(Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ahirete intikalinden sonra, Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz'in gösterdiği dirayeti konusunda geçen aydan kaldığımız yerden devam ediyoruz:)
İlk anda Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- arasında fikir ayrılıkları husule geldi. Bir kısmı halife Ensar'dan olsun dediler. Bir kısmı Muhacirler'den olmasını istediler. "Haşimiler bu işe daha lâyıktır." diyenler de vardı. İleri gelen bazı kimseleri namzet gösterdiler. Şiddetli münakaşalar başladı. Sözler uzadıkça uzadı. O ise her iki tarafı da övüyor, yatıştırıcı sözler söylüyordu. Nihayet kendisi hiç istemediği halde müslümanlar ona biat ettiler. Alevlenmiş olan ateş sönmüş, havsalanın alamayacağı kadar büyük olan bir felâket bertaraf edilmiş oldu.
Ebu Hureyre -radıyallahu anh- Hazretleri; "Eğer Ebu Bekir -radiyallahu anh- olmasaydı Muhammed Aleyhisselâm'ın vefatından sonra Ümmet-i Muhammed -Aleyhisselâm- helâk olurdu." buyurmuştur.
Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- derde derman, gönüllere safâ kazandırdı.
Kendisi hiç istemediği halde müslümanlar onu kendilerine halife seçtiler. Biat edildiği gün minbere çıkarak şöyle buyurdu:
"Ey Müslümanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde riyaset makamına geçirilmiş bulunuyorum. Eğer vazifemi gereği gibi güzel yaparsam bana yardım ediniz. Yanılırsam beni doğrultunuz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim nazarımda kuvvetlidir. Kuvvetli olan da, hak sahibi kendisinden hakkını alıncaya kadar zayıftır.
Bir millet Allah yolunda cihadı bırakacak olursa, Allah o milleti belâya uğratır.
Ben Allah'a ve Peygamber'e itaat ettiğim sürece siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah'a ve Peygamber'ine isyan edersem siz de bana itaat etmekle mükellef değilsiniz.
Haydi şimdi namaza kalkınız. Allah-u Teâlâ'nın rahmetine nâil olasınız."
Onun bu hutbesi, hilâfeti süresince takip edeceği yolun bir nevi hülâsası idi.
İki sene dört ay bu makamda kaldı. İslâmiyet'e çok büyük hizmetleri dokundu.
İkincisi ise; her tarafta türeyen mürtedler, sahte peygamberler etrafında toplanarak müslümanlığı yıkmaya teşebbüs ederken, bu sahtekârları ortadan kaldırmayı başardı. Bunca hadiseler karşısında hiç metanetini kaybetmedi. Bütün tedbirleri aldı. Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenleri ile ve en değerli kumandanlarla istişareler yaptı. Çeşitli mıntıkalara ordular gönderdi. Ayaklanmaları kısa zamanda bastırdı. Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu takip ettiği için muvaffak oldu ve İslâm birliği kısa zamanda tekrar kuruldu.
Bu birliğin yıldırım hızıyla tesisinden sonra müslümanlar onun etrafında birleştiler. Müslümanlık bütün Arap Yarımadası'na yayılmış, İran ve Bizans hududu dahiline girmişti. Müslümanlığın hariçle vuku bulan bu teması, tarihin en büyük hadiselerinden birisidir.
Memleketi vilâyetler halinde idarî bölümlere ayırmış, her vilâyete bir vâli tayin etmişti. Bu hususta tecrübe görmüş Ashâb-ı kiram'la istişare yapıp, onların görüşlerinden istifade etmekle beraber, mühim ve âni karar verilmesi gereken durumlarda derhal karar vermiş ve haiz olduğu devlet başkanlığının bütün salâhiyetlerini dirayetle kullanmıştı.
Halim ve selim yaratılışlı, son derece yumuşak ve şefkatli idi. Fakat vazife ve mesuliyet işlerinde zerre kadar müsamaha göstermediği gibi, din ve devlet işlerinde de en küçük bir tereddüte ve müsamahaya göz yummazdı. Hiddeti, cesareti ve dirayeti hemen farkedilmezdi. Halkın dertlerine ortak olur, yoksullara yardım ederdi.
Ordusu tarafından takip edilecek hareket tarzını şu şekilde tespit etmişti:
"Kadınları öldürmeyiniz, çocuklara ve ihtiyarlara dokunmayınız. Yemiş veren ağaçları kesmeyiniz. Mamur ve bayındır bir yeri tahrip etmeyiniz. Gıdadan başka bir maksatla koyun veya bir deveyi kesmeyiniz. Haddi tecavüz etmeyiniz. Korkmayınız, kimseye zarar vermeyiniz."