Güçlü bir küresel istihbarat hayalleri kurduğumuz şu günlerde Rusya'nın Kırım'ı ilhakı ile sonuçlanan ve halen daha devam eden Ukrayna krizi sürecinde yaşananlar bildiğimiz bazı gerçekleri tekrar önümüze koydu. Şöyle ki;
Amerika önderliğindeki Batı eski günlerdeki gücünü ve etkisini kaybetmesine rağmen hâlâ küresel hegemonya ve sömürme ihtirasından, diğer bir ifade ile emperyalist şehvetinden henüz bir şey kaybetmiş değil. Ve aynı batı bu emperyalist sapkınlığını tatmin etmek için demokrasi, özgürlük gibi kavramları fütursuzca ve acımasızca istismar etmekten çekinmiyor.
Ukraynalı eski istihbarat şefi Aleksandr Yakimenko, ABD'nin iktidar karşıtlarına milyonlarca dolar destekte bulunduğunu iddia etmişti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoriya Nuland, 1991 yılından bu yana ABD'nin Ukrayna'daki "demokrasi mücadelesi"ne 5 milyar dolar kaynak aktardığını söyledi. CNN'nin haberine göre Nuland, "Bu kaynak, Ukrayna halkının güçlü, demokratik bir iktidar özlemi için harcandı" dedi.
Diğer yandan; Sovyetler döneminden kalma güçlü bir istihbarat tecrübesine sahip Rusya hemen burnunun dibinde, çok önem verdiği bir ülkedeki iktidar savaşını kaybetti. Rusya'nın istihbaratı Ukrayna'nın iç dinamiklerini kendi lehine çeviremedi. Daha önce de "Turuncu devrim" adıyla yaşanan benzer bir iktidar değişiminde Rusya sabretmiş ve rövanşı almıştı. Ancak bu sefer Putin'in tepesi attı ve zamanlaması, kılıfı kusursuz ayarlanmış askerî bir operasyonla Rusya Kırım'ı işgal ve ilhak etti. Putin argo tabirle "Madem öyle, işte böyle" dedi ve askeri gücünü devreye sokarak Amerika ve Batı'ya beklemediği bir cevap verdi. Kırım'ın ilhakını çaresizce sineye çeken Batı, Rusya'nın biraz daha fazlasına göz dikmesinden çok rahatsız. En azından Ukrayna'nın kalanını kurtarmanın telâşında.
Görülüyor ki Rusya Batı'ya askerî ve siyasî bir alternatif olma özelliğini kaybetmiş değil, ancak Sovyetler zamanındaki gibi ideolojik bir alternatif sunma imkânı da yok. Bu durum Batı karşısındaki silahsız savaşları kaybetmesinin en büyük sebeplerinden birisi. Aynı şeyi Türkiye için de söyleyebiliriz.
Batı, temelleri ve arka planı oldukça çürük olmasına ve bütün sahtekârlığına rağmen kendi halkına bir ideal ve hedef verebiliyor. Bu sayede milli bütünlüğünü ve güvenliğini sağlama aldığı gibi bütün kurumları ve halkını küresel emperyalizmin bir fedaisi haline dönüştürebiliyor.
"Beyaz Saray, Küba'da ayaklanma çıkarmak için tasarlandığı iddia edilen ve "Küba Twitter'ı" olarak anılan kısa mesaj servisinin arkasında bir Amerikan yardım örgütünün olduğunu kabul etti. ...
"Proje, Amerikan yardım örgütü Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) tarafından yürütüldü. ...
USAID Sözcüsü Matt Herrick, BBC'ye insanların haklarını kullanmalarına ve dış dünyayla bağlantı kurabilmelerine yardımcı oldukları için Küba'daki faaliyetlerinden gurur duyduklarını söyledi." (4.4.2014, BBC Türkçe)
İşte görüyorsunuz bir yardım örgütü sadece Amerikan emperyalizminin payandası olmakla kalmıyor, aynı zamanda bundan gurur duyuyor.
Aslında Batı'nın söylem ve eylemleri arasındaki uçurum ideolojik parlaklığının en çürük boyutunu oluşturuyor. "Ant-i emperyalist" hareketlerin geçerliliğini ve cazibesini hiçbir dönemde kaybetmemiş olması ve komünizm gibi ideolojik ve ekonomik teorileri oldukça çürük bir alternatifin yıllarca Batı'nın karşısına güçlü bir şekilde dikilmesi bu durumun en bariz delilleridir.
Batı'nın iki yüzlü, sahte, acımasız yüzü sebebiyle bütün dünya halkları bunlardan ikrah etmiş olmasına rağmen, kurmuş oldukları menfaat çarkı şimdilik dönmeye devam ediyor.
Şimdi burada sorulması gereken soru şudur:
Küresel bir iddia ile ortaya çıkmaya çalışan Türkiye gibi bir ülkenin nasıl bir yöntem takip etmesi, dünya halklarının karşısına nasıl bir söylem ile çıkması gerekir?
Batı'nın söylemleri ile ve "Biz de Batı'nın parçası olmak istiyoruz." gibi bir iddia ile ortaya çıkan bir Türkiye ne kadar inandırıcı olur? Veyahut insanlığın böyle bir şeye ihtiyacı var mı?
Diğer yandan Batı küresel iddia ile ortaya çıkan kendisinden başka hiçbir ülkeye dünya üzerinde söz hakkı vermek istemez. Hele ki Osmanlı gibi bir geçmişi olan Türkiye'yi hiç ama hiç istemez.
