Muhterem Okuyucularımız;
Allah-u Teâlâ Afüvv'dür, affı çok boldur, günahları çokça bağışlar. Engin merhameti ile günahlardan pişmanlık duyanları affeder. Günahların izlerini tamamen yok eder, Kiramen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir. Kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.
Affı sever, af edeni affı ile kuşatır.
"Allah tevbe edenleri sever." (Bakara: 222)
O halde bu sevgiye nail olabilmek için gayret edelim. Hazret-i Allah'ın sevmesi ne büyük nimet...
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde sonsuz rahmetinden, engin merhametinden ötürü bizi tevbeye davet etmektedir:
"Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Nisâ: 106)
Günahlardan tevbe etmek ve Allah-u Teâlâ'nın affını niyaz etmek kurtuluş kapısı olduğu gibi dünyadaki sıkıntı ve darlıklardan da kurtulmanın anahtarıdır.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- dan rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Her kim istiğfara devam ederse, Allah-u Teâlâ o kimseyi her darlıktan kurtarır, her sıkıntısına bir ferahlık verir ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır." (Ebu Dâvud)
Eğer af ve mağfiretimiz için yüzümüzü Hazret-i Allah'a döner, acizliğimizi itiraf ile istiğfara devam edersek Allah-u Teâlâ musibetleri kaldırır, rızık ve bereket indirir. Kendimiz için de böyledir, içinde yaşadığımız topluluk için de böyledir, memleketimiz için de böyledir, umum ümmet için de böyledir.
Hazret-i Allah'a yönelelim, bize O yeter! Kalsak yolunda, gitsek yolunda ölelim inşaallah. Bizim için fayda getirecek budur: Yolunda olalım, yolunda ölelim.
Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yöneltmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır.
İnsanoğlu aciz ve zayıf yaratılmıştır. Günah ve hata işlemekten kendisini alamaz. Ancak bu günah ve hatalar; tevbe edilmez, Hazret-i Allah'tan af ve istiğfar dilenmez ise dünyada belâ ve musibetlere, ahirette ise cehennem azabına sebep olur.
Zaman zaman toplumlar arasında bir takım âfâkî felâketler zuhura gelir. Bütün bunlar fertlerin birer cezası mesabesindedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder." (Şûrâ: 30)
Bu Âyet-i kerime'ye göre, kula isabet eden bütün felâket ve musibetler kendi günahları sebebiyledir.
"İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah kullarına zulmetmez." (Enfâl: 51)
Hiç kimseyi günahsız olarak cezalandırmaz.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"İnsanlar günahları çoğalmadıkça helâk olmayacaklardır." (Ebu Dâvud)
Günahkâr ve isyankârlara ne kadar zaman tanınırsa tanınsın, günaha devam ederler ve tevbe etmezlerse sonunda o geniş rahmetten yoksun, o azaba mahkûm olurlar.
Evimizde, ailemizde, içinde yaşadığımız toplulukta, memleketimizde yaşadığımız sıkıntılar, ibtilâlar ve şikayetlerin asıl sebebi kendi amelimizin bozukluğu değil midir?
"Ahlâksızlık memleket için çok büyük bir afat, çok korkunç... Fâiz ve fuhuş memleketi yakar götürür..."
Bu musibet ve hastalıkların tedavisi, ilâhi mağfiret ve bereketin celbi istiğfar ile mümkündür.
"En büyük tedbir Hazret-i Allah'a yönelmektir. Sonra da verdiği aklı kullanmaktır.
Her hususta Hazret-i Allah'a yönelmek, ağlamak ve korkmak lâzımdır. O, niyet-i halis, azmi çok ve Hazret-i Allah'a yöneleni destekler."
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Allah-u Teâlâ'ya kulun duâsının en sevgilisi şudur:
(Allahümmerham ümmete Muhammedin rahmeten âmmeten)
Ey Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'e umumî bir rahmetle merhamet et." (Deylemî)
Âmin.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Kula düşen şudur: Hazret-i Allah'a muhtaç olduğunu bilecek, O'ndan isteyecek, O'na sığınacak, O'na yalvaracak, O'na boyun bükecek, gözyaşı dökecek, O'nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.
Şeytan işini kadere havale etti, kâfir oldu. Âdem Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a sığındı, Cenâb-ı Hakk da onu affetti.
Kul; bütün iyiliklerini Hazret-i Allah'tan bilecek, kötülüklerini ise nefsinden. Kim böyle yaparsa şu Âyet-i kerime'deki ilâhî lütfa mazhar olur:
"Onlar Allah'ın öyle kullarıdır ki, çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı zikrederek hemen günahlarının affedilmesini isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir?
Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bilip dururken ısrar etmeyenlerdir." (Âl-i imrân: 135)
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i mübeşşere, cennetle müjdelendikleri halde ibadetten bir an bile geri kalmadılar. Daima korku ve ümit arasında bulunmak çok faydalıdır. Korku gafletten uyandırır, kötülüklerden uzaklaştırır. Ümit ise insana mânevi destek verir. Allah'tan korkan kimse heva ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.
"Rabb'inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, şüphesiz ki cennet onun varacağı yerin ta kendisi olacaktır." (Nâziât: 40-41)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde sonsuz rahmetinden, engin merhametinden ötürü bizi tevbeye davet etmektedir:
"Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Nisâ: 106)
Günahlardan tevbe etmek ve Allah-u Teâlâ'nın affını niyaz etmek kurtuluş kapısı olduğu gibi dünyadaki sıkıntı ve darlıklardan da kurtulmanın anahtarıdır.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- dan rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Her kim istiğfara devam ederse, Allah-u Teâlâ o kimseyi her darlıktan kurtarır, her sıkıntısına bir ferahlık verir ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır." (Ebu Dâvud)
Eğer af ve mağfiretimiz için yüzümüzü Hazret-i Allah'a döner, acizliğimizi itiraf ile istiğfara devam edersek Allah-u Teâlâ musibetleri kaldırır, rızık ve bereket indirir. Kendimiz için de böyledir, içinde yaşadığımız topluluk için de böyledir, memleketimiz için de böyledir, umum ümmet için de böyledir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- halkla beraber üç gün yağmur duâsına çıkmış, istiğfardan başka bir şeyle meşgul olmamıştır. Ashâb-ı kiram'dan bazıları "Yâ Ömer! Biz buraya rahmet duâsına geldik, sen rahmet duâsı ile meşgul olmadın!" dediklerinde "Ben semânın yağmur damarlarıyla duâ ettim." buyurmuş ve Nuh Aleyhisselâm'ın kavmine söylediği sözleri beyan eden Âyet-i kerime'leri okumuştur.
Nuh Aleyhisselâm'ın kavminin küfürde uzun zaman inat ve ısrar etmeleri üzerine Allah-u Teâlâ onları kıtlıkla mübtelâ kıldı. Çok sıkıntılar çektiler, malları ve hayvanları helak oldu, kadınlar kısırlaştı.
Nuh Aleyhisselâm onlara öğütlerde bulundu:
"Rabb'inizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!
Size ne oluyor ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?" (Nuh: 10-11-12-13)
Yağmur duâsında istiğfar etmek de bundan dolayı meşru olmuştur.
Hûd Aleyhisselâm da kavmini tevbe ve istiğfara dâvet etmişti:
"Ey kavmim! Rabb'inizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Günahkâr olarak yüz çevirmeyin." (Hûd: 52)
Felaketleri durdurtacak bir tek şey varsa, Allah-u Teâlâ'ya yönelmek ve nasuh bir tevbe ile tevbe etmektir.
Yunus Aleyhisselâm'ın kavmi dışında; inkâr ettikleri yoldan çıktıkları halde, başlarına gelecek azabın belirtilerini görünce tevbe etmiş ve affedilmiş, azaptan kıl payı kurtulmuş bir kavim yoktur.
Nitekim Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
"(Azap geleceği vakitte) iman edip de imanı kendisine fayda sağlayan bir memleket halkı varsa, şüphesiz ki Yunus'un kavmidir.
İman ettiklerinde kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada faydalandırdık." (Yunus: 98)
Allah katında bir kavmin helâk edilmesine dair hüküm çıktıktan sonra iman etmenin ve yalvarmanın hiçbir faydası olmadığı, inen hiçbir azap geri alınmadığı halde; onların bu yeis halindeki imanları hüsn-ü kabul görmüş, ümitsizlik halinde yaptıkları tevbeleri makbul olmuş, azap üzerlerine sarkıtıldıktan sonra kaldırılmıştır. Şayet iman edip tevbe etmemiş olsalardı, cezalarını bulacaklardı.
Hazret-i Allah kendisine yönelindiği, kapısına gelindiği vakit azabı kaldıracağı, affedeceği gibi; iman etmeyen, kendisine yönelmeyenleri, asi olanları da azap etmeye kâdirdir.
"Eğer o ülkelerin halkı inansalardı ve bize karşı gelmekten sakınsalardı; elbette onlara göğün ve yerin bolluklarını verir, bereketler açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları yaptıklarına karşılık yakalayıverdik." (A'raf: 96)
Günahlardan tevbe etmekle darlık ve sıkıntıdan insanların kurtulabileceğine, nimetlere şükretmekle bolluk ve genişliğin devam edip artacağına inanmadılar. Bütün helâk edilen milletler bu şekilde müstehak olarak helâk edildiler.
Allah-u Teâlâ bu âkıbete uğramamak için bizi tevbe ve istiğfara davet etmektedir:
"Rabb'inizden mağfiret dileyiniz ve O'na tevbe ediniz ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin." (Hud: 3)
Günahlarınızdan dolayı Rabb'inizin affını ister, samimiyetle tevbe eder, Rabb'inize yönelerek ve O'na itaat etmek suretiyle tevbenize dosdoğru devam ederseniz; bu dünyada size geniş rızık ve müreffeh bir hayat sağlar.
Bu Âyet-i kerime'lerde tevbe ve istiğfarın her şeyin husûlüne vesile olduğu bildirilmektedir.
Hadis-i kudsî'de de Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Eğer kullarım bana hakkıyla itaat etselerdi, onları geceleyin yağmurlarla sular, gündüzleri üzerlerine güneş doğdurur ve onlara gök gürültüsü işittirmezdim." (Ahmed bin Hanbel)
Emir ve hükümlerine itaat eden kullarına olan ihsan ve ikramı bu derece boldur.
•
İnsanoğlu aciz ve zayıf yaratılmıştır. Günah ve hata işlemekten kendisini alamaz. Ancak bu günah ve hatalar; tevbe edilmez, Hazret-i Allah'tan af ve istiğfar dilenmez ise dünyada belâ ve musibetlere, ahirette ise cehennem azabına sebep olur.
Zaman zaman toplumlar arasında bir takım âfâkî felâketler zuhura gelir. Bütün bunlar fertlerin birer cezası mesabesindedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder." (Şûrâ: 30)
Bu Âyet-i kerime'ye göre, kula isabet eden bütün felâket ve musibetler kendi günahları sebebiyledir.
"İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah kullarına zulmetmez." (Enfâl: 51)
Hiç kimseyi günahsız olarak cezalandırmaz.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"İnsanlar günahları çoğalmadıkça helâk olmayacaklardır." (Ebu Dâvud)
Günahkâr ve isyankârlara ne kadar zaman tanınırsa tanınsın, günaha devam ederler ve tevbe etmezlerse sonunda o geniş rahmetten yoksun, o azaba mahkûm olurlar.
Nitekim Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bir kul işlemiş olduğu günah sebebiyle rızıktan mahrum edilir." (İbn-i Mâce)
Günah böyle bir şeydir.
"Zamanınızdan şikayetinize sebep olan şeyler, amellerinizin bozukluğundandır." (Beyhaki)
Evimizde, ailemizde, içinde yaşadığımız toplulukta, memleketimizde yaşadığımız sıkıntılar, ibtilâlar ve şikayetlerin asıl sebebi kendi amelimizin bozukluğu değil midir?
"Ahlâksızlık memleket için çok büyük bir afat, çok korkunç... Fâiz ve fuhuş memleketi yakar götürür..."
Bu musibet ve hastalıkların tedavisi, ilâhi mağfiret ve bereketin celbi istiğfar ile mümkündür.
