Peygamberlik kulun çalışması ile kazanılan bir haslet olmayıp, Allah-u Teâlâ'nın bir lütfu olarak dilediğine verdiği gibi; hikmet de hakîm kimselere Allah-u Teâlâ'nın bir lütfudur, verilme iledir, çalışma ile elde edilmez.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Allah hikmeti kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse, ona muhakkak ki çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar." (Bakara: 269)
Hikmet, dünya ve ahiret hayırlarını içine alır. Hikmetsiz bir hayıra erilirse, bir hikmet ile binlerce hayıra erilir.
Hikmet verilen kişiye nurânî basiret bahşedilmiştir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Ancak iki şeye imrenilir: Birine Allah mal vermiş hak yolunda harcatıyor. Diğerine hikmet vermiş onunla amel ediyor ve onu başkalarına öğretiyor." (Buharî. Tecrid-i sarîh: 66)
Demek oluyor ki hikmet sahibi olan insanlar, bu hikmetle yükselirler, halka muallim olmak hakkını elde ederler.
Muâviye -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Allah kime hayır murad ederse, onu şer'i meselelerde âlim yapar.
Ben yalnız taksim ediciyim, veren ise Aziz ve Celil olan Allah'tır." (Buharî. Tecrid-i sarih: 64)
Buradan da anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ dilediğine bu lütfu bahşediyor. Diğerleri de nasipleri kadar nasibini alıyor ve orada kalıyor.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"Hikmet, şereflinin şerefine şeref katar." (Câmiüs-sağîr: 3827)
Konuşunca hikmetle konuşur, düşününce hikmetle düşünür ve hareket edince de hikmetle hareket eder.
Bir kimse aklını iyi kullanarak Rahman olan Allah'a yaklaşmak için çalışırsa Allah-u Teâlâ da onu nuruna kavuşturur.
Âyet-i kerime'sinde:
"Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur." buyuruyor. (Nur: 35)
O nur, kalbe akıttığı mârifetullah nûrudur. O ruhu da Kudsî ruh ile çevirmiş, her şeyden muhafaza ediyor.
Bunlar bir kimsede cem olduğu zaman "Nûrun Alâ Nûr" oluyor. Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın seçtiği, Resulullah Aleyhisselâm'ın nûrunu taktığı, kendisine çektiği kullarda olur, ancak o kullarda bulunur, başkasına şâmil değildir.
"Allah dilediği kulunu zâtına seçer." (Şûrâ: 13)
Bütün bu lütuflar hep O'nun ihsanı ve ikramı ile mümkündür. Hiç şüphesiz ki bu lütuflara mahlûkun aklı hem ermez, hem almaz.
Bu ilim Allah-u Teâlâ'nın öğretmesi ve göstermesi ile bilinir ve görülür. Onun muallimi bizzat Allah-u Teâlâ'dır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Takvâ üzere olursanız, mualliminiz Allah olur." (Bakara: 282)
Muallimi Allah-u Teâlâ olduğu için ilimleri kesbî değil vehbîdir. Yani herhangi bir hocadan, medreseden tahsil etmezler, doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'dan ve Resulullah Aleyhisselâm'dan gelir.
Vehbî ilim verilme ile elde edildiği için, bu ilme hiç kimse hiçbir surette sahip çıkamaz. Çünkü görülüyor ki veriliyor, bir çalışma yok, yani miras. Kimisi çok çalışır, bir ev yapar, öbürü de hiç çalışmadan mirasa konar. Bu ilim de böyledir. Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine vâris kılar ve kimseye bahşetmediğini dilediğine verir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde bu ilmi tarif ediyor ve şöyle buyuruyor:
"Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif billâh olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah'tan gafil olan kimseler anlamazlar.
Binâenaleyh Allah-u Teâlâ'nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti." (Erbaîn)
Cevherleri onlara Allah-u Teâlâ verir. Yüzüne yüzü ile yönelmesiyle, kalbine nurunu akıtmasıyla dilediği kadar ilmullahtan ilim verir. Bu ilim has bir ilimdir. O'nun duyurduğundan başka bu ilmi kimse bilmez.
Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Her ilim sahibinin üstünde daha üstün bir bilen vardır." buyuruyor. (Yusuf: 76)
Farz-ı muhal ki büyük bir elmas parçası var. "Bunu satıyoruz, bir milyon liraya alır mısınız?" deseler, bu mücevherin kıymetini bilmeyen kimse: "Ben ne yapayım bu taşı, beni kandırmaya mı çalışıyorsun, hiç ben kanar mıyım?" der. İşte bu da bir akıldır. Fakat anlayanın eline geçtiği zaman, parça parça yapar milyarlara satar. Bu da bir akıldır. Çünkü biliyordu, bilgisini kullandı, mücevheratın kıymetini takdir etti.
Bu bir temsildir ve bu temsilde gizli sırlar var. İyi bilin ki bu insanların her biri bir taş değildir. Elmas olanlar da vardır. Amma kimde olduğu belli olmaz.
İşte bu Hadis-i şerif, onlara verilen ilmi beşeriyetin anlayamayacağını da teyid ediyor. Onlar bu ilimden bahsederken beşeriyet bunu anlamaz. Çünkü akılları ve ilimleri yetmez. Onların muallimleri Allah-u Teâlâ olduğu için, onlara verilen ilim Allah-u Teâlâ'dan verildiği için, bir kimse âlim de olsa bu ilmi idrak edemez. Çünkü onun muallimi benî beşerdir. Zâhirî ilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin bu ilmi anlamaz.
Nitekim Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:
"Ben Resulullah'tan iki kap ilim aldım. Birisini yaydım (söyledim), eğer ötekisini de yaymaya kalksam bu boğaz kesilir." (Buharî)
İtiraz edenler bu Âyet-i kerime'lerin ve bu Hadis-i şerif'lerin tecelliyatlarından mahrum oldukları için bilmeyerek itiraz ediyorlar.
İlim mesleğinin ehli ve âşinası olmadığı, vukufiyet kesbedemediği, ilmi ve aklı yetmediği için birinci basamakta kalmış. O ise kendisini allâme zannediyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhirî ilimdir) Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur." (Tirmizi)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin "Faydalı ilim" olarak vasıflandırdığı ilim mârifetullah ilmidir. Bu ilme "İlmullah" da denilir. İnsanları bu gayeye ulaştıranlar marifetullah ehlidir. Bu gaye Hakk'a ulaşmaktır.
Amma kendilerinin âlim olduğunu zannedenlerin bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar işte bu faydalı ilimden mahrum kaldıkları için itiraz ediyorlar, bilmedikleri için inkâra kalkıyorlar.
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Rabbim bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omuzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine varis kıldı. Ayrıca bana çeşitli ilimleri de öğretti.
Rabbim, bir kısım ilmi gizli tutmama dair benden söz aldı. Çünkü benden başka hiç kimsenin onu taşıyamayacağını biliyordu.
Başka bir ilimde de beni muhayyer kıldı. Yani 'Serbestsin, istersen başkalarına söyle istersen hiç kimseye söyleme.' dedi. Kur'an'ı bana öğretti. Cibril devamlı olarak Kur'an'ı bana hatırlatıyordu.
Ve daha başka bir ilim var ki, onu herkese söylemekle beni memur etti." (El-mevâhib'ül-Ledüniyye)
Bu Hadis-i şerif'te gizli tutulması emir buyurulan ilim, nübüvveti ilgilendiren ilimdir. Umuma bildirilmesi emredilen ilim şeriat ilmidir.
İfşâ edilip edilmeme hususunda muhayyer bırakılan ilim ise bâtınî ilimdir.
Bir diğer Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bâtın ilmi Allah-u Teâlâ'nın sırlarından bir sır, hikmetlerinden bir hikmettir, onu ancak dilediği kulunun kalbine atar." (Camiüs-sağir)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz münâfıkların isimlerini yalnız Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretlerine bildirdiği gibi, bu sırları da en yakın arkadaşlarına ifşa etmiştir.