Sen ilâhî sırlara doğru yöneldiğin zaman, ilâhî nurların şuleleri doğarak bütün menzilleri aydınlatır, menzillere set çekebilmek için ferahlatıcı bir su ile gusledip temizlenirsin. İlâhî nurlar seni ilhâm mahalline doğru sevkeder, ırmakları ve nehirleri, akıntısını dalgalandırıp coşturarak, garbî hoşça bir esintinin şiddetiyle buhar edersin. Öyle ki, dalgalardan kimi kimiyle iç içe girer, kaçınılmaz olanı kaçınılmaz kılacak şeye doğru çözülmüş ve ayrılmış bir şekilde ilerler, bulut kümelerini bile göremezsin. Bulutun üzerindeki dalganın da üzerinde dalgalanarak, perde arkasındaki denizin içinde kulaç atarsın.
"Veya engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibi..." (Nûr: 40)
Tâ ki sen, bu kâinât denizinin zuhuruyla çekilip bir şey kalmayıncaya dek...
Feleğin boşluğunda yegâne Yardımcı'nın lütuf bulutuna doğru seyr edip görünmez ol, esintinin şiddetiyle sükûnet bul, dalgaları sahile doğru kır ve uzat! Vaktin konuşlandığı tahsis ve teşrîfin doruğundaki geminin başına otur!.. İnsanların hepsinin meşreblerini, yollarına ve gidişatlarına riâyetlerini öğrenmiş olursun. Bu doruk, âriflerin kaplerindeki denizden, zâhirleri üzre halka ulaşan şeyden senin için çıkarıldığı kadarıdır. Mânevî zevk ashâbından başkası onun kıymetini bilemez. İşte bu kitap, mânevî hastalıkların yollarından muhafaza edilmiş [28b] ve ezel bilinmezliklerinde "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ ve Şemsü'l-Mağrib ve Nüktetü Sırru'ş-Şifâ fi'l-Karni Lâhika bi-Karni'l-Mustafâ" diye isimlendirilmiştir.
"Ferd"in onu ferdleştirmesi ve eşiyle biraraya getirmek için yükseltmesi; kimi kişiye eşsiz ve benzersiz kılmak için şefaat etmesi, kimi kişiye de saklayıp gizlemek için şefaat etmesi de, bu dalgalanmanın bir etkisidir. İşte bu, seni gelip çatan şeyin (fitne ve kıyâmetin) korkusuyla korkmanı ve o örtülerek yok olup gitmeden önce, bu ilâhî nur uğrunda çalışıp mânevî zenginliğe ulaşmanı sağlayacak, onun zamanı ve O'nun yardımcılarının zamanı olan Kur'an zamanıdır.
Ey kardeşim!
Mustafâ'nın asrıyla birleşen devir sana örtülü kalmasın. İnsanın Sübhân olan Rabb'i ile beraberliğini devam ettirmesinin ve O'nu görüp gözetmesinin mevcûdiyeti zevâle ermez. Nitekim Hakk onu gösterir; şeriat ona işâret eder ve onunla ilgili olarak, yıkım ve ölüm ibâresi içinde bir de duyum gelir. Bu ise öncüleri olan kişinin, onlardan (ilk devirdekilerden) yetmiş kişinin ecriyle amel edeceği için, yapacağı amelle onları öne geçireceği ve üstünleştireceği anlarla ilgilidir.
Onların önünde bir imam olur; fakat onlar, onların bulduğu gibi, kendilerine hayır hususunda yardımcılar bulamazlar. Zira onların imamını, onlarınkini gördükleri gibi bir gözle görmezler. Halbuki sahibine herhangi bir şüphe karışmadan, göze görünmeyene iman eden kimseden daha sağlam biri yoktur. İşte belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamanı budur!
"Bizim zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir!
Onların ilimden erebildikleri gâye işte budur. Şüphesiz ki Rabb'in yolundan sapanları en iyi bilendir. O hidâyete ereni de en iyi bilir." (Necm: 29-30)
Şimdi bu işaretleri kendi nefsin hakkında bir düşün ve onu kalbinle ve hissinle birleştir! İnatçı zorbaların ve dalâlete düşüren şeytanın iyice azgınlaşacağı devir, gündüzün geceden çıktığı şekilde [29a] onların karşısına çıkar. Ancak senin (yoldan) çıkış ve veyl ashâbıyla hiçbir ilgin yoktur ve düzgünsündür. Sana izâh edilen yolun önemini çok iyi öğren!..
Bir rüyâ sâdık olduğu zaman, bizim katiyyetle tasdîk ettiğimiz; kendisine yöneldiğimiz, Hakk Teâlâ tarafından kendisiyle nimetlendirildiğimiz ve kendisiyle engellendiğimiz büyük bir Nebevî cüz olur. İşte sen de nurlar evine girmekle perdenin engelleri ve ondan başkaca örtüler mahrem ve eşsizlikler üzerinde olur. Biz O Azîz'in kendi cezbesiyle onu kendine çekerek münacaat ettirdiğini beyan etmiştik. Ben Hakk'la öyle bir deniz makamında kâim oldum ki, onun dalgasının ve denizinin bir kısmı bir kısmıyle içiçe girmiş ve bitişmiş hâldeydi. Ben onun sıkışıklığı ve yoğunluğu dışında bir şey bilmiyor; kendi şehâdeti dışında onu herhangi bir şekilde tavsif edemiyorum. Tıpkı:
"Ben gören kimsenin dışında, içi içine sığmaksızın dönen kimseden başkasına şevki tarif edemem" sözünde olduğu gibi.
Nitekim ben sağımda bir misk kokusunu yerleşmiş ve İlliyyîn karşılığında kalbimi terk etmiştim. O Hakk mahallidir ve sıdk makâmıdır. Nitekim o su damlasıdır ve onu da nurlar kuşatmıştır. Göz kamaştırıcı Kudret'in en büyük ışıltısı ve onun sızıntısında terk etmeye varan tesadüf, mânevî esinti, çekişme ve müsâbaka son bulmaz. Nitekim ben onu bir kıl ucu içinde tek bir zerre olarak gördüm. Hakk Sübhânehû onu şahsen melekî, yaratılış inşası bakımından ise felekî yapmıştır. Ayrıca ben onu bir kurtarıcı, eriyip dağılmış biri, çok ulu biri ve özlük sahibi biri olarak gördüm. Bu kitapta da bu şahsı cismânî yönden tanıttım ki; onları Hakk benim elim üzerine indirmiş ve özlerini yine benim elimle ibrâz etmiştir. İşte bu da dalgalı [29b] denizden bir katredir, ileri derecede fakirlik ve muhtaçlık ancak bundan sızdırılabilir.
Allah'a hamd olsun ki ben, felekî yönden onu çerçeve içine almış oldum ve onu rûhen açıklanabilir kıldım.