Bu sebeple bizim bütün küresel iddialarımız Batı ile mücadele edilmedikçe bir sonuca ulaşmaz.
Birinci olarak "Bu mücadeleye hazır mıyız?" sorusunu sormamız lâzım.
Cevap "Evet!" ise -ki "Ben bu milletin bir evlâdıyım." diyen herkes bu cevabı vermelidir- ikinci sorumuzu sormamız lâzım:
Hangi yöntemle?
Zira hırsız, arsız bir katile -"Batı" ülkelerine-; onların alçak ve hâin yöntemlerini kullanarak üstünlük kuramazsınız. İsteseniz de yapamazsınız. Çünkü sizin fıtratınız ona elverişli değildir.
Batı'nın 500 yıllık bir sömürge altyapısı ve geçmişi var. Kendilerinden olmayan dünya ülkelerinin ve halklarının zenginliklerini çalan, bunun için her türlü arsızlığı ve katliamı işlemekten çekinmeyen bir kültürden bahsediyoruz. Üniversiteleri, ordusu, diplomasisi, medyası bu tarihi altyapıyı içselleştirmiş bir medeniyet(!)ten bahsediyoruz. (Meselâ tarih boyu kavmiyetçilik güden milletler ve krallar olmuştur, ancak kavmiyetçiliği ideoloji haline getiren Hitler gibi bir adam yakın zamanda Batı'dan çıkmıştır.)
Sosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarını toplumları yönlendirmek, karıştırmak, birbirine düşürmek, iç savaş çıkartmak; böylece iktidarları değiştirip kendi güdümlerinde, halkına ihanet eden adamları başa geçirmek için kullanan bir alçaklıktan bahsediyoruz. Ve bu alçaklığa alet olan üniversitelerden.
Söyler misiniz, Batı ülkeleri dünyadaki hangi ülkede gerçekten insan haklarına saygılı, halkını ve devletinin menfaatini düşünen, dolayısı ile yeri geldiğinde Batılı ülkelere kapıyı gösteren bir vatanpervere destek vermiştir? Böylece hangi halkın huzur ve refah içinde yaşaması için gayret göstermiştir?"
Bilakis Batı demokrasi(!) götürmeden önce işine gelmeyen insanları temizler, yahut ekarte eder. Veyahut engel olamadığı bir yönetim varsa onun şahsında halkının gün yüzü görmemesi için elinden geleni yapar.
Binaenaleyh biz "Batı ile beraber" fikriyatı ile hareket ettiğimiz müddetçe bir yere gelmemiz mümkün değildir.
Türkiye 20. yüzyılın başında küresel emperyalizme karşı tarihin en parlak bir askerî ve siyasî zaferini kazandığı halde, kültürel emperyalizme karşı teslim bayrağını çekti. Bizim birçok sıkıntımızın kaynağı da buradan gelir. Gerek iç kavgalarımızın, gerekse net bir zafer kazandığı halde sömürge muamelesi gören bir ülke olmamızın en büyük sebebi bu çelişkili durumdur. Çünkü büyük bir askerî zaferin temsilcileri aynı zamanda büyük bir kültürel teslimiyetin temsilcileri olmuştur. Askerî zafer ile gözleri kamaşanlar kültürel teslimiyete razı olurken; kültürel teslimiyete razı olmayanlar, askerî zaferî sahiplenmekte zorlanmışlardır.
Aynı şekilde bütün ant-i emperyalist altyapıya ve askeri zafere rağmen kültürel teslimiyeti kabul eden Türkiye kısa zamanda Batı'nın nüfuz alınına girmiş ve sömürge devletlerinde görülebilecek muamelelere ve Batı'nın çıkarlarına hizmet etmeyi maharet zanneden kifayetsiz idarecilere sahip olmuştur.
Bizim her şeyden önce bu çelişkiden ve ikilikten kurtulmamız; 100 yıl önce kazandığımız askerî zaferimizi bugün kültürel bir zaferle taçlandırmamız lâzımdır. Ki Batı ile gerçekten bir mücadele yapabilelim.
Türkiye bu mücadeleyi yapabilecek bir potansiyele sahiptir. Hatta hiçbir milletin sahip olmadığı bir mirasa sahiptir. Atalarımızdan bize kalan bu miras sebebiyle bugün bile hâlâ birçok mazlum millet Türkiye'den medet ummaktadır.
Binaenaleyh "Küresel Siyasal Adalet", "Küresel Ekonomik Adalet", "Yeraltı ve Yerüstü Zenginliklerinin Adaletli Kullanımı", "Milletlerin Eşitliği" gibi kavramlara ve bu kavramların uygulandığı bir dünyaya bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Adalete susamış bir dünyaya böyle bir fikrî altyapıyla cevap verebilen bir ülkenin bütün dünya milletlerinden gelen şaşırtıcı bir destekle karşılaşacağını tahmin etmek zor değildir.
İşte Türkiye bu potansiyeli taşıdığı için "Batı" bizden ve temsil ettiğimiz dinden-kültürden çok çekinmektedir. Bu sebeple "Batı"nın askerî ve siyasî dikkati dünyanın değişik bölgelerine yayılmış olsa da, bütün ideolojik dikkati ve taarruzu İslâm'a ve İslâm ülkelerine çevrilmiş durumdadır.
İslâm dünyasında ve ülkemizde yaşanan sıkıntıların en büyük sebeplerinden birisi de budur.