Muhterem Okuyucularımız;
Yahudilerin en büyük kin ve düşmanlıkları İslâm dinine ve müslümanlara karşı olmakla beraber kendi çıkarları için bütün insanlığı felakete sürüklemekten geri kalmazlar. İnsanların inançlarında kararsızlık husule getirmek, fitne ve terör çıkarmak, hak dini bozmak için dinde olmayan şeyleri fısıldamak gibi icraatları yanında devletleri birbirine düşürmeye ve savaşlar tertip etmeye çalışırlar. Uluslararası düzenin tarumar edilmesi pahasına icra edilen Ortadoğu işgalinde olduğu gibi tarih boyunca yaşanan ihtilallerin, savaşların, insanlar arasındaki fitne ve kavgaların birçoğunda yahudi parmağına rastlamak mümkündür.
Yahudiler bu düşmanlıklarını her türlü yöntemle icra etmek isterler. Amaçlarına ulaşmak için bütün insanları ve hususiyetle müslümanları ahlaksızlaştırmaya, dünyevî arzulara müptelâ etmeye, birbirlerine düşürüp birlik ve beraberliklerini kaybetmelerini sağlamaya, milletler arasında harpler çıkartmaya çalışırlar.
Nitekim bugün İsrail necis, barbar, zâlim yüzünü yine gösterdi. Mütemadiyen yaptığı gibi yine Filistinli müslümanlara saldırdı. Çocukları, kadınları, genç-yaşlı herkesi öldürüyor. Evleri, camileri, hastaneleri, ambulansları, su, elektrik vs bütün altyapıyı bombalıyor. Dünyanın gözü önünde uluslararası hukukta savaş suçu kabul edilen her türlü katliamı yapmaktan, kullanılması yasak olan bomba ve silahları kullanmaktan çekinmiyor. Toplu katliam yapıyor. Buna rağmen Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Almanya, Fransa gibi birçok hıristiyan küffar ülkesi kendilerine destek verdiklerini açıkladı.
Oysa İsrailli yetkililerin sözlerine ve yaptıkları katliama bakıldığında büyük bir kin, vahşet ve soykırım niyeti besledikleri görülüyor.
Allah-u Teâlâ yahudilerin müminlere olan düşmanlığını Âyet-i kerime'sinde şöyle haber vermektedir:
"İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Yahudiler eski sapkın geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmışlar, İslâm ve müslümanları karşılarındaki en büyük düşman bellemişler ve bu düşmanlıklarını nesilden nesile sürdüregelmişlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunların bu düşmanlıklarını ve içlerinde besledikleri niyetlerini şöyle haber vermişlerdir:
"Zira hiçbir yahudi yoktur ki müslümanı öldürmek niyetinde olmasın." (İbn-i kesir)
Bunlar önümüzdeki yıllarda bu vicdansız ve pervasız niyetlerini daha da azgın bir şekilde uygulamaya çalışacaklar. Bu yüzden gün geçtikçe bütün dünya milletlerinin, küffarın bile ikrah ettiği bir millet olacaklar. Bugün bile böyledir, ancak çok daha büyük bir alçaklığa razı oldukları zaman bütün milletler bunlardan iyice ikrah edecektir.
Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim: 2922)
Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak.
Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak.
Allah'ımız sonumuzu hayırlı etsin. Hazret-i Allah küffara fırsat vermesin, Ümmet-i Muhammed'i korusun, muhafaza etsin, muzaffer eylesin. Amin.
•
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
"Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberlerini öldürenlere ve insanlardan adâleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele! Onların yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur." (Âl-i imran: 21-22)
Yahudileri "Peygamberlerini öldüren kavim" olarak bize tanıtan Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurmaktadır:
"Bunlar Allah'ın lânetlediği kimselerdir. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." (Nisâ: 52)
Kendilerine gönderilen peygamberleri sürekli yalanlamaları ve verdikleri sözleri sürekli bozmaları sebebiyle Kur'an-ı kerim'de üç peygamberin diliyle lânetlenmişlerdir.
"İsrâiloğullarından küfre sapanlar hem Dâvut'un hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir." (Mâide: 78)
"(Musa dedi ki:) Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım?" (A'raf: 155)
İsrail necis, barbar, zâlim yüzünü yine gösterdi. Mütemadiyen yaptığı gibi yine Filistinli müslümanlara saldırdı. Çocukları, kadınları, genç-yaşlı herkesi öldürüyor. Evleri, camileri, hastaneleri, ambulansları, su, elektrik vs bütün altyapıyı bombalıyor. Dünyanın gözü önünde uluslararası hukukta savaş suçu kabul edilen her türlü katliamı yapmaktan, kullanılması yasak olan bomba ve silahları kullanmaktan çekinmiyor. Toplu katliam yapıyor. Buna rağmen Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Almanya, Fransa gibi birçok hıristiyan küffar ülkesi kendilerine destek verdiklerini açıkladı.
Oysa İsrailli yetkililerin sözlerine ve yaptıkları katliama bakıldığında büyük bir kin, vahşet ve soykırım niyeti besledikleri görülüyor.
Allah-u Teâlâ yahudilerin müminlere olan düşmanlığını Âyet-i kerime'sinde şöyle haber vermektedir:
"İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Yahudiler eski sapkın geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmışlar, İslâm ve müslümanları karşılarındaki en büyük düşman bellemişler ve bu düşmanlıklarını nesilden nesile sürdüregelmişlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunların bu düşmanlıklarını ve içlerinde besledikleri niyetlerini şöyle haber vermişlerdir:
"Zira hiçbir yahudi yoktur ki müslümanı öldürmek niyetinde olmasın." (İbn-i kesir)
Nitekim bugün İsrail'de okul çağındaki çocuklar askerî birliklere ziyaret gezilerine götürülmekte, küçük yaşlarda müslüman öldürme inancı aşılanmaktadır.
Bugün Gazze'de yaşananlar bunların bu iç durumunu her yönüyle ortaya koyuyor.
Gazze denilen küçük toprak parçası İsrail'in yerlerinden yurtlarından edip sürgün ettiği bir buçuk milyon Filistinli'nin İsrail ablukası ve ambargosu altında hayatta kalmaya çalıştığı bir yerdir. Adeta büyük bir mülteci kampı, hatta büyük bir hapishane gibidir. Bütün dünya bağımsız Filistin'i kabul ettiği halde Batı Şeria olsun, Gazze olsun; -işgal ve abluka sebebiyle- İsrail'den izinsiz kimse buralara giremez ve çıkamaz. Bir Filistinli, İsrail askeri izin vermeden bir şehirden başka bir şehire bile gidemez.
Yahudiler her türlü imkâna sahip müreffeh bir hayat sürüp, dünyanın en modern silahları ile donatılmış bir orduya sahipken; İsrail buradaki müslümanların zaten zor olan hayatlarını daha da zorlaştırmak için mütemadiyen saldırıyor, bombalıyor. Bu insanların en küçük bir silaha sahip olmaması için bütün giriş çıkışları çok sıkı kontrol altında tutuyor. Bu yüzden barış zamanlarında bile gıda ve ilaç yardımı ulaştırmak bir işkenceye dönüşüyor. Bu ablukayı delmek için yola çıkan Mavi Marmara ve beraberindeki gemilerin bütün uluslararası hukuk kurallarının ve vicdan duygusunun tarumar edildiği bir saldırıya maruz kalmasının sebebi de budur.
Bütün bu abluka ve işkencelere rağmen Gazze'deki Filistinliler elleriyle, tırnaklarıyla kazdıkları kilometrelerce uzunluktaki tüneller sayesinde bu ablukayı az da olsa delmeye muvaffak oluyor. İbtidai şartlarda da olsa silah temin etmeye çalışıyor.
Bütün gayretine rağmen bu tünelleri engelleyemeyen, İsrail defaatle kudurmuşçasına saldırıyor. Bir tek askerinin bile ölümüne tahammülü olmadığı halde bu tünelleri yok etmek için karadan saldırmaya kendisini mecbur hissediyor.
Ancak her saldırısında bir taraftan çoçuk, kadın demeden katliam yaparken, diğer taraftan hastane, yol, su, kanalizasyon vb. altyapıyı bilinçli olarak bombalayıp tahrip ediyor. Yerlerinden yurtlarından ettiği milyonlarca Filistinli'nin zaten mahrumiyetlerle dolu hayatını daha da zorlaştırmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Bütün bunları belli bir niyetle yapıyor. Zira bu zulüm ve vahşet bunların tıynetinin, içlerindeki düşmanlıklarının icabıdır.
Küffarın petrol ve gaz için yeni planları var. Bunun için Gazze'deki müslümanları tekrar sürmek, yok etmek, buraları yeniden işgal ve kontrol altında tutmak istiyor. Bu yüzden hıristiyan küffar milletleri sesini çıkartmıyor, hatta destek veriyor.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar." (Mâide: 51)
Diğer taraftan bütün İslâm devletlerini bölüp parçalamaya çalışan İsrail Batı Şeria ve Gazze'deki müslümanların birlik olmasını hazmedemiyor.
Binaenaleyh bunlardan, bir fırsatını buldukları takdirde daha büyük zulüm ve vahşet, hatta toplu kıyımlar beklenebilir. "Atom bombası atıp hepsini yok edelim." diyebilen en aşırı uçtaki faşist siyasetçilerin iktidara ortak olduğu bir ülkeden bahsediyoruz.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle haber verilmektedir:
"Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
Bunlar önümüzdeki yıllarda bu vicdansız ve pervasız niyetlerini daha da azgın bir şekilde uygulamaya çalışacaklar. Bu yüzden gün geçtikçe bütün dünya milletlerinin, küffarın bile ikrah ettiği bir millet olacaklar. Bugün bile böyledir, ancak çok daha büyük bir alçaklığa razı oldukları zaman bütün milletler bunlardan iyice ikrah edecektir.
Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)" (İbn-i Mâce: 4077)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir diğer Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim: 2922)
Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. "Burada yahudi var gel öldür!" diye. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme'ye ve Medine-i münevvere'ye giremeyecek, Medine-i münevvere'ye nötron bombası atsalar gerek. Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Bir zaman gelecek ki Medine hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek.
İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar Medine'ye doğru koyunlarını sürüp gelirken onun perişanlığını görerek korkup, yüzüstü düşerek ölecekler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 885)
Medine-i münevvere'nin bu metrûk durumu kıyamet saatinin yaklaştığı âhir zamanda meydana gelecektir.
Avf bin Malik -radiyallahu anh- der ki:
"Bir kere Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i saâdete girmişti. Sonra bizim yüzümüze bakıp şöyle buyurdu:
'Allah'a yemin ederim ki gelecek nesil bu Medine'yi kırk sene kadar zelil bir halde avâfiye bırakacaktır. Avâfiye nedir bilir misiniz? Bakınız ben size söyleyeyim: Kurtlar ve kuşlar!'" (Buhârî, Tecrîd-i sarîh, C. 6, sh: 235)
İsrail demek, Amerika demek, Amerika demek, hıristiyan âlemi demek.
Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek.
Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak.
Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak.
Amerika dört devleti gözüne kestirdi; Irak, İran, Suudi Arabistan ve Mısır.
Amerika'nın bütün gayesi petrolü elde etmek, dünyayı elde tutmak. Ondan sonra büyük bir patlak verecek, dünya kaynayacak.
Allah'ımız sonumuzu hayırlı etsin.
Yahudilerin en büyük kin ve düşmanlıkları İslâm dinine ve müslümanlara karşı olmakla beraber kendi çıkarları için bütün insanlığı felakete sürüklemekten geri kalmazlar. İnsanların inançlarında kararsızlık husule getirmek, fitne ve terör çıkarmak, hak dini bozmak için dinde olmayan şeyleri fısıldamak gibi icraatları yanında devletleri birbirine düşürmeye ve savaşlar tertip etmeye çalışırlar. Uluslararası düzenin tarumar edilmesi pahasına icra edilen Ortadoğu işgalinde olduğu gibi tarih boyunca yaşanan ihtilallerin, savaşların, insanlar arasındaki fitne ve kavgaların birçoğunda yahudi parmağına rastlamak mümkündür.
Yahudiler bu düşmanlıklarını her türlü yöntemle icra etmek isterler. Amaçlarına ulaşmak için bütün insanları ve hususiyetle müslümanları ahlaksızlaştırmaya, dünyevî arzulara müptelâ etmeye, birbirlerine düşürüp birlik ve beraberliklerini kaybetmelerini sağlamaya, milletler arasında harpler çıkartmaya çalışırlar.
Şeytanî yol ve yöntemlerle bütün insanlığı zehirlemekten çekinmezler.
Din, iman duygularını, ahlâk ve fazilet umdelerini ortadan kaldırma gayretindedirler.
"Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık." (En'am: 112)
"Gerek cinlerden olsun, gerek insanlardan." (Nâs: 6)
Şeytan da iman ehlini, insanları yoldan çıkartmaya çalışıyor, düşmanlık yapıyor, bir kısım insanlar da onunla aynı vazifeyi yapıyor. Şeytanî yol ve yöntemlerle bütün insanlığı zehirlemekten çekinmiyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Zerr -radiyallahu anh-e:
"Cin ve insan şeytanlarından Allah'a sığındın mı?" diye sordu. O ise: "İnsanın da şeytanları var mıdır?" dedi.
Buyurdu ki:
"Evet. Hem de onlar cin şeytanlarından daha şerlidir." (Ahmed bin Hanbel)
Meselâ; bugünkü bu medya adı altında, özgürlük(!) ve sanat(!) adına icra edilen ahlaksızlıklar çıkmadan önce hıristiyan küffar memleketlerinde dahi çıplaklık büyük bir ahlaksızlık ve suç kabul ediliyordu.
Türkiye'de de bir kısım medya senelerce insanlara bu ahlaksızlığı empoze etti. Bunda muvaffak da oldular. Artık dünya öyle bir hale geldi ki, aile kurumu çöktüğü için birçok memleket içten içe çürüdü. Başta Avrupa olmak üzere birçok ülke bu çöküşün sonu nereye varacak diye kara kara düşünür hâle geldi.
Ancak insanlar bunun böyle olduğunu bildikleri ve gördükleri halde ne sapıklıktan ne de şeytanla ve şeytanlaşmış insanlarla dostluk kurmaktan vazgeçmezler:
"O, bir topluluğu hidayete erdirdi, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edindiler. Böyle iken onlar kendilerinin doğru yolda bulunduklarını, hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler." (A'raf: 30)
•
Müslüman ülkelerde yaşanan işgal, parçalanma, fitne ve birbirine düşme gibi hadiselerin hemen hepsinde yahudilerin bir dahlini bulmak mümkündür. Çünkü müslüman milletlere sıkıntı vermek ve kendilerine karşı bir güç olmalarını engellemek bunların en büyük bir gayesidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz." (Âl-i imran: 118)
•
Düşman düşmanlığını yapacak, şeytan şeytanlığını yapacak. Bize düşen bunlara uymamaktır.
Bu meyanda Allah-u Teâlâ müslümanları Kur'an-ı kerim'de defaatle uyarmıştır. Bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır." (En'am: 142)
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ bize bu düşmanların, bu şeytanların yaptıklarından sormayacak. Bizim ne yaptığımızı soracak. Bunları düşman mı bildik, Hazret-i Allah'a yönelip O'na mı sığındık, yoksa bu düşmanların fitne ve fesadına kapılıp bunları dost mu edindik?
•
Gerek yahudiler gerek hıristiyanlar kendi dinlerinin hak olduğunu iddia ettikleri için kendi dinlerine, hevâ ve heveslerine, bâtıl fikirlerine uyulmasını isterler.
Gayr-i müslimlerin asırlardır müslümanları yoldan çıkarmak için ne çarelere başvurdukları malûmdur.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Müslümanlarla savaşmak hususunda tarih boyunca daima dinsizlerden yana olmuşlardır. İki yüz yıl boyunca haçlı seferleriyle İslâm beldelerine saldıranlar onlardır.
Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.
Bu sert ve şiddetli hüküm, müslümanların onlardan uzak durmalarını ve sakınmalarını ihtar içindir. Bu ilâhî hüküm kesindir, bu böyledir, bunu böyle bilin ve onları öylece tanıyın.
Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onları dost edinen hakkındaki hüküm de odur. O artık onlardan bir kimse gibi olur ve Hakk'a değil, onların gayelerine hizmet eder. Ahirette de onlarla beraber haşrolur.
Bu Âyet-i kerime İslâm'a ve müslümanlara karşı küfrün tek millet olduğuna delildir. Allah-u Teâlâ mümin kullarına İslâm'ın ve müslümanların düşmanı olan yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyi yasaklamakta, onların birbirlerinin dostları olduklarını bildirmektedir. Yahudiler birbirlerinin, hıristiyanlar da birbirlerinin dostlarıdır. Ne yahudiler kendilerinden olmayana dost olurlar, ne de hıristiyanlar.
Bunun içindir ki zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Andolsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar daracık bir keler deliğine girseler bile, siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz."
Ashâb-ı kiram: "Yâ Resulellah! O milletler yahudiler ve hıristiyanlar mı?" diye sordular.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Bunlar olmayınca başka kimler olur?" buyurdu. (İbn-i Mâce: 3994)
Dikkat ederseniz bu Hadis-i şerif mucize olarak gerçekleşmiş, olduğu gibi tecelli etmiştir.
Bu iki milletin ahlâk ve yaşayışlarını adeta imrenircesine benimseyenler bulunmaktadır.
•
Bu düşmanlarla dostluk kuranların, bunlara uyanların, bunların küfrünü, zulmünü hoş görenlerin durumu şudur:
Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif'inin 82. Âyet-i kerime'sinde, yahudileri en şiddetli düşman olarak tanıtırken, müminlere onları dost edinmemelerini emir buyuruyor:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin."(Mümtehine: 1)
Çünkü imanın alâmetlerinden birisi de, Allah düşmanlarına karşı dostluk ve sevgi göstermek değil, onlardan nefret etmektir.
"Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz." (Mümtehine: 1)
Onlar Allah-u Teâlâ'yı da, O'nun Peygamber'ini de ve o Peygamber'e indirilen kitabı da inkâr ederek küfür içinde yaşamaktadırlar.
Onlar size karşı en çetin düşmanlığı yaptıkları halde onlara sevgi ve muhabbet gösteriyor ve dost oluyorsunuz.
Allah-u Teâlâ değil onlarla dost olmayı, onlarla oturup kalkmayı bile yasaklamaktadır:
"Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.
Doğrusu Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisâ: 140)
Ahirette de onlarla haşreder. Zira onların safına giren onlardandır.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." (Mâide: 51)
İlahî hüküm bu olduğu halde, 1400 yıldır bu hüküm kitabımız Kur'an-ı kerim'de yazdığı halde küffardan dostluk umanlar, küffarın küfrüne ve dinsizliğine hayran olanlar hangi mazarete sığınabilirler?
Tarih boyunca peygamberlerine hasmane tutum sergileyen yahudiler aslında Hazret-i Allah'a düşmanlık yapmışlar, Tevrat ve Zebur'da geleceği haber verildiği halde Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-i sırf bu düşmanlıkları sebebiyle inkâr etmişlerdir.
Hiçbir yahudi İslâm peygamberini kabul etmez, amma biz Musa Aleyhisselâm'ı kabul ederiz. Hiçbir hıristiyan Resulullah Aleyhisselâm'ı kabul etmez. Amma biz İsa Aleyhisselâm'ı kabul ederiz.
