Târihin bilgi ve belgeye dayanan bir bilim oluşu, onun bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarılışında yeni keşif ve bulgulara duyulan ihtiyacı sık sık gündeme getirmiştir. Hele hele, kuruluş devri Osmanlı târihini aydınlatacak nitelikteki çağdaş kaynak ve belgelerin oldukça az ve sınırlı sayıda oluşu, diğer devirlere nazaran, özellikle bu döneme ait yeni belge ve bulguların ortaya konulmasının, târihin doğru olarak tespit edilmesi açısından ne kadar büyük bir önem arzettiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
Şu kadar var ki, tarihî bir belgenin ortaya çıkarılışı kadar, o belgenin araştırmacılar tarafından analitik bir incelemeye tâbî tutularak, bilimsel bir malzeme olarak kullanılması; tarafsız, doğru ve isâbetli bir yaklaşımla, tarihin bilinmeyen yönlerini aydınlatacak orijinal bir materyal olarak ele alınması da o derece büyük önem arz etmektedir.
İşte biz, makalemizde bu prensipten yola çıkarak; 1997 yılında Selânik'te düzenlenen ve aralarında çok eski tarihli vesikaların, özellikle Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) 623 milâdî yılında Sînâ Dağı'ndaki Simonopetra manastırı keşişlerine verdiği bir "'Ahid-nâme"sinin de yer aldığı; bunun yanısıra, Osmanlı Kuruluş devrine ait pek çok değerli eşyâ ile birlikte çok önemli belge, berat, ferman ve mülk-nâmelerin de ilk kez ortaya çıktığı "Aynaroz Hazîneleri" sergisinde teşhire sunulan, Sultan I. Murad (Hüdâvendigâr)'ın Aynaroz (Mt. Athos)'taki bir keşişe verdiği çok eski bir beratın içeriğini ve tarihî yönden değerini mercek altına almaya çalışacağız.
Osman Gâzî döneminden Sultan I. Murad dönemine kadar çok az sayıda resmî belgenin günümüze ulaştığı bu devir üzerinde çalışan tüm araştırmacıların malûmudur. Bundan tam 17 sene önce, 1997'de Selanik'te düzenlenen "Aynaroz Hazîneleri" adlı sergide, Murad Hüdâvendigâr'dan II. Murad'a, Fatih Sultan Mehmed'den II. Bâyezid ve Yavuz Sultan Selim'e kadar silsile şeklinde uzanan bir beratlar zinciri, kuruluş devrinin ilk devirlerinde başlayıp yükselmenin en görkemli dönemlerine kadar uzanan bâzı tartışmalı konuları aydınlatacak yeni bulguların ortaya çıktığının müjdecisi olmuştur.
Üzerinde duracağımız I. Murad'ın beratı başta olmak üzere, Aynaroz'da ortaya çıkan bu yeni belgeler kadar dikkat çeken diğer bir önemli nokta ise; aradan tam 17 yıl geçmiş olmasına rağmen, bunları bilimsel bir materyal olarak görmedikleri için midir bilinmez, tarihî açıdan inceleme ve analiz etme zahmeti göstermeyen araştırmacıların ilgisizliği ve kayıtsızlığıdır. Murad Hüdâvendigâr döneminin son yıllarına ait olan ve tuğra kısmı ile kısmen ilk satırı yırtılmış bulunan bu berat, Şevvâl 788/Kasım 1386 tarihinde düzenlenmiş olup, varlığı bilim dünyasınca pek bilinmeyen ve şimdiye dek analitik bir yaklaşımla hiç değerlendirilmeyen, mevcut en eski Osmanlı belge örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Bu belgenin üzerinde daha önceleri, benzer diğer örneklerine, meselâ Recep 767/Mart 1366'da Ahî Mûsâ'ya verilen mülk-nâmeye(1) paralel olarak, Murâd Hüdâvendigâr'a ait "Murâd bin Orhân" ifâdesini içeren bir tuğra mevcut olduğunda şüphe yoktur. İlk satırının sağ tarafı tam ortasına kadar kopmuş ve kalan yarısındaki kelimelerin de üst kısmı, satırın ortasına kadar enlemesine yırtılmış olmakla beraber, eksik olan parçada yazılı olanların da, mevcut diğer belgelerdeki klasik inşâ ifâdelerinin bir tekrarı olduğu son derece açıktır.
