Üçüncü olarak Hazret-i Üsâme -radiyallahu anh-nin Şam taraflarına gönderilmesi hususundaki dirayeti de çok mühimdir.
Hastalığından bir gün evvel Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz büyük bir ordu hazırlamıştı. Bu orduyu Suriye hududuna gönderecek, o tarafları emniyet altına alacaktı. Henüz yirmi yaşlarındaki Üsâme -radiyallahu anh- Hazretleri'ni de orduya başkumandan yaptı. Sancağı kendi eliyle bağladı. Fakat hastalığının ağırlaşması üzerine ordunun hareketi gecikmişti.
Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in ahirete intikalinden sonra hilâfet makamına geçen Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- ilk iş olarak sancağı yine Hazret-i Üsâme -radiyallahu anh-a vererek, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in hazırladığı bu orduya hareket emrini verdi. Halbuki durum çok nazikti. Bazı Arap kabileleri dinden dönmüşler, irtidat etmişlerdi. Medine-i münevvere her an asîlerin hücumuna uğrayabilirdi. Ordunun Medine'de kalması için vârid olan müracaat üzerine "Arslanların gelip beni kapacağını bilsem, yine Üsâme -radiyallahu anh-yi bekletmem." buyurdu.
Bazı müslümanlar da Hazret-i Üsâme -radiyallahu anh-ın henüz genç ve tecrübesiz olduğunu, başlarına daha yaşlı bir kumandanın getirilmesini istemişlerdi. Bunun için de Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-i hâlifeye gönderdiler. Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- ise "Bütün kurtlar üzerime saldıracak olsa, yalnız başıma da kalsam, yine Üsâme -radiyallahu anh-yi gönderirim. Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in emri böyledir." buyurdu, "Ya Ömer! Peygamber Aleyhisselâm'ın tayin ettiği bir kumandanın benden azlini mi istiyorsun?" diye de celâllendi.
Nihayet ordu Medine'den ayrıldı. Bu hâl müslümanların üzerinde büyük tesirler icra etti, herkesin maneviyatını yükseltti. Hazret-i Üsâme -radiyallahu anh- bu seferi esnasında kol kol kuvvetler çıkarıp bütün küfür diyarlarını tarayıp geçti. Karşı duranla da savaştı. Babası Hazret-i Zeyd -radiyallahu anh-i şehit edenleri buldurup cezalarını verdi. İki buçuk ay içinde pek çok esir ve ganimetle geri döndü. Müslümanlardan hiç zarar gören olmadı. Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in bu dehâ ve dirayeti İslâm birliğinin korunmasında büyük bir âmil oldu. Onun bu karar ve ısrarı yalnız ve yalnız Hazret-i Allah'ın biricik Habib'ine -sallallahu aleyhi ve sellem- uyması sebebiyle idi ve davayı kazandı. O nûru takip ettiği için o kazandı.
Dördüncü dehâsı ise Resulullah Aleyhisselâm'ın Dâr-ı bekâ'ya intikalinden sonra bazı kabilelerin başkaldırmaları sırasında görülür.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in irtihalinden sonra bazı kabilelerin zekât vermek istememesi üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz ordu sevketmek istemiş, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz de dahil Sahabe-i kiram Efendilerimiz'den bazıları kendisine muhalefet edip tartıştığı zaman şu meşhur sözünü söylemişti:
"Allah'a yemin ederim ki Hazret-i Peygamber'in döneminde ödediklerini ödememekte direnecek olurlarsa, bu bir deve yuları bile olsa onu tahsil edinceye kadar kendileriyle mücadele edeceğim."
Fakat Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- şöyle bir itirazda bulundu, dedi ki:
"Hazret-i Peygamber: 'Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmak için emrolundum. Ancak 'Lâ ilâhe illâllah' deyince bir kimse bu takdirde canını ve malını bana karşı korumuş olur. Onun hesabı da Allah'a aittir.' dememiş miydi? Peki biz hangi gerekçeyle onlara karşı savaş açacağız?"
Ne var ki Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- şu sert karşılığı verdi:
"Allah'a yemin ederim ki namazla orucu birbirinden ayıranlara karşı amansızca savaşacağım. Zekât malın hakkıdır. Yemin olsun, zekât olarak tahakkuk etmiş olan şey bir oğlak bile olsa onu vermemekte direndikleri takdirde kendileriyle dövüşeceğim."
"Hayvanı verse, yularını bile vermezse namazla zekât arasında fark gözeten herkesle harb ederim." buyurdu.
Hazret-i Allah onu vesile kılmasaydı ne İslâm ne de İslâmiyet'in esaslarından bir şey kalacaktı. Niçin bu isimle andığımızı şimdi anladınız mı? Dertlere derman olan, gönüllere safa veren bir ilâç...