Nadir oğulları yahudilerinin sürgün edilmelerinden iki ay sonra idi. Enmar ve Sa'lebe oğulları kabilelerinin müslümanlarla çarpışmak üzere bir araya toplanmış oldukları Resulullah Aleyhisselâm'a haber verildi.
Acele olarak hazırlanan Resulullah Aleyhisselâm, yerine Hazret-i Osman -radiyallahu anh-i vekil bırakarak dörtyüz küsur kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Zâtürrika' mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu. Müşrikler mücâhidlerle çarpışmayı göze alamadıkları için dağ başlarına çekilmişlerdi.
Bir müddet burada beklediler. Öğle namazı vakti girince de müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle "Salât-ı havf" yani korku halinde namaz kıldılar.
Korku halinde namazın nasıl kılınacağı Kur'an-ı kerim'de şöyle açıklanmaktadır:
"Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.
Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
"Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar.
Secdeye vardıklarında onlar arkanızda olsunlar.
Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber namazlarını kılsınlar.
Bütün tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar.
Kâfirler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gâfil olsanız da, size âni bir baskın yapsalar.
Eğer size yağmurdan ötürü bir eziyet erişir veya hasta olursanız silâhlarınızı bırakmanızda size günah yoktur.
Bununla beraber yine de bütün tedbirinizi alın.
Şüphesiz ki Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (Nisâ: 102)
Âyet-i kerime'de beyan buyurulduğu üzere korku namazı, düşman karşısında bile namazın cemaatle kılınmasıdır.
Silâhlar, imkân nisbetinde namaz kılanın beraberinde olacak ve namaz kılan kimse her an düşmana karşı tetikte bulunacak.
Cemaatin bir yarısı imamın arkasında durur, iki rekâtlı bir namazın ilk rekâtını; üç veya dört rekâtlık bir namazın da ilk iki rekâtını imam ile beraber kılıp, ikinci secdeden veya birinci ka'deden sonra düşman karşısındaki yerini alır. Namazın bu kısmına katılmayan zümre, derhal gelip imamın arkasında yerini alır, imamla birlikte namazın geri kalan kısmını kılarlar ve selâm vermeden tekrar düşman karşısına giderler. İmam selâm verir namazdan çıkar. Birinci zümre döner gelir, namazın geri kalan kısmını kıraatsız olarak tamamlar, selâm verir, düşman karşısına gider. Sonra ikinci zümre gelir, namazlarını kıraatle tamamlayıp düşmanın karşısında yerini alır. Bunlar namazlarını, cemaat teşkil edilen yere gelmeksizin bulundukları yerde de tamamlayabilirler.
Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra Ashâb-ı kiram da bazı cephelerde namazlarını bu şekilde kılmışlardır.
•
Ebu Musa el-Eş'arî -radiyallahu anh- der ki:
"Altı kişi olduğumuz halde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-le birlikte bir gazaya çıktık. Aramızda bir deve vardı ki, ona sırayla biniyorduk. Derken ayaklarımız delindi, benim ayaklarım da delindi. Artık ayaklarımıza bezler sarıyorduk. İşte ayaklarımıza sardığımız bezler sebebiyle bu sefere Zâtürrika' seferi adı verildi." (Müslim: 1816)
Zâtürrika' seferi on beş gün sürdü. Müşriklerin davar, sığır ve deve gibi yaylım hayvanlarından ele geçirilenler ganimet olarak alındı.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in annesi Fâtıma bint-i Esed -radiyallahu anhâ- dördüncü yılda vefat etti. Onun vefatına üzülen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sırtındaki gömleği çıkarıp ona kefen yaptı. Cenaze namazını kıldırdı, kabrinin kazılmasıyla da bizzat ilgilendi.
"Allah seni yarlığasın ve hayırla mükâfatlandırsın" diyerek duâ etti.
Resulullah Aleyhisselâm, dedesinin ölümünden sonra amcası Ebu Tâlib tarafından himaye edilince Fâtıma -radiyallahu anhâ- ona sekiz yaşından itibaren annelik yaptı. Resulullah Aleyhisselâm'ın belirttiğine göre kendi çocuklarından önce onu doyurup gözetirdi. Bununla beraber Resulullah Aleyhisselâm dâvete başladığı zaman hemen müslüman olmadı. Hatta oğlu Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in Mekke'nin Ciyâd mevkiinde Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte namaz kıldığını duyunca telâşlandı ve Ebu Tâlib'e oğlunun bu davranışını uygun görüp görmediğini sordu. Ebu Tâlib de bunu normal karşıladı, amcasının oğluna arka çıkmasının ve ona yardımcı olmasının herkesten çok Ali'ye düştüğünü söyledi.
