Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Andolsun ki kıyamet kopacaktır. O kadar ki, alıcı ile satıcı aralarındaki elbiseyi açacaklar, amma alım-satım henüz tamamlanmadan ansızın kıyamet kopacak, açık kalan elbiseyi katlayıp dürmek mümkün olmayacaktır. Yemin ederim ki elbette kıyamet kopacaktır. Öyle ki, sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye ondan içmek nasip olmadan ansızın kopacaktır. Hiç şüphe yok ki, kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki, kişi havuzunu sıvayıp onaracak, amma kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak mümkün olmayacaktır. Kıyamet elbette kopacaktır. O kadar ki yemek yemeğe başlayan kişi lokmasını ağzına götürecek, derken ansızın kıyamet kopacak, o lokmayı yemek nasip olmayacaktır." (Buhârî-Müslim: 2954)
Âdem Aleyhisselâm ilk insan olarak yeryüzüne geldikten sonra devran devam etmiş, yüz yirmi dört bin peygamber, onların tâbileri ve muhalifleri gelip-geçmiş, yaşlı dünya binlerce defa dolmuş-boşalmış, nice nice hadiselere şâhit olmuş, artık dünyanın sonuna gelinmiştir.
İnsanoğlu muvakkat ve çok kısa bir ömre sahip olduğu halde ahiret yerine dünyayı tercih ediyor, dünyaya bağlanıyor.
Halbuki insanın ölümü onun kıyametidir ve "Küçük Kıyamet" olarak tabir olunur. Dünyanın yıkılışı büyük kıyamet, insanın ölümü ise küçük kıyamettir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et! buyuruyor. (Hicr: 99)
Her insanın, her varlığın bir sonu olduğu gibi bu dünyanın ve kâinatın da bir sonu vardır. Ancak Allah-u Teâlâ kıyamet vaktini gizledi. Ki, insanlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesine karşılık devamlı bir hazırlık içinde olsunlar, kötülüklerden sakınsınlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimse seni ondan alıkoymasın. Yoksa helâk olursun! (Tâhâ: 15-16)
İnsanları ahiret fikrinden uzaklaştırmak isteyen şeytan tabiatlı kimseler her zaman için mevcuttur. Fakat akıllı bir mümin, o gibi kimselerin akıntısına kapılmaz, onlara asla uymaz, kulluk görevlerini yerine getirerek ahiretini kazanmaya muvaffak olur.
Allah-u Teâlâ;
Kıyametin mutlaka geleceğini;
Kıyametin, ondan kurtuluşun asla mümkün olmayan büyük bir felâket olduğunu;
Ve kıyametin zamanını kendisinden başka kimsenin bilemeyeceğini haber vermiştir.
Oysa bugün kıyamet saati hakkında küffar memleketlerinde cereyan eden yerli-yersiz tartışmalar bu İslâm memleketinde de rağbet görüyor,
Allahu Teâlâ bu büyük felâketin şiddetini;
"Gök yarıldığı zaman. (İnfitar: 1)
"Güneş katlanıp dürüldüğü zaman. (Tekvir: 1)
"Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman. (Tekvir: 2)
Âyet-i kerime'lerinde ve daha pek çok Âyet-i kerime'sinde haber verdiği halde kimisi filan köye sığınmakla, kimisi de muhkem sığınaklar yapmakla bu büyük felâketten korunabileceğini zannediyor.
Farz-ı muhal hiçbir felâketin ulaşmadığı en muhkem bir sığınıkta bile olsa "Ölüm felâketi"nden kurtuluş olmadığını, kâinatın ömrüne kıyasla çok cüzi bir ömür yaşayacağını hesap etmiyor. Küfür ve inat batağına saplanmış, Allah-u Teâlâ'nın hükmüne ve emrine teslim olmak yerine, O'nun takdirine karşı tedbir alabileceğini zannediyor. Allah-u Teâlâ'ya hasım kesiliyor.
"Kıyamet" kelimesi "Kıyam"dan türemiş olup; dikilmek, ayağa kalkmak, ayaklanmak mânâlarına gelir ve Kur'an-ı kerim'de yetmiş yerde geçmektedir.
"Kıyâmet gününe andolsun!" (Kıyâmet: 1)
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
Kıyâmet günü üzerine yemin edilmiş olması, bu hadisenin muhakkak gerçekleşeceğini göstermektedir.
Dini bir tabir olarak kıyamet ise; içinde yaşadığımız dünyanın ve onun bünyesinde yer aldığı kâinatın parçalanıp dağılması, daha sonra insanların hesap vermek üzere Allah-u Teâlâ'nın huzur-u izzetinde, mahiyetini bilemediğimiz bir biçimde kıyam etmesidir.
"Her şeyi altüst eden o en büyük felâket geldiği zaman. (Nâziât: 34)
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da kâinatın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan "Ahiret inancı"nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedi bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
İnsan başıboş olarak gâye ve maksatsız yaratılmamıştır. Öyle olsaydı mükellef olmaz, yaptığı şeylerden mesul tutulmaz, ceza veya mükâfat görmezdi.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet: 36)
"Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız? (Müminûn: 115)
Kıyametin kopmasının yakın olduğunu gösteren birçok Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler vardır:
Nitekim Âyet-i kerime'lerde mühim bir ihtar mahiyetinde şöyle buyurulmaktadır:
"Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır." (Necm: 57)
"Onun alâmetleri gerçekten gelmiştir. (Muhammed: 18)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek şöyle buyurdular:
"Ben, kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim. (Buhârî - Müslim)
Kâinatın ömrüne nispetle kıyametin kopması çok yakın sayılır. Bu sebeple bu hadiseye "Âzife" denilmiştir.
Kıyamet, olanca şiddet ve sıkıntıları ile insanları kuşattığında onu Allah-u Teâlâ'dan başka kimse açamaz ve geri çeviremez.
"Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. (Necm: 58)
Kıyametin kopması Kur'an-ı kerim'de "Saat" kelimesiyle ifade edilmiştir. Beklenmedik bir zamanda ve çok süratli olarak gerçekleşecektir.
"Kıyamet saati mutlaka gelecektir, bunda asla şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyor. (Mümin: 59)
Kıt akıllı, kısır düşünceli olan bu gibi kimseler; kıyameti tasdik etmezler, öldükten sonra dirilmeyi ve mahkeme-i kübrâ'yı inkâr ederler, inanmadıkları için de mücadeleye girişirler, yalan yanlış fikirlerinde ısrar edip dururlar.
Kıyametin kopacağı kesindir. Bütün Enbiyâ-i izam, bütün semâvî kitaplar onu haber vermişlerdir.
Kıyametin ne zaman kopacağını, bu müthiş saatin ne zaman geleceğini Allah-u Teâlâ'dan başka kimse bilmez. Kesin olarak bilinen, alâmetleri zuhur etmeden kopmayacağıdır. Birisi zuhur edince, diğerleri birbiri ardından ortaya çıkar.
Önce küçük alâmetler zuhur edecektir. Ahir zaman devrinde yaşıyoruz. Kıyametin küçük alâmetlerinin hemen hepsi zulur etmiştir. Büyük alâmetlerin de zuhur etmesinden sonra her an kıyametin kopması beklenebilir.
Kıyamet kopmadan önce küçük alâmetler bir bir meydana çıkacaktır.
Hadis-i şerif'lerde belirtilen küçük alâmetlerin başlıcaları hülâsa olarak şunlardır:
• İlmin ortadan kalkıp cehâletin yerleşmesi,
• Zinânın alenî hâle gelmesi,
• Sarhoşluk veren içkilerin yaygınlaşması,
• Oyun ve çalgı âletlerinin ortaya çıkması ve yaygınlaşması,
• Câriyenin (köle kadının) efendisini doğurması,
• Çobanların zenginleşerek bina yapmakta yarışması,
• Zekât verilecek kimse bulunamayacak kadar servetin çoğalması,
• Aynı dâvâyı güden iki büyük topluluğun birbirleriyle savaşması,
• Adam öldürme hadiselerinin fazlalaşması,
• Emanetin ganimet bilinmesi,
• Elli kadına bir erkek düşecek şekilde erkek nüfusunun azalması,
• Müslümanların kıldan ayakkabı giyen, küçük gözlü ve geniş yüzlü insan gruplarıyla savaşması,
• İnsanların hayatlarından bıkarak ölülere gıpta etmesi,
• Peygamber olduğunu iddiâ eden otuza yakın deccalin türemesi,
• "Allah" veya "Lâ ilâhe illâllah" diyen bir kimsenin kalmaması.
