İslâm'ın beş temel esasından birisini teşkil eden Hacc farizası ömrün ibadeti, dinin tamamıdır. Din kemâlini onda bulur. Müminin hem malı hem de bedeniyle gerçekleştirdiği bir ibadet olan Hacc, insanın bütün varlığını ilgilendirir ve büyük bir teslimiyetin ifadesidir.
Hacc, Mekke-i mükerreme'de bulunan Kâbe-i muazzama'yı ve onun civarındaki mübarek yerleri, kendine mahsus zaman içinde ve tayin edilen şekilde ziyaret etmektir.
Hacc'ın farziyeti Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar.
Hacc'ın farz olduğuna dair Kur'an-ı kerim'de Âyet-i kerime'ler ve bunları tefsir eden Hadis-i şerif'ler vardır.
Kur'an-ı kerim, yoluna gücü yetenlerin Hacc görevini ifâ etmesinin Allah-u Teâlâ'nın insanlar üzerinde bir hakkı olduğunu beyan etmektedir:
"Hacc'a gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe'yi ziyaret etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır." (Âl-i imran: 97)
Allah-u Teâlâ bu hakkı, oraya gidebilmeye gücü olanlara yüklemiştir. Hiç kimseye gücü üstünde bir yük yüklemez. İnsanın Hacc için gerekli olan bütün imkânlara kavuşması, şartların da bunu kolaylaştıracak bir durumda bulunması demektir.
"Kim inkâr ederse, şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnîdir." (Âl-i imran: 97)
Bu muhkem farzı terketmenin büyük bir günah olduğunu açıklamak için Allah-u Teâlâ onu küfür lâfzıyla ifade etmiştir.
Allah-u Teâlâ hiç kimsenin ibadet ve taatına muhtaç değildir. Bu gibi ibadetleri kullarına emretmesi, onların maddî ve mânevî menfaatleri içindir.
Müslümanlar ömürleri boyunca günde beş defa Kâbe-i muazzama'ya yönelerek namaz kılarlar. Her müslüman, imandan sonra en faziletli ibadet olan namazın kıblesinin mübarek mekânını görmek ister. Asırlar boyunca birçok müslümanın namaz, duâ ve niyazlarına sahne olan atmosferden nefes almayı arzu eder.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Kâbe-i muazzama'dan "Benim evim" diye bahsetmiştir. (Hacc: 26)
Bütün iradesiyle Allah-u Teâlâ'ya bağlanan mümin, O'nun evini ziyaret etmeyi en büyük mânevî zevk olarak telâkki eder.
Hacc'ın gerçekleştirildiği mekânla Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin ve ilk müslümanların yaşadıkları mekânın aynı olması, gönüllerde apayrı bir duygu yaşatmaktadır. Mümin, bu mekânlarda bulunarak o demlerin mânevî ruhundan nasip almaktadır.
•
Allah-u Teâlâ Beytullah'ın bânisi olan İbrahim Aleyhisselâm'a, insanları orayı haccetmek üzere çağırmasını ve bu mübarek evin ziyareti için dâvet etmesini emir buyurmuştu:
"İnsanları Hacc'a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler." (Hacc: 27)
Böyle bir fedakârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.
İbrahim Halilullah'ın gününden beri bu ilâhi vaad gerçekleşmiş, kıyamete kadar da gerçekleşmeye devam edecektir.
"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." (Hacc: 28)
Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler hem dünya hem de âhiretle ilgilidir.
Bu ulvî ibadet, ruhlara inşirah verdiği gibi; müslümanlar tarafından en mübarek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur. Nâil oldukları sıhhatin ve servetin şükrünü edâ etmiş olurlar.
Aynı zamanda dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanların bir arada ibadet yapması ile, aralarındaki birlik ve beraberlik canlı bir şekilde tecelli etmiş bulunur.