", M. Halil Yınanç neşri, s. İstanbul, 1928.
(2) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 93. H. N. Atsız neşri, İstanbul, 1949.
(3) Krş. Yazıcı-zâde Ali, "Tevârîh-i Âl-i Selçuk", TSMK, Revan, nr.: 1391, vr. 411a.
(4-6) Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 94.
(7) Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 95-96.
(8) Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 96.
(9) Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 96-97.
(10) Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 97.
(11) Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 98.