• Yine Hadis-i şerif'lerin ifadelerine göre kıyamet alâmetleri şöyle gelişecektir:
• Kur'an-ı kerim'in önemi insanlar tarafından unutulacak,
• Cihad ve irşad faaliyetleri terkedilecek,
• Namaz kılınmayacak,
• Zekât angarya kabul edilecek,
• Fâiz yemeyen kimse kalmayacak,
• Büyük bir bereketsizlik olacak,
• Gasp hadiseleri çoğalacak,
• Liderliğe elverişli kişiler azalacak,
• Seviyesiz ve şahsiyetsiz kişiler idareci olup başa geçecek,
• Fâsıklar toplumun efendisi hâline gelecek,
• Ahmak ve alçaklar dünyanın en mutlu insanları olacak,
• Anne-babaya isyan edilip erkekler hanımlarının emrine girecek,
• Akrabalık bağları kesilecek,
• Sonra gelenler geçmişlerine lânet okuyacak,
• Akşam mümin olarak yatan kişi sabah kâfir olarak kalkacak; sabah mümin olarak kalkan kişi akşam kâfir olacak,
• Yalancılar tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek,
• Kitapların sayısı artacak,
• Başa geçen âmirler halka zulmedecek,
• Şerrinden korkulan kimselere itibar edilecek,
• Ticareti dürüst olmayan kimseler ele geçirecek,
• İş ehil olmayanlara verilecek,
• Emanet kelepir kabul edilecek,
• Aza kanaat edilmeyecek, çok ile de doyulmayacak,
• Yağmurlar yıldırımlar çoğalacak,
• Zelzeleler artacak,
• Madenler yok olacak,
• Mescidler süslenmekle birlikte ibadete önem verilmeyecek,
• İnsanlar mescidlerle birbirine karşı övünecekler,
• Câhiller aynı zamanda dürüst olmayan zâhidler türeyecek,
• Sadece din dışı ilimler öğrenilecek,
• Âni ölümler çoğalacak,
• Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla yetinecek,
• Kadınlar her hususta ön plâna çıkarılacak,
• Erkekler kadınlara benzemeye çalışacak,
• Açıklık çıplaklık yayılacak,
• Fuhuş ve hayâsızlık çoğalacak...
Huzeyfe'tül-Gıfârî -radiyallahu anh- Hazretleri buyurur ki:
"Bir gün aramızda konuşurken Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz yanımıza geldi."Ne konuşuyordunuz?"diye sordu. Arkadaşlar "Kıyamet gününden bahsediyorduk. dediler. Bunun üzerine buyurdular ki:
"Siz daha evvel on alâmet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır." (Müslim: 2901)
Hadis-i şerif'in devamında arzedilen büyük alâmetler şunlardır:
Duhân (Duman), Deccal, İsa bin Meryem Aleyhisselâm'ın inişi, Ye'cüc ve Me'cüc, Dabbetü'l-Arz, Güneşin battığı yerden doğuşu, Hicaz tarafından büyük bir ateşin çıkması, biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yerin batması.
Büyük bir duman demektir. Kıyamet gününden evvel hakikati zuhur edecek, bütün yeryüzünü kaplayacak, bu hal kırk gün sürecektir. Yeryüzü âdeta bacasız bir fırın, içinde ateş yanmış bir oda gibi ısınacaktır. Müminler bu dumandan hafif nezleye tutulmuş gibi çok az etkilenecekler; kâfir ve münafıklar ise şiddetle sarsılacaklar, sarhoş gibi olacaklardır.
Âhir zamanda bu isimde bir şahıs türeyip önce peygamberlik daha sonra da ilâhlık dâvâsında bulunacak ve göstereceği hârikulâde şeyler sayesinde bir süre insanları saptıracaktır.
Rüzgâr gibi bir hıza sahip olarak yeryüzünü dolaşacak, sadece Kudüs-ü şerif'e, Mekke-i mükerreme'ye ve Medine-i münevvere'ye giremeyecektir.
İmran bin Husayn -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Âdem'in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccal'den daha büyük bir fitne yoktur. buyurmuştur. (Müslim: 2946)
İsa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın İsrailoğulları'na gönderdiği ve mucizevî bir şekilde doğmuş bir peygamberidir. Kudsî ruhla desteklenmiştir ve Allah-u Teâlâ'nın bir kelimesidir.
İsa Aleyhisselâm ölmemiş, semâya çekilmiştir. Cesedi ile birlikte semâda yaşamaktadır. Deccâlin fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecektir ve icraatlarını gerçekleştirecektir.
İsa Aleyhisselâm'ın halen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm'ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele mücahede edeceğine inanmak farzdır.
Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
İsa Aleyhisselâm'ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir. (Zuhruf: 61)
İsa Aleyhisselâm'ın yeryüzüne inmesi de kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir.
"Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa'ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şâhit olacaktır. (Nisâ: 159)
Aslı ve nesebi belirsiz iki kabile, önlerine çekilmiş olan barajı aşıp yeryüzüne yayılacaklar. Bir müddet etrafı ifsad etmeye çalışacaklar. Daha sonra İsa Aleyhisselâm'ın duâsı ile mahvolacaklar. Bunlar Çinliler'dir.
Üçüncü dünya harbi bir âfâttır, Allahu âlem bu olacak.
Yahudiler Arabistan'ı istilâya hazırlanıyor. Çinliler ise dünyayı istilâ etmek için hazırlanıyor.
Âyet-i kerime'de:
"Biz o gün onları (Ye'cüc ve Me'cüc'ü) bırakırız, dalgalar hâlinde birbirine girerler." buyuruluyor. (Kehf: 99)
Dalga dalga dünyanın üzerine hücum ederler ve memleketleri istilâ ederler.
Öyle harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zayi olacak.
Çinlilerin istilâsı bir helâkiyettir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Nihayet Ye'cüc Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman her tepeden saldırırlar. (Enbiyâ: 96)
Âhir zamanda Allah-u Teâlâ'nın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Takibedenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakinen iman etmemiş olduklarını söyler. (Neml: 82)
Allah-u Teâlâ bu Dabbe'yi kıyametin kopması gibi büyük bir hadisenin başlangıcı olarak, insanların Kur'an-ı kerim'e kesin olarak inanmayışları sebebiyle ortaya çıkaracaktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Dabbetü'l-arz, beraberinde Musa Aleyhisselâm'ın asası, Süleyman Aleyhisselâm'ın mührü bulunduğu halde çıkar. Mühür ile müminin yüzünü parlatır, asa ile kâfirin burnunu kırar. Öyle ki insanlar sofra üzerinde biraraya gelirler de, mümin kâfirden ayırt edilip tanınır." (Tirmizî)
Böylece mümin ile kâfir tanınmış olacak. Böyle bir gün yaklaştığı zaman tevbeler kabul edilmeyecek, içinde bulundukları duruma göre insanların hükümleri verilecek.
Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi de, Allah-u Teâlâ'nın izni ve emriyle bir defaya mahsus olmak üzere güneşin bir Cuma günü battığı yerden doğmasıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet alâmetlerinden ilk meydana gelecek olanı güneşin battığı yerden doğması ve Dabbe'nin kuşluk vaktinde insanlara (yerden) çıkmasıdır."(İbn-i Mâce: 4069)
Bu iki alâmetin arasında uzun bir zaman olmayacaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde güneşin batıdan doğduğunu gördüklerinde yeryüzü halkının tevbelerinin kabul edilmeyeceğine hükmederek şöyle buyurur:
"Rabb'inin bazı âyetleri (mucizeleri) geldiği gün, kişi daha önce inanmamışsa veya imanında bir hayır kazanmamışsa, imanı ona hiç fayda sağlamaz. (En'âm: 158)
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar iman edecek, fakat o gün daha evvelden iman etmeyen, yahut imanında bir hayır kazanamayan hiç kimseye imanı fayda vermeyecektir. (Müslim: 157)
Medine yahudilerinin en büyük bilgini olup sonra İslâm'la müşerref olan Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-: "Kıyamet alâmetlerinin birincisi nedir?" diye sorduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Kıyametin ilk alâmeti, bir ateşin çıkıp insanları batıya sürmesi. buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1368)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Hicaz toprağından, Busrâ'daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2121 -Müslim: 2902)
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kıyametten önce, birisi doğuda, birisi batıda ve birisi de Arap yarımadasında olmak üzere üç çöküntü meydana gelecektir. (Müslim: 2901)
Hazret-i Mehdi'nin zuhur etmesi de kıyamet alâmetlerindendir. Onun âhir zamanda geleceğine dâir birçok Hadis-i şerif'ler vardır.
Asr-ı saâdet'ten bu yana asırlardır müslümanların kâffesi; âhir zamanda Ehl-i beyt'e mensup bir zâtın çıkıp din-i İslâm'ı güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu zât-ı âlîye "Mehdi" denileceğine inanmışlardır. Böylece bu Hadis-i şerif'ler mütevâtir derecesine ulaşmıştır.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
"Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır. (Ebu Dâvud, Tirmizi)
(Bu hususla ilgili diğer Hadis-i şerif'ler ve gerekli açıklamalar Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Kıyamet ve Alâmetleri" isimli eserinde ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir.)
Mekkeli müşrikler her ne zaman kıyametin korkunçluğunu, onda olan-biten şeyleri, neticesinde olacak hesap ve cezayı duyarlarsa, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelerek tekrar tekrar kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar, "Eğer sen Peygamber isen bize zamanını haber ver!" derlerdi.
"Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. (A'raf: 187 - Nâziat: 42)
Kıyamet saati Allah-u Teâlâ'nın kendi ilminde kalmasını istediği, bunun için de yarattıklarından hiç kimseyi ona muttali kılmadığı bir gaybtır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! De ki: Onu ancak Rabb'im bilir. Onun vaktini O'ndan başka bilecek yoktur.
Ağırlığını göklerin ve yerin kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir." (A'raf: 187)
İnsanlar dünyaya ve dünyanın imarına kendilerini kaptırmış oldukları bir halde, hiç umulmadık bir anda geliverecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Andolsun ki kıyamet kopacaktır. O kadar ki, alıcı ile satıcı aralarındaki elbiseyi açacaklar, amma alım-satım henüz tamamlanmadan ansızın kıyamet kopacak, açık kalan elbiseyi katlayıp dürmek mümkün olmayacaktır.
