Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı." (Haşr: 2)
Allah-u Teâlâ'nın azabından ve intikamından kendilerini korumak için o sığındıkları muhkem kalelerin ve kuvvetlerin kâfi geleceğini zannediyorlar ve sırf onlara güveniyorlardı. Bu sebeple de kendilerine taarruz etmek isteyecek kimselere aldırış etmiyorlardı. Allah-u Teâlâ'nın izzet ve azametine karşı gelmenin mümkün olmayacağını düşünemiyorlardı.
"Fakat Allah onlara beklemedikleri bir yönden geldi." (Haşr: 2)
Mukavemet etmek, karşı koymak ne mümkün!
"Yüreklerine korku düşürdü." (Haşr: 2)
Son derece korktular. Tekbir seslerini duydukça yürekleri ağzına geldi.
Öyle ki:
"Evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle tahrip ediyorlardı." (Haşr: 2)
Müslümanlar onları kuşatıp kalelerini yıkmaya başlayınca, onlar da müslümanlara engel olabilmek için kendi evlerindeki taş ve tuğlaları kırmaya başladılar. Daha sonra yurtlarını terkedeceklerini anlayınca, müslümanlara sağlam birşey bırakmamak ve çıkıp giderlerken götürebilmek için kendi elleriyle evlerinin kapı ve pencerelerini söktüler, kereste ve eşyalarını tarumar ettiler. Çivileri bile söküp develere yüklediler ve çekip gittiler.
Kur'an-ı kerim geçmişi de geleceği de kuşattığı için, geçmişi anlatırken, çoğu zaman gelecekten haber verir.
Nitekim adı geçen yahudilerin torunları 1967 harbinden sonra yerleştiği Sinâ'yı Mısır'la yaptığı antlaşma gereğince boşaltırken, orada kurduğu inşaatları dinamit ve buldozerlerle kendi elleriyle tahrip etmişlerdir.
"Ey basiret sahipleri! İbret alın!" (Haşr: 2)
Küfrün, nifakın, zulmün ve Allah-u Teâlâ'ya karşı gelip de yalnız sebeplere bağlanmanın sonucundaki acı durumu ve imanlı bir gönüle bürünerek mücadele etmenin şerefini göz önüne getirin.
"Şayet Allah onlar hakkında sürülmeyi yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada başka şekilde cezalandıracaktı." (Haşr: 3)
Öldürülme ve esaret gibi daha acı bir azaba mübtelâ kılardı ki, ona göre bu sürgün felaketi azap değil bir lütuf sayılmaktadır.
Aslında onlar böyle bir azabı hak etmişlerdi. Fakat Allah-u Teâlâ onlara dünyada bu sürgünü takdir buyurmuş olduğu için kendilerine bir azap vermedi.
"Ahirette de onlar için ateş azabı vardır." (Haşr: 3)
Dünya azabından kurtulsalar bile ahiret azabından kurtulamazlar.
Allah-u Teâlâ o bir kısım yahudilerin yurtlarından sürülüp perişan bir halde etrafa dağılmalarının sebebini beyan etmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Bu, onların Allah'a ve Resul'üne karşı çıkmalarından ötürüdür.
Kim Allah'a karşı gelirse, bilsin ki Allah'ın cezalandırması çetindir." (Haşr: 4)
Kendisine karşı savaş açanlara dünyada da ahirette de dilediği şiddetli cezaları verir. Dünyada vermezse ahirette verir. Dünyadaki azap geçse de ahiretteki geçmez.
•
Medine'den ayrılan yahudilerin bir kısmı Şam'a, bir kısmı Filistin'e göç ettiler. İleri gelen reislerinin bir kısmı ise Hayber'e sığındılar ve burada yaptıkları faaliyetlerle Hendek savaşı'nı hazırladılar.
•
Giderken de geride birçok hurmalıklar, ekinler, akarlar, davar, sığır ve at gibi birçok hayvanlar bıraktılar. Ayrıca arkalarında elli adet zırh, elli adet miğfer ve üç yüz kırk kadar kılıç kaldı.