Allah-u Teâlâ Afüvv'dür, affı çok boldur, günahları çokça bağışlar. Engin merhameti ile günahlardan pişmanlık duyanları affeder. Günahların izlerini tamamen yok eder, Kiramen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir. Kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.
Affı sever, af edeni affı ile kuşatır.
"Allah tevbe edenleri sever." (Bakara: 222)
O halde bu sevgiye nail olabilmek için gayret edelim.
Hazret-i Allah'ın sevmesi ne büyük nimet...
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyanın geniş vakitlerinde, (yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda) Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)
O gün gelmeden önce tevbe edip Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a yönelenlere ne mutlu! O dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin dünyası saadet, ahireti selâmet olur. Çünkü o Hakk ile idi, halk ile değil.
Hazret-i Allah'a yönelelim, bize O yeter! Kalsak yolunda, gitsek yolunda ölelim inşaallah. Bizim için fayda getirecek budur: Yolunda olalım, yolunda ölelim.
Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yöneltmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır.
•
"En büyük tedbir Hazret-i Allah'a yönelmektir. Sonra da verdiği aklı kullanmaktır.
Her hususta Hazret-i Allah'a yönelmek, ağlamak ve korkmak lâzımdır. O, niyet-i halis, azmi çok ve Hazret-i Allah'a yöneleni destekler."
Artık ahir son zamanda yaşıyoruz. Hâtem-i Veli -kuddise sırruh- Hazretleri'nin irtihali ile birçok hadise zuhur etti, ahir zaman hâl ve ahvali iyice üzerimize çöktü.
Bu seyyiat zamanında, Hazret-i Allah'a gücümüz yettiği kadar sığınırak çokça istiğfar etmemiz ve ibadetle, zikirle meşgul olmamız gerekmektedir.
Şayet ebedi hayatın sermayesini kazanabilirsek çok kıymetli bir zaman...
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Her asırda benim ümmetimden sabikûn (önde gelenler) vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur (söylenir). Haklarındaki inayet vemerhamet-i ilâhiye o kadar boldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır." (Nevâdir-ül Usül)
Onlar Hazret-i Allah'ın sevgili kullarıdır, seçtiği, Zât'ına çektiği, nurunu akıttığı, kudsî ruhuyla desteklediği ve vazifedar kılıp gönderdiği has ve hususi kullarıdır. Onlar naz makamındadır, insanlığa rahmettir.
Hadis-i kudsî'de ise şöyle buyuruluyor:
"Kulun benimle meşgul olması, en fazla önem verdiği şey olursa, onun arzu ve lezzetini zikrimde kılarım. Arzu ve lezzetini zikrimde kılarsam da o bana âşık olur, ben de ona âşık olurum. O bana, ben ona âşık olunca da, onunla aramdaki perdeyi kaldırırım. Bu hâli onun umumî hâli kılarım. İnsanlar yanıldığı zaman o yanılmaz. Böylelerinin sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Gerçek kahramanlar onlardır.
Onlar öyle kimselerdir ki yer ehline bir cezâ ve azab vermek istediğim zaman onları hatırlarım da azabdan vazgeçerim." (Ebû Nuaym, Hilye)
Bu Hadis-i kudsî'de bu zâtların manevî yükseklikleri, Allah-u Teâlâ'nın nazargâh-ı ilâhiye'si, tecelliyât-ı ilâhiye'si oldukları ve aynı zamanda rahmet-i ilâhiye'ye vesile oldukları beyan buyurulmaktadır.
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Allah yer ehline azap etmeyi murad ettiğinde onlara nazar eder de, azâbı derhâl onlardan geri çevirir." (el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî, Hâlet Ef. nr.: 198/2, vr. 486a)
İşte Allah-u Teâlâ'nın sevip kendisine seçtiği, onların hürmetine vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetleri geri çevirdiği bu büyük Zevât-ı kiram'ın duâlarına, niyazlarına Rabb'im bizi dahil etsin. Mânevi tasarrufları altında bulundursun inşallah-u Teâlâ.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh-Efendi Hazretleri kitaplarında ve sohbetlerinde, bu zamanın afâtını haber vermişler, mühim nasihatlarda bulunmuşlardır:
"Uyan be kardeş! Bu musibetler bizim için bir ihtardır. Yarın ne göndereceğini yine Allah-u Teâlâ bilir.
Ve fakat muhakkak ki isyan cezasız kalmaz, bu kati bir gerçektir. Bunu böyle bilin.
Bir insanın son durağı nihayet ölümdür, kabirdir. Gerçek hayat ölümden sonra başlar. Ya ebedî saâdet, yahut da ebedî felâket.
Bunlar bir hatırlatmadır, uyandırmadır. Nasibi olan hidayete mazhar olur, uyanır, tevbe eder, Hazret-i Allah'a yönelir. Ve fakat ruhu ölmüş olanların imanları yok ki hidayete ersin.
Şimdi en şiddetli fitnelerin içindeyiz, gaye Hakk'a bağlanmak, rızâ adımlarını atmaya çalışmak, yılmamak, hiç durmamak. Çünkü küçücük bir ömrümüz var, büyük bir hayat-ı ebediye var. Ömür kısa, yol uzun, fitne çok büyük.
•
Duâ ederken bir kişinin değil, Ümmet-i Muhammed'in affını isteriz. Çünkü vallâhi Allah-u Teâlâ'nın bir kiyişi affetmesi ile Ümmet-i Muhammed'i affetmesi arasında fark yoktur.
Duâya başlamadan evvel de şunu söyleriz:
Yâ Rabb'i! Habib'in buyurdu ki; "Kullar senin kulun, azab edersen senin kulların, merhamet edersen sen lütuf, ihsan ve kerem sahibisin, affedersin."
Yâ Rabb'i! Ümmet-i Muhammed'i affet. Sen öyle bir Kerim Mabud'sun ki, beni affetmekle Ümmet-i Muhammed'i affetmek arasında hiçbir fark yok.
Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'e umûmî rahmetle muamele et! Amin!..."
"Binaenaleyh bizim duâmız hep başkaları için, Ümmet-i Muhammed'in iman ve selâmeti için."
"Yâ Rabb'i! Halilullah Mekke için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Resulullah Medine için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Fakir bu devlet için duâ ediyor, bu devlete zevâl verme!"
"Hazret-i Allah veli kulları sayesinde bu milleti, bu devleti dilediği kadar muhafaza ediyor. İyi kötü, iyi kötü bu veliler sayesinde yürütüyor. Velilerin sonu kesildiği zaman ateş başlar. Öyle bir ateş ki, gide gide Mehdi Aleyhisselâm, İsa Aleyhisselâm'a kadar gider. Deccal çıkar, Çinliler (Ye'cüc, Me'cüc) çıkar. Bu ateşi velileri sayesinde kaldırıyor, çünkü onların yüzü suyu hürmetine indireceği azaptan vazgeçiyor."
"Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini tutar. Amma direği alırsa kimi tutar?"
"Dünyanın ömrü kısa, seyyiat zamanı. Sağ olursanız otuz seneye kadar neler göreceksiniz, aklınız almaz"
"İnmiş inecek belâları Allah-u Teâlâ filan kullarla kaldırır. Bunun kalkması için nasıl duâ ederim: "Allahümme inneke afüvvün kerimun tuhibbül afve fa'fü annâ." = "Allah'ım! Muhakkak ki sen affedicisin, kerimsin, affetmeyi çok seversin. Bizi affet." Bu duâyı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Aişe -radiyallahu anhâ- annemize Kadir Gecesi okumasını tavsiye etmişlerdir.
Ve o şiddet kalktı, büyük bir afat geliyordu. O korkunç şiddet bir anda yok. Ama hüküm O'nun."
"İsrâ 58. Âyet-i kerime'si zuhur etmek üzere. Etti edecek. Bu ateş çıktı çıkacak. Her gün bu Âyet-i kerime'yi muhakkak okurum.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız." (İsrâ: 58)
Allah'ım bu hazırladıkları ateşi birbirine çevir. Hepsi ateşi hazırladılar, bir emr-i İlâhi'ye bakıyor, o emir kibrittir.
Ümmet-i Muhammedi affet, muhafaza et, muzaffer et!
İtimad edin bazen duâ etmeye korkuyorum, o kadar gadaplı. Bazen o kadar gadaplı her zaman değil. Siz uyuyorsunuz, kendi âleminizdesiniz.
Tabii ki fakirin gizli niyazlarımız var, arzularımız var. Bu nuru Hazret-i Mehdi'ye ulaştırmak. Bizi kalemle mücadele ile vazifelendirdi. Binaenaleyh Hazret-i Mehdi bu kitaplarla yürüyecek.
Zaten Hazret-i İsa Aleyhisselâm'la Hazret-i Mehdi birleşecek, ondan sonra bu nur kıyamete kadar gidecek, O'nun seçtiği esastır, halkın seçtiği esas değil.
Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Tâ ki onları, onlardan sonra gelenlere emânet etsin ve kendileri gibi olanların kalplerine nakşetsin." (Ebû Tâlib el-Mekkî, "Kûtu'l-Kulûb", c. 1, s. 134)
Onun içindir ki bugün dünyaya dalmak günü değil. Helâlden rızık kazanmak, tedbirli olmak ve Hazret-i Allah'a yönelip gönül verme günüdür.
Böyle bir zamanda ne lâzımsa onu temine çalışması, bir müminin çok uyanık olması gerek."
İlâhi ahkâm ve esaslara sağlam sarılarak, üzerimize düşen vazifelerimiz ne ise Allah-u Teâlâ'ya sığınarak hakkıyla yerine getirmeliyiz.
Elimizde rehber niteliğinde bulunan ve "Nûrun Alâ Nur" olan eserler bize yol gösteriyor. İhlâs, muhabbet ve sıdk ile sarılana manevî tasarrufları devam ediyor. Zâhirde de böyledir. Nûr-î Muhammedî'nin yayılması ve ilây-ı kelimetullahın devamı için her şeyi yerli yerine koymuş öylece emanet ederek ahirete irtihal etmişlerdir.
Ömrü; Ümmet-i Muhammed'i "İlâhi Görüş Birliğine Dâvet"le geçmiştir.
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a hitaben Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Sen içlerinde iken Allah onlara azap etmez. Onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir." (Enfâl: 33)
Af dilenmekle, istiğfar ile ve O'na yönelerek Hazret-i Allah'tan yardım istemektir.
Allah-u Teâlâ diğer bir çok Âyet-i kerime'lerinde elde fırsat dilde ruhsat varken, ecel kapıyı çalmadan evvel kullarını tevbe ve istiğfara dâvet etmektedir:
"Ey inananlar! Yürekten samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabb'iniz sizin kötülüklerinizi örter." (Tahrim: 8)
•
"Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı ve Allah tevbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı! (Suçlunun hemen cezâsını verirdi)." (Nûr: 10)
Tevbeleri kabul etmeseydi, hikmetsiz hükümlere, nizamsız idarelere bırakıverseydi neler olmazdı?
•
"Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, içinizden hiçbirinizi temizlemezdi. Fakat Allah dilediğini temizler.
Allah işitendir, bilendir." (Nûr: 21)
Lütuf ve rahmetiyle dilediği kimseyi kesin olarak tevbe etmeye muvaffak kılmak ve tevbesini kabul etmek suretiyle günahtan arındırır.
•
"Resul'üm! Kullarıma benim çok bağışlayıcı ve merhamet edici olduğumu haber ver! Fakat benim azabım da çok acıklı bir azaptır." (Hicr: 49-50)
Rahmeti gadabını geçmiştir. Günah ve kusurları örtüp bağışlaması, günahkârların tek umut kapısı, tek kurtuluş çaresidir.
•
"Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Yüz çevirirseniz, bilin ki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız." (Tevbe: 3)
Sizi yakalamasından kurtulamazsınız, lâyık olduğunuz cezalara sizi çarptırır.
•
"Şüphe yok ki ben tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da Hakk yolda ölünceye kadar sebat edenleri elbette çok bağışlayıcıyım." (Tâhâ: 82)
Allah-u Teâlâ tevbekâr kullarını af edeceğini vaad buyurmuştur. İsyan bataklığına düşen kullarının ümitsizliğe kapılmamaları için, bir çıkış yolu bulunduğunu haber vermektedir.