Yemin ederim ki elbette kıyamet kopacaktır. Öyle ki, sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye ondan içmek nasip olmadan ansızın kopacaktır.
Hiç şüphe yok ki, kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki, kişi havuzunu sıvayıp onaracak, amma kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak mümkün olmayacaktır.
Kıyamet elbette kopacaktır. O kadar ki yemek yemeğe başlayan kişi lokmasını ağzına götürecek, derken ansızın kıyamet kopacak, o lokmayı yemek nasip olmayacaktır." (Buhârî - Müslim)
Kıyamet Allâmül-ğuyûb olan Allah-u Teâlâ'nın kendi Zât-ı akdes'ine tahsis ettiği gayb işlerindendir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. Resul'üm! De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler." (A'raf: 187)
İnsanların çoğu bunun bilgisinin Allah katında olduğunu bilmedikleri gibi, kıyametin kopma zamanının gizli tutulmasındaki sırrı da bilmemektedirler.
Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Sende ona ait bilgi yoktur ki anlatasın. Onun bilgisi Rabb'ine aittir. Sen ancak ondan korkacak olan kimselere o tehlikeyi haber verensin. Onlar o kıyameti gördükleri gün, sanki dünyada bir akşamdan veya kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar." (Nâziat: 43-46)
Kıyamet gününde dirilip kıyam edenler, o günün şiddet ve dehşeti, sonsuzluk ve sınırsızlığı karşısında ömürlerinin bir akşam veya bir kuşluk vakti gibi çabuk geçtiğini anlayacaklar ve kaçırdıkları fırsatlar için derin bir pişmanlık duyacaklardır.
•
Kur'an-ı kerim'in kıyamet ve mahşerin korkunç manzaralarına geniş yer ayırması, canlı bir şekilde vasıflandırması karşısında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e devamlı surette kıyametle ilgili sorular soruluyordu. Yahudiler ise bir imtihan maksadıyla böyle bir suale cüret etmişlerdi. Çünkü gerek Tevrat'ta gerekse diğer semâvî kitaplarda kıyametin zamanı bildirilmemişti. Bu soruyu soranlar, Resulullah Aleyhisselâm'ın bunun aksine bir şey söyleyip söyleyemeyeceğini anlamak istiyorlardı. Yoksa bilgi edinmek niyetinde değillerdi.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar.
De ki: Onun bilgisi Allah'ın katındadır.
Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır. (Ahzab: 63)
Allah-u Teâlâ ancak kendisinin bildiği bir hikmet gereğince, bunun bir sır olarak kalmasını takdir buyurmuştur.
"Kıyametin vaktine dair bilgi O'nun katındadır. (Zuhruf: 85)
O'nun ilminden hiçbir şey gizli kalmaz, O'nun takdir buyurmadığı hiçbir şey meydana gelmez.
İnsanın vazifesi, geleceği muhakkak olan o günü düşünerek, elde fırsat dilde ruhsat varken hayatını düzene sokmak, hâlini ıslah etmekten ibarettir. Çünkü ahirette iyiler iyiliklerinin, kötüler de kötülüklerinin karşılıklarını daha çok göreceklerdir.
"Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soran bir zâta Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"O gün için ne hazırladın? buyurmuşlardır. (Tirmizî)
•
Allah-u Teâlâ müşriklerin yalanlama, inat ve inkârlarından dolayı, azabın kendilerine gelmesini uzak görerek, alay ve eğlence yollu, başlarına azabın hemen gelmesini istediklerini haber vererek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Diyorlar ki:
Eğer doğru söylüyorsanız, vâdettiğiniz kıyamet günü ne zaman? (Enbiyâ: 38 - Sebe: 29 - Yâsin: 48 - Mülk: 25)
Gerçekte onlar kıyametin gelişini imkânsız sanıyorlardı. Halbuki onun geleceği muhakkaktır ve herhangi bir kimse istemediği için geri kalmaz, herhangi bir kimsenin istemesiyle de vaktinden önce gelmez.
"De ki:
Size vâdolunan bir gün vardır ki, siz ondan ne bir saat geri kalırsınız, ne de ileri geçebilirsiniz. (Sebe: 30)
Kıyamet, insanların ecelleri gibidir. İnsanın eceli geldiğinde, bir göz açıp kapatıncaya kadar ileri veya geri alınmadığı gibi, kıyamet zamanı geldiğinde de bir saniye olsun ileri veya geri alınmaz.
İnanmayanlar, azap her taraftan kendilerini kuşattığı zamanki durumlarının korkunçluğunu eğer bilselerdi, elbette onu acele istemezlerdi. Fakat kalplerinin körlüğü bu tehdidi onlara basit gösterdi, uyanıp da Hakk'a yönelmediler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Kâfirler ne yüzlerinden ne de sırtlarından ateşi savamayacakları, kendilerine yardım da edilmeyeceği zamanı bir bilselerdi!
Doğrusu o, onlara ansızın gelecek ve onları şaşkına çevirecek.
Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter, ne de kendilerine mühlet verilir. (Enbiyâ: 39-40)
"Size vâdedilen mutlaka gelecektir. Siz onun önüne geçemezsiniz. (En'am: 134)
İşte iman etmeyenlerin ebedi cezaları! Kıyametin gelmesini kendilerinden çeviremedikleri gibi, tevbe edip özür beyan etmeleri için kendilerine mühlet de verilmez.
Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm'a bu toplanmanın muhakkak olacağını ve kaçınılmasının imkânsız olduğunu bildirmesini emretmiş, görevinin sadece tebliğ olduğunu beyan buyurmuştur:
"Resul'üm! De ki: O bilgi ancak Allah katındadır. Ben ise apaçık bir uyarıcıyım. (Mülk: 26)
Cebrâil Aleyhisselâm'ın genç bir insan şeklinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelmesi, İslâm ve ihsan'dan sorup cevap aldıktan sonra kıyametin ne zaman kopacağını sorması, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in de:
"Bu hususta kendisine sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir." diye cevap vermesi meşhurdur. (Buhârî - Müslim)
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Kıyamet saatini bilmek Allah'a havale edilir. (Fussilet: 47)
"Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. (Lokman: 34)
Allah-u Teâlâ o günü daha önce hükmettiği belirli bir zaman için ertelemektedir. Bu süre ne artar ne de eksilir.
Âyet-i kerime'de:
"Biz onu ancak sayılı bir müddetin sona ermesi için erteledik. buyuruluyor. (Hud: 104)
Dünyanın sayılı müddeti son bulup ömrü tamam oluncaya kadar ahiret tehir olunacak ve o sayılı hesabın bittiği dakikada kıyamet kopacaktır.
İlâhî mahkemenin kurulup amellerin ölçüleceği, hesabın görüleceği o kıyamet günü gelmek üzeredir. Çok yakınlarında olmasına rağmen insanlar ondan gafil bulunuyorlar. O korkunç gün, mukadder vakti gelince ansızın gelecektir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar kıyamet zamanının ansızın başlarına gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? (Muhammed: 18)
"Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır. Ona inanmayanlar, onun çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler.
İyi bilin ki kıyamet saati hakkında tartışanlar apaçık bir sapıklık içindedirler. (Şûrâ: 17-18)
Allah-u Teâlâ kıyamet karşısında müminlerin tutumlarıyla münkirlerin tutumlarını tasvir buyurmaktadır.
Müminler aynel-yakin bildikleri için kıyametten korkarlar ve titrerler. O günde bütün insanların bir muhasebeye ve muhakemeye çekileceklerine inandıkları için hallerini düzeltmeyi lüzumlu görürler.
Münkirler ise kıyametin asılsız bir vehimden ibaret olduğunu sanırlar. Kalplerini hiçbir şey titretmez. Olacağına inanmadıkları içindir ki kendilerini bekleyen âkıbeti tahmin edemezler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da o kısır günün azabı kendilerine gelinceye kadar onun hakkında hep şüphe içindedirler. (Hacc: 55)
Göz önünde bunca deliller varken, Âyet-i kerime'ler okunurken; bunlar Hakk'ı hatırlamazlar, Hakk'tan yana olmazlar, imansızlık ve müşriklik ederler, Allah'tan korkmazlar, ahiret için hazırlanmazlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emin mi gördüler? (Yusuf: 107)
"Onlar hiç ummadıkları bir sırada kıyamet zamanının ansızın başlarına gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? (Zuhruf: 66)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a hitap ettikten sonra, tekrar kıyameti yalanlayanlara dönerek Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:
"Hayır, hayır! Siz çarçabuk geçen dünyayı seviyorsunuz." (Kıyâmet: 20)
Hep bu geçici dünyanın zevk ve lezzetleri için çalışmak gerektiğini sanıyorsunuz, daha hayırlı ve devamlı olan ahiret için hiçbir hazırlıkta bulunmuyorsunuz.
"Ve ahireti bırakıyorsunuz." (Kıyâmet: 21)
O âlemdeki mükâfat ve mücâzâtı hiç düşünmüyorsunuz.
Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime'lerinde dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmıştır.
Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.
Ukbayı bırakıp dünyaya meyletmek, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarılmak demektir. Hakk ve hakikati unutup dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
İnsan dünyada yüzyıl da yaşasa, dünyanın bütün varlığı ahirete nispetle bir lokma bile değildir. Çünkü sonu olan şeyin, sonu olmayan şeye mukayesesi bile yapılamaz.
