Asıl adı Hind olan Ümmü Seleme, Mahzum oğulları kabilesinden Ebu Ümeyye'nin kızı idi. İlk müslümanlardan olan kocası Abdullah bin Abdülesed -radiyallahu anh-ın Uhud savaşında yaralanması sonucu Cemâziyelâhir ayında vefat edince; Seleme, Ömer, Dürre ve Zeyneb adlarındaki dört çocuğu ile dul kalmıştı.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- bir gün kocası Ebu Seleme -radiyallahu anh-e şöyle demişti:
"Duyduğuma göre cennetlik kocası ölen cennetlik bir kadın, sonradan başka birisiyle evlenmezse, Allah-u Teâlâ onu cennette karısı ile bir araya getirecektir.
O halde gel seninle sözleşelim. Ne sen benden sonra evlen, ne de ben senden sonra evleneyim."
Ebu Seleme -radiyallahu anh- bu teklifi kabul etmemiş ve:
"Sen benim sözümü dinle, ben öldüğüm zaman sen evlen!" demişti.
Sonra da:
"Allah'ım! Ümmü Seleme'ye benden sonra benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, onu incitmeyecek bir koca nasip et!" diye duâ etmişti.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ-nın dört ay on günlük iddeti dolunca Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- kendisine talip olduysa da kabul etmedi.
Daha sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hâtıb bin Ebî Belteâ -radiyallahu anh-i göndererek evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- mazur görülmesini diledi ve:
"Resulullah'a haber ver. Ben çok kıskanç bir kadınım, ayrıca benim çok çocuğum var, bir de velilerimden hiçbirisi burada hazır değil." dedi.
O da gidip Resulullah Aleyhisselâm'a arzetti.
Buyurdular ki:
"Ona dön ve kendisine söyle ki; kıskançlığını gidermesi için Allah'a duâ edeceğim. Çocuklarının himayesi görülecektir. Velilerine gelince, onlardan burada olanın da olmayanın da hiçbiri bu evliliği yadırgamayacaktır."
Bunun üzerine Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- oğluna:
"Kalk yâ Ömer! Beni Resulullah'a nikâhla!" dedi. (Nesâî)
Resulullah Aleyhisselâm Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ-nın mehirini vererek Cemâziyelâhir ayında evlendi.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz, müminlerin anneleri arasına girdiğinde kırk dört yaşında bulunuyordu. Hicretin 59. yılında seksen dört yaşında iken vefat etti. Ezvâc-ı tâhirat içinde en son vefat eden odur.
Cenaze namazı Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- tarafından kıldırılmış ve Cennet'ül-Bakî'ye defnedilmiştir.
Dördüncü yılın Şaban ayında Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ-nın Hazret-i Hasan -radiyallahu anh-den sonra ikinci oğlu Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh- dünyaya geldi.
Doğumunun yedinci gününde Resulullah Aleyhisselâm torunu Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh- için akika kurbanı kestirdi. Kulağına ezanını okuyup ismini koydu.
Bir gün çocuğun ağladığını işitmişti. Annesi Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ-ya:
"Onun ağlamasına üzüldüğümü bilmiyor musun?" buyurdu.
Resulullah Aleyhisselâm bir defasında Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh-i çocuklarla oynarken gördü. Ellerini açtı, tutmak istedi. O ise bir oraya bir buraya kaçıyordu. En sonunda tuttu. Kucağına alıp öptü.
Sonra da şöyle buyurdu:
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah Hüseyin'i seveni sever.
Hüseyin torunlardan bir torundur." (Tirmizî - İbn-i Mâce)
Medine döneminde bir taraftan silâhlı mücadele devam ederken diğer taraftan da helâl ve haram olan şeyler belirleniyordu.
On üç yıllık Mekke devrinde gerek içki gerek kumar yasaklanmış değildi. İçki içenlere ve kumar oynayanlara Resulullah Aleyhisselâm ses çıkarmıyordu.
İçki hemen hemen her eve girmişti, her evde küpler dolusu şarap bulunuyordu. Su yerine şarap içenler vardı.
İçki ve kumarın yasaklanması birdenbire değil tedricen olmuştur.
İçki ile ilgili Mekke'de nâzil olan ilk Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmuştu:
"Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz." (Nahl: 67)
Bu ilâhî buyrukla içki henüz haram edilmiş olmamakla beraber, hurma ve üzüm sularının iki özelliğe sahip olduğu belirtilmiş, dolaylı yoldan güzel bir şey olmadığı anlatılmıştır.