•
"Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Ben onların tevbesini kabul edenim ve ben tevbeleri daima kabul edenim, merhamet edenim." (Bakara: 160)
Her günahın kendine mahsus bir tevbesi ve her çeşit inkârın bir iman tarzı vardır. Bir kayda bağlı olmamak üzere her tevbe, her günahın tevbesi olamaz.
Apaçık bir gerçeği gizlemek küfürdür, iman da gerçeği açıklamaktır. Küfürden sonra gerçeği açıklamak suretiyle tevbe ve iman makbuldür.
•
"Eğer size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz." (Nisâ: 31)
Evlerinizin kapılarından ikram edilmiş olarak girer, kabirlerinize ikram edilmiş olarak gider ve son olarak da cennette ağırlanmış olarak kalırsınız.
•
"İman edip amel-i salih işleyenlerin kötülüklerini elbette örteriz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz." (Ankebut: 7)
Bir günaha mislinden fazla ceza vermediği halde, amel-i salih işleyenlere kat kat sevaplar ihsan buyurmaktadır.
•
"Kötülük işleyip ardından tevbe eden ve iman edenler bilsinler ki, Rabb'in bu hareketlerinden sonra onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder." (A'raf: 153)
Günahlar ne kadar büyük olsalar dahi, O'nun bağışlamasının daha büyük olduğu bilinmelidir.
•
"Yaptığı zulümden sonra tevbe edip halini düzelten kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir." (Mâide: 39)
Allah-u Teâlâ günahlarından pişmanlık duyan, kötülüklerden vazgeçen, bir daha o hudutları aşmamaya azmeden ve yaptıklarından tevbe etmek isteyen insanlara karşı tevbe kapısını açık bırakmaktadır.
•
"Rabb'iniz sizin kalbinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız şunu bilin ki Allah, tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır." (İsrâ: 25)
Evvab; her hata ettikçe çabucak tevbe edip istiğfar eden kimse demektir. Eğer her hata, isyan etmek maksadıyla değil de insanlık tabiatı gereği meydana gelirse, bağışlanacak hatalar içine girer.
•
"Allah size açıklamak ve sizi sizden öncekilerin yollarına iletmek ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah bilendir, yegâne hikmet sahibidir." (Nisâ: 26)
Kullarına takip edecekleri kurtuluş yollarını göstermektedir. Onlar için neyin menfaatli olduğunu çok iyi bilir, onlar için koymuş olduğu hükümlerde sonsuz hikmetleri tecelli eder.
•
"Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor, şehvetlerine uyanlar ise sizin büsbütün yoldan çıkmanızı isterler." (Nisâ: 27)
Şüphe yok ki Hakk'tan sapanların peşisıra gitmekten, şehvetlerin ardınca gitmek üzere onlarla yardımlaşmaktan daha büyük bir sapıklık olamaz.
•
"O Allah ki kullarından tevbeyi kabul eder, kötülükleri bağışlar ve yaptıklarınızı bilir." (Şûrâ: 25)
Günahlardan vazgeçip samimiyetle Hakk'a dönenlerin, lütuf ve keremiyle tevbelerini kabul eder. Dilediğinin büyük olsun küçük olsun günahlarını bağışlar.
•
"Allah'ın; kullarının tevbesini kabul ettiğini, sadakaları aldığını, Allah'ın tevbeleri kabul eden ve merhamet eden olduğunu bilmiyorlar mı?" (Tevbe: 104)
Allah-u Teâlâ samimiyetle tevbe edenlerin tevbelerini kabul buyuracağını vaad etmektedir. Tevbeleri kabul buyurmak ilâhî bir lütuftur.
•
"Eğer Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur." (Tahrim: 4)
İhlâsla dergâh-ı ulûhiyete iltica ederseniz, açmış olduğunuz mesafeyi kapatır, tekrar yola koyulmuş olursunuz.
•
"O; günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası şiddetli, lütfu bol olandır. Ondan başka ilâh yoktur, dönüş O'nadır." (Mümin: 3)
Allah-u Teâlâ rahmetinin enginliğine, rahmetinin azabından önce geldiğine işaret için, mağfiret ve tevbeyi azaptan önce anmıştır.
Helâk olan kavimler hakkında bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Uyarılıp da söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak!" (Yunus: 73)
Yok eğer bu azgınlığa devam edersek başımıza geleceklerden de haber verelim.
Çok şiddetli harpler, öyle harpler ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde: "Elli kadına bir erkek düşecek kadar, erkeklerin azalacağını." haber vermişlerdir. (Buharî)
Bunun için; zelzeleler, yer batmak, kılık değiştirmek ve buna benzer felaketler beklenebilir.
Allah-u Teâlâ Tevbe Sûre-i şerif'inin 126. Âyet-i kerime'sinde, münafıkların belâ ve musibetlerden ders almadıklarını, intibaha gelmediklerini, küfürlerinde ısrar ettiklerini beyan buyurmaktadır:
"Onlar her yıl bir veya iki defa çeşitli belâlara uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine de tevbe etmiyorlar, ibret almıyorlar."(Tevbe: 126)
Zaman zaman kendilerine suçlarını itiraf ettirecek durumlara düşüyorlar. Tevbeyi hatırlatacak türlü türlü belâlara, hastalık gibi musibetlere uğratılıyorlar. Kendilerine gidişatlarının ne kadar vahim olduğunu, küfre kaydıklarını, dinden çıktıklarını hatırlatanlar da bulunuyor. Fakat ne mümkün? Başlarına gelen belâların neden ileri geldiğini anlamıyorlar. Kendilerine verilen öğütlerin ne kadar uyulmaya lâyık olduğunu mülâhaza etmiyorlar. Nifaklarına tevbe edip, İslâm'a sarılmaya yanaşmıyorlar. Ne içinde bulundukları nifaktan dönüyorlar, ne de ibret alıyorlar.
"Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir. Çünkü onlar gerçeği anlamayan kimselerdir." (Tevbe: 127)
Kıt düşünceleri, hakikati aramaktan mahrumiyetleri sebebiyle bu âkıbete müstehak olmuşlardır.
Nitekim daha önce geçen kavimleri de Allah-u Teâlâ birçok ibtilâlara, belâlara uğratmıştır. Fakat onlar ibret alıp iman etmemişlerdir.
Sonra onlara bolluk vermiş, o bolluk içinde zevk ve sefa sürerlerken yok edivermiş. Hûd ve A'raf Sûre-i şerif'lerinde bunlar hakkında mufassal bilgiler vardır.
•
"Eğer ehl-i kitap inanıp karşı gelmekten sakınsalardı, kötülüklerini örterdik ve onları nimet cennetlerine koyardık.
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'lerinden kendilerine indirilen Kur'an'ı, gereğince uygulasalardı; hiç şüphesiz ki hem üstlerinden hem de ayaklarının altından yerlerdi. (Her yönden nimete ermiş olurlardı.) İçlerinden aşırılığa kaçmayan, mutedil bir zümre vardı, çoğunun yaptıkları ise kötü idi." (Mâide: 65-66)
Rızıkları bol bol, yerden ve gökten fezeyan edip duracaktı. Ağaçları bol meyve verecek, ekinleri neşvünemâ bulacak, kendilerine her yönden nimetler gelecekti. Kendilerine zaman zaman bir takım musibetler yüz gösterip durmayacaktı. Ahiretleri mükemmel olduğu gibi, dünyaları da mâmur olacaktı. Fakat onlar imana yönelmediler, inkârlarına devam ettiler.
•
"Resul'üm! Senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermiştik. (İnkârlarından dönüp) boyun eğsinler, yalvarsınlar diye, onları yakalayıp darlık ve çeşitli hastalıklarla cezalandırmıştık." (En'am: 42)
Nice kavimler gelmiş geçmiş, nâil oldukları nimetlerin kadrini ve kıymetini bilememişler, Rabb'leri tarafından verilen müsaade ve mühletten istifade edememişler, neticede de büyük felâketlere uğramışlardır.
"Hiç değilse, kendilerine bu şekilde azabımız geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler?
Fakat kalpleri iyice katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara cazip gösterdi." (En'am: 43)
•
"Benden korkun ki, ben de size verdiğim nimetlerimi tamamlayayım, böylece siz de doğru yolu bulmuş olasınız." (Bakara: 150)
Hidayet üzere sabit kalmayı Allah-u Teâlâ'dan niyaz etmeli, bu nimeti de O'nun merhametinden beklemelidir.
•
"İnkâr edeni de az bir müddet geçindiririm." (Bakara: 126)
Onu da dünyada bulundukça rızıklandırırım.
"Sakın kendilerini denemek için dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlikler verdiğimiz kimselere gözlerini dikme! Rabb'inin rızkı hem daha hayırlı hem de daha süreklidir." (Tâhâ: 131)
Onlar, bu nimetleri kendilerine vermiş olan Allah-u Teâlâ'yı bilmez, varlığını, birliğini, kudretini tasdik etmezlerse, bu yüzden ahirette azap görecekleri şüphesizdir. Çok defa bu nimetler daha dünyada iken ellerinden çıkar.
Allah-u Teâlâ'nın ahirette vereceği nimetler ise, kâfirlere dünyada iken verilmiş olan fani şeyler gibi değildir. Onlar asla zeval bulmayacaktır.
"İnkâr edenlerin refah içinde diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın!" (Âl-i İmran: 196)
Ondan az bir zaman faydalanırlar, sonra da nimet yok olur gider, ahirette ise büyük bir felâketle karşılaşırlar.
•
İnanmayanlar da bu dünyada rızıklanırlar. Allah-u Teâlâ onlara mühlet verir. Bu da haklarındaki ilâhî azabın artmasına sebep olacaktır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Eğer bütün insanlar (küfre meyledip) tek bir ümmet olma durumuna gelmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını, çıkacakları merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları koltukları gümüşten yapar ve onları altın ziynetlere boğardık.
Bütün bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise Rabb'inin katında, O'nun azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur." (Zuhruf: 33-34-35)
Allah katında dünya malının hiçbir değeri yoktur. Altın ve gümüşün kıymet olarak bilinmesi insanlara göredir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Kâfir bir iyilik yaptığında bunun karşılığında dünyalık verilir. Mümine gelince, Allah-u Teâlâ onun iyiliklerini ahirete saklar, dünyada da taatına göre rızık verir." (Müslim)
İstiğfara devam edip de ihtiyaçtan ve sıkıntılardan kurtulmayanlar, istiğfarın şartlarını yerine getirmeyen kimselerdir.
Kalplerine iman yerleşmiş olan hakiki müminlerdir ki, ancak onlar Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'lerini tasdik ederler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanır ki, onlar kendilerine hatırlatıldığı zaman derhal secdeye kapanırlar. Büyüklük taslamadan Rabb'lerini hamd ile tesbih ederler." (Secde: 15)
Kendi ibadet ve taatlerini de ihlâs ve sadâkatle yaparak, bundan dolayı gurura kapılmazlar.
"Ve kendilerine Rabb'lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar." (Furkan: 73)
Âyet-i kerime'ler ve onlardaki derin mânâlar onları derinden etkileyerek harekete geçirir. Kendilerine emredileni yaparlar, nehyedilenden kaçınırlar.
"Kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman, bu onların imanlarını artırır." (Enfâl: 2)
Bilgi ve ibadet delilleri arttıkça, iman da taklitten çıkıp tahkik özelliği kazanmaya başlar.
"Rabb'lerinden korkanların bu Kitap'tan derileri ürperir." (Zümer: 23)
Çünkü Kur'an-ı kerim, Allah-u Teâlâ'nın azap ve ikabından haber vermektedir. Rabb'lerinin rızâsından mahrum olmaktan ve azabından korktukları, Kelâm-ı kadim'ine saygı gösterdikleri için müminleri bir korku sarar ve kendilerini bir ürperme alır.
"Sonra hem derileri, hem de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır." (Zümer: 23)
Hemen Hazret-i Allah'ı hatırlarlar, boyun bükerler, zikirle fikirle meşgul olurlar ve bu suretle nûrlanırlar, hayatlarına nizam ve intizam vermeye çalışırlar.
