İşte ben, daha önce hiç görmediğim, hâlihazırda ve gelecekteki birtakım hâdiseleri buna göre bildim ve henüz mevcut olmayan ulvî [15] ve süflî birtakım varlıkları da öğrendim. Dolayısıyla ben daha şimdiden; şu devirden yok oluş ânına kadar erişerek, bu "Ehadiyyet" sıfatı ile görünen bu dönüşteki helâkiyeti ayırt edebildim.
Nitekim birtakım ilâhî sırlar verilerek, (bu) ilâhî nûrların üçte biri cesedlendi. O'nun ufkunun bana teslim edilmesiyle; mukatta örtüsü içinde batan yıldıza ve göz kamaştırıcı hidâyetin gelip çatması hakkındaki kamaştırıcılığıyla, aya dâir, O'nun yarattıklarının bazısı da artık bana izhâr edilmişti. Her hakîkatin nûru verildi ve biz onun yolunu böylece izâh edebildik.
Daha sonra ise sedefi parlatan, odayı aydınlatan ve lekeleri ortadan kaldıran "Şemsü'l-ekber" ile "Nûru'l-ezher"; yani "En büyük güneş" ile "Göz kamaştıran Nûr"un ikisi bana tilâvet kılındı. O misâlî bir tecellî ve irsâlî bir nûr olarak teslim kılındı; sonra da ömrü azalınca, belirli olan eceline vâsıl oluncaya kadar, batıda anlaşılması güç bir biçimde battı.
İşte bir hidâyet rehberinin batı tarafından doğması da artık iyice yaklaşmıştır. Bu ise şirklerin zevâl bulup batmasıyla, ona yakalayanın yok edilip tuzağı ortadan kaldırılarak, şirklerle ilgili bağın çözülmesiyle, O'na yönelen bir güneş ve O'nu tenzîh eden bir makamdır.
Bu batış, her ikisinin de "Ayn"ı olan iki kısım üzerinde gerçekleşir. Onun batışı da kendi kalbinde meydana gelir. Zîrâ o Gayb âleminde Rabb'inden verilmiş bir nûr üzerindedir. Ona kalan da O'nun toprağının nûrudur.
"Nûr üstüne nûr" (Nûr: 35) ve sırlar üstüne gelen sırlar da onun olur.
Şayet aydınlanan bir yer kararmışsa, onun batışına karşılıktır. İşte o da (böylece) kendisinde batan sıfatlardan arınır. Nitekim o Kudsî Zât'ın denizinin içinde boğulur; [14a] kendi mânevî sıfatlarının elbiselerinden soyunur.
Şimdi şaşkınlığa düşmeden şu yüce sırra ve hiç tadılmamış, hoş esintili şu ilâhî zevke bir bak!
İşte ben, aylı geceler ve gündüzler boyu, avâmın kendisine münâcaat ettiği kudsî makâmında, bu güneşin nûru ile kaldım. Nitekim o "Hâtemü'l-imâme"; yâni küllî mutlak bir imam olarak değil, cüz'î Muhammedî bir imam olarak "İmamlığın Hâtemi" olduğu için, Allah bize onun bir alâmetini de izâh etmiştir. Zira herhangi bir kimse ancak onlar sayesinde bilgi elde edebilir. Kapıyı çalmayı bilmeyen ve bu nûru devam ettirmeye gerek görmeyen bir kimse ise onun hakkında, batışından önceki kendi ufkunda sâbittir.
Onun elindeki şeyi tahakkuk ettirdim ve elinde bulundurduğu sırlara göre, gerçeği ortaya koyacak olan şeyi sana bildirdim.
