Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Hendek Savaşı (2) - Ömer Öngüt
Hendek Savaşı (2)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ekim 2014

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Beşinci Yılı-

Hendek Savaşı (2)

 

Müşriklerin Kararı:

Kureyşliler kısa zamanda meydana gelen bunca hadiseden sonra Mekke ile Medine arasında ciddi bir savaş olacağını seziyorlardı.

Kureyş'in ileri gelenleri Ebu Süfyan başkanlığında "Darü'n-nedve" de toplandılar. Müslümanlarla harbe karar verdiler ve dört bin kişilik bir ordu hazırladılar. Bunun üç yüzü atlı, develi idi. Sancağı Osman bin Talha taşıyacaktı. Orduya müttefik askerleri de katılınca onbin kişilik korkunç bir kuvvet ortaya çıktı. Onlar da aynı maksat etrafında birleşti ve hazırlık yaptılar.

Süleym oğulları Merr-i zahran'da katıldı, bunlar yedi yüz kişiydiler, başlarında Süfyan bin Abd-i Şems vardı. Bunlarla birlikte Talha bin Huveylid başkanlığında Esed oğulları vardı.

Fezâre de bin deve ile bütün savaşçılarını alarak katılmıştı. Başlarında da Uyeyne bin Hısn vardı.

Mürre oğulları Hâris bin Avf'ın başkanlığında dört yüz savaşçı ile yola çıktılar.

Eşca kabilesi dört yüz askerle Mes'ud bin Ruhayle başkanlığında katıldı. Başka kabileler de katıldı. Kureyş müşrikleri Arap kabilelerinden bazılarını da ücretle kiraladılar.

Bu on bin kişilik müttefik orduları üç kola ayrılıyordu: Birinci kol Gatafân kabilesi, ikinci kol Esed oğulları, üçüncüsü Kureyş idi. Orduya Ebu Süfyan kumanda edecek, yalnız Medine'ye yaklaşınca kabile reislerinden her biri sırayla bir gün kumandanlık yapacaktı.

Müşrik ordusu Medine'ye doğru yürüdü. Gayeleri Medine'yi yıkmak, İslâm birliğini dağıtmaktı. Araplar bunun için birleşmiş bulunuyorlardı. Düşman her bakımdan kuvvetliydi. Şimdiye kadar böyle bir kuvvet toplanmamıştı. Bu sebepten durum çok nâzik ve tehlikeli bir hâl almıştı.

 

Medine'de Durum:

Huzâa oğulları'ndan bir kimse dört gecede Medine'ye yetişip müşrik ordusunun harekete hazırlandığını haber verdi.

Resulullah Aleyhisselâm Kureyşliler'in hazırlıklarından haber alır almaz, Ashâb'ına durumu bildirdi, bu iş için onlarla istişare yaptı. Çünkü savaş hususunda Ashâb'ına danışmak, onların fikirlerini almak âdeti idi. Birçok görüşler ortaya konuldu. Selman-ı Fârisî -radiyallahu anh- Medine-i münevvere'nin çevresine hendek kazılmasını tavsiye etti:

"Yâ Resulellah! Bizim İran'da bir âdetimiz vardı. Bir şehir hariçten hücuma uğrarsa, halk şehrin etrafına hendek kazar, memleketini savunurdu. Biz de öyle yapalım, hendek kazıp şehri tahkim edelim." dedi. Hiç görülmemiş bir harp usulü ortaya koydu. Çünkü Araplar'da hendek kazmak diye bir âdet yoktu. Bu teklif uygun görüldü ve hemen kabul edildi.

Şehri savunmak üzere, çevresine hendek kazıldığı için bu savaşa "Hendek" denildiği gibi, birçok müşrik ve yahudi kabilesi müslümanlara karşı birleştiği için "Ahzâb" da denilmiştir. Ahzâb; hizibler, gruplar, bir bakıma da müttefikler demektir. İlâhî nur'u söndürmek isteyen şer kuvvetler ortak ittifak kurmuşlardı.

 

Savaşa Hazırlık:

Resulullah Aleyhisselâm hemen atına bindi. Muhâcir ve Ensâr'ın ileri gelenlerinden bazılarını yanına aldı. İslâm ordusu için bir karargâh aradı. Yerine Abdullah bin Ümmü Mektum -radiyallahu anh-i vekil bırakmıştı.

Medine'nin bir tarafı yalçın kayalıklı dağlarla çevrili, diğer tarafı taştan yapılmış evlerin dış duvarlarıyla kapalıydı. Ön tarafı açıktı ve Sel dağı'nın doğusuna, Medine'nin kuzeyine düşüyordu. Düşmanın bu açık taraftan saldırması ihtimali vardı. Hendek işte bu tarafa kazılacak, Sel Dağı'nın eteği ordu merkezi olacak, tepesi askerin arkasında kalacaktı.

Plânlanan yere karargâh kurulduktan sonra, hendek kazma işine nezaret etmek üzere Resulullah Aleyhisselâm için kırmızı sahtiyandan bir Türk çadırı kuruldu.

Resulullah Aleyhisselâm Ashâb'ıyla hendeğin plânını gözden geçirdi, hendek kazılması gereken yerleri tayin ve tespit etmek üzere keşif yaptı.

Müslüman gönüllülerin adedi toplam üç bini bulmuştu. Her zaman olduğu gibi kadınlar, çocuklar, değerli eşyalar, yiyecek ve içecekler kale ve hisarlara yerleştirildi.

Resulullah Aleyhisselâm hendeğin hududunu çizerek her on kişiye kırk arşın uzunluğunda yer ayırdı. Herkesin yerini: "Şuradan şuraya kadar... Şuradan şuraya kadar..." diyerek ayrı ayrı belli etti.

