Kendilerine ihsan ve ikram edilen o lütuf ve o nur sebebiyledir ki, marifetullah ehli Allah-u Teâlâ'nın bildirdiği kadar bütün hakikatleri bilirler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız, o size furkan (iyi ile kötüyü ayırdedecek bir marifet bir nur) verir." (Enfâl: 29)
Bu ilim, O'nun ihsan edeceği mârifet ile mümkündür. Dikkat edilirse marifetullah hep takvâ ile beraber geçiyor. Yani takvâsız marifetullah ehli olmak imkânsızdır. Takvâ ise her türlü haramdan ve şüphelilerden kaçınmak demektir. Kaçınmadıkça takvâya ermek mümkün değildir.
Bunun için de hem zâhirî hem bâtınî ilim lâzımdır. Zâhirî ilim dış nizamı sağlar, bâtınî ilim iç nizamı sağlar. İç nizamı sağlayan ilim de marifetullah ilmidir.
Allah-u Teâlâ'nın nur verdiği kimseler Hakk'tan korkar, halktan korkmaz. Hakk'tan korktuğu için, bütün hayatını takvâ üzerinde, O'nun rızâsını kazanmak için yürütür.
Öğretmek için bir hoca talebesini karşısına aldığı gibi, Allah-u Teâlâ da kendi talebesini karşısına alır, anlayacağı şekilde ona bir bir hakikatleri duyurur, bildirir ve gösterir.
"Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar." (Kamer: 55)
Âyet-i kerime'si de bunu gösteriyor. Muktedir olan Allah-u Teâlâ onu huzuruna alıyor ve ona bir bir öğretiyor.
Satır ilmi sahibi ne kadar tahsili olursa olsun, bu nurdan mahrumdur. Çünkü bu ilim sadır ilmidir, diğer bütün ilimler satır ilmidir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah kime nur vermemişse, onun nuru yoktur." (Nur: 40)
Hiç kimseden hiçbir tahsil görmediği halde en doğrusunu bilirler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz." (Nahl: 43)
Onların bu bilgisi Allah-u Teâlâ'nın tâliminden ileri geliyor. O'nun dilediği kadar bildirmesiyle görür ve bilirler. Hiç kimseden bir şey sormadıkları halde Hakk'tan ilim alırlar.
Abdullah ibni Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e: "Kur'an ve Sünnet'te bulamadığımız bir vak'a ile karşılaştığımızda ne yapalım?" diye sorulduğunda:
"Onu sâlih kimselerden sorun ve onların istişaresine arzedin." buyurmuşlardır. (Taberâni)
Evliyâ zümresi umûr-u diniyede fakihtirler. Sohbet ve nazarları kimyâdır. Allah yolunda köprü mesâbesindedirler. Kalpleri üzerinde perde yoktur.
Sıdk-i sefâ, zevk-i vefâ, dünya ve ahiretten tecrid ile tâlib-i Mevlâ bunlardır.
İşte bu ampuller, Allah-u Teâlâ'nın verdiği nuru saçan kandillerdir. Çünkü içindeki nur O'nun nurudur. O nuru kalplerine döktüğü için kitabullah oluyor. Çünkü o kitabı kalplerine döktü. Onlar da kalplerindeki kitabı satırlara döktü.
Onlara gelen ilim Allah-u Teâlâ'nın has ilmi olduğu için de onlar Allah-u Teâlâ'nın has kullarıdır.
"Kim Allah içinse, Allah da onun içindir."