Daha sonra gelecek olan içki yasağına hazırlık yapılmış, haram olacağına işaret edilmiştir.
"Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir topluluk için bir âyet (ibret) vardır." (Nahl: 67)
Akıl insanda bulunan en şerefli bir varlık olduğu için, Allah-u Teâlâ bu ümmete akıllarını korumak maksadıyla sarhoş olmayı haram kılmıştır. Kur'an-ı kerim'deki bütün emir ve yasaklar hep insanların yararınadır.
Düşünce ve muhakemesi yerinde olan müslümanlar, işaret edilen tembih ve talimata önem verip onu dinlemişler ve daha açık ve kesin yasağın gelmesini beklemişlerdir.
Medine devrinde Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- ve Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh- gibi Ashâb-ı kiram'dan bazı kimseler:
"Yâ Resulellah! İçki hakkında bize yol göster, çünkü o aklı gideriyor." dediler.
Daha sonra şu Âyet-i kerime nâzil oldu:
"Resul'üm! Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah vardır." (Bakara: 219)
Sarhoşlukla öyle cinayetler işlenir, kumarbazlıkla öyle fenalıklara düşülür ki, bunlar saymakla bitmez. Ancak "Büyük günah" ile anlaşılır.
İçki aklı giderir, dengeyi kaybettirir, birçok yanlışlıklar ve suçlar işlenir. Kumar sebebiyle yuvalar yıkılır, düşmanlıklar başgösterir.
"İnsanlar için birtakım zâhirî faydalar vardır." (Bakara: 219)
Birçok ticareti yapılır, içerken biraz neşe ve lezzet duyulur. Kumar ile bazıları bedavadan mal ele geçirir.
"Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür." (Bakara: 219)
Bunların kötülüğü iyiliğinden, günahı yararından çok büyüktür. Zararı gidermek, yarar sağlamaktan önce gelir.
Bu büyük zarar, basit maddî menfaatle karşılaştırıldığı zaman, çirkin ve pis olan içki ve kumarın tehlikesi daha iyi anlaşılır.
•
İçkiyi ilk yasaklayan hüküm bu oldu. Fakat bu Âyet-i kerime içkiyi kesinlikle yasaklamadığından günahı var diye bırakanlar, kaçınanlar olduğu gibi, faydası var diye devam edenler de oldu. Büyük çoğunluk içki içiyor ve bazen de namaza sarhoş gelip, okurken şaşırıyorlar veya anlaşılmaz şeyler söylüyorlardı.
Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh-ın verdiği bir ziyafette içki de içilmişti. Akşam namazında cemaate imam olan kişi Kâfirûn sûre-i şerif'ini yanlış okuyunca Âyet-i kerime'lerin mânâsı bozuldu. Bunun üzerine şu Âyet-i kerime nâzil oldu:
"Ey iman edenler! Ne söylediğinizi bilecek duruma gelmedikçe, sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisâ: 43)
Bu ilâhî emirden sonra bazı müslümanlar yine içki içmekle beraber, içki içtikleri zamanları, namazlara denk gelmeyecek şekilde ayarlamaya başladılar. Fakat beş vakit namazın araları pek yakın olduğu için, iki namaz arasında sarhoş olup ayılmak imkânsızdı. Böylece içki içenlerin sayısında gittikçe bir azalma oluyordu.
Bu Âyet-i kerime, hükmünü kabul edebilecek şekilde nefislerin gereken hazırlık döneminden sonra nâzil olmuştur. Bu hazırlık ise, birtakım hadiseler sonucu gerçekleşmişti ki, hepsine de böyle bir hükmün zorunluluğunu hissettirmişti.
Bir müddet sonra Ensâr'dan İtbân bin Mâlik -radiyallahu anh-in verdiği bir ziyafette, gelen dâvetliler sarhoş oldular. Sa'd bin Ebi Vakkas -radiyallahu anh- bir şiir okuyarak kendi soyunu övmeye başladı. Ensâr'dan bir müslüman da sofrada bulunan deve kemiğini Sa'd -radiyallahu anh-e vurup başını yardı. O da gidip Resulullah Aleyhisselâm'a şikâyette bulundu.
Bunun üzerine Âyet-i kerime'ler nâzil oldu:
"Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz." (Mâide: 90)
Bunlardan kaçınmak saâdet olduğuna göre, bunları işlemek felâketin ta kendisi olur...