Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Uhud Savaşı (14) - Ömer Öngüt
Uhud Savaşı (14)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Temmuz 2013

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Üçüncü Yılı-

UHUD SAVAŞI (14)

 

Kur'an-ı Kerim ve Uhud Savaşı (2)

Resulullah Aleyhisselâm Bedir savaşına ansızın çıktığı için, müminlerden bazıları savaş olacağını zannetmemişler, bu sebeple de Bedir savaşında bulunamamışlardı. Bedir savaşına katılanlar hakkında ilâhî ikramlar belirtilince geri kaldıklarına çok pişman oldular. "Keşke biz de Bedir şehitleri gibi öldürülüp şehit olsaydık!" diye düşmanla çarpışmayı arzu etmeye başlamışlardı. Hatta Medine'de savunmaya râzı olmayıp, şehir dışına çıkmak için teşvik edenler bunlardı.

Ancak savaş başlayıp da bilinen sebeplerle hezimet belirince, bilhassa ölümü temenni eden o gençler, ölüm korkusu ile kaçışmaya başlamışlardı.

Bundan dolayı da kınanmışlardır:

"Andolsun ki siz ölümle yüz yüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. Şimdi onunla karşılaştınız ve gözlerinizle bakıp duruyorsunuz." (Âl-i imrân: 143)

Bu müslümanların istek ve arzuları da yapmacık olmayıp samimi bir iman eseri olduğunda hiç şüphe yoktu.

Savaşın en hararetli zamanlarında müşrikler: "Muhammed öldürüldü!" haberini yaydıkları ve münâfıkların da: "Eğer o öldürüldü ise gelin önceki dinimize dönelim!" dedikleri zaman nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz topuklarınız üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış olamaz.

Allah şükür ve sebat edenleri mükâfatlandıracaktır." (Âl-i imrân: 144)

Allah yolunda giriştikleri cihaddan vazgeçmek isteyenler çıkarsa, bilmelidirler ki bunlar Allah-u Teâlâ'ya hiçbir surette zarar veremezler. Aksine Allah-u Teâlâ'nın müminler için hazırladığı sevaptan kendilerini mahrum ettikleri için kendilerine zarar vermiş olurlar.

"Allah'ın izni olmadan hiç kimse ölmez. O belli bir süreye göre yazılmıştır." (Âl-i imrân: 145)

Ölüm aslâ ileri de gitmez, geri de kalmaz. Bilinen bir süre ile tayin ve takdir edilmiştir.

"Her kim dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz.

Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız." (Âl-i imrân: 145)

Allah-u Teâlâ peygamberleriyle birlikte savaşa katılıp aynı duruma düştükleri halde sabreden, gevşeklik göstermeyip azmeden kavimlerden ibret alınması için misaller vermiş ve şöyle buyurmuştur:

"Nice peygamberler vardı ki, beraberinde Rabb'e kul olanlardan çok kimse savaştılar ve Allah yolunda başlarına gelenden dolayı gevşemediler, yılmadılar, boyun eğmediler.

Allah sabredenleri sever." (Âl-i imrân: 146)

Nice peygamberler öldürüldüğü gibi, kendileriyle birlikte Rabbânî birçok kimse de öldürülmüştü. Allah yolunda karşılaştıkları musibetler karşısında gevşeklik göstermediler, cihadı bırakmadılar, düşmanlarının önünde alçalmadılar. Hiçbir zaman topukları üzerinde geri dönüp peygamberlerinin yolundan ve izinden ayrılmadılar. Aksine cihada devam ettiler, izzet ve ikbal kazandılar.

"Onların sözleri sadece şöyle demekten ibaretti:

Ey Rabb'imiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlığımızı bağışla.

Ayaklarımızı sabit kıl, kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et." (Âl-i imrân: 147)

İşte peygamberlerine inanan ve onların yolundan giden ümmetlerin o felâketli günlerde söyledikleri yegâne söz bu idi.

Bu duâda yer alan ifadelerden öyle anlaşılıyor ki, insanların işledikleri günahlar ve sık sık tekerrür eden hatalar, yardımdan mahrum kalmalarına sebep olan âmillerdendir. Bu sebepledir ki Allah-u Teâlâ'dan nefislerini kirleten günah tortularının temizlenmesini, ayaklarını hak yolda sabit tutup kaymaktan korumasını niyaz etmişlerdir. Zira O'nun yardımı olmadan hiçbir işin gerçekleşmesi mümkün değildir.

"Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasıyla verdi.

Allah iyilik edenleri sever." (Âl-i imrân: 148)

Allah yolunda savaştıkları sırada O'na yönelirken çok edebli olan bu ümmetlere Allah-u Teâlâ düşmana karşı zafer vermiş, yeryüzünün efendisi yapmış, şan ve şereflerini arttırmış; ahirette ise onları rızâsına, yakınlığına nâil kılmıştır.

Müslümanlar Uhud'da sadmeye uğrayınca hiç beklemedikleri bir ibtilâ ile ansızın karşılaşmış oldular. Halbuki Bedir'de zayıf olmalarına rağmen muzaffer olmuşlardı.

Uhud'daki bu sadme Medine'deki münâfıkların, yahudilerin iyice su yüzüne çıkmalarına, kinlerini açığa vurmalarına, zehirlerini etrafa saçmalarına fırsat hazırlamış oldu. Her biri hile ve desiselerini yürütmeye müsait zemin buldular.

Her ağızdan bir ses çıkıyordu. "Eğer Muhammed peygamber olsaydı mağlup olmazdınız!", "Onun diğer insanlardan hiç farkı yok!", "Siz daha önce mensup olduğunuz dine dönün, kardeşlerinizin yanına dönün!" gibi lâflar ediyorlar, onları imandan küfre döndürmek istiyorlardı.

İşte onların bu çeşit fitnelerine karşı Allah-u Teâlâ müminleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur:

"Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, onlar sizi topuklarınız üzerinde (eski dininize) geri çevirirler. O takdirde büsbütün kaybedenlerden olursunuz." (Âl-i imrân: 149)

Kâfirlere itaat ederek topukları üzerinde küfre dönecek olanların ahirette uğrayacakları hüsran ise ebedî azaptır ve bu azaptan artık kurtuluş yoktur.

Kâfirlere itaat etmek; onlardan yardım istemek, onların kalplerini kazanmak arzusu için olacağından, müminler böyle bir sapıklığa düşmekten şiddetle sakındırılmışlardır.

"Halbuki sizin mevlânız Allah'tır ve O yardımcıların en hayırlısıdır." (Âl-i imrân: 150)

O'nun yardımı gibi bir yardım ve O'nun gibi bir yardımcı olamaz. Gerçek yardımcı O'dur.

Bundan sonra Allah-u Teâlâ düşmanlarının kalplerine korku salacağını müminlere müjdeleyerek şöyle buyurdu:

"Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaları sebebiyle kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Onların varacağı yer ateştir! Ne kötüdür o zâlimlerin varacağı yer!" (Âl-i imrân: 151)

Allah-u Teâlâ'nın kalplere korku salması, yardımın en büyük tecellilerinden biridir. Kâfirler ne zaman müminlerle karşılaşırlarsa, Allah-u Teâlâ tarafından kalplerine atılan korku sebebiyle şaşkına dönerler. Müminlere verilen bu ikramın sebebi de karşı tarafın inkâr etmiş, şirk koşmuş olmalarıdır.


  Önceki Sonraki