Doksan beş senesi ve günün yarısı girinceye dek, kapatıp örten karanlıklar güneşten sıyrıldı. Ben yine [16] Nûr kelepçeleri içinde; hem gizlenen bir bilgiyle, hem de teşhir edilen bir ilimle, zikredilen dönüşümdeki hâletim üzereydim. Tâbî de metbû da, işiten de işitilen de O olduğu için; bu hoş ve tatlı içecek miskle hatmedilip mühürlenmiş oldu ve "Tesnîm" karışımını meydana getirdi. Sonradan ona dâir bir işaret geldi ve onun vaad ettiği ile vaadi yer değiştirdi. Zikri geçen sene girip, ondan üç ay geçince, bu mağribî güneşin benden ayrılışı karşılığında bana ilkâ edildi ve Yesrib (Medîne) hedefinde onu bıraktım. Hoş ve tatlı bir içecekle hatmedilerek, O'nun yolunun karışımı olan "Tesnîm" bana izâh edildi.
Nihayet ben, sona erdirme ve sıdk imamlığına oturmuş bir şekilde, "Hatm-i evliyâullâh"la; yani "Allah velîlerinin Hatmi" ile buluşup görüştüm.
Onun hudutlanmış olan sırrı benden kaldırıldı. Ben onun elini kabul etmekle emrolundum. Onun [14b] Sıddîk'a ve sıdkı ile Sâdık olandan daha aşağıda bulunan Fâruk'a karşı çok mütevâzî olduğunu gördüm. Onun kulak tarafının hizâsında durdum; kulağıma ilkâ ettiği şeye işitip mülâkî oldum. Önünde açılmış bir bayrak vardı.
Onun "Hâtem"i;
"Nûr üstüne nûr"du. (Nûr: 35)
Onu tanıyıp îtibar gösteren kimseye, ondakinin benzeri gibi bir elbise giydiriliyordu. Nitekim Beyt'in güneşi de ondan hissesini almak için, benimkine benzer bir şekilde onun elini kabul etti; Hatm ise;
"Bu benim ehlimdendir!" dedi.
Sonra bana bir söz sızdırdı ve ilettikleri ve söyledikleriyle bizi faydalandırdı.
Devamla da, bahsi sürdürebilmek için imamlık tahtına doğru yürütmeye başladı. O bana neşeyle, atıf üstüne atıfta bulunuyordu.
Fevkalâde bir sevgiyle üzerime düşüp, bana büyük bir sevgi gösterdi ve şöyle dedi:
"Ben gizli bir örtü altında gelirim
Şüphe yok ki mühürleyici Hatm benim
Benden sonra artık hiçbir velî yoktur
Benim ahdimi taşıyacak da yoktur
Ben ölünce süren zaman da tükenir
Başla sondakiler birleşip bitişir."
Hayretle şaşıp düşün ama, bana haber sorma!
Sana söyleyecek değilim, olanlar oldu
Kalpler onun esrârıyla, bir anda necât buldu
O'nun nûrlar semâsından gayb güneşleri doğdu
Seçkin ashâbıyla Ebû'l-Abbâs, katında durdu
Onun çevresi de artık [o] meclisi tutmuştu
Hazretî kapıdan gelip bildirdiğimi sezene
Ondan daha nadir tek bir nükte kalmamış oldu
Tutmayıp da başkalarına söylemezse eğer
Ona onu çözdürecek bir nebze ifşâ doldu
Hâlet ve yapısıyla onu biz ibrâz etmedik
[17] Sizi küllî bir tadıştan geri kılmak istedik
Azmedip perdeyi atan sırrını görebilir
Zîrâ garb güneşinde O'nun fiili böyledir
İşte onun hakkında, kalbimizin ötesinden
Görünmeyen bir perdeden, size izhâr edilen...
Ulvî bir keşfe sâhip olan ve mânevî gücünü arttıran bir kimse [15a] benim kalbim üzere yürümelidir. Tâ ki ondaki güneşi benimle birlikte görebilsin!..
Kimisi ifşânın yükümlülüğünü talep ve kavuşmaya yükler; kimisi de onu sağlamken, karşılıklı konuşulan ve birbirine karıştırılan gizli birtakım yanılgılara indirger. Ancak onun fiili, belirsizlik ve muammâ içindeki bir mânâyı derceden, gizli işâret kâbilinden bir fiil gibi olur.
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Ankâ-i Muğrib" kitabında Hâtemü'l-evliyâ ile buluştuğu anları ifşâ ettiği satırlar.
Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 13b-14a