"Bu kitap, Allah'ın hidayet rehberidir. Dilediğini onunla doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz." (Zümer: 23)
O halde Allah-u Teâlâ'nın hidayetini dilediği kimsenin alâmeti Âyet-i kerime'leri kendisine okunduğu zaman derisinin ürpermesi, sonra da yumuşamasıdır.
"De ki; Onu Ruh'ül-kudüs (Cebrâil) Rabb'inden sana hak olarak indirdi ki, iman edenlere sebat versin, müslümanlar için bir hidayet ve müjde olsun."(Nahl: 102)
Çünkü müminler gönülden Allah-u Teâlâ'ya bağlıdırlar. Bu Kitab-ı kerim'in O'nun katından geldiğini yalnız onlar anlarlar, bu hususta hiçbir şüphe taşımazlar.
Kur'an-ı kerim bir taraftan müminlere sebat verirken, diğer taraftan da onları doğru yola iletmekte ve müjdeler vermektedir.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi'de buyurur ki:
"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibâdet ediliyor. Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)
Sen ki Allah-u Teâlâ'nın emirlerini arkaya atıyordun ve hükümsüz sayıyordun.
Bu kadar ihsan-ı ilâhi karşısında ilâhi hükümlere karşı gelmen, şeytana uyup onun peşine gitmen, bunca isyan yakışır mı? Bu isyanların cezasız kalacağını mı sandın?
Askerde arkadaşın bir onbaşı rütbesi ile emrettiği zaman, onun emrine riayet ve itaat etmek mecburiyetinde kalıyorsun da; seni yoktan var eden, âzâ nimetleriyle donatan, mülkünde bulunduran Allah-u Teâlâ'ya isyan ettiğinde, cezâsız kalacağını, azapsız bırakacağını mı zannediyorsun?
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde zulüm ve isyanlarına rağmen kullarına bir zamana kadar ruhsat verdiğini, süre dolunca da bu ruhsatı ellerinden alacağını haber veriyor:
"Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı.
Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar geciktirir. Süreleri dolunca da, ne bir an geri kalabilirler ne de ileri geçerler." (Nahl: 61)
Azapları ertelemek, ömürleri uzatmak, genişlik bolluk vermek, darlığa düşürmemek... gibi mühletler, şeref ve üstünlüğün bir alâmeti değildir, aksine bir istidraçtır.
Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Kâfirler kendilerine mühlet verişimizi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar." (Âl-i imran: 178)
Bunlar birer istidraç olup, görünüşte bir nimet, gerçekte ise azaptır. Onlar farkına varmadan Allah-u Teâlâ azaplarını artırmayı murad etmektedir.
"Bu sözü yalan sayanlarla beni başbaşa bırak. Biz onları bilmeyecekleri bir cihetten derece derece azaba yaklaştırıyoruz.
Ben onlara mühlet veriyorum. Şüphe yok ki, benim tuzağım metindir." (Kalem: 44-45)
Tam sırası gelince bir anda iplerini çekiverir.
Bununla beraber:
"İman edip de Allah'tan korkanları kurtardık." (Fussilet: 18)
İşte onun içindir ki o bir fırka kıyamete kadar bâkidir, Allah-u Teâlâ onları muhafaza edecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Ümmetimden bir tâife kıyamet kopuncaya kadar Allah'ın yardımı ile muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyeceklerdir." (Tirmizî)
En üstün meziyet İslâm'da emrolunduğu gibi hizmet, müslümanım demek en büyük şereftir.
"İnsanları Allah'a çağıran, kendisi de salih amel işleyen ve doğrusu ben müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet: 33)
Allah'a dâvet peygamberlerin ve onların vârislerinin gittikleri yoldur.
Kim ki sıdk ve sadakatle, ihlâs ve istikamet üzere yolda yürür, o izi takip ederse kurtulur.
Tevbe; günahtan dönmek, pişmanlık duymak demektir. Kalpte ikilik yapan Hakk'tan gayrı bütün isteklerden ayrılmak, Mevlâ'ya yönelmek, günahların hepsini terketmek, günah arzusunu kalpten tamamen silmek, iyiliklere dönmek demektir.
Tevbe, yolunu şaşırmış bir insanın yeniden yola gelmesi, vuslat kapısının anahtarı, saliklerin Allah yolundaki ilk adımıdır.
İstiğfar da, yapılan günahların Allah-u Teâlâ'dan af buyurulmasını niyaz eylemektir.
Günahlardan tevbe etmek, her mümine vaciptir. Bu; kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. Bunun içindir ki, tevbeyi terketmek de ayrıca bir günahtır.
Günahlardan uzak durmak meleklere mahsus olduğu için, hiçbir insan tevbenin dışında kalamaz.
Enes -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanoğlunun herbiri hataya düşmekten kendini alamaz. Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir." (Tirmizî)
•
Nefis mücadelesi tevbe ile başlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Ey müminler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz ki felâha eresiniz." (Nûr: 31)
Kur'an-ı kerim'de "Tevbe sûresi" adıyla müstakil bir sûre vardır. Ğafûr ism-i şerif'i ise doksan iki yerde geçmektedir.
•
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Duânın en hayırlısı istiğfar etmektir."
Diğer duâ ve ibadetlerin icabet görmesi için bir müslümanın tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Câfer-i Sâdık -kuddise sırruh- Hazretlerimiz "Tevbesiz ibadet sahih olmaz." buyurmuşlardır.
"Allah'a tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın hududunu koruyanlar var ya, işte bu müminleri müjdele!" (Tevbe: 112)
Âyet-i kerime'sinde ise tevbe ibadetten önce beyan edilmiştir.
Başka müjde yok. O'nun emir ve nehiylerine tâbi olursan ve O da senden râzı olursa dilerse cennetine koyar.
Bir zâhirî bir de bâtınî tevbe vardır.
Zâhirî tevbe; kişi bütün kötü huylardan ve kötülüklerden kaçınacak, kötülüklere asla dönmediği gibi hatırına bile getirmeyecek.
Bâtınî tevbe ise; kötü işler tamamıyla iyiliğe çevrilecek, iyi işlerde sabır ve sebat edilecek.
Bâtına intikal edemeyen insanlar, tevbe ettikleri halde zamanla aynı kötülüğü yine yapmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Tevbeleri dilde kalmıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Dil ile yapılan istiğfar yalancıların tevbesidir." buyurmuşlardır. (Münavi)
Bir ot, dibinden de kesilse yine büyür, hatta daha çok dallanır. Kökünden çıkarılıp yeri kurutulursa bir daha bitmez.
Bâtınî tevbeye muvaffak olan insan o kötülüğü artık terkettiği gibi, o kötülüğe karşı meylini de kalbinden söküp atar. Daha ileride, böyle bir şey zaten düşünemez.
Bâtınî tevbe inabe ile gerçekleşir. Hakk'tan gelen feyz-i ilâhi sayesinde kalpteki mâsiva otları kurutulur, ekilmeye hazır bir tarla haline gelir. Kemal bulmuş bir elden kalbe tevhid tohumu düştüğü zaman, hemen filiz verir ve ağaç olur. Yerlerin dibine kök salar, dalları ise semâlara yükselir. O tohumu kemal bulmuş bir elden almak şarttır.
Kemale ermeyen bir tohum, ekilmiş gibi görünse de filiz vermez. Kişi kendi gayreti nispetinde yol alır. Bir noktaya kadar gidebilir, daha öteye geçemez.
Tevbenin kabul olunması için bazı şartlar vardır: Geçmiş günahlardan dolayı derin bir pişmanlık duyulacak. Bir daha yapmamaya azmedilecek, günaha dönmemeye kararlı olunacak. Üzerinde kul hakkı varsa hak sahiplerine iade edilecek, bu mümkün değilse helâllaşılacak, bu da mümkün değilse onlar için duâ ve istiğfar edilecek.
Haramlardan kaçınmak, yiyecek ve içecekleri helâl yollardan temin etmek, geçmiş farzları kaza etmek de mühimdir.
Allah-u Teâlâ kulunun tevbe ve istiğfarından hoşlanır. Çünkü O; kullarını çok sever, onlara azap etmek istemez, rahmeti gadabından öncedir.
Âyet-i kerime'sinde:
"Rahmetim her şeyi kuşatmıştır." buyuruyor. (A'raf: 156)
Her şey O'nun rahmeti içindedir. Bu sebepledir ki her peygamber ümmetini daima tevbe ve istiğfara dâvet etmiştir.
Günahı işleyen, hatayı yapan biz olduğumuz halde, Cenâb-ı Hakk bizi tevbeye çağırmakta ve affedeceğini müjdelemektedir:
"De ki: Ey kendilerine kötülük edip haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (Zümer: 53)
Âyet-i kerime'deki ümit günaha teşvik için değil, en günahkâr kimseleri bile bir an önce tevbe edip Hakk'a yönelmeye teşvik içindir.
Allah-u Teâlâ dilediği kimsenin, deniz köpüğü kadar da olsa bütün günahlarını örter. Çünkü O'nun merhameti bol, affı geniştir.
"Rabb'inize yönelin, size azap gelip çatmazdan evvel O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez." (Zümer: 54)
Kendinizi ilâhi azaptan kurtaracak bir yardımcı bulamazsınız.
"Kim bir kötülük yapar, veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve merhamet sahibi olarak bulur." (Nisâ: 110)
Binaenaleyh günah işleyen bir kimse hiçbir zaman ümidini kesmemelidir.
Kudsi Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Günahları affetmeye kadir olduğumu bilen bir kimsenin günahını her ne olursa olsun mağfiret ederim. Yeter ki bana şirk koşmasın." (Hâkim)
"Kulum bana şirk koşmadıkça, bana dünya dolusu günahla gelse, onu dünya dolusu mağfiretle karşılarım." (Taberâni)
•
Allah-u Teâlâ'nın ism-i şerif'lerinden birisi de "Tevvâb"dır; tevbeleri kabul buyurup rahmeti ile günahları bağışlayan demektir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki Allah tevbeleri çok kabul eden, çok merhametli olandır." (Tevbe: 118) (Hucûrât: 12)
Allah-u Teâlâ günahkâr kullarının gönüllerinde, onları günahlardan döndürecek korkular halkeder, böylece tevbe yollarını kolaylaştırır, günahtan dönenlerin tevbelerini kabul eder.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Allah onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler." (Tevbe: 118)
O'nun rahmet ve mağfiret kapısı her zaman açıktır. Bir kula hidayeti eriştiği zaman; ibretli bir hadise, rahmani bir rüyâ veya hikmetli bir söz tevbeye vesile olabilir.
Bir ism-i şerif'i de "Ğaffar"dır; kullarının günahlarını tekrar tekrar affeden, mağfireti pek çok olan demektir.
"Ğafur" ism-i şerif'i ise; mağfireti bol olan, çok bağışlayan manasına gelmektedir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Allah'ın sizi bağışmalasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Nûr: 22)
Her türlü cezayı verebilecek sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, çok çok merhametli, çok çok bağışlayıcıdır.
Ebu Zerr-i Gıfârî -radiyallahu anh-ın Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den rivayetine göre Allah-u Teâlâ Kudsî Hadis-i şerif'te şöyle buyurmuştur:
"Ey kullarım! İyi biliniz ki, ben zulüm etmeyi kendime haram ettim, sizin aranızda da zulmü haram kıldım. Öyle ise birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım! Benim hidayet ettiklerimden başka hepiniz dalâlettesiniz. O halde benden hidâyet dileyiniz de size hidâyet vereyim.
Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. Öyle ise benden taâm isteyiniz ki, sizi doyurayım.
Ey kullarım! Benim giydirdiklerimden başka hepiniz çıplaksınız. Benden giyim isteyiniz ki, sizi giydireyim.
Ey kullarım! Siz gece gündüz günah işlersiniz. Ben ise bütün günahları yarlığarım. O halde bana istiğfar ediniz ki, sizi mağfiret edeyim.
Ey kullarım! Zarar vermek elinizden gelmez ki, bana zarar verebilesiniz. Bana menfaat vermeye gücünüz yetmez ki o menfaatı yapasınız.
