Zaman zaman adak kurbanı kesen bazı kardeşlerimiz, sohbet zamanında yemeklerde kullanılması için bu adak kurbanlarını Vakıf'a veriyorlardı.
Fakat adak kurbanından, adağı adayan ile beraber usûl ve fürû yönünden yakınları yiyemediği için bu konuda sorular soruluyordu.
"Biz Vakıf'a adak kurbanımızı verdik fakat ne zaman bizim kurbanın kullanıldığı bir yemeğin yapılacağı belli olmadığı için veyahut hangi kurbanın kime ait olup, ne zaman ve nasıl kullanılacağı belli olmadığı için kurban adayan her zaman Vakıf'ta yemek yerken, parasını mı verecek, yoksa yemeği yemeyecek mi?" diyerek bu konulara cevap bulunup, gönüllere huzur ve mütmain edecek bir cevap aranıyordu.
Zât-ı âlilerini rahatsız etmemek için konu hemen arz edilmemişti, fakat sorular içerisinden çıkılamayınca, bu konu Efendi Hazretlerimiz'e;
"Efendim, kardeşlerimizin adağı oluyor, Vakıf'a veriyorlar, fakat yapılan yemeğin o kurbandan mı yapıldığı veyahut ne zaman yapılacağı belli olmadığı için, kardeşler her yemekte parasını mı verecekler, yoksa yemeği yemeyecekler mi?" diyerek arz edildi.
Efendi Hazretlerimiz bir müddet gözleri kapalı vaziyette durup akabinde gönülleri mutmain eden şu cevabı verdiler:
"Efendim, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zekât etlerinden bir kısım eti fakir olan bir aileye gönderdi. O aile de o etten yemek yaptılar ve yapılan yemekten bir tabağa koyarak Resulullah Efendimiz'e gönderdiler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelen yemeği gördüğü zaman;
"Ona zekât, bize hediye!" buyurdular.
İşte bu minval üzere, onlar Vakıf'a verdiler, Vakıf'ta onlara hediye ediyor, hiçbir şeye gerek yok, yiyebilirler.
Efendim, bu bilgi bu şekilde hiçbir yerde yoktur, yazmaz!"
An içinde an, zaman içinde zaman yaşanıyor mânevi âlemde, mâneviyat yolunda.
İstanbul'da rahmetli Emine Hanım'ın, rahatsızlığı zamanlarında bir kardeşimiz rüyâsında bir zât görür.
Bu zât; "Emine Hanım, bu kadar rahatsızlığına ve olan her şeye rağmen hâlâ Ömer Efendi'ye ihvan mı?" diye sorar.
Kardeş de; "Evet, ihvan!" diye cevap verdiğinde; "O zaman onu cennetle müjdeleyin!" der.
Bir ziyaretlerinde oğlu, bu rüyâyı Efendi Hazretlerimiz'e arz ettiğinde, mübarek efendimiz duygulanarak, Hazret-i Allah'a şükür ve hamd ettikten sonra şöyle buyururlar:
"Düzce'de; evlerimizin karşı karşıya olduğu bir arkadaşımız ve onun da bir kızkardeşi vardı, ismi Bilge. Abisi arkadaşımız olduğu için onlarla pek samimi idik, ailecek görüşürdük. Bilge de küçüktü ve çok hoş hâli vardı. Kız Enstitüsünü bitirdi. Abisi, Allah rahmet eylesin, dünyaya çok meyyal olduğu için kızı Ankara'ya yüksek tahsile göndermek istedi. Biz râzı olmadık, bu kız Ankara'ya gitmesin dedik. Fakat gitsin gitsin dediler ve gönderdiler.
Bir gece onların evinde oturuyorduk. O da izinli gelmiş, yavaş yavaş durumu da değişmiş.
Bir rüyâ anlattı;
"Bilge! Allah-u âlem senin ömrün çok kısa, sen bu mektebi bırak, biraz tedarikli ol!" dedik.
Kız râzı oldu, annesi de; "Gitmesin!" dedi. Fakat abisi; "Dünya istikbali!" diye tekrar gönderdi.
Aradan zaman geçti tahsilini bitirdi. Bitirdi amma kendi kendisinden de çıktı. Açılmış, saçılmış, o Bilge değil! O bizden kaçıyor, biz de onu görmek istemiyoruz.
Bir gün; "Bilge'ye ders ver!" diyerek emrolunduk. Çok hayret ettik. Fakat emir olduğu için, tam o sırada annesi geçiyordu; "Bu ders kâğıdını Bilge'ye ver, çalışsın, çalışmasın bizi ilgilendirmez!" dedik.
Bir hafta sonra aniden bağırsak düğümlenmesine yakalandı, İstanbul'a götürdüler, fakat vefat etti.
Vefatından sonra annesi anlattı. Ders kağıdını almış; "Beni bırakmadı, atmadı, hâlâ ilgileniyor!" diye çok memnun olmuş. Bir odaya kapanıp içerden kilitler, dersine dikkatle devam eder, çalışırmış. Bunun hepsi işte bir hafta sürdü.
O zaman, o ders kâğıdını verdiğimiz için, Rabb'imize çok şükrettik. Elhâmdülillah o kız o kâğıtla gitti. Demek ki; kurtarmayı murad etmişler ve kurtuldu.
Dünya istikbali amma gitti, kimse ebedî istikbali düşünmüyor.
İyi bilin ki benim hiç kimseye sevgim yok. Benim Allah'ım var, ben O'na bağlıyım, O'ndan başka kimseye tapmıyorum. Ben hiç kimseye bağlı değilim. Bunu çok iyi bilin!
Ey Rabbü'l-âlemin! Bizim Mevlâ'mız sensin! Bizi ve bize bağladıklarını Zât'ından başkasına muhtaç etme, âhirette de bizi hesaba çekme."
Bu mevzuyu birkaç defa konu açıldığı zaman nakletmişlerdir.
Yıllar önce de bu mevzuda ismi geçen şahsı, bir kardeşimiz rüyâda Efendi Hazretlerimiz ile beraber görür ve rüyâsını Efendi Hazretlerimiz'e bir ziyaretlerinde anlatır.
Mübarekler memnuniyetlerini arz ederek;
"Demek yanımızda gördünüz! Sübhanellah... Hamdü senâlar olsun. Cenâb-ı Hâlık'ımız ezeli bağla o bağı bağlamış. Bunlar hep ezeli taksimattır. Değil bir haftalık, bir günlük dahi olsa, orduya ilhak etti mi iş değişiyor. Allah'ımız lütfundan ayırmasın. İş orduya alınmakta..." buyururlar.
Kısa zaman sonra hanım kardeşimizin rahmetli olduğunun ertesi günü oğlu Efendi Hazretlerimiz'e ziyarete gider.
Mübarekler; "Yavrum başın sağolsun! Bizim gideceğimiz yere bir gün önce gitti. Allah rahmet eylesin!" buyururlar ve akâbinde; "Bir rüyâ var mı?" diye sorarlar.
"Efendim, annem çok büyük yeşillik olan orman gibi güzel bir yerde geziyormuş.
– Anne sen ölmedin mi? Diye sorulduğunda;
– Hayır ben ölmedim, burası çok güzel, burada geziyorum!" diyerek, yengesinin rüyâsını arz eder.
Efendi Hazretlerimiz;
"Elhâmdülillah! Demek ki Cennet-i alâ'ya almışlar. Şükürler olsun!" buyururlar.