Dünyayı ahirete tercih etmek; kâfirin küfründeki, münafığın nifakındaki, âsinin mâsiyetindeki gizli hastalığını gösteren bir işarettir. Onların bütün gayretleri dünya lezzetlerini elde etmek içindir. Dünyanın süsü, eğlence ve lezzetleri gözlerini kör etmiş, basiretlerini örtmüştür. Allah-u Teâlâ'ya kavuşmayı aslâ akıllarına getirmezler. Ahiret yerine dünya hayatına râzı olurlar, geçici olanı ebedî olana tercih ederler.
Diğer taraftan hesap ve ceza gününü düşünerek hayatını ona göre düzenleyen, Rabb'inin rahmetine ümit bağladığı kadar azabından da o nispette korkan, nefislerini hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan alıkoyan müminlere de çok büyük müjdeler vardır.
Dünya, ahireti kazanmak için bir vasıtadır, gaye değildir. Dünyanın câzip güzelliklerinin, gelip geçici tat ve lezzetlerinin insanı Allah yolundan alıkoymaması ve ahireti unutturmaması gerekir.
Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara mutlaka öyle bir zaman gelecek ki, bir kimse altından olan zekâtını (diyar diyar) dolaştıracak, onu alacak hiçbir kimse bulamayacak. Erkeklerin azlığından, kadınların çokluğundan dolayı bir erkeğin peşinden ona sığınmak isteyen kırk kadının gittiği görülecektir." (Müslim: 1012)
Bütün bunlar kıyamet alâmetlerindendir.
O zaman yeryüzüne semânın bütün bereketleri inecek, yer olanca bereketlerini meydana çıkaracak, yerde gömülü bütün defineler meydana çıkacak, mal kapıdan taşacak, fakat insanlar çok az kalacak. Halk kıyametin pek yakın olduğunu bildiği için mal biriktirmeye tamah etmeyeceklerdir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Mal çoğalıp kapıdan taşmadıkça kıyamet kopmaz. O derecede ki; bir adam malının zekâtını çıkaracak, fakat onu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak. Hatta Arabistan çayırlara ve nehirler akan yerlere dönecektir." (Müslim: 157)
Arap diyarının çayır ve çimenliklere dönmesinden murad; son derece ziraate elverişli olması, fakat yine de metruk bırakılmasıdır. Bunun da sebebi harp ve fitnelerden sonra erkeklerin azalması, kıyamet yaklaştığı için insanlarda mal hırsı kalmaması, bağa bahçeye önem veren bulunmamasıdır.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yer bütün ciğerparelerini altın ve gümüşler hâlinde kusacaktır. Katil gelerek: 'Ben bunlar için öldürdüm!' diyecek. Akrabasına yardım etmeyen kişi gelerek: 'Ben bunlar için akrabamla alâkamı kestim!' diyecek. Hırsız gelerek: 'Benim elim bunlar için kesildi.' diyecek. Sonra bu altın ve gümüşü terkedecek, onlardan hiçbir şey almayacaklar." (Müslim: 1013)
Çıkan altın ve gümüşlerin ciğerpareye benzetilmesi, onların halk tarafından çok sevilen şeyler olduğunu belirtmek içindir.
Bu hâl kıyamete yakın zamanda zuhur edecektir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Kahtan kabilesinden bütün insanları sopası ile sürüp sevkedecek biri çıkmadıkça kıyamet kopmaz. (Buhârî, Fiten 23 - Müslim: 2910)
Bu zât-ı muhteremin ismi Cahcah'tır. Çok kıymetli bir kimse olup, Mehdi Resul Hazretleri'nden sonra çıkacak ve onun yolunu tutacak, çok büyük dirayet sahibi olacak ve bütün dünyayı koyun güder gibi güdecek, hükmünü yürütecek.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Cehcah denilen bir adam melik olmadıkça günlerle geceler gitmez. (Müslim: 2911)
Bütün bu hadiselerden sonra bu olacak. Ne yahudi kalacak ne Çinliler kalacak. Allah-u Teâlâ dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, dünya hakimiyetini müslümanlara verecek.
Bunlar iki veya üç kişi olacak, birbiri peşinden gelecekler.
Bu kumandanların zuhuru da kıyamet alâmetlerindendir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Devs kabilesi'nin kadınlarının kıçları, Zü'l-Halasa putunun etrafında titremedikçe kıyamet kopmaz." (Müslim: 2906)
Bu Hadis-i şerif zâhirî mânâda adı geçen kadınlara işaret ediyorsa da, umumi mânâda putperestliğin kıyamet kopmadan hemen önce yine revaç bulacağına işarettir.
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Lât ve Uzzâ'ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir."
Bunun üzerine ben:
'Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ:
'Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur.' (Tevbe: 33 - Saff: 9)
Âyet'ini indirdiği zaman ben bunun tam olduğunu zannetmiştim.' dedim.
"Şüphesiz ki bu hususta Allah'ın dediği olacak. Sonra Allah hoş bir rüzgâr gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan herkesi öldürecek, yalnız kendisinde hiçbir hayır olmayan kimseler kalacaktır. Bunlar da babalarının dinine döneceklerdir."buyurdu." (Müslim: 2907)
Bu hoş rüzgâr Allah-u Teâlâ'nın mümin kullarına olan bir ikramıdır. Hiçbir mümin kıyametin şiddetini görmeyecek, bir lütuf eseri olarak ruhları o günden önce lâtif bir şekilde kabzolunacaktır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki Allah Yemen'den, ipekten daha yumuşak bir rüzgâr gönderecektir. Ki bu rüzgâr kalbinde bir dane ağırlığında imanı olanlardan ruhunu almadığı kimse bırakmayacaktır." (Müslim: 117)
Bu rüzgârın iki tane olmasının mânâsı, birinin Yemen'den, diğerinin Şam'dan olması muhtemeldir. Veya bu iki iklimin birinden başlayarak ötekisine erişmesi ve oradan her tarafa yayılması da bir ihtimaldir.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah Allah diyen hiçbir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz." (Müslim: 184)
Gün gelecek, yerüzünde Allah Allah diyen insan kalmayacak, bu sebeple de kıyamet kopacak.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Elbisenin nakışı eskiyip gittiği gibi İslâmiyet de eskiyip gider. Hatta oruç nedir, namaz nedir, Hacc ve Umre nedir, sadaka nedir bilinmeyecektir.
Azîz ve Celîl olan Allah Kur'an'ı bir gecede kaldırıp götürecek ve yeryüzünde ondan tek bir Âyet bile kalmayacaktır. Çok yaşlı erkekler ve pek ihtiyar kadınlardan meydana gelen bir takım insanlar kalacak ve: 'Biz babalarımıza Lâ ilâhe illâllah kelimesi hâli üzerine yetiştik ve (dinden bildiğimiz) bu kelimeyi söyleriz.' diyeceklerdir."
Huzeyfe -radiyallahu anh- bu hadisi rivayet edince orada bulunan Sıla kendisine:
"O yaşlılar namaz nedir, oruç nedir, Hacc ve Umre nedir, sadaka nedir bilmezken 'Lâ ilâhe illâllah' kelimesi onlara bir yarar sağlamaz," dedi.
Huzeyfe -radiyallahu anh- Sıla'nın bu sözünü cevapsız bıraktı. Sonra Sıla bu sözü Huzeyfe'ye karşı üç defa tekrarladı. Her defasında Huzeyfe onun sözünü karşılıksız bıraktı, yüzüne bakmadı. Nihayet üçüncü defasından sonra Sıla'ya dönerek üç defa:
"Yâ Sıla! Tevhid kelimesi onları (ebedî) ateşten kurtarır." dedi. (İbn-i Mâce: 4049)
Bütün bunlar İsa Aleyhisselâm'ın yeryüzüne gelip ıslahatından ve vefatından sonra kıyamet senelerinde olacaktır.
•
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünden kaldırılmadan önce Kur'an'ı okuyun! Zira Kur'an yeryüzünden kalkmadıkça kıyamet kopmayacaktır."
Ashâb: "Bu mushaflar kaldırılacak, fakat kalplerde mahfuz olan Kur'an nasıl olacak? diye sordular.
Buna karşılık buyurdu ki:
"Gece yatacaklar, sabah kalkınca Kur'an kalplerinden silinecek ve fakat: 'Biz bir şey biliyorduk!' deyip şiire dalacaklar. (Beyhakî)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kâbe'yi Habeşliler'den incecik baldırlı biri harap edecektir. (Müslim: 2909)
•
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kapkara, ince bacaklı, koca ayaklı birinin Kâbe'yi taş taş yıktığını görüyorum sanki. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 790)
Bu hususa temas eden başka Hadis-i şerif'ler de vardır. Kâbe-i muazzama'yı kıyamete çok yakın bir zamanda, başlarında ince bacaklı şiş karınlı bir kimsenin yer aldığı Habeşliler gelip yıkacaklar, taş taş sökecekler, taşlarını da denize atacaklar.