Ey kullarım! Evveliniz âhiriniz, insiniz cinniniz, içinizden en müttaki bir adamın kalbi gibi kalblere malik olsa; bu hal benim mülküme hiçbir şey katmaz.
Ey kullarım! Evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, sizden herhangi birinin en kötü kalbi gibi hep asi kalblere malik olsanız, benim mülkümden hiçbir şeyi eksiltmez.
Ey kullarım! Evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, bir yerde toplanıp benden dileklerini isteseler, ben de herkesin dilediğini versem; bu hal, denize giren bir iğnenin denizden eksiltebileceği bir noksan kadar bile nezdimden bir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Bütün yaptıklarınız hep kendi amellerinizdir. Ben onları sizin hesabınıza noksansız olarak yazar zaptederim. Sonra da onları yine size verip karşılığını göstereceğim. O halde o yazıların içinde hayır bulan Allah'a hamdetsin. Her kim de başka şey bulursa, kendisinden başkasını kınamasın." (Müslim)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde insanları tevbeye teşvik etmekte, tevbeden kaçınanlara tehdit mahiyetinde şöyle buyurmaktadır:
"De ki: 'İstediğinizi yapın! Allah da, Resul'ü de, müminler de işlediğinizi görecektir.'" (Tevbe: 105)
Şüphe yok ki O'na hiçbir şey gizli kalmaz. İnsanlara bir noktaya kadar ruhsat vermekte, yaptıklarında onları serbest bırakmaktadır.
Ey halk! Bu hitâb-ı ilâhî'ye bir bakın da ibret alın, imtihanda olduğunuzu unutmayın. Allah-u Teâlâ bize fırsat vermiş, irade-i cüz'iye vermiş, imtihana çekmek için de yaptıklarımızda serbest bırakmış.
"Daha sonra gizli ve açık olanı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size yapmış olduklarınızı haber verecektir." (Tevbe: 105)
Hiç kimseye aslâ zulmetmez, fakat yaptığımız zulmün karşılığını da muhakkak göreceğiz. Zira Allah-u Teâlâ âdil-i mutlak'tır, sâlihlerin iyiliğinin, fâsıkların fıskının cezâsını muhakkak ki verecektir.
"Diğer bazıları da Allah'ın emrine bırakılmışlardır. Onlara ya azap eder, ya da tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe: 106)
Tevbelerin kabul edilmesi için de niyetlerinde samimi olmaları gerekir. Kasıt olmadıkça Allah-u Teâlâ bağışlar, fakat kasıtlı olan işleri affetmez.
Allah-u Teâlâ merhametlilerin en merhametlisidir. Kişi niyetini bozmadıkça, yolunu değiştirmedikçe, sapıklara uymadıkça, hiçbir zaman onları sapıklıkta bırakmaz.
Bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah bir topluluğu hidayete erdirdikten sonra, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açıklamadıkça onları dalâlete düşürecek değildir. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir." (Tevbe: 115)
Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki; Allah-u Teâlâ hükümlerini önce açıklar, daha sonra insanları hak yolunda yürümeleri için serbest bırakır. Hakikat kendilerine açıklanmış olmasına rağmen hâlâ bâtıl fikirlerinde ısrar edip duruyorlarsa, hata ve isyanlarına devam ediyorlarsa yapacaklarını yapmak için bir noktaya kadar fırsat verir. Nihayetinde de iplerini çeker, lâyık oldukları cezâlarına kavuşturur. Yoksa hiçbir kula zulmetmek ve azap etmek istemez.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde küfürlerinde ısrar etmeyip İslâm'a dönen, tevbe ederek pişman olan kimselerin bağışlanacaklarını, küfürlerinde ısrar edip duranların da ilâhî bir âdet olarak helâk olacaklarını beyan buyurmaktadır:
"Kâfirlere söyle: 'Eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günahları) kendilerine bağışlanacaktır. Tekrar dönerlerse, eskilerin başına gelenler onların da başına gelecektir.'" (Enfâl: 38)
Hiç şüphe yok ki Allah-u Teâlâ'nın âyetlerini inkâr edenler kâfirdir. Allah-u Teâlâ'nın Resulullah Aleyhisselâm hakkında bunca Âyet-i kerime'ler indirdiği halde onlara değer vermeyerek ilâhlarına uyanlar sapıktır.
Amma bunca Âyet-i kerime'ler karşısında vicdanları harekete gelir, tevbe edip Allah-u Teâlâ'dan mağfiret dilerlerse, elbet ki O'nu çok mağfiret edici olarak bulacaklar. Artık saâdetleri ve felâketleri O'nun hükmüne ve takdirine kalmış. Hüküm yalnız O'nundur.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"O gün kimden azap çevrilirse, şüphesiz ki Allah ona merhamet etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur." (En'âm: 16)
Onun hâlis niyeti, Hakk'a yönelişi, emrine itaati, nehyinden içtinap etmesi sebebiyle Allah-u Teâlâ ondan ateşi uzaklaştırmıştır. Allah-u Teâlâ zâlim değildir, hiç kimseye zulmetmez. Kime rahmet ve merhamet ederse onu çeker, kurtarır. Kime rahmet etmezse o yanar gider.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde ilâhî azaptan kendisini elleri ile korumaya çalışan bir kimse ile, o azaptan emniyette olan bir kimsenin eşit olmayacağını beyan buyurmaktadır:
"Kıyamet gününde yüzünü şiddetli azaptan korumaya çalışan kimse, (bu azaptan kurtulan) kimse gibi midir?" (Zümer: 24)
Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine inanmayıp umursamayan, bu yüzden de azaba düçar olan birisi; Allah-u Teâlâ'dan sakınan, Resulullah Aleyhisselâm'a uyan, o yegâne hidayet rehberine bağlanan kimse gibi olur mu? Elbette olmaz. Biri küfrünün ebedî cezasına uğramış olacak, diğeri ise imanı sayesinde bu azaptan kurtulmuş, cennetlere kavuşmuş bulunacaktır.
"Zâlimlere: 'Kazandığınızı tadın!' denilir." (Zümer: 24)
Zâlimlerden murad, nefislerine zulmedenlerdir. Bunun içindir ki bu azabı haketmiş oluyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ kullarına karşı çok merhametlidir. Müttaki kulları hakkında bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar için Rabb'leri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, muhsinlerin mükâfatıdır." (Zümer: 34)
Sadece cennetle değil; berzâh âleminde, kıyamet gününde, mahşer meydanında, hesapta, sıratta da bütün istekleri yerine getirilecektir.
"Allah bununla onların yaptıklarının en kötülerini bile örtecek ve yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlarını verecektir." (Zümer: 35)
Allah-u Teâlâ küçücük bir iyiliği çok sayacak ve karşılığını çok sevapla mükâfatlandıracak kadar lütuf ve kerem sahibidir. Bu lütuf ise takvâ sahibi kullarına yaptığı muameledir. Onların kötülüklerini örter, terazilerinde o kötü amellerinin herhangi bir hesabı kalmaz.
İşte bunun içindir ki Allah-u Teâlâ'dan ümidinizi kesmeyin.
Allah-u Teâlâ tevbe ve istiğfara devam ederek O'nun bu lütuf ve ihsanına gönül bağlayanları Âyet-i kerime'lerinde övmektedir:
"Onlar geceleri pek az uyurlardı, seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi." (Zâriyat: 17-18)
Allah şevki, ahiret endişesi ile gözlerine uyku girmez, ibadet eder, vazife yaparlardı. Seher vakitlerinde yatmaz, kusurları için af dilerlerdi.
"Onlar ki günahın büyüklerinden ve hayasızlıklardan kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar işleyebilirler. Şüphesiz ki Rabb'inin mağfireti geniştir." (Necm: 32)
Büyük günahlardan kaçınılınca küçükleri affedeceği gibi, tevbe edilince büyükleri de affeder.
"Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya uğrar.
Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.
Ancak tevbe edip iman eden ve sâlih amel işleyenler başka. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.
Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner." (Furkan: 68-69-70-71)
İşte Allah-u Teâlâ'nın kulları hakkındaki lütufları bu kadar büyüktür.
"Onlar mağfiret dilerlerken Allah onlara azap edecek değildir." (Enfâl: 33)
Küfür ve isyana tutulmuş olan fert ve topluluklar, bunun vahim âkıbetini düşünerek, elde fırsat dilde ruhsat varken bir an evvel tevbekâr olarak Allah-u Teâlâ'nın af ve mağfiretine iltica etmelidirler.
Bu ilâhi dâvete icabet etmeyenler hakkında da Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir." (Hucurat: 11)
İtaat yerine isyanı koyarak zulmetmiş, kendini azaba lâyık kılıp nefsine yazık etmiş kimselerdir.
"Hâlâ Allah'a tevbe edip, O'ndan mağfiret dilemezler mi! Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Mâide: 74)
Eğer tevbe ederlerse Allah-u Teâlâ onları bağışlar.
Günah sebebiyle kalplerin üzerine bir perde çekilir. Günahlarda ısrar edildikçe bu perde kalınlaşır ve kalbin her tarafını kaplar, kalp giderek hassasiyetini kaybeder; iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı ayırdedemez hale gelir.
Bu hususta Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kul bir hata işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tevbe ve istiğfar edip vazgeçerse kalbi cilalanır. Şayet günahı artırırsa siyah nokta da artar ve bütün kalbi kaplar.
İşte bu Allah-u Teâlâ'nın:
"Hayır! Onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırıp körletmiştir." (Mutaffifin: 14)
Âyetindeki paslanma budur." (Tirmizi)
Tevbenin dinimizdeki yeri ve önemini belirten nice Hadis-i şerif'ler vardır.
Haris bin Süveyd -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Allah mümin kulunun tevbesine tıpkı şu kimse gibi sevinir:
Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, yanında yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu devesi ile birlikte yolculuk yapmaktadır. Bir ara başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman bir de bakar ki hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun düşüp 'Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım' der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır, bir de ne görsün! Devesi başı ucunda durmaktadır, üzerinde yiyecek ve içecekleri ile beraber.
İşte Allah mümin kulunun tevbesine, bu adamın devesi ile azığına sevinmesinden daha çok sevinir." (Buharî-Müslim)
Ebu Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Sizden önce yaşayanlar arasında bir adam vardı ki, doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bu sebeple dünya insanlarının en âliminin kim olduğunu sordu. Ona bir rahib tarif edildi. O rahibe kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkanının olup olmadığını sordu. Rahib 'Hayır yoktur!' deyince onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.
Sonra yeryüzünün en âlimini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona da gidip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkanı olup olmadığını sordu. O âlim 'Evet vardır, seninle tevben arasına kim girebilir!' dedi ve ilâve etti. 'Ancak, filan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah'a ibadet eden insanlar vardır. Sen de onlarla birlikte Allah'a ibadet et, bir daha memleketine dönme, orası kötü bir yerdir.'
Adam yola çıktı. Yolun yarısına varınca, ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azap melekleri onun hakkında münakaşa ettiler. 'Bu adam tevbekar olarak geldi, kalbiyle Allah'a yönelmişti.' dediler. Azap melekleri ise 'Bu adam hiç hayır işlemedi.' dediler.
Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek geldi, onu aralarında hakem yaptılar. Onlara 'Bu adamın çıktığı yer ile gitmekte olduğu yerin arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin.' dedi. O yeri ölçtüler ve gitmeyi arzu ettiği iyilerin bulunduğu yere bir karış daha yakın buldular. Bunun üzerine rahmet melekleri onu aldılar." (Buharî-Müslim)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yüce Rabb'inden naklettiği bir Hadis-i şerif'inde buyurur ki:
"Bir kul günah işledi ve 'Ey Allah'ım! Benim günahımı bağışlayıver.' diye duâ etti. Allah Tebâreke ve Teâlâ 'Kulum bir günah işledi, fakat günahını bağışlayan ve o günah sebebiyle cezalandıran bir Rabb'i bulunduğunu bildi.' buyurdu.
Sonra kul tekrar o günahı işledi ve 'Ey Rabb'im! Benim günahımı bağışlayıver.' dedi. Allah Tebâreke ve Teâlâ 'Kulum bir günah işledi. Fakat günahını bağışlayan ve o günah sebebiyle cezalandıran bir Rabb'i olduğunu bildi.' buyurdu.