Buna göre baş tarafı eksik olan ilk satırın okunabilen ilk kısmında, yarım da olsa "..ldur kim, biti.." ifâdesi göze çarpmakta ve yırtığın derinleşmesi nedeniyle, devamındaki bir kelime okunamamaktadır. Fakat mevcut berat/mülk-nâme şablonlarına nazaran, bu satırın başında "Biti hükmi o..." ifâdesinin eksik olduğu ve devâmında da "götüren" kelimesinin bulunduğu tartışmasızdır.(2) Dolayısıyla belgenin baş tarafına çekilmiş olan tuğradan sonra, eksik kısımlar tamamlandığında, ilk satırda tam olarak: "Biti hükmi oldur kim, biti götüren..." ifâdesinin yer aldığı ortaya çıkmaktadır.
Yukarıda işâret ettiğimiz noksan kısımlar da metne dâhil edildiğinde, belgenin transkripsiyonu tam olarak şu şekilde olmalıdır:
[tuğra/
"Murâd bin Orhân]
[Biti hükmi o]ldur kim;
Biti [götüren] Sabyây, merhûm Gâzî babam -tâbe serâhu- virdügi bitinüñ içinde her ne-kim varısa ben-dahı dürüst ve müsellem dutdum kî, babam zamânında niceyisê, girü bayağılayın ola ve dâhı Andigôna adlu ve Ağasî adlu köyi ben-dahı tîmârlığa virdüm kî; mahsûlâtını kendü vech-i ma'îşetine sarf ideler ve dâhı ne-kadar emlâki varısa yiyên, el-yevm hîç âferîze mâni' ve mu'ârız olmaya.
Bitiyi mütâla'a kılanlar hakîkat bilüb i'timâd kılalar.
Tahrîren fî Şevvâl, sene: semân ve semânîn ve seb'a-mî'e."
İçeriğinden açıkça anlaşılacağı üzere, belge; daha önce Orhan Gâzî'nin sağlığında fethedildiği anlaşılan Aynaroz (Mt. Athos) sınırları içindeki iki köyün, Sultan Orhan tarafından "Sabyây" adlı keşişe bir biti (mülk-nâme) ile tımar olarak verilmesi sebebiyle; 1386 yılı Kasım ayında aynı hakların Murad Hüdâvendigâr tarafından da iâdesini öngören bir "tecdîd beratı" olarak düzenlenmiştir.
Bu "tecdîd" işleminin diğer padişahlar döneminde de tizilikle yürütüldüğünü gösterecek biçimde; yine ilk kez "Aynaroz Hazineleri" sergisinde teşhire sunulan II. Murad'a ait, Selânik'in fethinden 10 gün sonra düzenlenmiş 9 Nisan 1430 tarihli bir berat, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'un fethinden 2 yıl önce, 25 Eylül 1451'de çıkarıp üzerine tuğrasını çektirdiği Grekçe yazılmış bir ferman ve II. Bâyezid'le Yavuz Sultan Selim'in 7 Temmuz 1491 ve Ağustos 1513'te düzenlettikleri diğer fermanlar da; kadîm ata Sultan Orhan zamânında keşişlere verilen tüm hakların, asırlar boyunca onlara aynı şekilde verilmeye devâm ettiğini ve mülkiyetlerini koruma prensibinin titizlikle muhâfaza edildiğini belgelemesi bakımından kayda değerdir.
Sultan I. Murâd'ın Kosova'da şehâdetine üç yıl kala, 1386 yılı Kasım ayında, Aynaroz'daki iki köyün tımar verilmesi nedeniyle keşiş "Sabyây"a verdiği berat; Gâzî Hüdâvendigâr'ın şahsında, babası Orhan Gâzî döneminin mühim bâzı tartışmalı meselelerine de ışık tutacak kayda değer nitelikte çok önemli bilgiler ihtivâ etmektedir.