Nevvâs bin Sem'an el-Kilâbî -radiyallahu anh-den rivayet edilen ve İsa Aleyhisselâm'ın yeryüzüne gelişini anlatan Hadis-i şerif'lerinin nihayetinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İşte bunlar böylece bolluk içinde müreffeh bir hayat geçirirken, Cenâb-ı Hakk hoş bir rüzgâr gönderir ve bu rüzgâr bütün müminlerin ruhlarını kabzeder. Geri kalan insanlar, en şerli insanlardır, yekdiğeri ile boğuşurlar, merkepler gibi halkın huzurunda alenen çiftleşirler. Kıyamet de onların üzerine kopar. (Müslim: 2937 - İbn-i Mâce: 4075)
•
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet yalnız kötü insanların üzerine kopacaktır." (Buhârî - Müslim: 2949)
Kıyamet, dünyayı ve geçici dünya hayatını arzu edenlerin isteklerine muhaliftir. Bunun içindir ki çekinmeden onu inkâra cüret ederler. Şehvetlerinden, lezzetlerden ayrılmamayı, ileride onlara devam etmeyi, ahlâki ve dini herhangi bir engel olmadan kötülükleri ve günahkârlığı sürdürmeyi isterler. Bu hallerinden dolayı hiçbir üzüntü duymazlar. Tevbekâr olmak istemezler, hallerini ıslaha çalışmazlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Fakat insan, ileriye doğru devamlı suç işlemek (ömrünü günahla geçirmek) ister, 'Kıyamet günü ne zamanmış?' diye sorar.
Göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman! (Kıyamet: 5-9)
Gözler o günde görecekleri şiddet ve dehşetten dolayı şimşeğe tutulmuş gibi bir hale gelir. Âlem alt-üst olur, ay ve güneş birbirine katılır, ışıkları söner simsiyah kesilir.
"Kıyamet kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar? (Muhammed: 18)
İnkârcılar kıyamet gününde bu dehşetli hallerle yüz yüze gelince, ümitsizlik ve şaşkınlıklarından kaçacak yer ararlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İşte o gün insan: 'Kaçacak yer neresi?' der." (Kıyâmet: 10)
Bu sorusu ile sanki kurtuluş ümidi aramaktadır.
Mahşerin mehabeti karşısında ve dehşeti içinde, cehenneme sevkedileceklerini anlamış olacakları için böyle bir temennide bulunurlar.
Halbuki ne koruyacak bir kimse, ne de sığınılacak bir yer vardır.
"Hayır hayır!.. Sığınılacak bir yer yoktur!" (Kıyâmet: 11)
O gün her kim olursa olsun, sığınma yerleri Allah-u Teâlâ'nın huzur-u izzetidir. O'ndan kaçmak isteyenler de o gün O'ndan başka sığınacak bir sığınak bulamazlar.
"O gün varıp durulacak yer, ancak Rabb'inin huzurudur." (Kıyâmet: 12)
İnsan için artık çare aramakta fayda yoktur, zira zamanı geçmiştir.
"O gün insana, yaptığı ve yapmayıp geri bıraktığı her şey haber verilir. (Kıyâmet: 13)
İşlemiş olduğu iyilikler ve kötülükler, yapması gerekirken yapmadıkları şeyler, yapmaması gerekirken yaptıkları şeyler bir bir haber verilecektir.
"İnsan artık kendi kendisinin şahitidir." (Kıyâmet: 14)
Bir başkasının haber vermesine ihtiyaç yoktur.
"İsterse günahlarını örtmek için özürlerini sayıp döksün." (Kıyâmet: 15)
O büyük mahkemede kâfir, fâsık, fâcir kimseler bazı mazeretler sayıp dökseler de, yaptıklarını gayet iyi bilirler. İşte o vakit gözleri tam açılır. O gün kendi amellerinden başka hiçbir şeyi göremezler.
Allah-u Teâlâ kıyamet gününün gerçekleşmesini inkâr eden, inkârlarını dışa vurmak için alay yollu soru sormak cüretini gösteren kıt akıllı müşriklerin başlarına gelecek felâketleri haber vererek, Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?" (Nebe: 1)
Kıyametin durumunu mu sorup duruyorlar?
"O büyük haberden mi?" (Nebe: 2)
Onu size bildireyim mi? O çok korkunç bir haberdir.
"Ki onlar, bunun üzerinde anlaşmazlığa düşüyorlar." (Nebe: 3)
İnanan gönülden inanıyor, inanmayan her fırsatta inkârını ortaya koyuyor.
"Hayır! İleride bilecekler." (Nebe: 4)
Gerçek ortaya çıkacak, o büyük haberin doğru olduğunu anlayacaklar.
"Hayır hayır! Onlar ileride bilecekler." (Nebe: 5)
Fakat iş işten geçmiş olacak, inkârlarına karşılık neyi bulacaklarını orada görecekler.
Sur; boynuza benzer üfleme âleti mânâsına gelmekte olup, yerle gökler genişliğinde nurdan bir borudur.
"Sur nedir?" diye soran bir Arâbî'ye Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İçine üfürülen bir boynuzdur. buyurmuşlardır. (Tirmizî: 2547)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise, daha iyi anlaşılabilmesi için bazı benzetmelerde bulunarak şöyle buyurmuşlardır:
"Şüphesiz ki Melek İsrafil, Sur'u bir lokma gibi ağzına yerleştirmiş, yay gibi tutup onu üflemek için emir beklemektedir. (Müslim)
Şüphe yok ki, sonradan yaratılan her şeyin bir sonu bir ölümü vardır, her şey er veya geç zeval bulacaktır. Dünyanın da bir ölümü vardır. Allah-u Teâlâ dünyanın ömrünü sona erdirmeyi murad ettiğinde, İsrafil Aleyhisselâm'a Sur'a üfürmesini emreder.
Onun Sur'a üfürmesi ile kıyamet kopar.
Sur'a ikinci defa üfürünce de, ruhlar cesetlerine dönerek diriliş meydana gelir.
"Ruhlar bedenlerde birleştirildiği zaman. (Tekvir: 7)
Allah-u Teâlâ bu üfürmeyi ruhların tekrar cisimlerine dönüp yerleşmesine bir sebep yapacaktır.
Ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan ruhu kalmadığı zaman dünya hayatı sona erer ve Allah-u Teâlâ'nın emriyle İsrafil Aleyhisselâm ilk üfürmeyi yapar. Bu üfürme göklerde ve yerdeki canlıların öleceği, meleklerin de cinlerin de insanların da hayattan mahrum kalacağı üfürmedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Sur'a üflenince, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar yerde olanlar hepsi düşüp ölmüş olacaktır. (Zümer: 68)
Allah-u Teâlâ'nın istisna ettiği dört büyük melekten başka herkes öldükten sonra; Allah-u Teâlâ Azrail Aleyhisselâm'a Mikâil Aleyhisselâm'ın, İsrafil Aleyhisselâm'ın ve Cebrail Aleyhisselâm'ın canlarını almalarını emreder. Daha sonra Azrail Aleyhisselâm'a da emir gelir, o da ölür.
Böylece Hayy ve Kayyum olan Allah tek kalır.
"Yeryüzünde bulunan her şey fena bulacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb'inin veçhi (zâtı) bâki kalacak. (Rahman: 26-27)
•
Kıyametin kopması için bir zamana ihtiyaç yoktur. Bir göz kırpması ile her şey olur biter. Onun gelişi ne belli bir uzaklıktan görülebilir, ne de ona karşı insan kendisini koruyabilir. Gelişine karşı hazırlık yapmak da mümkün değildir.
"Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar yahut daha yakın bir zamanda olur. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir. (Nahl: 77)
Bu yakınlığın ölçüsü, bilinen beşeri ölçü değildir. Ansızın pek korkunç bir gürültü ortalığı kaplar. O anda göklerde ve yerde bulunanlardan, korkup ürpermeyen hiç kimse kalmaz.
"Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın dilediklerinden başka göklerde ve yerde bulunanlar korku içinde kalırlar.
Hepsi boyun bükerek O'na gelirler. (Neml: 87)
İnsanlar o günde pek kıymetli gördükleri mallarını, servetlerini bile terkederek kendi başlarının telaşına kapılacaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman. (Tekvir: 4)
Develer o devirde Arapların en kıymetli varlıklarıydı. Onun için develere çok iyi bakarlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek o gün çok büyük bir âfetle karşı karşıya kalmaları demektir. Öyle ki en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenmeyecekler, kıyılmaz mallarını bile terkedeceklerdir. Başlarına gelen felaket, en çok sevdikleri şeyleri görmemezlikten gelmeye götürecek onları.
•
Gerek kıyametin kopuş anı, gerekse kabirlerden kaldırılıp mahşere sevk edilme günü en korkulu merhalelerdir. Kâfirlerin kalpleri o günün dehşeti ile boğazlarına gelip dayanacaktır. Korkularının şiddetinden ötürü konuşamaz, dillerini döndüremez hale gelirler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! Onları o yaklaşan güne karşı uyar.
Öyle bir gün ki, yürekleri ağızlarına gelir ve kederlerinden yutkunur dururlar.
Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçısı vardır. (Mümin: 18)
Dost; arkadaşını bir zorluk ve sıkıntı içinde gördüğü zaman, ona yardımcı olmaya koşan kimse demektir. Zalimlerin ne böyle bir dostu, ne de şefaat eden bir kimsesi olmayacaktır. Çünkü şefaat etme hakkını Allah-u Teâlâ sadece salih kullarına bahşedecektir.
Kıyametin yakın olduğu haber verilirken, Âyet-i kerime'de "Yakın olan şey mânâsına gelen "Âzife" kelimesi geçmektedir. Kâinatın ömrüne nispetle kıyametin kopması çok yakın sayılır. Çünkü gelecek olan her şey yakındır. Meydana gelmesi kesin olan şey, meydana gelmiş demektir, geleceğinde şüphe yoktur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Onların beklediği tek bir sestir. Birbirleriyle çekişip dururken ansızın onları yakalayıverir. (Yasin: 49)
O anda onlar işlerinde güçlerinde, pazarlarında, alış-verişlerinde, oyunlarında eğlencelerinde iken, her canlı bulunduğu yerde ölür. Ne malları ne canları hakkında bir vasiyette ve tavsiyede bulunmaya fırsat bulamazlar.
