Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Uhud Savaşı (11) - Ömer Öngüt
Uhud Savaşı (11)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Nisan 2013

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Üçüncü Yılı-

UHUD SAVAŞI (11)

 

Yıllar Sonra:

Resulullah Aleyhisselâm her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder;

"Sabretmenize karşılık size selâm olsun! Burası dünya yurdunun ne güzel bir sonucudur!" (Râd: 24)

Âyet-i kerime'sini okurdu.

Uhud şehitliği anıldığı zaman:

"Vallâhi, Ashâb'ımla birlikte ben de şehit olup Uhud dağının bağrında gecelemeyi ne kadar isterdim." buyururdu. (Hâkim)

Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- çok zamanlar Uhud'a gider, amcası Hazret-i Hamza -radiyallahu anh-in kabrini ziyaret eder, etrafını düzeltir, orada ağlar, duâ ederdi.

Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz de her ay Uhud'a gider şehitleri selâmlardı.

Hazret-i Muâviye -radiyallahu anh- zamanında Uhud vâdisinden Medine'ye su getirmek için kanal kazmışlardı. Su yolunun uğradığı yerden birkaç şehidin cesedini başka yere taşımak gerekiyordu.

Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh- der ki:

"Ben Uhud şehitlerinin sanki uykuya dalmış kişiler gibi omuzlarda birer birer taşındıklarını gördüm. Hamza'nın ayağının yanı, ince çakıllı bir yere değince kanadı."

 

Medine'ye Dönüş:

Resulullah Aleyhisselâm şehitlerin defin işi bittikten sonra atının getirilmesini istedi. Gazilerle birlikte Medine'ye dönmek için harekete geçti.

Harre mevkiine gelince: "Saf olunuz, duâ edelim!" buyurdu ve şöyle duâ etti:

"Allah'ım! Hamd ve senâ ancak sanadır. Allah'ım! Senin açıp yaydığını dürecek, senin dürdüğünü de açıp yayacak hiçbir kuvvet yoktur.

Senin saptırdığını hidayete erdirecek, senin hidayete erdirdiğini de saptıracak yoktur.

Senin vermediğini kimse veremez, senin verdiğini de kimse engelleyemez.

Senin uzaklaştırdığını kimse yaklaştıramaz, senin yaklaştırdığını da kimse uzaklaştıramaz.

Allah'ım! Rahmet ve bereketlerini, fazl-u keremini bize aç, üzerimize yay!

Allah'ım! Yoksul olduğum günde ben senden nimet, korkulu günde emniyet dilerim.

Allah'ım! Bize verdiğin, vermediğin şeylerin zararlarından sana sığınırım.

Allah'ım! Bize imanı sevdir. Gönüllerimizi imanla ziynetlendir.

Küfürden, azgınlık ve taşkınlıktan iğrendir bizi.

Din ve dünyamıza zararlı şeyleri bilenlerden, doğru yola erenlerden eyle.

Allah'ım! Bizi müslüman olarak yaşat, müslüman olarak öldür. Bizi sâlihler, iyiler zümresine kat. Onlar ki, ne şeref ve haysiyetlerini kaybederler, ne de dinlerinden dönerler.

Allah'ım! Senin Peygamber'ini yalanlayan, senin yolundan yüz çeviren, Peygamber'inle savaşan kâfirlerin de, ehl-i kitap kâfirlerinin de cezalarını ver. Ey hak ve gerçek olan İlâh! Onlara azabını indir!" (Ahmed bin Hanbel)

Yolda Uhud ile Medine arasındaki kabilelerin erkekleri ve kadınları selâma durup: "Yâ Resulellah! Şehitlerimiz sana kurban olsun! Size bir zarar ulaşmaması bizim için en büyük bir sevinçtir." diyorlardı. Resulullah Aleyhisselâm da onlara duâ ediyordu.

İslâm ordusu Cumartesi günü akşam üzeri şehre girdi. Ensâr kadınları Resulullah Aleyhisselâm'ın sağ salim geldiğini görmek için yollara dökülmüşlerdi. İçlerinde şehit olan erkekleri için ağlayanlar vardı, Resulullah Aleyhisselâm'ın da gözlerinden yaş aktı.

At üzerinde bulunan Resulullah Aleyhisselâm'ın dizginini Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh- tutuyurdu. Önlerine bir kadın çıktı. Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh-:

"Yâ Resulellah! Bu annemdir!" diye tanıttı.

Resulullah Aleyhisselâm Kebşe bint-i Ubeyd -radiyallahu anhâ-ya: "Merhaba!" dedi. Kadın Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına kadar yaklaştı, mübarek yüzüne baktı ve: "Babam anam sana fedâ olsun yâ Resulellah! Seni sağ salim gördüm. Sen selâmette olunca, her felâket bana hiç gelir!" diyerek duygularını dile getirdi.