"De ki: "Biz Allah'a iman ettik. Bize indirilene de; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlara indirilenlere de; Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rabb'leri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Ve biz ancak O'na teslim olanlarız." (Âl-i imrân: 84)
İslâm dininin amentüsünde (iman eseslarında) Allah'ın varlığına, birliğine imandan sonra peygamberlerine inanmak gelmektedir. Musa Aleyhisselâm ve İsa Aleyhisselâm'ın peygamber olduğuna inanmayan müslüman sayılmaz. Bu ölçü dahi İslâm'ın diğer dinleri içine alan son ve ekmel bir din olduğunu gösterir. Kuran-ı kerim'in kendisinden evvel indirilen ilahi kitapları anlatması ve onları tasdik etmesi Allah kelâmı son kitap olduğunun en büyük delilidir.
"Ey ehl-i kitap! Size Resul'ümüz geldi. Kitap'tan gizleyip durduğunuz şeylerin birçoğunu size açıklıyor, birçoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi." (Mâide: 15)
İlâhi hüküm ve emir böyledir. Yahudiler ise bunu inkâr ediyorlar. Allah-u Teâlâ'nın emrini de inkâr ediyorlar, peygamberlerin hükmünü de inkâr ediyorlar. Bunun için zaten kâfir olmuşlardır.
Ancak yahudi ve hıristiyanlar bir peygamber geleceğini bile bile Resulullah Aleyhisselâm'a iman etmemişler, böylece küfürde kalmışlardır. Doğrusu onlar kendi peygamberlerine de iman etmiş değillerdir.
Halbuki kendi kitapları olan Tevrat'ta şöyle yazmaktadır:
"Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim, her şeyi onlara söyleyecek." (Tesniye: 18/18)
Bunlar kendi kitaplarını dahi inkâr ediyorlar.
Çünkü onlar İsrailoğullarından bir peygamber bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamber kardeşleri olan İsmailoğullarından gelince bu hükmü saymadılar.
Kendilerine gelen peygamberleri ve ahir zaman peygamberini inkâr etmelerinden, Hazret-i Allah'a oğul isnad etmelerinden ve ortak koşmalarından dolayı yahudi ve hıristiyanların küfründe hiçbir tereddüt yoktur, küfür ehlidirler:
"Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur." dediler. Hıristiyanlar da: "Mesih (İsa) Allah'ın oğludur." dediler. Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir. Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?" (Tevbe: 30)
Oysa Hazret-i Allah;
"Doğurmamış, doğurulmamıştır." (İhlas: 3)
Bir insan Allah olur mu? Bu sapkınlık değil midir?
Yahudi ve hıristiyanların şirkte olduklarında şüphe yoktur. Onlar müşriktirler.
"Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar." (Mâide: 72)
Yahudiler tarihte "Peygamberlerini öldüren kavim" olarak tanınmaktadır.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberlerini öldürenlere ve insanlardan adâleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele!
Onların yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur." (Âl-i imran: 21-22)
Yahudiler peygamberlerini böylece haksız yere öldürdükleri gibi, bu zamanın kâfirleri de Allah-u Teâlâ'nın seçkin âlimlerini, nur saçan kandillerini, peygamber vekillerini öldürdüler. Yahudiler peygamberlerini öldürüyorlardı amma peygamber vekillerini de kâfirler öldürdü.
Gayeleri din-i İslâm'ı yıkmak ve yok etmekti.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki biz İsrâiloğullarından sağlam söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler." (Mâide: 70)
Yahudiler kendi peygamberlerini yalanlamakla kalmamış, onlara en ağır iftiralarda bulunarak; zina yapmak, şarap içmek, yalan söylemek gibi Allah'ın elçilerinde olmayan sıfatlar isnad etmişlerdir.
Halbuki Hazret-i Allah peygamberlerini insanlar arasından seçmiş ve en güzel sıfatlarla donatmıştır:
"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sâd: 47)
Kaldı ki onlar Hazret-i Allah'a dahi iftira eden bir kavimdir:
"Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar." (Âl-i imran: 78)
Azgınlık, mütecavizlikte sınır tanımamışlar, Hazret-i Allah'ı gadaplandırmış, birçok bela ve musibetlere düçar olmuşlardır.
"Onlar Allah'tan bir gazaba uğramışlardır." (Âl-i imrân: 112)
"Onlara alçaklık damgası vurulmuştur." (Bakara: 61)
Küfür Hazret-i Allah'a karşı işlenmiş çok büyük bir suç, yeryüzündeki en büyük zulümdür. Aynı zamanda murdarlıktır.
Küfre ve küffara iltifat edilmez. Onlara ikram edilmez. Onlara değer veren kendi değerini düşürür.
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'de onlar hakkında şöyle beyan buyuruyor:
"O, murdarlığı akıllarını kullanmayanlara verir." (Yunus: 100)
"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)
Hiçbir zaman Allah-u Teâlâ'nın emir ve yasaklarına itaat etmezler. Yemelerine içmelerine dikkat etmezler. Yıkanmaz cünüp olarak gezerler.
Küffarın pis-murdar küfrünü hoş göstermeye çalışanlar da bu murdarlığa ortaktır. Çok büyük bir zulüm işlemişlerdir. Gadabullah'ı üzerlerine celbetmişlerdir.
Yahudiler Kur'an-ı kerim'de "Lânetlenmiş kavim" olarak beşeriyete tanıtılmaktadır.
Allah-u Teâlâ onları azgınlıkları yüzünden lânetlemiştir:
"Bunlar Allah'ın lânetlediği kimselerdir. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." (Nisâ: 52)
Bu lânet, mevcut ve tahakkuk eden lânettir, âhiretteki lânet ise hiç şüphesiz ki daha büyüktür.
"İnkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)
Bunlar Allah-u Teâlâ'yı o kadar gadaplandırmışlardır ki; Allah-u Teâlâ'ya ve Peygamberlere iman etmiş değildirler, hiçbir hüküm tanımazlar. İşlerine gelmeyen bütün âyetleri inkâr ederler.
Kendilerine gönderilen peygamberleri sürekli yalanlamaları ve verdikleri sözleri sürekli bozmaları sebebiyle Kur'an-ı kerim'de üç peygamberin diliyle lânetlenmişlerdir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İsrâiloğullarından küfre sapanlar hem Dâvut'un hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir." (Mâide: 78)
"(Musa dedi ki:) Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım?" (A'raf: 155)
Onun için kendi peygamberleri onlara "Beyinsiz" dedi. Bunlar en büyük İslâm düşmanıdır.
Hazret-i Allah'ın onlara gadabı o kadar şiddetlidir ki kendilerini ikaz eden peygamberler gelip dururken pervasızca günah işlemelerinden dolayı yahudilerden bir kısmı suret değiştirme cezasına çarptırılmışlardır. Allah-u Teâlâ bu günahkâr yahudileri itaatsizlikleri sebebiyle maymun şekline çevirmiştir:
"İçinizden cumartesi günü azgınlık edip haddi aşanları elbette biliyorsunuz. Biz onlara 'Aşağılık maymunlar olunuz!' demiştik." (Bakara: 65)
Kuran-ı kerim'de Allah-u Teâlâ onların durumunu şöyle beyan buyuruyor:
"Onlar Allah'ın lânetlediği, gazap ettiği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle Tağut'a tapanlardır." (Mâide: 60)
Resulullah Aleyhisselâm ise onlar hakkında Hadis-i şerif'lerinde şöyle haber veriyorlar:
"İsrâiloğullarından bir ümmet kayboldu, hayvan sûretine çevrildi. Bilinmez ki o topluluk ne fenalık işlemiştir. Fareyi bunlardan sanıyorum. Çünkü o deve sütü konunca içmez, koyun sütünü içer." (Buharî Tecrid-i sarih: 1364)
Hazret-i Allah'ı, Kelâmullah'ı ve Resulullah'ı inkâr edenlerin hükmü ve sonu budur.
Her milletin Tâğut'u; Hazret-i Allah ve Resul'ünün emrinden başka neye ve kime uyuyorlarsa odur. Allah yolundan başka hangi yolu takip ediyorlarsa, tâğut odur. Mümin olan O'nun hükmünden başka hiçbir hükmü kabul etmez.
Tâğut bir yerde bir tane olabildiği gibi, işbirliği içinde birden fazla da olabilir. Tâğut'un açığı da, gizlisi de, görünürü de, görünmezi de vardır.
Asr-ı saâdette yaşayan Medine yahudileri bir taraftan bir tek Allah'a inandıklarını iddiâ ediyorlar, diğer taraftan ise Tevrat'ın üzerinde çok durduğu ve hep kötülediği putperestlik ve şirk içerisinde bulunan müşriklerin müslümanlardan daha doğru bir yola inandıklarını ilân ediyorlardı.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de şöyle buyuruldu:
"Kendilerine kitap verilmiş olanları görmedin mi? Tâğuta ve bâtıl ilâhlara inanıyorlar. Sonra da kâfirler için: 'Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır.' diyorlar." (Nisâ: 51)
Cehalet ve denâetleri, dini duygularının zayıflığı ve ellerindeki Tevrat'ı inkârları sebebiyle kâfirleri müslümanlara tercih ettiler.
Allah-u Teâlâ Mâide 60. Âyet-i kerime'sinde bunları lânetlediğini, gazap ettiğini, içlerinden maymun ve domuzlar yaptığını beyan buyururken "Tağut'a tapmalarını" da bu en kötü sıfatlarından birisi olarak saymıştır:
"Onlar Allah'ın lânetlediği, gazap ettiği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle Tâğut'a tapanlardır." (Mâide: 60)
Allah-u Teâlâ'nın lânetine uğramanın üzerinde bir dalâlet düşünülemez.
"İşte onlar mevki bakımından daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha çok sapmış bulunanlardır." (Mâide: 60)
Bunlar doğru yoldan en fazla uzaklaşan kimselerdir, bu yolu bulup hidayete ermezler. Çünkü bu nurlu yol, Allah-u Teâlâ'nın Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'la gönderdiği yoldur. Onlar ise ona iman etmemektedirler.