"İşte o anda onlar ne bir tavsiyede bulunabilirler, ne de âilelerinin yanına dönebilirler. (Yasin: 50)
Eğer evleri ve memleketleri haricinde bulunmuş iseler, âileleriyle dünyada bir daha görüşmeye muvaffak olamazlar. Kim nerede ise orada kalır.
Kıyametin kopması insanın hayal bile edemeyeceği kadar şiddetli olacaktır.
Allah-u Teâlâ bütün insanlara hitap etmekte ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar! Rabb'inizden korkun. Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi, şüphesiz ki çok büyük bir şeydir. (Hacc: 1)
Kıyametin numunesi zelzelelerdir. İnsanoğlu zelzeleye karşı koyacak güce sahip değildir, insan böyle bir zamanda aczini idrak eder. Zelzele hiçbir zaman "Ben geliyorum!" demez, bir anda ortalığı harabeye çevirir. Gelmesi ile gitmesi bir olur.
Zelzeleler kıyametin açık bir delilidir, bize büyük kıyameti haber vermektedir.
İnsanlar bir gün ansızın böyle tasavvurların üstünde korkunç bir âfete uğrayacaklardır.
"Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman! (Zilzal: 1)
Âyet-i kerime'si ile haber verildiği üzere, yer korkunç gürültülerle ardarda ve devamlı bir şekilde sallanır. Bir kısmı değil, yeryüzü bütün olarak sallanacaktır.
"O gün o sarsıntı sarsar. (Nâziat: 6)
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalade bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, birkaç saniye de olsa şahit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. (Hacc: 2)
Hiç şüphesiz ki bu hal sıkıntıların en şiddetli anıdır. En iyisini Allah-u Teâlâ'nın bildiği üzüntü ve korku onları kaplar.
"İnsanları da sarhoş bir halde görürsün! Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hacc: 2)
Bakıyorlar amma ne yaptıklarını bilmiyorlar. Açık açık gördükleri korkunç manzaralar karşısında gözleri hor ve hakir olmuş.
"O gün kalpler korkudan titrer. Gözler zilletle alçalır. (Nâziat: 8-9)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
"Eğer inkar ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan o günden nasıl korunacaksınız? (Müzzemmil: 17)
Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, Peygamber'inin risaletini tasdik etmeyenler için gerçekten de zor bir gündür.
Kıyamet kopmadan önce onu yalanlayıp inkar edenler bulunursa da, gerçekleşmeye başlayınca artık onu tasdik etmeye mecbur kalırlar. İnanmadıkları o müthiş hadiseyi ayan-beyan görünce şaşkına dönerler, artık yalanlamanın hiçbir yararı olmayacağını anlarlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kıyamet koptuğu zaman, onu yalanlayacak hiç kimse olmaz. (Vâkıa: 1-2)
Allah-u Teâlâ onun gerçekleşmesini murad ettiğinde, önleyecek hiçbir engel olmadığı gibi; onun meydana gelişini yalanlayan, bugünkü yalancılar gibi bir tek yalancı bulunmaz. Azabı açık açık görecekleri için inanırlar.
Nitekim diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Artık o çetin azabımızı gördüklerinde 'Bir olan Allah'a inandık, O'na ortak koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik!' dediler. (Mümin: 84)
"Fakat çetin azabımızı gördükleri zaman iman etmiş olmaları kendilerine bir fayda vermeyecektir.
Kulları hakkında Allah'ın cârî ola gelen âdeti budur.
İşte kâfirler o zaman hüsrana uğramışlardır. (Mümin: 85)
Allah-u Teâlâ bu hususta kullarını ikaz etmektedir:
"Allah katından geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce, Rabb'inizin dâvetine icabet edin. O gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz. (Şûrâ: 47)
Kıyamet mutlaka vukua geleceği için "Vâkıa" denmiştir, kıyametin bir ismidir. Yani gelecek, gerçekleşmesi muhakkak olması itibarıyla bu isim verilmiştir.
Vâkıa Sûre-i şerif'inin 3. Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruluyor:
"O alçaltıcı, yükselticidir. (Vâkıa: 3)
Dünyada iken iman etmeyi kibirlerine yediremeyen, ilâhî buyruklara iltifat etmeyen, ölümden sonra dirilmeyi red ve inkâr eden kimseleri aşağıların aşağısına, esfel-i sâfilin'e düşürür. İsterse onlar kendilerini şerefli ve seçkin kişiler sansınlar.
Şakîleri cehennemin derekelerine atar, sait olanları da cennetlerinin yüksek derecelerine kavuşturur.
Kur'an-ı kerim'de kıyametin kopma hadisesi, sergileyeceği görüntülere ve taşıyacağı özelliğe göre "Kıyamet", "Saat", "Zilzal", "Hâkka", "Sâhha", "Tâmme", "Ğâşiye"... gibi isimlerle anlatılmıştır. "Çarpacak olan felâket" mânâsına gelen "Kâria" da bu cümledendir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Çarpacak olan felâket!
Nedir o çarpacak olan felâket?
O çarpacak olan felâketin ne olduğunu bilir misin? (Kâria: 1-2-3)
Kıyametin korkunç ve tüyler ürpertici bir şiddetle ses çıkartıp, gök gürlemesinden daha kuvvetli bir gürültü ve yıldırım hızından da daha hızlı bir şekilde ansızın kopacağı tasvir edilirken "Kâria" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin üç defa açıkça tekrarlanması, o korkutmayı desteklemek, dehşetini pekiştirmek içindir.
İnsanların başına, tarifi mümkün olmayacak kadar korkunç bir felâket inmiş olacak. O felâketin korkunçluğu hayal bile edilemez, aynel-yakîn görülmedikçe şiddet ve dehşetinin büyüklüğünü hiçbir akıl kavrayamaz.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün insanlar ateşe çarpıp dökülen pervaneler gibi olur. (Kâria: 4)
Dehşet içinde bocalayan insanlar o günde ne tarafa gideceklerini bilemeyip birbirine karışırlar, pervane diye bilinen küçük kelebekler gibi her biri bir tarafa gider gelirler.
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalayacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatacak, herkes kendi derdine düşecek.
"Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman! (Abese: 33)
Dünya hayatının sonu işte budur.
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalatacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatacak, herkes kendi derdine düşecek.
"Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman!" (Abese: 33)
Dünya hayatının sonu işte budur.
Allah-u Teâlâ'nın müminlerle kâfirlerin arasında hükmünü vereceği o çok zor günde herkes kendi nefsini düşünür, kendi derdiyle uğraşır, meşgalesi başından aşar, kendisine bir zarar dokunmasın diye, tanıdığı bir kimseyi görmekten sıkıldığı kadar hiçbir şeyden sıkılmaz. Çünkü yaptığı bir haksızlık sebebiyle kendi evlât ve iyâlinin bile peşine düşeceklerinden kaçınır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde isyânkârların o gündeki hallerinin ne kadar feci olacağını haber vermektedir:
"Kişi o gün kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. (Abese: 34-35-36)
Çünkü karşılaştığı dehşet ve gürültü çok büyüktür. Allah için sevenlerin dışında, kişilerin yakınlarına olan derûnî ilgileri bütünüyle kopar. Korkunç dehşet, başta nesep bağı olmak üzere bütün bağlılıkları kesip atar. Başlarına gelecek azaptan kendilerini kurtarabilmek için bütün güçleriyle sevdiklerinden kaçmaya çalışırlar, birbirini görmek istemezler. Fakat ne fayda!
En sıcak dostlar, en şefkatli yakınlar bile birbirinden nefret ederler, aralarındaki bütün bağlar kopar. Yakınlarının ne kötü durumda olduklarını gördükleri hâlde birbirlerinin hallerini soracak durumda bulunamazlar. Herkes kendi derdine düşer, başının çaresiyle başbaşa kalır. Kendilerini her şeyden alıkoyan bir şeyle meşgul olurlar.
Günahkâr ve isyankârların bütün bu meşakkatleri henüz hesap görülmeden ve azaba uğramadan olacaktır.
"O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır. (Abese: 37)
Kıyamet günü hiç kimse bir başkasının durumuyla ilgilenme fırsat ve imkânı bulamayacak, herkesin derdi başından aşkın olacaktır. Zihinler acı düşüncelerle ve tasalarla doludur.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir defasında: "Yâ Resulellah! Ahirette çıplak mı haşredileceğiz?" diye sormuştu. Resulullah Aleyhisselâm: "Evet!" diye cevap verince: "Çıplak olmaktan dolayı vah başımıza gelenlere!" diye üzüntüsünü dile getirdi.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm bu Âyet-i kerime'yi okumuştur.
Kıyamet koptuğunda yeryüzü peşpeşe sallanacak ve sarsılacak. Üzerindeki bütün yapılar yıkılıp yok olacak.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hayır!.. Hayır!.. Yer bütünüyle sallanıp, paramparça edildiği zaman. (Fecr: 21)
Yerin paramparça edilmesi, silinip düzlenmesi demektir. Yer yerinden oynar, enine boyuna sarsıntıya tutulur, yüksek dağlar yıkılır gider.
"Yer şiddetle sarsıldığı zaman. (Vâkıa: 4)
Hayal etmenin bile ürperti vereceği sıkıntılı ve korkulu durumlarla karşı karşıya kalınır.