Sonra o kul yine günaha döndü ve yine 'Ey Rabb'im! Benim günahımı bağışlayıver.' diye niyaz etti. Bunun üzerine Allah Tebâreke ve Teâlâ buyurdu ki 'Kulum bir günah işledi, fakat günahını bağışlayan ve o günah sebebiyle cezalandıran bir Rabb'i olduğunu bildi. Şüphesiz ki ben kulumu bağışladım, dilediğini yapsın." (Buhârî - Müslim)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz günah işlememiş olsanız, Allah sizi giderir de günah işleyen bir kavmi getirir. Onlar Allah'a istiğfar ederler, Allah da kendilerini affederdi." (Müslim)
•
Ebu Musâ el-Eş'arî -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Müslümanlardan bir kısım kimseler kıyamet günü dağlar gibi günahlarla gelirler de, Allah onların günahlarını bağışlar." (Müslim)
•
Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teâlâ gündüz günah işleyenin tevbesini kabul etmek için gece elini açar. Gece günah işleyenin tevbesini kabul etmek için gündüz elini açar. Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına kadar devam eder." (Müslim)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Kim güneş batıdan doğmazdan evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder." (Müslim)
•
Zirr bin Hübeys -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği, binekli bir kimsenin yürüyüşü ile kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı gökleri ve yeri yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açık kalır." (Tirmizî)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Allah Sübhanehu ve Teâlâ, biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiye güler. Bunlardan birisi Allah yolunda öldürülmüştür. Sonra Allah katilin tevbesini kabul etmiş, o da müslüman olup şehit düşmüştür." (Buharî-Müslim)
•
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz huzuruna bazı esirler gelmişti. Esirler arasında çocuğundan ayrılan bir kadın gördü, çocuğuna olan hasretinden, rastladığı çocuğu kucağına alıyor, bağrına basıyor emziriyordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- "Hiç bu kadın çocuğunu ateşe atar mı?" diye sordu. Onlar "Hayır, vallahi atmaz!" dediklerinde şöyle buyurdu:
"Allah kullarına bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha merhametlidir." (Buharî-Müslim)
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Son nefesini vermedikçe Allah, kulunun tevbesini kabul eder." (Tirmizî)
•
"Müminin sağında bulunan melek, solunda bulunan meleğin emiridir. Kul bir iyilik yaptığı zaman, hemen onu on katıyla yazar. Bir kötülük yaptığı zaman solundaki melek onu yazmak ister, fakat sağda bulunan melek ona 'Bekle!..' der. Bunun üzerine altı saat bekler. Bu zaman içinde o kötülükten dolayı Allah'a istiğfar ederse hiçbir şey yazmaz. Şayet Allah'a istiğfar etmezse ona bir kötülük günahı yazılır." (Taberânî)
•
"Ölen kimse kabrinde boğulmak üzere olup yardım isteyen kimse gibidir. Baba, anne, evlat ve samimi dostlarından duâ bekler. Bu duâ kendisine ulaştığı zaman, dünya ve dünyadaki her şeyden daha sevgili gelir. Aziz ve Celil olan Allah kabirde bulunanlara, dünyadakilerin duâlarını dağlar gibi verir.
Hayattakilerin ölmüş olanlara hediyesi, onlar için istiğfar etmek ve sadaka vermektir." (Deylemi)
•
Eğarr'ül-müzeni -radiyallahu anh- den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Benim kalbime bazen nurâni bir hicap ârız olur da günde yüz defa Allah'tan mağfiret dilerim." (Müslim)
•
Eğarr'ül-müzeni -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ey insanlar! Rabb'inize tevbe edin. Allah'a yemin ederim ki ben Rabb'im tebareke ve teâlâ Hazretleri'ne günde yüz kere tevbe ederim." (Müslim)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Allah'a yemin ederim ki ben günde yetmiş defadan fazla Allah'tan mağfiret diliyorum." (Buharî)
•
"İstiğfar insanın amel defterinde nûr gibi parlar." (İbn-i Mâce)
•
"Amel defterinde çokça 'Estağfirullah' zikr-i şerif'i bulunan kimseye müjdeler olsun." (İbn-i Mâce)
•
"Gerçekten tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir. Bir taraftan istiğfar diğer taraftan günahta ısrar eder ise Cenâb-ı Hakk ile alay etmiş gibi olur." (Ebu Dâvud)
•
"Pişmanlık duymak tevbedir." (İbn-i Mâce)
•
"Tevbe ve istiğfar ile büyük günahlar affolunduğu gibi, tekrar tekrar işlenen küçük günahlar dahi büyük günah sırasına dahil olur." (Buharî)
•
"Mecnun o kimsedir ki, tevbe ve nedamet edip masiyette devam eder." (Münavi)
•
"Bir kimse gülerek günah işlerse ağlayarak cehenneme girer." (Münavi)
•
"Günahtan tevbe, bir daha o günahı işlememeye kesin karar vermektir." (İbn-i Mâce
•
"Ey insanlar! Ölümden önce tevbe ve istiğfar ediniz." (Münavî)
•
"Günde yüz defa Cenâb-ı Hakk'a tevbe ve istiğfar ediniz." (Münavi)
Tevbekâr gençlerin fazileti hakkında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ genç olan tevbekârları sever." (C. Sağir)
"Cenâb-ı Hakk'ın yanında tevbekâr olan gençlerden sevgili bir şey yoktur." (Münavi)
"Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ gençliğini takvâ ve taat yolunda geçirmiş olan genci sever." (Tirmizî)
"Şüphesiz ki Cenâb-ı Allah ibadete devam eden gençlerin halinden hoşlanıp melâike-i kirama karşı onlarla iftihar eder." (Münavi)
"Gençliklerinde ibadet eden gençlerin, ihtiyarlıktan sonra ibadete başlayanlar üzerine olan fazileti, peygamberlerin diğer insanlar üzerine olan fazileti gibidir." (C. Sağir)
Allah-u Teâlâ bilmeyerek kötülük yapıp, sonra da can boğaza gelmeden evvel tevbe edenlerin tevbesini kabul buyuracağını, makbul olan tevbenin nasıl yapılacağını Âyet-i kerime'lerinde haber vermektedir:
"Allah katında makbul tevbe; kötülüğü ancak cahillik sebebiyle yapanların, sonra da çarçabuk vazgeçip tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da, içlerinden birine ölüm gelip çatınca 'Ben şimdi tevbe ettim!' diyenlerin tevbesi makbul değildir, kâfir olarak ölenlerin tevbesi de makbul değildir. İşte onlar için pek acıklı bir azab hazırlamışızdır!" (Nisâ: 17-18)
Bilerek günah işleyen, tevbe etmeyip günah işlemeyi alışkanlık haline getiren ve bu halde iken can boğaza gelip hayattan ümidini kesmeden önce tevbe edenlerin, tevbelerinin kabul edilmesi Allah-u Teâlâ'nın iradesine kalmıştır.
•
"Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini düzeltirse, şüphesiz ki Allah bağışlar ve merhamet eder." (En'âm: 54)
Bu Âyet-i kerime tevbe edip amelini düzeltenlerin bağışlanacağına ve merhamet edileceğine dair bir vaaddir.
•
"Sonra şüphesiz Rabb'in cehaletle kötülük işleyip, ardından tevbe eden ve ıslah olanlardan yanadır. Rabb'in bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder." (Nahl: 119)
Bu Âyet-i kerime ise bütün insanlar için tevbe ve huzur kapısı açmaktadır.
•
"Artık o çetin azabımızı gördüklerinde: 'Bir olan Allah'a inandık, O'na ortak koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik.' dediler.
Fakat çetin azabımızı gördükleri zaman iman etmiş olmaları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Kulları hakkında Allah'ın önceden beri geçmiş olan sünneti (âdeti) budur. İşte kâfirler o zaman hüsrana uğramışlardır." (Mümin: 84-85)
Nitekim Kızıldeniz'de bütün umutları tükenince "Musa ve Harun'un Rabb'ine inandım!" diyen Firavun'un bu pişmanlığı ve tevbesi kabul edilmemiştir.
Bir başka Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ güneşin batıdan doğduğunu gördüklerinde yeryüzü halkının tevbelerinin kabul edilmeyeceğine hükmederek şöyle buyurur:
"Onlar kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb'inin gelmesini veyahut Rabb'inin bazı âyetlerinin (mucizelerinin) gelmesini mi bekliyorlar? Rabb'inin bazı âyetleri (mucizeleri) geldiği gün, kişi daha önce inanmamışsa veya imanında bir hayır kazanmamışsa, imanı ona hiç fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz ki biz de beklemekteyiz." (En'âm: 158)
İnanmayanların pişmanlık ve tevbeleri hiçbir fayda vermediği gibi, kurtulmak için dünya dolusu altın verseler kabul edilmeyecektir.
İşte Âyet-i kerime:
"İnkâra saplanmış ve kâfir olarak ölenler, dünya dolusu altını fidye vermiş olsa dahi aslâ hiçbirinden kabul edilmeyecektir." (Âl-i İmrân: 91)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde insanları günahlarından dolayı bir anda helâk etmeye kâdir olduğu halde, ilâhî bir hikmete göre geçici bir zamana kadar yaşattığını beyan buyurmaktadır:
"Eğer Allah, insanları kazandıkları sebebiyle hemen hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir zamana kadar geciktirir. Süreleri gelince, artık şüphesiz ki Allah kullarını görmektedir." (Fâtır: 45)
Merhametlilerin en merhametlisi olduğu için kullarına mühlet veriyor, belki dönerler, tevbe ederler, nedamet ederler diye. Yoksa buyurduğu gibi dilemiş olsa bir tek canlı bırakmaz, hemencecik helâk ederdi.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Ben onların tevbesini kabul edenim ve ben tevbeleri daima kabul edenim, merhamet edenim." (Bakara: 160)
Apaçık bir gerçeği gizlemek küfürdür, iman da gerçeği açıklamaktır. Küfürden sonra gerçeği açıklamak suretiyle tevbe ve iman makbuldür.
"Yaptığı zulümden sonra tevbe edip halini düzelten kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir." (Mâide: 39)
Allah-u Teâlâ günahlarından pişmanlık duyan, kötülüklerden vazgeçen, bir daha o hudutları aşmamaya azmeden ve yaptıklarından tevbe etmek isteyen insanlara karşı tevbe kapısını açık bırakmaktadır.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde azamet ve kudretini kullarına bildirerek onları intibaha dâvet etmektedir:
"Ey insanlar!
Eğer Allah dilerse sizi götürür, başkalarını getirir. Allah buna kâdirdir." (Nisâ: 133)
Allah-u Teâlâ herşeye kâdirdir. Bizi dilediği zaman imtihan sahnesine koyar, dilediği zaman sahneden alır. Sahnede bulundurduğu müddet içinde her an sözümüz zaptediliyor. İyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü hıfzediliyor. Yarın ahirete göçtüğümüz zaman da bu kitaplar bize sunulacak ve:
"İkra' kitâbek = Oku kitabını!" denilecek, biz de o yazılanları okumuş olacağız.
İnsan kendi kitabını okurken, yaptıklarını gördüğü zaman ne kadar utanacak, ne kadar sıkılacak!
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz münafıkların çevirdikleri bütün entrikaların farkında idi. Fakat bütün bunlara rağmen, rahmet peygamberi oluşu sebebiyle, hâl ve hareketlerine çeki düzen vermeleri için onlara her fırsatta nasihatta bulunuyordu.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitaben şöyle buyurur:
"Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerindekini bilir. Sen onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve içlerine tesir edecek güzel sözler söyle!" (Nisâ: 63)
Gerçekleri en etkileyici bir üslûp ile ulaştırmaya çalış, tâ ki gafletten uyansınlar, azab-ı ilâhî'den korksunlar, şikak ve nifaktan, fitne ve fesattan vazgeçsinler, dünya saâdetine âhiret selâmetine kavuşsunlar.
Allah-u Teâlâ münafıkları tevbeye dâvet ediyor, içinde bulundukları bataktan kurtarmak istiyor.