İslâm'ın ilk yıllarında Mekke'de kâfir vardı, Medine'de ise münafık türemeye başladı. Bunlar özü sözüne, sözü özüne uymayan, iki yüzlü, dıştan mümin geçinip içinden inanmayan kâfirlerdi. Kimileri Medine'nin yerli halkından, kimileri de yahudilerdendi.
Münâfıklar, tabiatları icabı müslümanların düşmanları kuvvetli olunca ortaya çıkmadıkları için; hicretten önce münâfıkların varlığı mevzubahis değildi. Çünkü müslümanlar, müşriklerin korkup çekinmediği bir azınlık durumunda idiler. Dolayısıyla da İslâm düşmanları müslüman gibi görünmek ihtiyacında değildiler. Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye yerleşip oradaki müslümanları siyasi bir teşkilâta kavuşturunca, bazı kimseler açıktan açığa onların karşısına çıkamadılar. Münâfıklık yolunu seçerek müslüman gibi göründüler ve küfürlerini gizlediler.
Hazreç kabilesinin ileri gelenlerinden olan Abdullah bin Ubeyy bin Selül hicretten önce Hazreç kabilesine reis olacaktı, taraftarları ona süslü bir taç bile hazırlamışlardı. Müslümanlığın Medine'de yayılması, Resulullah Aleyhisselâm'ın hicret etmesi, kendi kabilesinin onu bırakıp İslâm'a girmesi reisliğine mâni oldu. Bu sebeple kendisi de taraftarları da İslâm'a düşman oldular. Fakat bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek için de, iman etmedikleri halde müslüman göründüler. Böylece bir de münâfıklar zümresi türemiş ve Tâğutlar ortaya çıkmış oldu.
Yahudiler hiç boş durmuyorlar, Evs ve Hazreç kabileleri ile olan ittifak ve münasebetlerinden faydalanarak müslümanları kandırmaya çalışıyorlardı. Nicelerini şaşırttılar. Böylece daha birinci hicret yılında bu iki kabile arasında münafıklar türemeye başladı. Dıştan müslüman görünürler, el altından fesat çıkarmaya yeltenirler, küfür ve inkârı kalplerinde gizlerlerdi.
İslâm'ın kudreti artmış olduğundan, bu gibi fitne ve fesatçılar, Mekke müşrikleri gibi açıktan fesat çıkarmaya cesaret edemezlerse de gizliden gizliye icraatlarını yapmaktan geri kalmazlardı. Yeri geldikçe, fırsat buldukça nifaklarını yayarlardı.
Bu münafıklar Mescid'e de gelirlerdi. Bazen de diğer yahudilere ve İslâm düşmanlarına nakletmek için müslümanları dinliyorlardı. Bir defasında Resulullah Aleyhisselâm onlardan bazılarını gizli gizli konuşurken görmüştü. Verdiği emir üzerine Mescid'den dışarı çıkarıldılar. Müslümanlar onları dışarı atarken:
"Yazıklar olsun size! Resulullah'ın mescidinden çıkarılan pis münâfıklar!" dediler.
Allah-u Teâlâ'nın gadap ettiği kimselere yardakçılık yapan ve aslında ne müminlerden ne de o kimselerden olmayan münafıkların yalan yere yemin edip kendilerini müslüman göstermek istedikleri Âyet-i kerime'lerde şöyle haber verilmektedir:
"Allah'ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi?" (Mücadele: 14)
İman ettiklerini iddiâ eden münafıklar, gadaba uğramış yahudileri dost edinmişlerdi.
"Onlar ne sizdendir, ne de onlardan." (Mücadele: 14)
Çünkü onlar münafıktırlar. Her iki zümre arasında bazen o tarafa, bazen bu tarafa gidip gelirler, bir orada bir burada çalkalanıp dururlar.
"Bilerek yalan yere yemin ediyorlar." (Mücadele: 14)
Burada bile bile yalan yere yemin ettikleri şey, müslüman oldukları iddiâsıdır.
"Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!" (Mücadele: 15)
Son derece şiddetli ve elem verici azap, cehennemin en alt tabakasıdır.
Yaptıkları bu kötü şey; kâfirleri dost edinmeleri, buna karşılık müminleri aldatmaları, onları Allah yolundan çevirmeleridir.
İşte bundan dolayı Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah'ın yolundan alıkoydular.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır." (Mücadele: 16)
Asr-ı saâdet'te olduğu gibi bugün de bu gibi; yahudileri dost edinip onlarla işbirliği yapan münafıklar vardır. Bunlar için alçaltıcı bir azap vardır.
Resulullah Aleyhisselâm Medine-i münevvere'ye hicret ettiği zaman, burada yaşayan yahudilerle bir tür vatandaşlık antlaşması yapmıştı. Bu antlaşma ile malları, canları emniyet altına alınmıştı. Ancak Âyet-i kerime'lerde buyurulduğu üzere daima bu antlaşmayı bozmak ve müslümanlara zarar vermek için fırsat kollamışlardı:
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!" (Mâide: 13)
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
Nitekim bir defasında Nadir oğulları yahudileri Resulullah Aleyhisselâm'a suikast teşebbüsünde bulunmuşlar, ancak Allah-u Teâlâ onlara bu fırsatı vermemiştir.
Hicretin dördüncü yılında Resulullah Aleyhisselâm yanına Ashâb-ı kiram'dan on kişi alarak Nadir oğulları'nın bulunduğu mahalleye gitmişlerdi. Yahudiler ise Resulullah Aleyhisselâm'ın ayaklarına kadar gelmesini fırsat bilerek suikast yapmayı plânladılar.
Sellâm bin Mişkem onları ikaz etti. "Siz bu fikirden vazgeçiniz. Böyle bir işe yeltenecek olursanız, bu durum ona bildirilir. Aranızdaki ahdi bozmuş, kendinize yazık etmiş olursunuz." dedi. Fakat sözünü dinleyen olmadı.
Resulullah Aleyhisselâm'ı bir evin gölgeliğinde oturttuktan sonra damdan başına taş yuvarlayarak öldüreceklerdi. Cebrâil Aleyhisselâm gelerek durumu bildirdi. Resulullah Aleyhisselâm hemen bulunduğu yerden kalkarak Ashâb'ı ile beraber oradan uzaklaştı. Yahudiler suçüstü yakalanmış oldular. Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye döndükten sonra yahudilere on gün içinde orayı terketmeleri haberini iletti. Aksi halde kendileri ile savaş yapılacaktı.
Bu karar Allah-u Teâlâ'nın şu hükmüne uygun düşüyordu:
"Bir kavmin (antlaşmayı bozmak hususunda) hâinlik yapmasından çekinirsen, sen de hak ve adaletle (onların seninle yaptıkları antlaşmayı aynı şekilde onlara at (antlaşmayı bozduğunu onlara bildir).
Çünkü Allah hâinlik yapanları sevmez." (Enfâl: 58)
Onların sürgün edilecekleri zaten Tevrat'ta da yazılı bulunuyordu. Allah-u Teâlâ suçlarına göre bu şekilde cezalandırmaya hükmetmişti.
Nadir oğulları ihanetlerinin cezasını yerlerinden sürgün edilmekle ödediler.
•
Bu ihanetlerin en büyüğü Hendek Savaşı'nda yaşandı.
Hendek savaşının en nazik anında Kureyza oğulları, Kureyşliler'le birleştiler ve savaşa girdiler. Böylece vatanlarına ihanet etmiş oldular. "Resulullah da kim oluyormuş? Muhammed'le aramızda ne ahid vardır ne de akit!" dediler. Medine üzerine baskınlar düzenleyerek, müslümanların âile ve çocuklarını kılıçtan geçirme teşebbüsünde bulundular. Müslümanlar iki ateş arasında çok zor durumda kaldılar.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hendek'ten döndüğü zaman silâhları bırakıp elini yüzünü yıkamış, tam başındaki toprakları çırparken Cebrail Aleyhisselâm geldi ve:
'Sen silâhını bıraktın, vallahi biz daha bırakmadık!' dedi ve onlara geri gitmesini söyledi.
Resulullah Aleyhisselâm: 'Nereye kadar?' diye sorduğunda 'Şuraya!' diyerek Kureyza oğulları'nı gösterdi. Resulullah Aleyhisselâm bu emir üzerine onlarla savaşmaya çıktı." (Buhârî-Müslim)
Kuşatma yirmi beş gün sürdü. Yahudiler antlaşmayı bozduklarına pişman oldular, görüşme isteğinde bulundular. Resulullah Aleyhisselâm "Mutlaka benim hükmüme râzı olmalısınız."cevabıyla onları reddetti. Yahudiler haklarında hüküm vermek ve onun vereceği hükme göre teslim olmak üzere bir hakem tayinini istediler. Resulullah Aleyhisselâm: "Hakkınızda hüküm vermek üzere bir hakem seçiniz!" buyurdu. Onlar da Evs kabilesi reisi Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh-ın hakem olmasını istediler.
Sa'd -radiyallahu anh- haklarında verilecek hüküm için yahudilere: "Kur'an-ı kerim hükümlerini mi istersiniz, yoksa kendi kanunlarınızın tatbikini mi tercih edersiniz?" diye sordu. Yahudiler, İbrani kanunlarını isteyince, Hazret-i Sa'd -radiyallahu anh- hükmünü verdi. Buna göre, eli silâh tutan erkekler idam olunacak, kadınlarla çocuklar esir sayılıp malları zaptedilecekti.
Yahudiler de bu hükmün Tevrat'a uygun bulunduğunu itiraf ettiler.
Yahudilere verilen bu ilâhî cezâ hakkında nâzil olan Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Allah ehl-i kitap'tan, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş ve kalplerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini esir alıyordunuz.
Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah'ın her şeye gücü yeter." (Ahzâb: 26-27)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde İsrâiloğullarının geçmişte yükümlü olup, üzerine aldıkları dini hükümlere ve vazifelere ne kadar muhalefette bulunmuş olduklarını bildirmektedir.