"Yer uzatılıp düzlendiği, içinde bulunanları dışarı atıp boşaldığı, Rabb'ini dinleyip O'na yaraşır şekilde boyun eğdiği zaman. (İnşikak: 3-4-5)
Allah-u Teâlâ bu noktada insanı bu hayattaki yorgunluk ve çabalarının, didinmelerinin karşılığını alacağını bildirmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb'ine doğru çaba göstermektesin ve sonunda O'na varacaksın. (İnşikak: 6)
Denizlerin, derelerin kaldırılmasıyla, dağların ve tepelerin giderilmesiyle yeryüzü dümdüz bir meydana dönüşür, yayılıp genişletilir.
Gökyüzü Rabb'ine boyun eğdiği gibi, yeryüzü de O'na boyun büker ve tam bir teslimiyet gösterir.
Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri ve madenleri açığa çıkarır.
"Yer bütün ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman. (Zilzal: 2)
Kıyameti, ahireti inkâr eden insan; imkânsız zannettiği hadiseyi görüverince hayretler içinde kalır.
"İnsanın 'Bana ne oluyor?' dediği zaman. (Zilzal: 3)
O gün o durum karşısında geçirdiği şaşkınlıktan dolayı böyle söylemek zorunda kalır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabb'in ona konuşmasını emretmiştir. (Zilzal: 4-5)
Allah-u Teâlâ'nın bunu ona emretmesi, onun da üzerinde meydana gelen bütün hadiseleri anlatması, izin verilmesi sebebiyledir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb'ına: "Yeryüzünün haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz? diye sordu. "Allah ve Resul'ü daha iyi bilir." dediler.
Bunun üzerine buyurdu ki:
"Yeryüzünün haber vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şahitlik etmesidir. 'Şu şu günlerde şunu şunu işlediniz!' demesidir. (Tirmizî, Kıyamet: 7)
Allah-u Teâlâ kıyamet koptuğu zaman dağların köklerinden sökülüp yürütüleceğini, yüksekliklerinin düzlüğe dönüşeceğini, hepsinin de havada uçuşan zerrecikler haline geleceğini Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Resul'üm! Sana kıyamet günü dağların ne olacağını sorarlar.
De ki: Rabb'im onları kül gibi ufalayıp savuracak! (Tâhâ: 105)
Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki, yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi haline gelir.
"Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır. (Tâhâ: 106)
Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz.
"Öyle ki, orada ne bir çukur ne de bir tümsek görebileceksiniz! (Tâhâ: 107)
Yerküre, üzerinde taşıdığı dağlarla birlikte sarsıldıkça sarsılacak ve dağlar yerlerinden sökülecek, birbirine çarpıp ufalanarak kum yığını haline gelecek.
"Dağlar atılmış renkli yün gibi olur. (Kâria: 5)
Dağlar böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir.
"Sur'a ilk nefha üflendiği, yer ve dağlar kaldırılıp birbirine şiddetle çarpılarak darmadağın edildiği zaman; işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. (Hâkka: 13-14-15)
O sarp kayalar, o ulu dağlar sertliklerine rağmen, ufalanır ufalanır, yumuşak kum yığını haline gelirler. Ağırlıklarını kaybedip yerlerinden sökülerek yürütülürler.
"O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar dağılmış kum yığınına döner. (Müzzemmil: 14)
Rüzgârların estirdiği toz gibi olur, kendilerinden bir eser bile kalmaz, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup gider.
"O gün dağları yürütürüz, yeryüzünün ise çırılçıplak olduğunu görürsün. (Kehf: 47)
Onları öyle bir atışla atar ki, hiçbir parçası kalmaz. Üzerinde onu örtecek ne bir tümsek, ne bir bitki, ne de bir bina vardır.
"Biz onun üzerindeki her şeyi elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz. (Kehf: 8)
Dağların ilk değişikliğe uğraması, akan kum haline gelmesi şeklinde olur, sonra renkli yün haline gelir, daha sonra da dağılmış toz haline döner.
"Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman. (Mürselât: 10)
"Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman. (Vâkıa: 5-6)
Dünya nizamının alt-üst olacağı o büyük hadise vuku bulduğunda, dağlar o muhteşem cesametleri ve ağırlıkları ile beraber yerlerinden kopar, havaya kalkar, ufalandıkça ufalanır, toz haline gelir, hallaç pamuğu gibi atılıp dağılır.
"Dağlar da atılmış pamuğa benzer. (Meâric: 9)
Yeryüzüne çakılmış gibi görünmelerine rağmen, rüzgâra tutulan yün teli gibi uçuşurlar. Bulutlar gibi oraya buraya hareket ederler. İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!
"Dağlar yürütüldüğü zaman! (Tekvir: 3)
Bulundukları yerlerden başka yerlere intikal ederler, sonra da serap olurlar.
"Dağlar yürütülür, bir serap olur. (Nebe: 20)
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
"Dağlar yürüdükçe yürür. (Tûr: 10)
O günü inkar edenler, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğinden hiç haberleri yoktur. Daima bâtıla meyledip bâtılla ülfet ettikleri için, Hakk'a yanaşmaz ve Hakk'ı kabul etmezler.
"Yalanlayanların vay haline o gün! (Tûr: 11)
Dağlar parçalanıp yeryüzü dümdüz olunca, denizler her yeri kaplar, acısı tatlısı birbirine karışır, birleşip tek bir deniz olur.
"Denizler birbirine karıştığı zaman. (İnfitar: 3)
Çok geçmeden sular zelzelelerle kaynar, denizler ateş haline gelir.
"Denizler kaynatıldığı zaman. (Tekvir: 6)
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
"Gök de yarılır ve artık o gün düzeni bozulur. (Hâkka: 16)
"Gök yarıldığı zaman. (Mürselât: 9) (Bakınız. İnşikak: 1)
Yıldız ve gezegenlerin kendi yörüngesinde hareket ettiği, kâinatın da her şeyi kendi sisteminde tuttuğu bu nizam bozulacaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"O gün göğü, kitap sayfalarını dürer gibi toplayıp düreriz.
Sonra onu yaratmaya ilk başladığımız zamanki gibi yine iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir ve biz vaadimizi muhakkak yerine getiririz. (Enbiyâ: 104)
Bundan ne dönülür, ne de değiştirilir. Dünya aslında sayılı günden ibarettir. Onun içindir ki mukadder olan zamanı gelince dünya hayatı son bulacaktır.
Gökler nizam ve intizamını kaybetme emrine tam bir teslimiyet gösterir.
"Gök yarıldığı, Rabb'ini dinleyip O'na yaraşır şekilde boyun eğdiği zaman. (İnşikak: 1-2)
Böylece ilâhi emir ve hüküm gerçekleşmiş olur.
"Gök yarıldığı zaman. (İnfitar: 1)
"O gün gök sallanıp çalkalanır. (Tûr: 9)
Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder, çalkalana çalkalana yarılır.
"O günün şiddetinden gök yarılır, Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelir. (Müzzemmil: 18)
Zira Allah-u Teâlâ verdiği sözden dönmez.
Gök yarılıp parça parça olduğunda, açılmış gül gibi kıpkırmızı olur ve eritilmiş zeytinyağı gibi mâyi bir hale gelir, bakıldığında ateşle tutuşmuş gibi görünür.
"Gök yarılıp da erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül gibi olduğu zaman (Rahman: 37)
"O gün gök erimiş bakır gibi olur. (Meâric: 8)
Allah-u Teâlâ kıyamet ahvalinden haber vermekle kullarını intibaha davet etmektedir.
"Yer kıyamet günü O'nun avucundadır. Gökler ise sağ eliyle dürülmüştür.
O müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Zümer: 67)
Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. Zât-ı akdes'i yarattığı varlıklara benzemediği gibi, yakınlığı da cisimlerin yakınlığına benzemez.
O günün dehşetinden gök her taraftan yarılır, o yarıklar göklerin kapıları mesabesinde olur.
"O gün gök açılır ve kapı kapı olur. (Nebe: 19)
Meleklerin inmesi için yol ve geçit haline gelir. Parçalanıp dağılan göklerin çevresinde sayısı belirsiz melekler bulunacak, Allah-u Teâlâ'nın emriyle görev yapacaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Melekler de (göğün) etrafındadır. O gün Rabb'inin arşını, onlardan başka sekiz melek yüklenir. (Hâkka: 17)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugün için Arş'ı taşıyan meleklerin sayısının dört olduğunu, kıyamet günü olunca Allah-u Teâlâ'nın onların yanına dört melek daha verip onları destekleyeceğini, böylece sayılarını sekize yükselteceğini beyan buyurmuştur.
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Arş'ı kaldıran meleklerden bir melekle ilgili size bilgi vermem için bana izin verildi: İki kulak yumuşağıyla boyun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır. (Ebu Dâvud. Sünnet: 18)
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"O gün gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir." (Furkân: 25)
İlâhî kudret bu şekilde de tecellî edecektir.
Sur'a üfürüldüğünde güneşin ziyası sönerek kendi merkezinden çıkar, kat kat parçalanıp dürülür.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Güneş katlanıp dürüldüğü zaman. (Tekvir: 1)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Güneş ile ay kıyamet gününde kararıp, sarık sarılırcasına dürülürler. (Buhârî. Bed'i-Halk: 4)
Kâinatın mevcut düzeni alt-üst olunca; kendilerine mahsus sistemi, hareket tarzı, yörüngesi olan yıldızlar da birbirine çarpıp parçalanır, dağılıp dökülürler.