1. Orhan Gâzî'nin "Gâzî" Unvânını Taşıyıp Taşımadığı Meselesi:
Murâd Hüdâvendigâr'ın Aynaroz'daki keşişlere verdiği beratın ışık tuttuğu meselelerin en önemlilerinden birisi; kuruluşun tartışmaları meseleleri arasında önemli bir yer teşkil eden ve Paul Wittek'in "gazâ" teorisinden beri, bir asra yakın bir süredir yeni iddiâlar ekseninde sürekli gündeme getirilen "gazâ" ve ilk Osmanlı hükümdarlarının "gâzî" olup-olmadıkları meselesidir.(3) Wittek'in 1337 tarihli Şehâdet Camii'nin doğu kapısı üzerindeki Bursa kitabesine ve Ahmedî'nin gâzîlikle ilgili beyitlerine dayanarak isâbetle ortaya attığı, "gâzîliğin Osmanlılar'ın yükselmesindeki en önemli itici güç" olduğu yönündeki tezi, o günden bugüne dek, mevcut tarihî materyalin yalnız bu iki delilden ibaret olduğu önyargısıyla çeşitli itiraz ve tartışmalara hedef olmuştur. Özellikle bu iki delilden ilki olan kitâbeden hareketle, Orhan Gâzî'nin yaşadığı devirde kendisini gerçekten "Sultânü'l-guzât, Gâziyyi'bnü'l-gâzî: Gâzîler Sultânı, gâzî oğlu gâzî" olarak görüp görmediğinden,(4) bu devirde "gazâ" ve "gâzî" terimelerinin Orhan Gâzî ve Türkmenleri tarafından hiç bilinmediği yönündeki iddiâlara varıncaya dek, heterodoksiden terminolojik tartışmalara kadar farklı zeminlere odaklandırılan, birçoğu hoyratça türetilmiş çeşitli görüşler ortaya atılmıştır.
Wittek'ten sonra "gazâ" ve "gâzîlik" tezini yeni tespit ve makalelerle destekleyen M. Fuad Köprülü,(5) Halil İnalcık(6) ve son olarak Cemal Kafadar(7) ve Feridun Emecen,(8) doğrudan Osmanlılar hakkında olmasa da, o devirde "gazâ" ve "gâzî" terimlerinin Anadolu beylik literatüründe yer aldığını açıkça göstermişler; Gyula Kaldy-Nagy,(9) R. Paul Lindner,(10) R. C. Jennings,(11) Colin Imber(12) ve bunların tümünü geliştirerek genel bir tez hâline getirmeye çalıştığı görülen Şinasi Tekin'le,(13) aynı iddiâları tekrar canlandırmaya çalışmaktan başka bir iş yapmayan Health Lowry(14) gibi araştırmacılar ise, "gazâ" ve "gâzîlik" kavramlarının Osmanlı beylik literatüründe yer almadığını ispatlama yönünde boş ve anlamsız bir çaba sarfetmişlerdir. Bunlardan bir kısmı yalnız terminolojiye odaklanıp, sırf Wittek'in ikinci delilini ortadan kaldırma pahasına, bu kelimenin XV. yüzyılda "Bir ahlâkçı olan Ahmedî tarafından uydurulduğunu" iddiâ ederken; özellikle Jennings, Tekin ve son olarak Lowry, birtakım bahanelerle tartışmayı daha çok, onların hangi gâye uğrunda savaştıkları noktasına çekmişler, 1337 tarihli kitabenin uydurma olduğunu öne sürecek kadar ileri gitmişler, hattâ tartışmanın ölçüsünü büsbütün kaçırarak: "Orhan Bey'in gazânın şiddetli yakıcı gücünü aslâ kullanmadığı gibi, kendisini gâzî olarak bile görmediğini" bile iddiâ etmişlerdir.(15) Lowry, "gâzî" olduğu düşünülen Osmanlı Türkmenleri'nin din uğrunda değil, "talancı/yağmacı bir konfederasyonun açgözlülüğü ve hırsı ile" hareket ettiğini söylemekten çekinmezken;(16)Tekin bu iddiâyı terminolojiye ilişkin tartışmayla birleştirerek: "Orhan Gâzî'nin 1324 tarihli Farsça ve 1348 tarihli Türkçe mülknâmesinde ve sikkelerinde 'gâzî' sıfatına rastlanmadığını" özellikle ön plâna çıkarmıştır.(17)
İşte tüm bu iddiacılara, özellikle Sultan Orhan'ı "gâzî" olarak vasıflandıran o devirden kalma tek bir "mülk-nâme" bulunmadığı iddiâsını ortaya atarak, 1337 tarihli kitabeyi bile "uydurma" sayan Şinasi Tekin'e gereken cevâbı verecek ve o devirden kalma pek çok tarihî materyalle birebir örtüşecek şekilde; Gâzî Sultan Murâd burada babası Sultan Orhan'dan açıkça: "Merhûm Gâzî babam" diye söz etmiştir.
2. Kuzey Yunanistan'ın Osmanlılar Tarafından İlk Ele Geçiriliş Tarihi:
Sultan Murad'ın bu beratı, Orhan Gâzî zamânında başlayan, ancak sınırları tam olarak tespit edilemeyen Rumeli fetihlerinin yayılış alanı ve uzandığı coğrâfî sınırlar hakkında orijinal bilgiler içermesi nedeniyle de tarihî açıdan büyük bir değer taşır.