"Bir zamanlar biz İsrâiloğullarından şöyle söz almıştık: 'Yalnızca Allah'a kulluk edin, ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik yapın. İnsanlarla güzel konuşun. Namazı kılın, zekâtı verin!' Sonra pek az kısmınız hariç döndünüz, hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz." (Bakara: 83)
Bir kısmı dünyadaki huzur ve güvenliğe, bir kısmı da ahirette sevap kazanmaya âit olan bu esaslı emirleri ağır bulup verdikleri sözü bozdular.
Yahudilerin geçmiş atalarının kötülükleri onların imansızlıklarına yol açtı. Bütün emirleri ve bütün yasakları ellerinin tersiyle bir kenara ittiler.
"Bir zamanlar da sizden: 'Birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, birbirini yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.' diye söz almıştık. Sonra da bunu kabul etmiş, (bu ikrarınıza) şâhit de olmuştunuz." (Bakara: 84)
Bunlar İsrâiloğullarının zulümlerini, taşkınlıklarını ve yeryüzünde fesat çıkarttıklarını gösteren en bâriz misallerdir.
"Bu misakı kabul eden sizler yine birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşiyorsunuz. Eğer esir düşüp gelirlerse (kurtulmaları için) fidyelerini veriyorsunuz. Oysa onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmıştır." (Bakara: 85)
Yahudiler Tevrat'ta kendilerinden alınan sözü bozmuşlar, Allah-u Teâlâ'nın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymışlar, bâtıl yollarla insanların mallarını yemeyi helâl saymışlar, din kardeşlerine zulmederek onları yurtlarından çıkarmışlar ve böylece lânetlenmeye müstehak olmuşlardır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde İsrâiloğullarından iman etmeyerek küfür içinde ölüp gidenlerin, ebedî olarak cehenneme gideceklerini beyan buyurmaktadır:
"Bir de dediler ki: 'Sayılı birkaç gün dışında cehennem ateşi bize dokunmaz.' De ki: 'Siz Allah katından bir söz mü aldınız? Öyle ise Allah aslâ sözünden caymaz. Yoksa sizler Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" (Bakara: 80) (Bakınız, Âl-i imran: 24)
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde İsrâiloğullarına vaktiyle ihsan ettiği nimetleri hatırlatarak, kendilerini din-i mübin'e uymaya ve son gönderdiği kitap olan Kur'an-ı kerim'i inkâr etmemeye dâvet etmektedir:
"Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Ve sadece benden korkun!" (Bakara: 40)
Geçmiş atalarınızın başına yağdırdığım felâketlerin benzerini tekrar başınıza yağdırmak hususunda yalnız benden çekinin, başkasından değil. Şunu iyi bilin ki ahiret azabı daha büyüktür.
"Sizin yanınızda bulunanı (Tevrat'ın aslını) doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin ve sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Sakın âyetlerimi az bir pahaya satmayın. Ve sadece benden sakınıp korkun!" (Bakara: 41)
Onların asıl görevi Kur'an-ı kerim'e ve Muhammed Aleyhisselâm'a ilk inananların arasında ve hatta başında yer almaları idi. Çünkü onlar bu gerçeği ellerindeki kitaplardan alıp öğrenmişlerdi.
•
Allah-u Teâlâ vaktiyle İsrâiloğullarının nâil oldukları ilâhi nimetlere rağmen bile bile tefrikaya düştüklerini, bu sebeple ahirette cezalarını çekeceklerini Âyet-i kerime'lerinde haber vermektedir:
"Andolsun ki biz İsrâiloğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Onları temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları âlemlere üstün kıldık." (Câsiye: 16)
"Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın." (Bakara: 122)
Bu ifadelerden maksat "Onların zamanındaki âlemlere üstün kıldık." demektir. Çünkü onların zamanında âlemlerde Allah-u Teâlâ'ya onlardan daha şerefli hiç kimse yoktu.
"Onlara din hususunda apaçık deliller verdik. Onlar kendilerine ilim geldikten sonra birbirini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz ki Rabb'in ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir." (Câsiye: 17)
İlim, tefrika ve ihtilâfların ortadan kalkmasını gerektirdiği halde, onların elinde tefrika ve ihtilâfın meydana gelmesine sebep olmuştur.
Bu ifade aynı zamanda ümmet-i Muhammedi onların takip ettikleri yolu izlemekten, aynı yolu takip etmekten sakındırmaktadır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in âlemlere rahmet olarak gönderildiği yıllarda Arabistan'ın her tarafında yahudi bulunmasına rağmen, Mekke'de hemen hemen hiç yoktu. Mekke devrinde iken müslümanların düşmanı yalnız müşriklerdi. Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli yahudilerle müslümanların içindeki münafıklar da bu düşmanlığa katıldılar.
Medine'nin yarısı yahudi idi. Resulullah Aleyhisselâm, putperestlerden daha çok yahudilerin hücum ve saldırısına maruz kaldı.
Yahudiler Tevrat'ta geleceği haber verilen son peygamberi sabırsızlıkla bekliyorlardı. Allah-u Teâlâ beklenen bu peygamberi İsmail Aleyhisselâm'ın soyundan Haşimoğulları'ndan seçtiğini görünce, Harun Aleyhisselâm'ın soyundan olması gerektiğini ileri sürerek itiraz ettiler. Risalet ve nübüvvetin kendilerine münhasır olduğunu, peygamberlerin kendi içlerinden çıkacağını iddia ediyorlardı. Beklenen peygamberin geldiğini bildikleri halde inkâra saptılar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlardan bir kısmı ona iman etti, kimi de ondan yüz çevirdi. Çılgın bir ateş olarak cehennem yeter!" (Nisâ: 55)
Kudüs'ün yıkılması üzerine Rumlar tarafından tecavüze uğrayan yahudiler, Hicaz bölgesine sığınarak bu bölgenin yerli halkı haline gelmişlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye teşriflerinde; Kaynuka, Nadir ve Kureyza oğullarına mensup üç yahudi kabilesi vardı. Her kabile kendi başına müstakil bir topluluk teşkil ediyordu. İktisâdi yönden Medine'de hakim durumda idiler. Medine etrafında kuvvetli kaleler içinde yaşıyorlardı.
Yahudiler kendi ırk, soy ve kültürleriyle iftihar ederler; Araplara vahşi ve cahil gözüyle bakarlar, onlara hayvanca muamele yapmayı âdeta bir hak sayarlardı. Mallarını çeşitli hile ve bahane ile yemeyi âdet edinmişlerdi. Yahudi din adamları ve ulemâsının bir bölümü falcılık ve bir takım sihir, büyü ile ilgileniyor, Arapları kandırmaya çalışıyorlardı.
Yahudiler maddi refah açısından çok güçlüydüler. Arapların bilmedikleri bazı sanat ve hünerleri biliyorlardı, ticaretin çoğu ellerinde idi. Etraf memleketlerden gıda maddeleri getirirler, oralara hurma götürüp satarlardı. Hayvancılık yaptıkları gibi, dokuma imalatı da yapıyorlardı. Kaynuka oğulları kuyumculuk, demircilik, çanak çömlek imalatında mahir idiler.
Ticarette doğruluk ve dürüstlük ancak kendi ırklarından olanlarla yapıldığı zaman geçerli idi. Kendilerinden olmayanlarla yaptıkları ticaret ve diğer muamelelerde sahtekârlığın her türlüsünü icrâ etmekten çekinmezlerdi.
Kendilerinin Allah'ın has kulu olduklarına, ne yaparlarsa yapsınlar ahirette hiçbir cezaya çarptırılmayacaklarına, cennete sadece kendilerinin gireceklerine kani idiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl kadar zulme uğratılmaz." (Nisâ: 49)
En büyük işleri tefecilikti. Borç para verip karşılığında çok yüksek fâiz alırlardı. Fâizler çok yüksek, ödeme şartları çok ağır olduğu için, yahudilerden bir defa borç almış olan Araplar bir daha yakalarını kurtaramazlar, fâiz ödemekten ana parayı ödeme fırsatı bulamazlardı. Arapların yahudilere böylesine bağlanması, onlara karşı kin ve nefretlerini artırmıştı, bu baskıdan bir an evvel kurtulma çarelerini arıyorlardı.
Yahudiler ise maddi menfaatlerini korumak maksadıyla Arapların hiçbir zaman birlik ve beraberlik içinde olmalarını istemiyorlardı. Zira Araplar arasında birlik kurulduğu takdirde, sahip bulundukları verimli topraklardan, bağ ve bahçelerden, mamur beldelerden sürüleceklerini biliyorlardı. Yahudiler ayrıca kendi can ve mal güvenliklerini koruma altına almak için, güçlü olan Arap kabileleri ile ittifak kurup onların himayesine girerlerdi. Böylece güçlü olan bir başka Arap kabilesinin tecavüzlerinden korunmuş olurlardı.
Evs ve Hazreç kabileleri, yahudilerle bazen anlaşır bazen bozuşurlardı. Ne zaman araları açılsa yahudiler "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir, gölgesi üzerimize düştü. O gelince biz ona tâbi olacağız, sizin kökünüzü kazıyacağız." derlerdi. Ayrıca "Ey Allah'ımız! Tevrat'ta özelliklerini yazılı bulduğumuz âhir zaman peygamberi hürmetine bize yardım et!" diye duâ ve istimdat ederlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm Medinelilerle konuşup onları İslâm'a dâvet edince birbirlerine "Vallahi bu size yahudilerin, geleceğini haber verdikleri ve bizi korkuttukları Peygamber olsa gerek! Sakın yahudiler ona tâbi olmakta bizi geçmesinler." demişlerdi. Çünkü yahudilerin böyle bir beklenti içinde yaşadıklarını biliyorlardı.
