Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (48) - Marifet Evi Kalp - Ömer Öngüt
Marifet Evi Kalp
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (48)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Ekim 2014

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (48)

Marifet Evi Kalp

 

Tarikât-ı âliye'ye dahil olan bir sâlik:

"Nefsini temizleyen kurtulmuştur." (Şems: 9)

Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere kalbini, mâsivânın bataklık ve bulanıklıklarından temizleyerek mârifet evi ve muhabbet yurdu hâline getirir.

Tarikat, şeriat-ı mutahharanın hâdimidir, yardımcısıdır. Abdest, temizlik, taharet, namaza hazırlık olduğu gibi; tarikat da kalbi temizleyip huzura hazırlar.

Kalp temiz olursa, kişiyi ibâdet ve taate sevkeder. Hasta bir insan güzel yemeklerin lezzetini anlayamadığı gibi, mâsivâ bataklığına dönen bir kalp de ibadet ve taatın lezzetini anlayamaz. Hasta olan kalbin temizlenmesi lâzımdır.

Kalplerinde nur olanlar hikmetli, feyizli ve tesirli olur. Masivâ bataklığına dönen kalpte ise ne olur?

Bir insan zâhirini süslemek için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şeriatına; bâtınını ziynetlendirmek, iç dünyasını nurlandırmak için de tarikatına ittiba eylemelidir. Şeriatla dış nizam, tarikatla da iç nizam tesis edilir.

İç âleme intikal etmek ancak farz ve nafile ibadetlerle kazanılır. Çünkü farzların edâsı ile mükellef olan beden olduğu gibi, nafilelerle memur olan da ruhâniyettir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:

"Şeriat sözlerim, tarikat yaptıklarım, hakikat hâlim, marifet ise bu saydıklarımdır." (K. Hafâ)

"Şeriat", dış nizamı sağlayan ahkâm-ı ilâhî'dir. Allah-u Teâlâ'ya vâsıl olmak, bu ahkâmın icrasına bağlıdır.

"Tarikat", Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmak maksadı ile sülûk olunacak ibâdet yoludur. Zikrullahın nuru ve ateşi ile seyr-ü sülûk vasıtasıyla muhabbet ve huzur temin edilir, imanın kemâlleşmesi sağlanır.

İman kemâle ermezse, insan Allah-u Teâlâ'nın emirlerini akıl süzgecinden geçirmeye çalışır. Akıl süzgecinden süzünce de takılır kalır. Kâmil iman sahibi aklını emirlere uydurur, hiçbir zaman akıl süzgecinden geçirmez. Hakikat, mânevi zevk ve mânevi hâl ile anlaşılır. Seyr-ü sülûk ve mânevi zevkten nasip alamayanlar hakikatin ne olduğunu bilemezler, ancak ismini bilirler.

"Marifet" ise tarikatten ve hakikatten sonra zuhur eden ve edecek olan hâl ve ahvallerdir.

Bu hâl ve ahvallerle hakikatın özüne inilir. Nutfe demek yaratılışın özü demektir. Allah-u Teâlâ insanı nutfeden yaratmış, onun üzerine de bir beden inşâ etmiştir. Nutfe ile bu beden arasında bir ilgi var mı? Yok. Bedeni yapan kim? Hazret-i Allah... Nutfeyi yaratan, sonra ona ruh veren, o ruh ile hareket ettiren de Hazret-i Allah... İnsan bu temele indikten sonra hakiki terakkiyat başlar. İşte "Sırr-ı ilâhî" budur.

Tarikât-ı münevvere Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in söz ve davranışlarından ibarettir. Kaynağı Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerdir. Zamanımıza kadar büyük bir saffet ve samimiyet içinde gelmiş, asliyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Asırlar boyunca İslâm ahlâkının vücud bulmasında, fitne ve fesadın bertaraf edilmesinde, gerçek kardeşliğin tesisinde, birlik ve beraberliğin sağlanmasında, beşeriyetin ruh hastalıklarının tedavisinde, imanın kemâlleşmesinde yine de en büyük âmil o olmuştur. O sır bereketi ile ahkâm-ı ilâhi kıyamete kadar baki kalacaktır.

Hakikatte tasavvuf gerçek kardeşliği, müminlere kardeş nazarı ile bakmayı, birlik ve beraberliği sağlar. Zirâ hakikat ehlinde dâvâ ve gaye olmaz. Onun bütün arzusu rızâ ve mahviyettir. Mahviyet içinde niyaz, niyaz yolu ile rızâdır.

Bu münevver yolun hakikat erleri din uğruna malları ile, canları ile, aç-susuz olarak sırf Allah için uğraşmışlar, hem ibâdet, hem de mücadele-mücahede etmişler, bu surette İslâm birliğini bozacak en ufak bir fitnenin dahi meydan bulmamasına gayret sarfetmişlerdir.

Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın biricik Habib-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm'ın ahlâkı ile ahlâklanmışlar, tabiatı ile tabiatlanmışlardır. Tam bir teslimiyet, kuvvetli bir iman ile bağlanmışlar, onun izini ve prensiplerini takip etmektedirler.

Bugünkü bu bunalım içinde hayat bulan yine onlardır. Huzur ve saâdet onlarda vardır.

"Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur." (Bakara: 282)

Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere; ilmi de Allah-u Teâlâ'dan aldıkları için o ilim üzerinde yürürler ve o ilim üzerinde yürütmeye çalışırlar. Bu ilim has bir ilmullahtır.

Beyâzid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

"Unuttuğunda cahil olacağı için, kitaplardan bazı şeyler ezberleyen kimselere âlim denmez. Hakiki âlim, öğrenmeden ve ezberlemeden, dilediği anda Hakk'tan ilim alabilen kimsedir."

Görüleceği üzere hakiki âlim'in kim olduğunu beyan buyuruyorlar. Hakiki âlim; ister şeriat olsun, ister hakikat, ister marifet ilmi olsun, istediği anda Hakk'tan alır. Bilmezken âlim olur.

Bir insan söz ve davranışlarına ilâhî hükümler çerçevesinde yön vermezse onun tarikattan feyz alamayacağı açık bir gerçektir. O kimse doktorun verdiği ilaçları kullanıp, perhize riayet etmeyen bir hasta gibi olur.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Hasetleşmeyin, pazarlığı kızıştırmayın, birbirinize buğz etmeyin ve birbirinize sırt çevirmeyin. Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihanet etmez), zulmetmez; onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. (Eliyle göğsüne işaret ederek;) Takvâ şuradadır. Kişiye şer olarak, müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer müslümana haramdır." (Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî)

İnsanın her an Hazret-i Allah'a yönelik olması ve hiç gaflete düşmemesi lâzımdır. Hazret-i Allah'ın ve Resul'ünün hoşlanmadığı söz söylemeyecek, hoşlanmayacakları yerde oturmayacak, rızasına mucip olmayan harekette bulunmayacak ve hep Hakk'a yönelik olacak ki kalbi hep Hakk'ta olsun.

Sen halka dönersen ne olacak? Ya kalbini döndürürse? Halkta kalırsın. Onun için hakikati bilen çok ağlar, hiç gülmez. İnsan gaflete saptı mı, kalbi katılaştı mı, hiç ağlamaz, hep güler. Zaten onun gülmesi kalbini katılaştırmıştır.

Hakk'a yönelen şöyle düşünür:

"O hep ihsanda ben hep isyandayım, benim halim ne olacak!" der ve bir gün olur uyanır. Bir düşün; bir nutfesin, kirli bir susun. Seni yarattı, nimetlerle donattı, o nimetleri yerli yerine koydu, sana bir sıfat verdi. Pis su iken güzel bir bebek olarak dünya geldin. O ne güzel yaratıcıdır. "Bak yaratıcıya!" buyuruyor. Ama kim görecek kardeşim; "Çocuk oldu!" diyor. O; "Bak yaratıcıya!" buyuruyor, o da; "Çocuğum oldu!" diyor. Onun çocuğu olmuş. Ey be gaflet!

Ondan sonra gidiyoruz. Nereye gidiyoruz? Körü körüne gidiyoruz. Vallahi yarattığının bir tanesinin zerresini idrakten acizim, şükründen değil. Bir tüyünü idrakinden acizim. Bana verdiği bir tüyü idrakten acizim. Çünkü onda can var, onda ibadet var. O tüyde ibadet var.

Bunu kim anlayacak?

Âyet-i kerime'de:

"Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız." (İsrâ: 44)

"Her zerre ibadet ediyor. Ama siz duymuyorsunuz" buyuruyor.

Kim görecek bunu be kardeşim. İşte Hazret-i Allah bu. Ama biz mahlûk, cahil bir insan olduğumuz için bu şekle düştük. Allah'ım hakikati göstersin.

Ey insan! Yaratıldığın o kerih suya bak, bir de üzerindeki asara bak. Ama unutma ki senin üzerindeki bu asarla hiçbir ilgin yok. Senin aslın bir damla kerih su. Şu halde insan hep aslını bilecek ve orada duracak. Neydi aslın? Hiç, hükümsüz…

Hazret-i Allah insanı değersiz bir pis sudan yarattı ki, hem kendisinin hem de dünyanın değersiz olduğunu, yegâne değerin Hazret-i Allah'a ait olduğunu bilsin...


  Önceki Sonraki