Hicretten önce müslüman olmuş ve Medine-i münevvere'ye Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına hicret etmiştir.
Oğlu Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın kızı Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anh- ile evlenince geliniyle aynı evde yaşamaya başladı. Resulullah Aleyhisselâm yengesinin iyiliklerini hiç unutmaz, onu Medine'deki evinde ziyaret eder ve zaman zaman orada öğle uykusuna yatardı. Onun hakkında: "Annemden sonra annem." buyururdu.
Resulullah Aleyhisselâm'ın üç ay kadar evli kaldığı muhtereme hanımı Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz dördüncü yılda Rebiülâhir ayının sonunda vefat etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cenaze namazını bizzat kıldırdıktan sonra onu Bakî kabristanına defnetti.
Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ-, sonradan Resulullah Aleyhisselâm'ın zevcesi olan Hazret-i Meymune -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in de bir anneden doğma kızkardeşi idi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın hayatında hanımlarından Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- ile Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ-dan başkası vefat etmemiştir.
Uhud savaşı sonunda Ebu Süfyan bin Harb savaş meydanından ayrılmadan önce müslümanlarla bir yıl sonra Bedir'de tekrar karşılaşmak istediklerini tehditkâr bir ifade ile söylemiş, Resulullah Aleyhisselâm da bu teklifi kabul ettiğini Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in gür sesiyle Ebu Süfyan'a duyurmuştu.
Hicretin dördüncü yılında bu savaşa hazırlanma vakti geldiği halde Ebu Süfyan, şiddetli kuraklık sebebiyle yiyecek kıtlığını bahane ederek savaşa gitmek istemedi ve o sırada Mekke'ye gelmiş olan Nuaym bin Mes'ud el-Ecâî'ye müslümanları Bedir'e gitmekten vazgeçirmesi halinde yirmi deve vereceğini vâdetti.
Bunun üzerine derhal Medine'ye dönen Nuaym, müslümanları bu seferden vazgeçirmek için Kureyşliler'in yoğun savaş hazırlıkları içinde olduklarını mübalâğalı bir şekilde anlatmaya başladı. Nuaym'ın bu propagandası önceleri etkili oldu. Müslümanlarda hafif bir gevşeme hasıl olması üzerine münâfıklar var güçleriyle ortalığı karıştırmaya çalıştılar.
Resulullah Aleyhisselâm: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, yanımda hiç kimse gitmese bile, ben tek başıma Bedir'e çıkar giderim!" buyurdu. Bunun üzerine müslümanlar gayrete geldiler, derhâl savaş hazırlığına başladılar.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştu:
"O topluluğu takip etmekte gevşek davranmayın. Eğer siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir." (Nisâ: 104)
Medine-i münevvere'de Abdullah bin Revâha -radiyallahu anh-i vekil bırakan Resulullah Aleyhisselâm, sancağı Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e verdi. Onu süvari olmak üzere bin beş yüz piyade ile Medine-i münevvere'den hareket etti. Müslümanlar kendilerine âit ticaret mallarını da satmak için yanlarında götürdüler. Çünkü Zilkade ayı içinde Bedir'de panayır kurulur, orada ticaret yapmak için pek çok kimseler toplanırdı.
Müslümanlar Zilkade ayının ilk gününde Bedir'e vardılar ve beklemeye başladılar.
Söz verip de gitmemeyi gururlarına yediremeyen Kureyşliler de Ebu Süfyan başkanlığında elli süvari iki bin piyade ile Mekke'den ayrıldılar. Ancak Ebu Süfyan yolda Nuaym bin Mes'ud'un başarılı olamadığını ve müslümanların Bedir'e gelip beklediklerini öğrenince, yiyeceklerinin azlığını bahane ederek Usfan'dan geri döndü. Bunun üzerine Mekke'de kalmış olan Kureyşliler onlarla alay ettiler. Yiyecek endişesiyle geri döndükleri için kendilerine "Kavut ordusu" mânâsına gelen "Ceyşüs-sevik" adını taktılar.
Müşrik Kureyş ordusunun Bedir'e gelmemesi üzerine Resulullah Aleyhisselâm, yanlarında getirdikleri ticaret mallarını satmaları için müslümanlara izin verdi. Yüzde yüz kazanç sağladılar.
Her taraftan Bedir pazarına gelen Arap kabileleri Resulullah Aleyhisselâm'ın Bedir'e niçin geldiğini öğrendiler. Müslümanların güç ve kuvvetlerini koruduklarını, azim ve cesaretlerinden hiçbir şey kaybetmediklerini gördüler. Bu vesile ile müslümanların ünü her tarafa yayılmış oldu.
On altı gün sonra Medine'ye dönüldü.