Aslında yahudiler Resulullah Aleyhisselâm'ın geleceğini ve vasıflarını "Kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlardı." Fakat tıynetleri icabı olsa gerek ki "Ne zaman bir Peygamber gelip de gönüllerinin hoşlanmadığı bir şey getirse ona karşı büyüklük tasladılar. Peygamberlerinin kimini yalanladılar, kimini öldürmekten çekinmediler." Resulullah Aleyhisselâm'ı da çekemeyecekleri tâbii idi. "Bile bile ona düşmanlık edeceklerdi." Kıskançlık ve hasetlerinden, kin ve düşmanlık etmeye başladılar.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ellerindeki Tevrat'ı tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler.
İşte bundan dolayı Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerinedir." (Bakara: 89)
Bunun içindir ki bunlar melun oldular.
Medineli müslümanlar yahudilerin bu kadar merakla ve heyecanla bekledikleri Peygamber'i kabul etmek yerine, ona karşı çıkmalarını, onun en azılı düşmanları olmalarını bir türlü anlayamıyorlardı.
Hatta Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- gibi bazı müslümanlar yahudilere şöyle dediler:
"Ey yahudiler! Allah'tan korkun ve İslâm'a girin. Bizler müşrik iken siz bir peygamber gönderileceğini bize bildiriyor ve bu vasıfları ile bize onu tanıtıyordunuz."
Fakat onlar itiraz ettiler. "Bizim kendisinden söz ettiğimiz kişi bu değildir." dediler. Onun gelmesiyle Arapların üstünlüğünün sona ereceğine ve kendilerinin iktidar ve ikbal sahibi olacaklarına kesinlikle inanan yahudiler sabahtan akşama kadar "Geliyor... Gelmek üzeredir..." gibi laflarla onun geleceğinden sözedip dururlardı. Fakat o gelince bütün bunları unutup insanlıktan çıktılar. "Vakti geldi" dedikleri Peygamber'i "Hayır! Beklediğimiz bu değildir, daha onun vakti gelmedi, bu bizden değildir." dediler.
•
Yahudilerin ileri gelenlerinden birinin kızı, diğerinin de yeğeni olan Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ- vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine'ye hicret edince babamla amcam onu görmeye gittiler ve kendisiyle uzunca müddet sohbet ettiler. Eve döndüklerinde amcam 'Bu gerçekten, kitaplarımızdaki haberi verilen peygamber midir?' dedi. Babam 'Evet, vallahi o aynı peygamberdir!' diye cevap verdi. 'Sen buna inanıyor musun?' diye sorduğunda 'Evet!' dedi. 'O halde ne yapmalı, niyetin nedir?' dedi. Babam 'Yaşadığım müddetçe vallahi ona muhalefet edeceğim.' dedi."
Gerçek apaçık meydanda iken, bundan daha çirkin bir kıskançlık olamaz. Çünkü böyle bir inatlaşma ve kıskançlık doğrudan doğruya zât-ı ulûhiyete karşı bir itirazdır.
Resulullah Aleyhisselâm on iki yaşında bulunduğu bir sırada amcası Ebu Tâlib Şam'a giden bir ticaret kervanına onu da yanında götürmüştü. Kervan Şam ile Kudüs arasında bulunan Busrâ kasabasında, Bahîrâ adındaki bir hırıstiyan rahibin manastırı yanında konakladı. Bahîrâ Muhammed Aleyhisselâm'ı bir bulutun gölgelendirdiğini, bir ağacın altına oturduğu zaman dallarının üzerine eğildiğini müşâhade etti. Bunun üzerine hemen kafile mensuplarını yemeğe dâvet etti. Kureyşliler o güne kadar kendileri ile hiç ilgilenmeyen râhibin bu dâvetine hayret ettiler. Yaşı küçük olduğu için Muhammed Aleyhisselâm'ı kervanın yanında bırakıp manastıra gittiler. Ancak Bahîrâ yemeğe onun da gelmesini istedi ve görür görmez dikkatli dikkatli bakmaya, bazı uzuvlarını süzmeye başladı. Bir süre karşılıklı konuştular. Sorularına aldığı cevaplar, bu çocuğun beklenen peygamber olduğuna dair kanaatini iyice kuvvetlendirdi. Sırtına bakarak "Peygamberlik mühürü" nü de gördü. Daha sonra Ebu Tâlib'e dönerek:
"Bu çocuk son peygamber olacaktır. Şam yahudileri arasında onun vasıflarını ve alâmetlerini bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa ihanet ederler. Sen onu Şam'a götürme!" dedi.
Son peygamberin geleceği ve onun birçok vasıfları Tevrat ve İncil'de bildirilmişti. Bunun içindir ki yahudi ve hırıstiyan din adamları onun vasıflarını biliyorlar, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı. Hususiyetle Yahudiler bu vasıfları çok iyi öğrenmişler, bu vasıflarda bir kimse görseler, onun kitaplarında zikredilen peygamber olduğunu hemen anlayabilecek bir kabiliyete sahip olmuşlardı.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler." (Bakara: 146)
Demek oluyor ki sadece bilmek iman için yeterli değildir. İtaat etmek, boyun eğmek, gerçeği gizlemeyip açıktan ikrar ve itiraf etmek gerekir.
Yahudiler bu şerefli Peygamber'i tasdik edip destek olacak yerde inkâr etmek sûretiyle, nefislerini çok kötü bir bedelle satmış oldular:
"Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar! Allah'ın, kullarından dilediğine lütfundan (kitap) indirmesine hased ederek Allah'ın indirdiğini inkâr ettiler ve bu sebeple gazap üstüne gazaba uğradılar.
Küfredenlere kahredici bir azap vardır." (Bakara: 90)
Onların küfre sapmalarının sebebi kıskançlık ve büyüklük taslamak olduğuna göre, hor ve hakir kılınmakla onlara karşılık verilmiş oldu.
Allah-u Teâlâ yahudileri kınamakta ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlara 'Allah'ın indirdiğine iman edin!' denilince 'Biz sadece bize indirilene inanırız.' derler ve ondan başkasını inkâr ederler." (Bakara: 91)
İncil gibi, Kur'an-ı kerim gibi ilâhi kitapları tasdik etmezler.
"Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelen hak Kitap'tır." (Bakara: 91)
Böyle iken yine de inkâr ederler. Onların Tevrat'a iman ettikleri hakkındaki iddiaları da doğru değildir. Çünkü Allah'ı bilen ve tanıyan, kitabını da kabul eder. O'nun bütün Resul'lerine indirilmiş veya indirilmekte olana da iman eder. İşte Muhammed Aleyhisselâm son peygamberdir ve Tevrat da onun geleceğini müjdelemiştir. Ona indirilen kitap, Tevrat'ta bulunanı tasdik etmektedir. Durum böyle iken onu inkâr ettiler.
Şu kadar var ki, bu onların kötü tavırlarının, yanlış icraatlarının ilki değildir:
"Resul'üm! De ki: Şayet siz gerçekten inanmış kimseler idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" (Bakara: 91)
İmanınızda samimi iseniz onları niçin öldürdünüz? İnandığınız Tevrat bunu yasak kılmamış mıydı? Ecdadınızın bu cinayetlerini doğru bir davranış gördüğünüz için siz de onlar gibi câni hükmünde bulunmaktasınız.
•
Yahudiler Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gelirler, bazı şeyler sorarlar, yanından çıktıkları zaman onun sözlerini değiştirerek yaymaya çalışırlardı.
Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden değiştirirler. 'İşittik ve isyan ettik', 'Dinle, dinlemez olası' derler. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak: 'Râinâ' derler. Eğer onlar: 'İşittik, itaat ettik, dinle, bizi gözet' deselerdi, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat inkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir. Artık pek az inanırlar." (Nisâ: 46)
•
Yahudilerin inanç ve ahlâkları ile ilgili olarak, herkesin anlayabileceği bir ifade kullanılarak Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Yahudiler: 'Allah'ın eli bağlıdır.' dediler. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın! Lânet olsun onlara! Hayır! Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi sarfeder. Andolsun ki Rabb'inden sana indirilenler, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Biz onların aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş tutuştursalar, Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar. Şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları sevmez." (Mâide: 64)
•
Yahudiler beklenen Peygamber'in geldiğini bildikleri halde, onun kadr-ü kıymetini düşürmek için, devamlı olarak karışık sorular sormaktan, kasıtlı bir takım itirazlar ortaya koymaktan geri durmuyorlardı.
Müslümanları dinlerinden soğutmak ve uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, âyetlerin mânâlarını bozacak şekle sokuyorlar, dilleri sürtmüşçesine kelimeleri yanlış söylüyorlar, bir gün müslümanlığa girip ertesi günü çıkıyorlardı. Gayeleri müslümanlığı küçük düşürmek, müminleri şaşırtmak, kalplere şüphe ve fesat tohumları saçmaktı.
İslâm düşmanlığı o kadar ileri gitmişti ki, ehl-i kitaptan oldukları halde putperestliği müslümanlığa tercih bile ediyorlar, müşriklerin daha doğru yolda olduklarını söylüyorlardı.