Resulullah Aleyhisselâm ona şehit olan Amr bin Muâz -radiyallahu anh-den dolayı baş sağlığı diledikten sonra şöyle buyurdu:

"Ey Sa'd'in annesi! Sana ve onun ev halkına müjdeler olsun. Onlardan şehit düşenlerin hepsi cennette toplandılar ve birbirine arkadaş oldular. Onlar hane halklarına da şefaat edecekler."

Kebşe -radiyallahu anhâ-:

"Râzıyız yâ Resulellah! Bundan sonra artık onlara kim ağlar! Yâ Resulellah! Onlardan geri kalanlar için duâ et!" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"Allah'ım! Onların kalplerindeki mahzunluğu gider. Musibetlerini düzelt! Geride kalanlarını da, geri kalanların en iyisi eyle!" diyerek duâ etti.

Hâne-i saâdet'in kapısına kadar atının üzerinde gelen Resulullah Aleyhisselâm'ın iki dizi tutulmuştu, Sâ'd bin Muâz -radiyallahu anh- ile Sâ'd bin Ubâde -radiyallahu anh-e dayanarak içeri girdi.

Bu arada, yaralıların evlerinde oturup yaralarını tedavi ettirmelerini söyledi.

Güneş batınca Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- ezan okudu. Resulullah Aleyhisselâm yine her iki Sâ'd'e dayanarak mescide çıktı. Namazı kıldıktan sonra evine döndü. Yatsı namazını da yine mescidde kıldı.

Kureyş'in ansızın dönüp hücuma kalkması ihtimali sebebiyle müslümanlar geceyi alarm halinde geçirdiler. Bir kısmı yaralarını tedavi ettirmekle meşgul olurken, diğerleri de yorgunluktan bitkin bir halde, her an her yönden bir tehlike gelebilir kaygısıyla Medine'nin girişinde ve gediklerinde nöbet tuttular. Ashâb-ı kiram'ın yiğitlerinden bazıları sabaha kadar Hâne-i saâdet'in etrafında dolaştılar.

Resulullah Aleyhisselâm Uhud'dan döndükten sonra:

"Allah bize Fethi nasip edinceye kadar, müşrikler bir daha bizi bunun gibi bir musibete uğratamayacaklar." buyurdu.

 

İç Düşmanlar:

Uhud savaşı, herkesin içindekini dışına vurma günü olmuş, mümini münâfığı ayırmıştı.

O gece müminlerin evlerinde matem yükselirken; yahudiler, münâfıklar ve müşrikler, bu mağlubiyete son derece sevinmişler, âdeta bayram yapmışlardı.

Münâfıklar, müslümanların şehitlerine ağlayıp sızlanmalarını fırsat bildiler. Yahudilerin hıyanetleri de ortaya çıktı.

Baş münâfık Abdullah bin Ubeyy bin Selül ve onunla birlikte bulunan münâfıklar, Resulullah Aleyhisselâm'ın ve sahabilerin yaralanmış olmalarına çok sevindiler. Oğlu Abdullah -radiyallahu anh-in Uhud'dan döndüğü gece sabaha kadar yaraları dağlanarak tedavi edilmişti. Münâfık babası kızdıkça kızıyor: "Muhammed'le Uhud'a çıkmasaydın, bu felâkete uğramazdın! Ben bu işin bu neticeye varacağını görür gibi idim." diyordu. O ise:

"Allah-u Teâlâ'nın Resul'üne ve müslümanlara yapmış olduğu şeyde muhakkak bir hayır ve hikmet vardır." diye cevap veriyordu.

Hâtıp bin Ümeyye yaşlı ve katı münâfıklardandı. Oğlu Yezid -radiyallahu anh- ise hayırlı bir müslümandı. Uhud'da yaralanmış, ölüm halinde evine getirilmişti. Hâtıp, oğlunun yanında çocuklarının ağlaştığını görünce: "Vallahi bunu ona siz yaptınız. Sizin kandırmanızla sefere çıktı, sonunda da vurulup öldürüldü!" diye çıkıştı.

Yezid -radiyallahu anh- ruhunu teslim etmek üzere iken, başına müslümanlardan birçok kimseler toplanmışlardı. Her biri ona:

"Ey Hâtıb'ın oğlu! Seni cennetle müjdelerim!" diyerek tebrikte bulunuyordu.

Hâtıp daha da ileri gitti, içindeki nifakı ortaya koydu. "Sizin müjdelediğiniz şey de ne?" gibi lâflar etmeye başladı.

Oradakiler kızdılar "Allah seni kahretsin!" dediler.

Münâfıklar:

"Eğer onlar bizim yanımızda bulunsalardı öldürülmezlerdi!" gibi sözlerle devamlı propaganda yapıyorlar, yahudiler de her hususta onları destekliyorlardı. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- yahudilerden olsun, münâfıklardan olsun böyle söyleyenlerin öldürülmeleri için müsaade istemişse de, Resulullah Aleyhisselâm müsaade etmedi.


  Önceki Sonraki