Hendek kazma işinde kullanılmak üzere Kureyza yahudilerinden emanet olarak kazma, kürek, çapa, balta, keser... gibi birçok âlet edavat alındı. Müslümanlar kendilerinde olanları da getirdiler.

Vakit geçirilmeden hemen işe başlandı. Hendek kazma işine Muhâcir, Ensâr, genç, ihtiyar bütün müslümanlar katıldılar. Yaşları küçük olduğu için Uhud günü geri çevrilen Abdullah bin Ömer -radiyallahu anh-, Zeyd bin Sâbit- radiyallahu anh-, Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh- ve Berâ bin Azîb -radiyallahu anh- gibi on beşini tamamlamış olan gençler de iş başında idiler. Resulullah Aleyhisselâm erginlik çağına basmayan çocukların da hendekte çalışmalarına izin vermiş, fakat iş bitince onları âilelerinin yanına çevirmişti.

Müslümanlar mükemmel bir ciddiyet ve gayretle çalışıyorlardı. Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh- çok kuvvetliydi, on kişinin yapacağı işi yapıyordu. Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i nebevî yapılırken nasıl amele gibi çalışmışsa, müslümanları gayrete getirmek için hendek işinde de öylece çalıştı. Yoruluncaya kadar çalışır, sonra da oturup dinlenirdi.

Ashâb-ı kiram:

"Yâ Resulellah! Biz çalışalım, sen çalışma otur!" derler, o ise:

"Ben sizin ecir ve sevabınıza ortak olmak istiyorum." buyurur, çalışmaya koyulurdu.

Kazılan topraklar zembillere doldurulup başlarda taşınıyor, dönerken de Sel dağı'ndan taş doldurulup getiriliyordu. Zembil bulamayanlar etekleriyle taşıyorlardı. Topraklar siper olarak kullanılmak üzere Resulullah Aleyhisselâm'ın bulunduğu tarafa yığılıyor, taşlar ise diziliyordu. Taş o gün için en büyük silâhlardan biriydi. İcabında bu taşlarla düşmana mukabele olunacaktı.

Resulullah Aleyhisselâm müşriklerin âniden bir baskın yapmalarından çekindiği için bir tedbir olarak:

"Parolanız: 'Hâmîm lâ yensurûn!' olsun!" buyurdu.

 

Zorluklar, Güçlükler:

Hicretin beşinci yılı, Şevval ayı idi. Mevsim kıştı, gayet sert bir şimal rüzgârı esiyordu, hendekte çalışanların ellerini, ayaklarını âdeta donduracak hale getiriyordu. O yıl Medine-i münevvere'de çetin bir kıtlık hüküm sürüyordu. Şehirde erzak yoktu. Müslümanlar üç gün yiyecek bulamamışlardı. Resulullah Aleyhisselâm bile açlıktan karnı üzerine taş bağlamıştı. Açlığa, soğuğa, yorgunluğa karşı Ashâb'ını gayrete getirebilmek için teşvik edici sözler söylüyordu:

"Yâ Rabb'i! Senin lütfun olmasaydı, biz hidayete eremezdik. Sadaka veremez, ibadet edemezdik. Bize gönül ferahlığı ver! Düşmanla karşılaşırsak bize sebat ihsan eyle! Düşmanlar bizi zorla çevirmek istiyorlar. Biz reddettik!" diyordu. "Biz reddettik!" cümlesini yüksek sesle tekrarlarken Ashâb-ı kiram da hep bir ağızdan aynı cümleyi tekrarlıyorlardı. (Buhârî)

Aynı zamanda Ensâr ile Muhâcirler'e duâ ediyor:

"Yâ Rabb'i! Ahiret hayatından başka saâdet yoktur. O halde Sen Ensâr ile Muhâcirler'i mağfiret kıl!" dileğinde bulunuyordu.

Çalışanlar ise şöyle mukabele ediyorlardı:

"Biz Muhammed'e beyat edenleriz.

Hayatta oldukça cihad gayemiz." (Buhârî)

Müslümanlar her gün akşama kadar durmadan çalışıyor, geceyi geçirmek için evlerine, âilelerinin yanına dönüyorlardı.

Düşmanlar geliverecekler diye çok hızlı ve acele kazıyorlar, yorulanları gördükleri zaman onlara gülüşüyorlardı.

Müminler mühim durumlarda Resulullah Aleyhisselâm'dan izin almadan işlerinin başından ayrılmıyorlar, işlerini gördükten sonra Allah-u Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazanmak için hemen işe koyuluyorlardı. Münâfıklar ise çok ağır ve gevşek davranıyorlar, hasta görünüyorlar, haber vermeden, izin almadan sıvışıp gidiyorlardı.

Müslümanlar olanca güçleriyle hendek kazarlarken, ciğerleri pâre pâre edecek derecede şiddetli bir açlığa maruz kalmışlardı.

Enes -radiyallahu anh- der ki:

"Hendek kazmakta olan Ashâb'a iki avuç dolusu arpa getirilir ve bu arpadan sıcak ekmek yapılarak önlerine konurdu. Herkes aç olduğundan kişi başına kırıntı denecek kadar az miktarda bir şey düşer ve sadece onun kokusunu almış olurlardı."

Ebu Talha -radiyallahu anh- der ki:

"Hendek günü açlığımızı Resulullah Alehisselâm'a şikâyet edip, karınlarımızı açarak bağladığımız taşları gösterdik. Her birimiz açlıktan karnına birer taş bağlamıştı. Buna mukabil Resulullah Aleyhisselâm karnını açınca onun iki taş bağladığını gördük."


  Önceki Sonraki