Allah-u Teâlâ bir çok Âyet-i kerime'lerinde kâfirlere düşmanlık beslemeyi ve onlarla ilişkileri koparıp onlardan uzaklaşmayı şiddetle emrettikten sonra şöyle buyurmaktadır:
"Umulur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasına bir sevgi koyar." (Mümtehine: 7)
Aranızda dostluğun meydana gelişi, onları iman etmeye muvaffak kılmasıyla ve dinde size uymaları sûretiyle olur.
Nitekim Mekke fethedilince, yirmi senedir düşmanlığın her türlüsünü yapmaya çalışanlar bile hayretler içinde seve seve İslâm'a girmek için can atmışlar, Ashâb-ı kiram ile aralarında büyük bir muhabbet ve tesanüd tecelli etmiştir.
"Allah kâdirdir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Mümtehine: 7)
Rızâ-i Bâri'si uğrunda çekilen zahmetleri boşa çıkarmaz.
•
Allah-u Teâlâ'nın rahmet ve mağfiret kapısı her zaman için açıktır. Günahlarından pişmanlık duyan, inkârından ve kötülüklerden vazgeçen ve yaptıklarından tevbe etmek isteyen kim olursa olsun Allah-u Teâlâ bu kapıyı açık bırakmaktadır.
Allah-u Teâlâ münafıkları kastederek Âyet-i kerime'sinde:
"Eğer tevbe ederlerse kendileri için daha hayırlı olur." buyurmaktadır. (Tevbe: 74)
Böylece başlarına gelecek felâketlerden, azaplardan kurtulmuş olurlar.
"Şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve âhirette elem verici azaba uğratır. Yeryüzünde onların bir dostu ve yardımcıları bulunmaz." (Tevbe: 74)
Allah-u Teâlâ münafıklar da dahil olmak üzere hulûs-i kalp ile tevbe eden herkesin tevbesini kabul buyuracağını Âyet-i kerime'sinde işaret buyurmaktadır:
"Ki Allah sadâkat gösterenleri sadâkatleri sebebiyle mükâfatlandırsın, münafıklara da dilerse azap etsin veyahut tevbelerini kabul buyursun.
Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok merhametlidir." (Ahzâb: 24)
Kullarına tevbe etmelerini emretmesi ve tevbelerini kabul buyurması da Allah-u Teâlâ'nın pek büyük rahmet ve âtıfetinin bir tecellisidir.
Allah-u Teâlâ münafıkların âkıbeti hakkında Âyet-i kerime'sinde:
"Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar." buyurdu. (Nisâ: 145)
Çünkü bunlar kâfirlerin en çirkini, en aşağısı olduklarından, yerleri de cehennemin en dibidir.
Allah-u Teâlâ bu korkunç âkıbeti haber verdikten sonra, hemen bir kurtuluş kapısı aralıyor, kurtulmak isteyenlere tevbe kapısını açıveriyor, en şiddetli azaplardan emin olacaklarını beyan buyuruyor.
"Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerinde Allah için ihlas sahibi olanlar muradlarına erenlerdir. İşte bunlar mü'minlerle beraberdirler. Allah yakında müminlere büyük bir mükâfat verecektir." (Nisâ: 146)
O halde münafıklar da tevbe etmek, hallerini ıslah etmek ve dinlerini Allah'a hâlis kılmakla ellerini çabuk tutsunlar ki, bu büyük mükâfata müminlerle birlikte nâil olabilsinler, onlar da bu ebedî saâdete iştirak etsinler.
Günahından tevbe eden kimse, o günahı işlememiş gibidir. Allah-u Teâlâ tevbe eden münafıkları müminlerin saflarına yükseltiyor, her türlü vebalden ve ağırlıktan kurtarıyor.
Allah-u Teâlâ, iman ettikten sonra kâfir olan, sonra küfrünü artıran ve ölünceye kadar küfürde kalan kimselerin ölüm esnasındaki tevbelerini kabul buyurmayacağını Âyet-i kerime'lerinde haber veriyor:
"İman ettikten sonra kâfir olup ve küfürde daha da ileri gidenlerin tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir." (Âl-i İmrân: 90)
Çünkü böyleleri ölüm belirtilerini görüp hayattan ümitlerini kesmedikçe tevbe edip imana gelmezler. Halbuki yeis halindeki iman makbul değildir.
"O inkâr edip zulmedenler var ya, Allah onları bağışlamayacaktır." (Nisâ: 168)
Kâfir olarak öldükleri için asla cennet yüzü göremeyeceklerdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde münafıklar hakkında af ve mağfiret dilenmemesini, haklarında duâ edilmemesini, onları bağışlamayacağını haber vermektedir:
"Resul'üm! Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Peygamber'ini inkâr etmelerinden ötürüdür. Çünkü Allah, fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 80)
Hadlerini aşan, küfürlerinde inat edip duran kimselere hidayet nasip etmez.
"Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve Peygamber'ini inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler." (Tevbe: 84)
Onlar o rahmete lâyık değildirler.
Şu kadar var ki gadab-ı ilâhi unutulmamalıdır. Allah-u Teâlâ'nın tevbeleri kabul etmesine güvenerek günahlarında ısrar edenler hakkında böyle bir müjde yoktur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah'ın hesap günü hakkındaki vaadi gerçektir. O halde sakın sizi dünya hayatı aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah'ın affına güvendirerek sizi aldatmasın." (Fâtır: 5)
Allah-u Teâlâ'nın azabından emin olmak küfürdür.
Nitekim firavunların ilâhlık dâvâsında bulunmaları, müşriklerin şirkleri kâfirlerin küfürleri, zâlimlerin zulümleri, fasıkların fıskları... hep Allah-u Teâlâ'nın mekrinden emin olmalarından, korkusuz olmalarından ileri gelmektedir.
Ahiret kaygısını kalbinde duyan bir kimse, ona göre tedbirini alır, korku ve ümit arasında bulunur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Mümin bir kimse Allah'ın azap ve ikabının miktarını bilmiş olsaydı, hiçbir kimse cennetini ümit etmezdi.
Kâfir de Allah'ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilmiş olsaydı, bir tek kimse cennetinden ümit kesmezdi." (Müslim)
Kula düşen şudur: Hazret-i Allah'a muhtaç olduğunu bilecek, O'ndan isteyecek, O'na sığınacak, O'na yalvaracak, O'na boyun bükecek, gözyaşı dökecek, O'nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.
Şeytan işini kadere havale etti, kâfir oldu. Âdem Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a sığındı, Cenâb-ı Hakk da onu affetti.
Kul bütün iyiliklerini Hazret-i Allah'tan bilecek, kötülüklerini ise nefsinden. Kim böyle yaparsa şu Âyet-i kerime'deki ilâhî lütfa mazhar olur:
"Onlar Allah'ın öyle kullarıdır ki, çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı zikrederek hemen günahlarının affedilmesini isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bilip dururken ısrar etmeyenlerdir." (Âl-i İmrân: 135)
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i mübeşşere, cennetle müjdelendikleri halde ibadetten bir an bile geri kalmadılar.
Daima korku ve ümit arasında bulunmak çok faydalıdır. Korku gafletten uyandırır, kötülüklerden uzaklaştırır. Ümit ise insana mânevi destek verir.
Allah'tan korkan kimse heva ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Rabb'inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ-ü hevesten alıkoyan kimseye gelince, cennet onun varacağı yerin ta kendisi olacaktır." (Nâziât: 40-41)
Hesap ve ceza gününü düşünerek hayatını ona göre düzenleyen, Rabb'inin rahmetine ümit bağladığı kadar azabından da o nispette korkan, nefislerini hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan alıkoyan müminlere çok büyük müjdeler vardır.
"Rabb'lerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır." (A'râf: 154)
Akıllı ona derim ki hep ağlar, hep O'nun için ağlar. Hep korkar yalnız O'ndan korkar. Hep sığınır, yalnız O'na sığınır. Hep diler, yalnız O'ndan diler. O'nunla olmak hayattır, O'ndan ayrılmak vefattır.
(Muhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretlerimizin beyanları teberrüken buraya alınmıştır.)
Hakk yolcularının Cenâb-ı Allah'a yaklaşabilmeleri için yegâne sığınak gözyaşıdır.
Çünkü:
Gözyaşı: İçin tehassür ifadesi ve gözün niyazıdır.
Gözyaşı: Nedamet mânâsını taşır, Allah'a bir nevi tevbedir.
Gözyaşı: Aşkın derûnî hislerini coşturan kelimesiz ve sadasız lisanıdır.
Gözyaşı: Ârifin kalbinin tercümanıdır.
Gözyaşı: Mağfiret için Allah'ın kullarından istediği istirhamdır.
Gözyaşı: Hakk'ın rahmetini tahrik ve merhametini celbeder.
Gözyaşı: Günahkârın sıdk ve ihlas ile Rabb'lerine eyledikleri ubudiyet incisinin dâneleridir.
Gözyaşı: Yokluğa erenlerin saadet sermayeleridir.
Gözyaşı: Allah için öyle bir sermaye-i saadettir ki, rahmet, merhamet ve mağfiret habbelerini içinde taşıyan seyyid-ü istiğfar ve tevbe-i nasuhtur.
Gözyaşı: Günahların gufrânıdır.
Gözyaşı: Muhlisin habbe-i ihlâsıdır.
Gözyaşı: Âsinin kurtuluş ipidir.
Gözyaşı: Hulâsa, vuslata erenlerin yegâne istinadgâhıdır.
Şeddad bin Evs -radiyallahu anh-den rivâyete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"İstiğfar duâlarının ulusu, Allah-u Teâlâ'dan şöyle mağfiret dilemektir:
(Allahümme ente Rabbî lâ ilâhe illâ ente halâktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tü eûzübike min şerri mâ sana'tü ebûu leke bini'metike aleyye ve ebûu bizenbî fağfirlî zünûbî feinnehû lâ yağfiruzzünûbe illâ ente)
"Ey benim Allah'ım! İtiraf ederim ki, beşeri silsilemin başından sonuna kadar bütün mânâsı ile beni terbiye eden ancak senin Zât-ı Ecell-ü A'lândır. Çünkü senden başka bir Allah yoktur.
Ve itiraf ederim ki beni halkeden ve Âdem'den vücuda getiren sensin. Ben ise senin kulun ve mahlûkunum. (Yâni ilâhî emirlerini yerine getirmeye hazırım.)
Keza, kulluk vazifeme dair "Kalû belâ"da verdiğim söz ve yeminin yerine getirilmesine beşeri gücümün yettiği kadar âmâdeyim.
Şu kadar var ki; gaflet ve cehaletle vâki olan geçmiş kusurlarımın kötülüğünden, canımı ve cânânımı kurtarabilmek için, emniyet ve güven yurdu olan ilâhî bağış ve mağfiretine ilticâ ediyorum.
Ey benim sevgili Allah'ım! Kusurlu kulluğuma rağmen, apaçık gözüken çeşit çeşit nimetlerine nâil olduğumu bildiğim gibi, hiçbir akıl ve mantığa sığmayan günahlarımı da biliyor ve itiraf ediyorum.
Öyle ise ey Rabb'im!. Vâki olan kusur ve günahlarımı af ve mağfiret et. Zira Zât-ı Ecell-ü A'lândan başka günahları affedecek bir Allah yoktur."