Mevcut bilgilerimize göre Osmanlılar Selânik'i ilk kez I. Murad döneminde, 789/1387 baharında Çandarlı Hayreddin Paşa ve Evrenos Bey'in kuşatması sonucu fethedilmiş, ancak 804/1402'deki Ankara Savaşı sonrası, Osmanlılar'ın Anadolu'da olduğu gibi Balkanlar'da da hâkimiyetini yitirmesi üzerine, şehir II. Manuel Palaeologos tarafından tekrar ele geçirilmiştir. Elimizdeki belge, mevcut bilgilerimize yeni bir boyut kazandıracak şekilde; Çandarlı Hayreddin Paşa ve Evrenos Gâzî'nin Yunanistan'ı abluka almalarından 6 ay gibi bir süre önce, Kuzeydoğu Yunanistan'da, Khalkidike yarımadası üzerinde bulunan Aynaroz'u kesin olarak fethetmiş olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Belgenin Rumeli'deki Osmanlı fütûhâtı hakkında ışık tuttuğu nokta yalnız bundan ibâret değildir. Sultan Murad, elimizdeki orijinal beratta: "Merhûm Gâzî babam -tâbe serâhu- virdügi bitinüñ içinde her ne-kim varısa ben-dahı dürüst ve müsellem dutdum kî, babam zamânında niceyisê, girü bayağılayın ola." demek sûretiyle, Kuzey Yunanistan'da Aynaroz'a kadar uzanan bölgenin ilk kez Orhan Gâzî hayatta iken fethedildiğini de açıkça dile getirmiştir.
Bilindiği üzere Orhan Gâzî, büyük oğlu Gâzî Süleyman Paşa'yı Rumeli fütûhâtı için ilk kez Yunanistan'ın kıyı bölgelerine göndermiş; bunu yaparken de Bizans'ın iktidar mücâdeleleri ve Trakya ile Makedonya'daki mücâdelelerinden hakkıyla yararlanmasını bilmişti. 1346'da Kantakuzenos'un kızı Theodora ile evlenen Orhan Gâzî, kayınpederinin mâiyetine bin kişilik bir ordu vererek Konstantinopolis'i kuşatmış, imparatorluğa ortak olacak şekilde Bizans tahtına yerleşmesini sağlamıştı. 1348'de Stephan Duşan'ın Selânik'i ele geçirmesi üzerine, Kantakuzenos onun üzerine, oğlu Mattheos'la birlikte dâmâdı Orhan ve Aydınoğlu Umur Bey'in müttefik kuvvetlerini göndermeyi planlamıştı. Ancak Gâzî Umur Bey'in 1348 Mayıs'ında İzmir kuşatması sırasında şehit edilişi ve Sırplar'ın Kavala'ya kadar ilerleyişi üzerine Orhan Gâzî, oğlu Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu ani bir manevra ile geri çekmiş, bunun üzerine Sırplar Kuzey Yunanistan'ın tamâmını ve Teselya'yı rahatlıkla işgal etmişlerdi. Durumu fırsat bilen V. Ioannes Palaeologos, 1352 baharında Trakya'da kendisini destekleyen ezici çoğunlukla birlikte hareket ederek Kantakuzenos'u safdışı bırakmak istemiş ve Sırp ve Bulgar ordularıyla açıkça ittifak etmiş; gerginliğin büyümesi üzerine duruma müdahale eden Orhan Gâzî, oğlu Gâzî Süleyman Paşa komutasındaki 12 bin kişilik orduyu Mattheos'a yardım için bölgeye göndermişti. Süleyman'ın ordusu Sırp ve Bulgar kuvvetlerini kısa zamanda dağıtmış, askerlerini Çimpe (Tsympe) kalesi çevresine konuşlandırmıştı. İşte Aynaroz'un da Gâzî Süleyman Paşa'nın 1352'deki bu Kuzey Yunanistan seferi sırasında ele geçirildiği ve sözkonusu beratın bölgede bulunan "Sabyây" adlı keşişe Orhan Gâzî adına verildiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla bu berat, Gâzî Süleyman Paşa'nın daha babasının sağlığında, 1352'de Mt. Athos/Aynaroz'a kadar ilerlediğine ve Kuzeydoğu Yunanistan'ın bu bölgesini fethettiğine de ışık tutmaktadır.