Bütün bu mallar devlet malı olarak doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm'a mahsustu. Çünkü çarpışmasız, at ve deve koşturulmaksızın elde edilmişlerdi. Bu mallara Fey' denilmiştir. Fey', kâfirlerin mallarından ganimet ve haraç kabilinden müslümanların ellerine geçen şeylerdir. Beşe bölünmeksizin hepsi müslümanların menfaatlerine uygun olan yönlere sarf edilir.
Fey' ve ganimete âit hükümler değişiktir. Ganimete âit hüküm Enfâl sûre-i şerif'inin 41. Âyet-i kerime'sinde açıklanmıştır.
Ashâb-ı kiram bu malların Bedir'de olduğu gibi Enfâl sûre-i şerif'inde bulunan Âyet-i kerime'lerin hükmü gereceğince beşe bölünerek kalanın taksim edileceğini sanmışlardı.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Allah'ın onların mallarından Peygamber'ine Fey' olarak verdiği şeyler için siz ne bir at, ne de bir deve sürdünüz.
Fakat Allah, Peygamber'ini dilediği kimselere karşı üstün kılar.
Allah her şeye kâdirdir." (Haşr: 6)
Bazen açık vasıta ve âletlerle yapar, bazen de sırf izzetiyle hiç umulmayacak başarılar bahşederek yapar. Yahudilerin basit bir kuşatma ile korkarak çıkıp gitmek üzere anlaşmaları da böyle olmuş, Allah-u Teâlâ da bu malları Peygamber'ine Fey' olarak ihsan buyurmuştur. İşte bundan dolayı o da bu mallarda istediği gibi tasarrufta bulundu. Âile halkının bir senelik nafakasını ayırdıktan sonra, kalanını Muhâcirler arasında taksim etti. Çünkü Medine'nin yerlileri olan Ensâr, Muhâcirler'in geçimliklerini üzerlerine almışlar, onları kendi mallarına ortak etmişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm bu icraatı ile Ensâr-ı kiram'ın bu yükünü hafifletmiş oldu.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde Fey' mallarının harcama yerlerini ve şekillerini şu şekilde beyan buyurmaktadır:
"Allah'ın fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamber'ine Fey' olarak verdikleri; Allah'ın, Peygamber'in, (Peygamber'e) akrabalığı olanların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalanlarındır." (Haşr: 7)
Ganimetten bu sayılanlara verilmesinin sebep ve hikmeti ise şöyle beyan buyurulmuştur:
"Tâ ki içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın!" (Haşr: 7)
Fakirlerin elinde ondan bir şey bulunmazken, sadece zenginleriniz arasında dönüp durmasın.
Herkesin canı istediği gibi her işe karışıp huzursuzluk çıkarmaması için de şöyle buyuruluyor:
"Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız." (Haşr: 7)
Bu Âyet-i kerime her ne kadar Fey' malları hakkında nâzil olmuşsa da hükmü umumidir, Resulullah Aleyhisselâm'ın emrettiği ve yasakladığı her şey hakkında geçerlidir. Bu hüküm kıyamete kadar devam eder.
"Ve Allah'tan korkun! Çünkü Allah'ın cezalandırması çetindir." (Haşr: 7)
Azap edince çok şiddetli azap eder.
Allah-u Teâlâ genel olarak Fey'in harcama yerlerini beyan buyurup bu hususta açıklamalarda bulunduktan sonra şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'ın lütfunu ve rızâsını dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamber'ine yardım eden muhâcir fakirlerindir.
Onlar sâdıkların tâ kendileridir." (Haşr: 8)
•
Uhud savaşından sonra müslümanların itibarı sarsılmıştı. Nadîr oğulları'nın Medine'den çıkarılması ile Medine civarındaki müşrikler arasında Resulullah Aleyhisselâm'ın nüfuzu kuvvetlenmiş oldu.
•••