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz devamla buyururlar ki:
"Bu seyyid'ül-istiğfar duâsını her kim sevap ve faziletine inanarak gündüz okuyup, o gün akşam olmadan ölürse ehl-i cennettir. Her kim de sevap ve faziletine inanarak gece okuyup da sabah olmadan ölürse o kimse de ehl-i cennet zümresindendir." (Buharî. Tecrid-i Sarih: 2141)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ebu Bekir -radiyallahu anh-e "Bana namazda okuyacağım bir duâ öğret." demesi üzerine ona şu duâyı okumasını söylediler:
(Allahümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran velâ yağfiruzzünûbe illâ ente fağfirlî mağfiraten min indike verhamnî inneke entel-ğafûrur-rahîm)
"Allah'ım! Ben nefsime çok zulmettim. Günahlarımı ancak sen mağfiret edersin. Beni şânına lâyık bir mağfiretle bağışla, bana rahmet et. Şüphesiz ki sen çok mağfiret edici ve merhamet edicisin." (Buharî. Tecrid-i Sârih: 461)
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre şöyle demiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vefatından önce şu duâyı okumaya çok devam etti:
(Sübhânellâhi vebihamdihi estağfirullâhe ve etûbü ileyh)
"Allah'a hamdederek, O'nu tesbih eylerim. Allah'tan af ve mağfiret diler ve O'na tevbe ederim." (Buharî-Müslim)
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre, şöyle demiştir:
Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in bir mecliste yüz defa şu duâyı okuduğunu saydığımız olurdu:
(Rabbiğfirlî ve tüb aleyye inneke entet-tevvâbür-rahîm)
"Ey Rabb'im! Beni yarlığa, tevbemi kabul buyur. Şüphesiz ki sen tevbeleri çok kabul edensin çok merhametlisin." (Ebu Dâvud)
•
Zeyd -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Her kim ki:
(Estağrirullâhel-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-Hayy'el-Kayyûme ve etûbü ileyh)
'Kendisinden başka ilâh olmayan, Hayy ve Kayyûm bulunan O ulu Allah'a istiğfar eder, O'ndan günahlarımın affını dilerim.'
Diyerek ilticâ ederse, düşmanla saf halinde iken savaştan kaçmış bile olsa günahları bağışlanır." (Ebu Dâvud - Tirmizî)
İşlenmiş herhangi bir günahtan dolayı, güzelce abdest alındıktan sonra kır bir yere çıkıp açık havada iki rekât namaz kılarak günahların bağışlanmasını Allah-u Teâlâ'dan dilemek Sünnet-i seniyye'dir.
Sıkıntılı ve tehlikeli zamanlarda okunacak bir salâvât-ı şerife:
(Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin salâten tüncinâ bihâ min cemîil-ahvâli vel-âfât. Ve takzî lenâ bihâ cemîal-hâcât. Ve tütahhirunâ bihâ min cemîisseyyiât. Veterfeunâ bihâ a'ledderecât. Vetübelliğunâ bihâ aksal-ğâyât. Min cemîil-hayrâti fil-hayâti ve ba'del-memât)
"Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e ve onun âline salât eyle. Onun hürmetine bizi her türlü korku ve musibetlerden kurtarasın. Bütün ihtiyaçlarımızı o salâvât hürmetine gideresin. Bütün günahlardan o salâvât hürmetine temizleyesin. O salâvât hürmetine bizi derecelerin en üstününe erdiresin. O salâvât hürmetine hayatta ve öldükten sonra bütün hayırların en son gayesine ulaştırasın."
Sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarda, işlerde kolaylık, zarar ve tehlikelerden halâs için okunacak bir salâvat-ı şerife:
(Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tammen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil-ukadü ve tenfericu bihil-kürebü vetükzâ bihil-havâicü ve tünâlü bihir-rağâibü ve hüsnül-havâtimü ve yüsteskâl-ğamâmü bivechihil-kerîmi ve alâ âlihi ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin biadedi külli ma'lûmün leke)
"Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed üzerine kusursuz bir salât, mükemmel bir selâm ve selâmet ihsan buyur.
O peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belâlar onun hürmetine açılıp dağılır. Hacetler ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara onun hürmetine ulaşılır, güzel neticeler onun hürmetine elde edilir. Onun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir.
Ey Allah'ım! Onun âline ve ashâbına her göz kırpacak zamanda, her nefes alacak zamanda, sana malum olan varlıklar sayısınca salât kıl!"
Emir Sultan Buharî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurmuşlardır ki:
"Kim bu hizb-i şerifi sabah okusa, akşama kadar gökten kaza yağmuru yağsa, anın kılına zarar gelmeye.
Ve akşam okusa, melâike cemi' zararında muhafızı ola, biiznillâhi teâlâ.
Bu bizim hizbimizin evvelinde ve âhirinde salâvât getirip okursa ve dahi kendi üzerine okursa, gerek yer gerek gök halkının zararı ana erişirse bana lânet ede, gerek hayatımızda gerek mematımızda."
(Allahümme salli alâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ve sellim. Yâ iddetî inde şiddetîy, veya ğavsî inde kürbetîy, veya hârisîy inde külli musîbetîy, veyâ hâfiziy inde külli beliyyetîy. Ve salli alâ Muhammedin ve âlihi ve alâ cemîil-enbiyâi vel-mürselîn, vel-hamdü lillâhi Rabbil-âlemîn.)
"Ey Allah'ım! Muhammed'e, âline ve ashabına salât ve selâm kıl.
Ey zor ve şiddetli hallerimde yegâne hazır makamım!
Ey gam ve kederlerimde yegâne sığınağım!
Ey her musibetten koruyucum!
Ey her belâdan muhafızım!
Muhammed'e ve âline, nebi ve resul bütün peygamberlere salât ve selâm kıl.
Hamd ancak Allah'a mahsustur."
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in üzüntülü, sıkıntılı ve felâketli zamanda şu şekilde duâ buyurduğunu söylemiştir:
(Lâ ilâhe illâllahül-azîmül-halîm. Lâ ilâhe illâllahu Rabbül-arşil-azîm. Lâ ilâhe illâllahu Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-ardi ve Rabbül-arşil -kerîm)
"Azamet ve vakar sahibi Allah'tan başka, ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Arş-ı Âzam sahibi Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin ve yerin sahibi ve Arş-ı kerim'in mâliki Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2150)
Taberî der ki:
"Selef-i sâlihin bununla duâ eder ve buna Sıkıntı duâsı adını verirlerdi."
Ebu Bekr-i Râzî'den de bu hususta şöyle bir kıssa rivayet olunmuştur:
"İsfahan'da Ebu Nuaym'ın yanında bulunuyor ve ondan Hadis yazıyordum. O beldede Ebu Bekr bin Ali isminde bir zât vardı, fetvâ hususunda ona müracaat olunurdu. Bu zât sultana jurnal edildi, o da onu hapsettirdi.
Ben o günlerde rüyâmda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i gördüm. Sağ yanında Cebrâil Aleyhisselâm bulunuyordu ve durmadan tesbihle dudaklarını kıpırdatıyordu.
Resulullah Aleyhisselâm bana:
"Ebu Bekr bin Ali'ye söyle, Buhârî'nin Sahih'indeki sıkıntı duâsını okusun, Allah onun sıkıntısını giderir." buyurdu.
Sabah olunca durumu kendisine haber verdim. O da bu duâyı okumaya başladı, çok geçmedi hapisten çıkarıldı."
Hasan Basri -rahmetullahi aleyh- Hazretleri de şöyle söylemiştir:
"Haccac-ı Zâlim adam göndererek beni yanına çağırtmıştı. Ben de maksadını anlayınca bu duâyı okuyarak gittim. Yanına vardığımda bana dedi ki:
'Vallahi seni öldürmek için istemiştim. Şimdi ise inan ki sen bana şundan şundan daha sevgilisin.'
Şunu da ilâve etti:
'Dile benden ne dilersen!'"
•
Sa'd -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
Balığın karnında iken Yunus Aleyhisselâm'ın yaptığı duâ şu idi:
(Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn)
"Allah'ım! Senden başka ilâh yoktur. Sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin. Gerçekten ben zâlimlerden oldum."
Bununla duâ edip de icabet görmeyen yoktur. (Tirmizî)
•
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Birinizin başına (hastalık gibi) bir sıkıntı gelince, sakın ölümü dilemesin. Muhakkak dilemek zorunda kalırsa şöyle söylesin:
(Allahümme ahyinî mâkânetil-hayâtü hayran lî ve teveffenî izâ kânetil-vefâtü hayran lî)
"Allah'ım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, ölmek hayırlı olduğu zaman da beni öldür." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1916)
•
Esmâ bint-i Ümeys -radiyallahu anhümâ- buyururlar ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana: "Sıkıntı zamanında okuyacağın bir duâyı sana öğreteyim mi?" Diye sordu ve şu duâyı söyledi:
(Allahu Allahü Rabbî lâ üşrikü bihi şey'en)
"Rabb'im Allah'tır Allah! Ben O'na hiçbir şeyi ortak koşmam." (Ebu Dâvud)
•
Ebu Bekre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur.
Sıkıntıda olan kimsenin yapacağı duâ şudur:
(Allahümme rahmeteke ercû felâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin ve aslih lî şe'ni küllehu lâilâhe illâ ente.)
"Allah'ım! Sadece senin rahmetini umarım. Gözümü açıp kapatıncaya kadar beni nefsime bırakma. Bütün işlerimi yoluna koy. Senden başka hiçbir ilâh yoktur." (Ebu Dâvud)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir mesele kendisini üzdüğü zaman başını semâya kaldırır ve: "Sübhânellâhil-azîm = Ulu Allah'ı tenzih ederim." buyururdu.
Var gücüyle duâ ettiği zaman da:
"Yâ Hayyü yâ Kayyûm!" buyururdu. (Tirmizî)
•
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh- buyurur ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-i bir şey üzecek olsa şu duâyı okurdu:
(Yâ hayyü yâ kayyûmü birahmetike esteğîsü)
"Ey ezelî ve ebedî hayat ile bâki, zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hakim olan Allah'ım! Rahmetinle yardımını talep ediyorum." (Tirmizî)
•
Halil bin Mürre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz üzüntü ve sıkıntı geldiğinde şöyle duâ ederdi:
(Hasbiyer-rabbü minel-ibâdi, hasbiyel-hâliku minel-mahlûkîne, hasbiyer-râziku minel-merzükîne, hasbiyellezî hüve hasbiye, hasbiyallahu ve ni'mel-vekil, hasbiyallahu lâilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşîl azîym.)
"Kullara bedel Rabb'im bana yeter.
Yaratıklara karşı Yaratıcı bana yeter. Rızık isteyenlere karşı Rezzak bana yeter.
Bana yeten bana yeter.
Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.
Allah bana yeter. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'na tevekkül ettim.
O, büyük Arş'ın Rabb'idir." (Câmiu's-sağir: 6580)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
Kim bir ibtilâya uğrayanı görünce şu duâyı okursa, artık yaşadığı müddetçe hangi belâ olursa olsun o ibtilâya maruz kalmaktan muaf kılınır:
(Elhamdülillâhillezi âfânî mimmebtelâke bihi ve fazzalenî alâ kesîrin mimmen haleka tafdîlen)
"Seni imtihan ettiği şeyde bana âfiyet veren ve bir çok yarattığından beni üstün kılan Allah'a hamdolsun." (Tirmizî)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in, başa bir musibet gelince söylenecek olan aşağıdaki duâyı kendisine öğrettiğini rivayet etmiştir:
(Lâ ilâhe illâllahül-halîmül-kerîm, sübhâneke, tebârekellahü Rabbül-arşil-azîm, elhamdü lillâhi Rabbil-âlemîn)
"Halim ve kerim olan Allah'tan başka ilâh yoktur. O'nu noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Yüce Arş'ın sahibi Allah, mukaddes ve münezzehtir. Hamd, âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." (Ahmed bin Hanbel)
Osman bin Affân -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:
"Bir kul her günün sabahında ve gecenin akşamında üçer kere şu duâyı okursa kendisine hiçbir şey zarar vermez."
(Bismillâhillezi lâ yedurru meas-mihi şey'un fil-ardi velâ fissemâi vehüvessemîul-aliym)
"O Allah'ın adıyla sığınırım ki, yerde ve göktekilerinden hiçbir şey zarar veremez. O işitendir ve bilendir." (Ebu Dâvud)
Hazret-i Osman -radiyallahu anh-in oğlu Eban -radiyallahu anh- kısmî felce uğramış idi. Babasından bu Hadis-i şerif'i rivayet ettiğinde, orada bulunanlardan bir kimse ona bakmaya başladı. Bunun üzerine şu sözü söyledi:
"Ne bakıyorsun? Dikkat et, Hadis-i şerif sana anlattığım gibidir. Fakat ben, Allah kaderini bana geçireceği için o gün bunu söyleyemedim." (Tirmizî)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Allah-u Teâlâ'ya kulun duâsının en sevgilisi şudur:
(Allahümmerham ümmete Muhammedin rahmeten âmmeten)
Ey Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'e umumî bir rahmetle merhamet et." (Deylemî)
Âmin.