3. Orhan Gâzî ve I. Murad Zamânında, Rumeli'deki Gayrimüslimlere Uygulanan Tımar Tevcih Şekli:
Aynaroz'daki "Sabyây" adlı keşişe verilen berat, uzun yıllar önce Prof. Dr. Halil İnalcık tarafından belgeler ışığında ortaya konulan, Rumeli'deki gayrimüslimlere yönelik tımar tevcih usulüne ilişkin mevcut bilgilerimize de(18) bambaşka bir değer ve canlılık katacak niteliktedir.
Bu berat, Orhan Gâzî ve oğlu Murâd Hüdâvendigâr'ın şahsında Rumeli'yi fetheden ilk Osmanlı hükümdarlarının, hıristiyan bir din adamına verdikleri haklarla; tıpkı inanç ve ibâdet hürriyeti gibi, tımar tevcihi konusunda da din ve inanç ayırımı gözetmeyen bir siyâset uyguladıklarını ve Müslüman tımar sahiplerine bağışladıkları mülkler gibi, onlara bağışladıkları mülkleri de bizzat garanti ve koruma altına alıp, bunu düzenledikleri resmî belgelere açıkça yansıttıklarını belgelemektedir.
Dolayısıyla Sultan I. Murad'ın Kasım/1386 tarihli bu beratı; içerdiği kuruluş devri Osmanlı târihinin meselelerini aydınlatacak nitelikteki eşsiz bilgilerle, bu gibi otantik belgelerin gün yüzüne çıkarılmasının önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
(1) Mülk-nâme; TSMA, Sinan Paşa, nr.: 155'te kayıtlıdır.
(2) Meselâ, krş. "Mecmû'a", Beyazıt Devlet Ktp. nr.: 7912, vr. 30b; ayrıca bk. "Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Târihine ve Osmân Gâzî'nin Sakarya Fetihlerine Işık Tutan En Eski Vesîka: 1301 (H. 700) Târihli 'Çalıca Mülk-nâmesi", HAİD, XVIII/215 (Ağustos/2011), s. 44-46 vb.
(3) Krş. P. Wittek, "The Rise of the Ottoman Empire", çş. yerler, London, 1938
(4) Kitâbenin tam metni için, bk. E. Hakkı Ayverdi, "Osmanlı Mimarisinin İlk Devri", I, s. 58-80. İstanbul, 1966.
(5) M. Fuad Köprülü, "Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu", s. 146-153, Ankara, 1972.
(6) Krş. Halil İnalcık, "The Question of the Emergence of the Ottoman State", International Journal of Turkish Studies, I/2, 71-79, Medison, 71-79.
(7) Cemal Kafadar, "Between Two Worlds The Construction of the Ottoman State", çş. yerler, University of California Press, 1995.
(8) F. Emecen, "İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası", s. 115-139, İstanbul, 2012.
(9) Gyula-Kaldy Nagy, "The Holy War (Jihad) in the First Centuries of the Ottoman Empire", Harvard Ukrainian Studies, II-IV (1979-1980), 467-473.
(10) R. Paul Lindner, "Nomads and Ottomans in Medieval Anatolia", s. 1-38, Bloomingtan, 1983.
(11) R. C. Jennings, "Some Thoughts of the Gazi-Thesis", Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, 76 (1986), s. 151-161.
(12) C. Imber, "Paul Wittek's De la defaite d'Ankara a la prise de Constantinople", Osmanlı Araştırmaları, V (1986), s. 65-81.
(13) Ş. Tekin, "Türk Dünyasında Gaza ve Cihad Kavramları Üzerinde Düşünceler-I: Başlangıçtan Osmanlıların Fetret Devrine Kadar", Tarih ve Toplum, XIX/109 (Ocak 1993), s. 9-18; a.mlf., "II: Gazi Teriminin Anadolu ile Akdeniz Bölgesinde İtibarını Yeniden Kazanması", a.g.d., XIX/110 (Şubat 1993), s. 73-80
(14) H. Lowry, "Erken Osmanlı Devleti'nin Yapısı", s. 5-157, trc. K. Tanrıyar, İstanbul, 2001.
(15) Jennings, "Some Thoughts ...", a.g.d., s. 156-157.
(16) H. Lowry, a.g.e., göst. yer.
(17) Tekin, "II: Gazi Teriminin...", a.g.d., göst. yer, s. 73-80.
(18) Krş. Halil İnalcık, "Stefan Duşan'dan Osmanlı İmparatorluğu'na", Fuad Köprülü Armağanı, Ankara, 1953 içinde.