Kur'an-ı kerim'de çeşitli Âyet-i kerime'lerde yahudilerin özellikleri beyan buyurulmaktadır:
"Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı diğer insanlardan, hatta müşriklerden de daha düşkün ve hırslı görürsün." (Bakara: 96)
"Onlardan her biri ömrünün bin yıl olmasını ister." (Bakara: 96)
"Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler." (Bakara: 95)
"Onların içinde öylesi var ki, ona bir dinar versen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemez." (Âl-i imran: 75)
"Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Eğer öyle olsaydı, insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi." (Nisâ: 53)
"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!" (Mâide: 13)
"Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden antlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
"'Kitap ehli olmayan Arapların ve sâir kimselerin (hakkını yemekten dolayı) üzerimize bir sorumluluk yoktur.' derler." (Âl-i imran: 75)
"Onlardan bir çoğunun, kâfirleri dost edindiklerini görürsün!" (Mâide: 80)
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
"'Sayılı birkaç gün dışında cehennem ateşi bize dokunmaz.' derler." (Bakara: 80 - Âl-i imran: 24)
"'Biz nasıl olsa bağışlanacağız.' diyorlar." (A'raf: 169)
"'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz.' (derler.)" (Mâide: 18)
"Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek isterler." (Tevbe: 32)
"İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
"Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar." (Âl-i imran: 118)
"Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar." (Âl-i imran: 118)
"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır." (Âl-i imran: 118)
"Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnud olmazlar." (Bakara: 120)
"'Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın!' (derler.)" (Âl-i imran: 73)
"Onlar Allah'tan bir gazaba uğramışlardır." (Âl-i imran: 112)
"Onlara alçaklık damgası vurulmuştur." (Bakara: 61 - Âl-i imran: 112)
"O yahudiler nerede bulunurlarsa bulunsunlar, zillet altında kalmaya mahkûmdurlar." (Âl-i imran: 112)
"Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık." (Mâide: 13)
"İnkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)
"Allah onlara gazap etmiştir." (Mâide: 80)
Ayrıca;
Bakara sûre-i şerif'inin 94. Âyet-i kerime'sinde; âhiret yurdundaki nimetlerin bütünüyle kendilerine âit olduğunu iddia ettikleri,
76. Âyet-i kerime'sinde; münafıklarla İslâm'a karşı işbirliği yaptıkları,
97. Âyet-i kerime'sinde; Kur'an-ı kerim'i indirdiği için Cebrâil Aleyhisselâm'a düşman oldukları,
61. Âyet-i kerime'sinde; nankörlükleri, haksız yere peygamberlerini öldürdükleri, isyana daldıkları, mütecaviz oldukları,
246. Âyet-i kerime'sinde; dönek oldukları,
Mâide sûre-i şerif'inin 79. Âyet-i kerime'sinde; iyiliği emredip kötülükten sakındırmadıkları,
A'raf sûre-i şerif'inin 146. Âyet-i kerime'sinde; her âyeti görseler yine de inanmadıkları, doğru yolu görseler onu yol edinmedikleri, azgınlık yolunu gördüklerinde onu yol edindikleri... beyan buyurulmaktadır.
•
Yahudilerin tarih boyunca müslümanlar üzerindeki entrikaları hiç bitmemiştir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyankâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler göndereceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'den; yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine, bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Tevrat, Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla İsrâiloğulları'na gönderilmiş hak bir kitaptır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla hükmederlerdi. Rabbânîler (Rabbe kul olanlar) ve Ahbar (bilginler) de Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için onunla (hükmederlerdi). Hepsi de ona (Tevrat'a) şâhit idiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi değersiz olan şeylerle değiştirmeyin. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir." buyuruluyor. (Mâide: 44)
Hazret-i Allah'ın Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla gönderdiği Tevrat'ın, İsrâiloğulları tarafından değişikliğe uğratıldığı ve tahrif edildiği de Kur'an-ı kerim'de açık ifadelerle beyan edilmektedir.
Âyet-i kerime'de:
"(Ey müminler!) Şimdi siz onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan (hahamlık eden) bir zümre vardı ki, Allah'ın kelâmını (Tevrat'ı) işitirler de iyice anladıkları halde onu bile bile tahrif eder (değiştirirler)di." buyuruluyor. (Bakara: 75)
Diğer bir Âyet-i kerime'de:
"Onlar Allah'ı lâyıkıyla bilip takdir edemediler. Çünkü: 'Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi.' dediler. De ki: 'Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Tevrat'ı kim indirdi? Siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip, işinize geleni açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur'an'da) size öğretilmiştir.' Resul'üm! Sen 'Allah!' de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar."buyurulmaktadır. (En'am: 91)
Tevrat Musa Aleyhisselâm zamanında levhalar halinde muhafaza ediliyordu.
Âyet-i kerime'de:
"Biz Musa için levhalarda her şeyden bir öğüt yazdık ve her şeyi uzun uzadıya açıkladık." buyurulmaktadır. (A'raf: 145)
Daha sonra bu levhalar muhafaza edilememiş ve Yahudi âlimleri tarafından tahrifata uğramıştır. Hatta bu tahrifat o derece ilerlemiş ki, Tevrat'ta peygamber olarak ifade edilenlere, daha sonradan çok çirkin iftiralarda bulunulmuştur.
Tevrat'ta ki Peygamber Efendimiz ile ilgili bölümleri ise değiştirmişler ve bu gerçekleri kibirlerine yedirememişlerdir.
Âyet-i kerime'de:
"Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hâinlik görürsün." buyurulmaktadır. (Mâide: 13)
Tevrat'ı kendi istekleri doğrultusundaki hükümlerle değiştirdiler. Kitapta yazılı olanlara bağlı kalmayarak kendi hükümlerini icra ettiler. Tevrat'ta olmayan şeyleri ona kattılar, kitabın hükümlerini yerine getirmediler. Bu ise Kur'an-ı kerim'de şu şekilde ifade edilmiştir.
Âyet-i kerime'de:
"Kendilerine Tevrat yükletildiği halde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür! Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." buyurulmaktadır. (Cum'a: 5)
•
İşte Yahudilerin iman ettikleri muharref Tevrat tutarsızlıklarla doludur. Onlar sırf kibirlerine yediremediklerinden Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e iman etmemişlerdir. Zira onlar Peygamber Efendimiz'in geleceğini ve sıfatlarını biliyorlardı, ancak İsrâiloğullarından gelmesini umuyorlardı. Onu öz çocuklarından daha iyi tanıdıkları halde sırf kendi milletlerinden olmadığı için iman etmemişler, bu kadar tutarsızlığa rağmen dinlerini terketmemişler ve Allah'ın lânetine müstehak olmuşlardır.
Kur'an-ı kerim için ise Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Onlar Kur'an'ı gereği gibi düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından indirilseydi, içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı." buyuruyor. (Nisâ: 82)
Hazret-i Musa'ya gelen ilk vahiylerde böyle çelişkiler yoktu. Bunlar sonradan meydana geldi. Allah sözünde böyle birbirine zıt olan, birbirini çürüten ifadeler bulunmaz.
Allah-u Teâlâ kendi varlığını ve birliğini bilmeleri, kendisine ibadet ve taatta bulunmaları için insanları yaratmıştır.
İnsanların hakikatı bulmaları, dünyada güzel bir düzen içinde yaşamaları, ahirette de selâmete ermeleri için fazl-u keremi ile varlığından insanları haberdar etmiştir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Biz peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ta ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Nisâ: 165)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri insanların dünya ve ahirette saadet ve selâmete ermeleri için onlara kendi içlerinden peygamberler göndermiş, kitaplar salmıştır.
Her peygambere gönderildiği insanlar arasındaki ihtilaf ve ayrılıkları halletmek için bir kitap verildiği Kur'an-ı kerim'de şöyle haber veriliyor:
"İnsanlar bir tek ümmet idi. Bu durumda iken Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermeleri için onlarla birlikte hak kitaplar indirdi. İndirilen kitapta, gönderilen peygamber ve onun dininde hiç kimse ayrılığa düşmedi. Ancak kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan, ihtirastan ötürü kendilerine kitap verilenler ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izni ile inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe eriştirdi. Allah dilediğine doğru yolu gösterir." (Bakara: 213)
Kendisine müstakil bir kitap verilmeyen peygamberler ise daha önce indirilen ilâhi bir kitaba tâbi olmuşlar ve gönderildikleri milletlere talim ve telkin etmekle vazifelendirilmişlerdir.
Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ sadece Kur'an-ı kerim'e değil, daha önce indirilen ilâhi kitapların hepsine iman etmeyi emir buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamber'ine, Peygamber'ine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a iman ediniz." (Nisâ: 136)
Kur'an-ı kerim'de her millete bir peygamber ve her peygambere de bir "Kitap" veya "Suhuf" verildiği bildirilmiş ise de, bütün peygamberlere indirilen kitapların isimleri ayrı ayrı beyan edilmemiştir.
Bu bakımdan Kur'an-ı kerim'de isimleri geçen mukaddes kitapların her birinin Allah Kelâmı olduğuna ayrı ayrı inanmak her müslümana farzdır. Bir insan Allah-u Teâlâ'nın indirdiği ilâhi kitaplara inanmadıkça müslüman olamaz.
Ancak Kur'an-ı kerim'den başka diğer kitapların bir kısmı tamamen kaybolmuş, günümüze kadar gelenler de tahrif edilerek ilâhi kitap özelliğini yitirmiştir. Biz bozulmuş olan bu kitapların Allah'tan gelen ilk şekline inanıyoruz.
Zira onlar;
"Onlar durmadan yalana kulak verirler. Sana gelmeyen bir başka topluluk lehine kulak verip casusluk yaparlar. Kelimeleri yerlerinden tahrif ederek değiştirirler. 'Bu (değişik şekliyle) size verilirse alın, verilmezse sakının!' derler." (Mâide: 41)
Yahudiler Allah'ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hazret-i Peygamber'in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir.
"Kitabı elleriyle yazıp da, sonra onu az bir pahaya satmak için: 'Bu Allah katındandır.' diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay haline onların!" (Bakara: 79)
"Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler. Allah zâlimleri bilir." (Bakara: 95)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde müslümanlara karşı ikiyüzlü hareket eden bir kısım yahudiler ile kendi bilgilerini açıklayan diğer bir kısım yahudilerin hallerini bildirmektedir.
"(Yahudi münafıklar) müminlerle karşılaştıkları zaman: 'Biz de iman ettik.' derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise: 'Allah'ın size açtıklarını, Rabb'iniz katında sizin aleyhinizde kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Bunları hiç düşünemiyor musunuz?' derler." (Bakara: 76)
Çünkü onlar hem Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamber olduğunu kabul ediyorlardı, hem de ona uymuyorlardı.
"Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilmektedir." (Bakara: 77)
Bu çirkin hareketlerinin cezasını görmeyeceklerini mi sanıyorlar?
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizleyenler ve onu az bir pahaya satanlar var ya, işte onların karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır." (Bakara: 174)
Çünkü onlar bile bile gerçeği gizlerler.
"Tevrat indirilmeden önce İsrâil'in (Yakub'un) kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâiloğullarına helâl idi. De ki: 'Eğer doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun.'
Artık bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurup iftirâ ederse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." (Âl-i imran: 93-94)
Resulullah'ın zamanında da ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin eylemek yoluna gitmişlerdir.
•
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlardan teşekkül eden ehl-i kitaba seslenerek, kendilerine Muhammed Aleyhisselâm'ı peygamber olarak gönderdiğini haber veriyor:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin ardı arkası kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size PEYGAMBER'imiz gelmiştir. Gerçekleri size açıklıyor ki, 'Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.' demeyesiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi.
Allah'ın her şeye gücü yeter." (Mâide: 19)
Bu Âyet-i kerime mucibince Resulullah Aleyhisselâm geldiği halde inanmayan hiçbir ehl-i kitabın kurtulması mümkün değildir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri onu peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde; dinlerin değiştirildiği, hak ve hakikatten uzaklaşıldığı, yolların çıkmaza girdiği, putperestlerin çoğaldığı bir devirde gönderdi.
Onun gönderilişindeki nimet, nimetlerin en büyüğüdür.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim Peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." (Müslim)
Bunların hepsi onu duyduğu halde inkâr ettiler, itiraz ettiler. Bunların hepsinin cehennemlik olduğunu bu Hadis-i şerif beyan eder.
Bir de "Onların da dini hak" diyenler var. Hayır!
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imran: 19)
Bir kimse Hazret-i Allah'a ve Resul'üne iman etmedikçe cennete giremez. Bu Âyet-i kerime ve bu Hadis-i şerif mucibince muhakkak onların hepsinin cehennemde olduğunu görürsünüz.
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
"Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." (Saf: 6)
Görülüyor ki, Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bütün peygamberlere ismiyle cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir. Hiçbir yahudinin bu vebal altından kurtulması mümkün değildir. Çünkü açık bir ferman-ı ilâhiye var. Zira Hazret-i Allah ve Peygamber'i bildirip açıklıyor. Yani ben bilmiyordum, duymadım gibi bir itirazı kabul etmek mümkün değildir.
Yahudiler Tevrat'taki tahribatları sayesinde birçok Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimize iftirada bulunmuşlardır.
Bu ifadeler bugünkü muharref Tevrat'ta geçmektedir. Bu hakaret ve iftiraları İslâm tamamıyla reddetmektedir. Çünkü Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz seçilmiş, muhafaza edilmişlerdir. Her hususta doğru sözlüdürler. Aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar, günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah'tan aldıkları emir ve nehiyleri insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime'de:
"Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık." buyuruluyor. (Enbiya: 73)
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahiptirler.
Âyet-i kerime'lerde:
"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sâd: 47)
"O peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü." buyuruluyor. (En'am: 90)
Kur'an-ı kerim'de bu ifadeler varken, muharref Tevrat'tan bir iki örnek arzedelim:
• Muharref Tevrat'ta (Tekvin: 3/22-23) Nuh Aleyhisselâm'a, (Tekvin: 12/14-19) İbrahim Aleyhisselâm'a aynı şekilde iftiralar mevcuttur.
Tevrat'ta Hazret-i Lût Aleyhisselâm hakkında da iftiralar mevcuttur. (Tekvin 19/30-36)
İshak Aleyhisselâm hakkında da (Tekvin 12/10-13, 20/1-3) iftiralar vardır.
• Yakub Aleyhisselâm için de (Tekvin: 35/22) iftira etmişlerdir.
• Hazret-i Harun Aleyhisselâm için ise (Çıkış: 32/1-4)de iftira etmişlerdir.
• Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm için ise (II. Samuel: 11-13/10-12)de iftiralar mevcuttur.
• Süleyman Aleyhisselâm'a da (I. Krallar 11/4)de iftira etmişlerdir.
Ve buna benzer birçok ifade muharref Tevrat'ta mevcuttur.
Allah'ın bu sevgili kullarına isnat edilmek istenen çirkin iftiralar, ancak hak vasfını kaybetmiş bir kitapta bulunabilir.
Zira Allah-u Teâlâ bütün gönderdiği peygamberleri hakkında:
"Hepsi de sâlihlerdendi." buyuruyor. (En'am: 85)
Üzerinde böyle değişiklikler yapılan, içinde tenakuzlar, çelişkiler bulunan, akıldışı ve ürkütücü bilgileri ihtiva eden ve Allah elçilerine yakışıksız iftiralardan çekinmeyen bir kitap, insan dimağını tatmin edemez. Hiç şüphe yok ki Tevrat da, Zebur gibi, Allah'tan gelen ilâhi bir kitaptı. Allah'ın peygamberi tarafından tebliğ edilmişti. Fakat başlangıçtaki mahiyetini kaybetmiştir. Tahrif edilmiş ve tanınmayacak kadar değişmiştir. Bu hale gelen bir kitaba Allah kelâmı nazarı ile bakmak mümkün değildir. Çünkü o, insan müdahelesinden ve tahriften kurtulamamıştır.
İsrâiloğullarının Filistin'in dışında çeşitli kavimlerle temasta bulunmaları neticesinde dini telakkilerinde büyük değişiklikler olmuş ve bu yüzden birçok mezhepler meydana çıkmıştır. Yahudilikte sayısız mezhep vardır. Bunların en önemlileri şunlardır: Sadûkîler, Fariziler, Esseniler, Terapötler, Talmudcular ve Karailer.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin artık âhir-son zamanda yaşadığımızı ve bu günlerin hüzün ve yıkım günleri olduğunu haber veren beyanlarından bir kısmını dikkat nazarlarınıza arzediyoruz:
Kıyamete çok yakın bir devirde, seyyiat zamanında yaşıyoruz.
Bu devir; Hatem-i veli'nin gönderildiği, Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm'ın da çıkacağı zamandır.
Binaenaleyh artık ahir son zamanda yaşıyoruz. Hazret-i Mehdi'nin zuhuruna çok az kaldı. Ancak onun zuhuruna kadar çok büyük harpler, çok büyük afatlar, çok büyük kargaşalıklar var.
Hazret-i Muâviye -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı." (İbn-i Mâce: 4035)
Harpler, kıtlıklar, kargaşalar, üçüncü dünya harbi, ticaret yollarının kapanması bunların hepsi önümüzdeki senelerde beklenen afatlardır. Resulullah Aleyhisselâm'ın haber verdiği kıyamet alâmetleridir.
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde görürsünüz. Allah-u Teâlâ kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Dünya milletleri harbe hazır durumda. Ha patladı ha patlayacak, ha patladı ha patlayacak! Emr-i ilâhî'yi bekliyor.
Durum bildiğiniz gibi değil. Cenâb-ı Hakk; "Şimdiye kadar yaptım, bundan sonra hiçbir memleket hariç kalmamak üzere dünyayı amma harp ile amma zelzele ile amma afât ile yıkacağım, harap edeceğim!" buyuruyor.
Denize baktığın zaman sakin, ne kadar güzel. Şimdiki deniz de öyle amma içi kaynıyor, dünya da böyle kaynıyor. Fakat patlamak için emir bekliyor, bir patladığı zaman bütün dünyaya yayılacak ve bu uzak değil, dünya memleketleri bir bir karışacak.
Onun için dünyaya değil, ahirete gönül vermenizi tavsiye ediyorum. Bugün sığınma günüdür.
Takdir ne ise o olur!
Bu felâketler müslümanlara dünya cezasını çektirir. Ahirette isterse kurtarır amma kâfirin hiç kurtuluşu yok.
"Kâfirler kendilerine mühlet verişimizi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar. Biz onlara sırf günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır." (Âl-i imran: 178)
•
Ve bugünler çok yakın, çok yakın. Ben 80 yaşımda olduğuma kendim inanamıyorum. Bütün bu hadiselerin oluşu, bitişi 40 sene sürecek. Demek istiyoruz ki, bundan sonra harpler var, darpler var, üzüntüler var, sıkıntılar var, hüzünlü seneler var.
Mühim hadiseler olacak, mühim hadiseler doğacak ve büyük kanamalar olacak. Vakit bekleniyor. Ne zaman? O bilir. Allah'u-âlem doğacak hadiseler çok kan dökülmesine vesile olur.
Ben dünyayı harap olmuş bir ev olarak görüyorum. Ne zaman çöktürecek, onu O bilir.
Bu isyan cezasız kalmaz, vakit geldi. Allah'ım beterinden korusun. Bakalım Allah-u Teâlâ ne gösterecek.
•
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin. Kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir, sen her şeye kadirsin." (Âl-i imrân: 26)
Yani bu O'nun dilemesi ile ruhsatı iledir, sanmayın ki kuvvet iledir. Kuvvet ne bir milletle, ne bir millettedir, kuvvet ruhsattadır. Kâh ona veriyor, kâh ona veriyor. Amma dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, imar ettiği gibi yıkacak. Bu hususta iki kelime kullanıyoruz ve bu durum çok uzak değildir.
Dilediğinden alıyor, dilediğine veriyor... Kâdir-i mutlak yalnız O'dur. Kul bir mahluktur, hükümsüzdür. Kürsü'de O oturuyor. Akıllı kimse vakit geçirmeden Rabb'ine yönelir.
Hazret-i Allah'a sımsıkı sığınmamız lâzım. Önümüzdeki hadisatı beklememiz lâzım. Önümüzde çok sert günler var, çok karanlık günler var.
Tedbirli olmalı, Hazret-i Allah'a yönelik olmalı. Kelime-i Tevhid'le çok meşgul olmamız lâzım. Kelime-i Tevhid üzerinde olalım ve orada ölelim.