"Yıldızlar saçıldığı zaman. (İnfitar: 2)
Nurlarını kaybederler, aydınlıkları kaybolur, yerlerinden kopup yağmur taneleri gibi yeryüzüne serpilirler.
"Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman. (Tekvir: 2)
O gün gökyüzü yıldız yağdıracaktır.
"Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman. (Mürselât: 8)
O kadar çok ve o kadar ışık saçtıkları halde mahvolur giderler.
Âyet-i kerime'de:
"Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman. buyuruluyor. (Tekvir: 5)
Yırtıcı, vahşi ve ürkek hayvanlar o günün şiddetinden dolayı korkuya kapılıp şaşkın bir halde yuvalarından çıkıp gruplar halinde bir araya toplanırlar. Şaşkın bir halde bakışıp dururlar.
Hayvanlar böyle olursa, ya insanlar nasıl olur?
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Kim kıyamet gününü gözleriyle bakıp görmek istiyorsa; Tekvir, İnfitar ve İnşikak surelerini okusun. buyurmuşlardır. (Tirmizî. Tefsir: 18)
Çünkü bu ve benzeri Âyet-i kerime'ler kıyametin akılları baştan alacak hallerini ve orada meydana gelecek olan sıkıntıları veciz bir şekilde açıklamaktadır.
Birinci sur ile kıyametin kopmasından, Hayy ve Kayyum olan Allah-u Teâlâ'nın tek kalmasından sonra, vakti zamanı gelince; Allah-u Teâlâ İsrâfil Aleyhisselâm'ı tekrar diriltecek ve ikinci defa Sur'a üfürmesini emir buyuracaktır. "Nefha-i kıyam" da denilen bu üfürme ile evvelce ölenlerin tamamı bir anda yeniden dirilerek kabirlerinden kalkacaklar ve hesaplarını vermek üzere ilâhi huzura sevkolunacaklardır. Buna "Ba's-ü ba'del-mevt yani "Öldükten sonra tekrar dirilme" denir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Sonra bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. (Zümer: 68)
"Allah'ın onu yeniden döndürmeye elbette gücü yeter." (Târık: 8)
Ruhlar hazırlanmış bulunan bedenlerine yerleşirler, ölüler hayat bulur, kabirlerinden çıkarak mahşere sevkedilirler.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz ki hayat veren de, ölümü veren de biziz.
Dönüş de ancak bizedir. (Kaff: 43)
Herkesin hesabının görüleceği, cezalarının tertip olunacağı yer O'nun huzurudur. Mahkeme-i kübra O'nun huzurunda kurulacaktır.
•
Ku'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif'lerde haber verilen Birinci Sur'dan sonraki "Ahiret Hayatının Safhaları" şöyledir:
Her şeyi sarsıp titreten ilk üfürmeyi ikinci üfürme takip eder.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün o sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir. (Nâziat: 6-7)
Bu üfürme, diriliş ve kabirlerden kalkış üfürmesidir.
Allah-u Teâlâ'ya göre insanları ilk olarak yaratmakla ölümünden sonra tekrar diriltmek arasında hiç fark yoktur. Dileyince var eder, dileyince yok eder.
"Önce yaratan, ölümünden sonra dirilten O'dur. Bu O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O'nundur. O Aziz'dir, hükmünde hikmet sahibidir. (Rûm: 27)
Bu üfürme ile yaratılışın başından sonuna kadar gelip geçen herkes hayata döndürülür. Kabirlerde bulunanların hepsi, haşrolunacakları yere doğru koşarlar. O gün toplanma ve sevk günüdür.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün yer yarılır, insanlar kabirlerinden süratle çıkarlar. Onları böylece toplamak bizim için pek kolaydır. (Kaff: 44)
İnanmayanların düşündükleri gibi, insanları ölümlerinden sonra diriltmek, kabirlerinden kaldırmak, mahşerde toplamak, herkesin hesabını sormak, ceza veya mükâfatlarını vermek O'nun kudreti karşısında zor bir şey değildir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Gökleri ve yeri hak ile yaratan O'dur. 'Ol!' dediği gün her şey oluverir. O'nun sözü haktır.
Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur.
O gizliyi de açığı da bilendir, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. (En'âm: 73)
O gün perdeler kalkar. Dünyada kendilerini saltanat sahibi imiş gibi görenlerin hepsi de, gerçekte hiçbir otoritelerinin olmadığını ve hakimiyetin yalnızca O'na ait olduğunu apaçık görürler.
Fâil-i mutlak'ın yüce iradesine gönülden teslim olanlar ise o günü fiilen müşahede ederler. İnandıkları gerçeğin ayan-beyan tecelli etmesiyle mutmain olurlar.
"Sûr'a da üfürülmüş, böylece biz onların hepsini bütünüyle bir araya getirmişizdir. (Kehf: 99)
•
O günün şiddeti kâfirler ve münafıklar için olacaktır. Dünyadaki serkeşliklerinin ve azgınlıklarının cezasını fazlasıyla görecekler, çok büyük zorluklarla karşılaşacaklardır.
Yüzleri kararacak, gözleri göğerecek, herkesin gözü önünde rezil ve rüsvay olacaklar, kendi dertleriyle başbaşa kalacaklar, başkalarının hallerini sormaya mecalleri bulunmayacaktır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Sûr'a üfürüldüğü vakit, işte o gün çetin bir gündür. Hele kâfirler için hiç de kolay olmayan zorlu bir gündür. (Müddessir: 8-9-10)
Kur'an-ı kerim'de Kıyamet hadisesinden söz edilirken üfürülecek âlete on kadar yerde "Sûr" adı verilmekte, burada ise bu alete "Nâkur denilmektedir. Çok korkunç bir ses çıkardığı için ona "Nâkur" adı verilmiştir.
O günün şiddetinden; mihnet ve meşakkatinden kalpleri korkuyla dolar. Geçmiş günleri, kaçırılan fırsatları, değerlendirilemeyen imkânları hatırladıkça içten içe kavrulurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"O gün Sûr'a üflenir ve biz o gün suçluları gözleri dehşetten göğermiş olarak toplarız. (Tâhâ: 102)
Herkes kendi ameli ve niyetiyle başbaşa kalır, getirdiği yükün derdine düşer, birbirlerine karşı acıma ve şefkat duymazlar, akrabalık ve hısımlık bağları kopar, birbirlerinin durumlarını soramazlar.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Sûr'a üfürüldüğünde o günün dehşetinden aralarında ne nesep bağı kalır ne de birbirlerine bir şey sorabilirler. (Mü'minun: 101)
Ceza gününe iman etmeyenler, o gün zuhur ediverince, dünyada işitip de inanmadıkları şeylerin doğruluğunu gördükleri zaman haşyet ve hasretle haykırırlar ve şöyle derler:
"Eyvah bize! İşte bu hesap günüdür.! (Saffât: 20)
Onlar böyle bir şaşkınlık içinde iken, hiç beklemedikleri bir ihtar ve azarlama ile karşılaşırlar:
"İşte bu, yalanlayıp durduğunuz hüküm günüdür. (Saffât: 21)
Kâfirler için bu kadar zor ve zahmetli olan o gün, şüphesiz ki müminler için o nispette kolay olacaktır.
Haşr meydanı olan mahşer yeri beyaz, dümdüz, dağsız, tepesiz, girintisi ve çıkıntısı olmayan, saklanacak yeri bulunmayan nihayetsiz bir düzlüktür. Her tarafı aynıdır. İnsan ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin asla kendisini saklayamaz.
Bu yer, bugünkü yeryüzü gibi olmayacaktır. Benzerlik sadece isimdedir. O yeryüzü alışılandan ve bilinenden başka bir şekildedir. Bu dünyanın yeri ve gökleri yerine ahiret yeri ve gökleri kurulacaktır.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün yer başka bir yerle, gökler de başka göklerle değiştirilir. (İbrahim: 48)
O yerin büyüklüğünü tasavvur etmek bile imkansızdır.
Dünyada iken Kirâmen Kâtibin meleklerinin yazdıkları amel defterleri sualden önce herkese dağıtılır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Amel defterleri ortaya konulduğunda, suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün." (Kehf: 49)
Boşa geçirdikleri ömürlerine yanarlar, kaybettikleri fırsatlara hayıflanırlar.
Doğru yolu seçenlerin amel defterleri sağ ellerine verilir, yanlış yolu ve bâtılı tercih edenlerin ise sol ellerine verilir veya arkalarından verilir. Sağ taraf veya sağ el, ferahlık ve uğurun, feyiz ve bereketin; sol taraf veya sol el, sıkıntı ve uğursuzluğun sembolüdür.
Kıyamet gününde ise sağ tabiri, kurtuluş ve bahtiyarlığın; sol tabiri ise felâket ve bedbahtlığın delili sayılır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Amel defterleri sağından verilenler... Ne mutlu insanlardır amel defterleri sağından verilenler! (Vâkıa: 8)
"Kimlerin amel defterleri sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmazlar. (İsrâ: 71)
Allah-u Teâlâ kulları bir bir hesaba çeker, bu hesap bir anda olup biter.
Âyet-i kerime'de:
"Allah hesabı çabuk görendir." buyuruluyor. (Mümin: 17)
O'nun bir işle meşgul olması, başka bir işle meşgul olmasını engellemez. Birinin hesaba çekilmesi, diğerinin hesabının görülmesine mâni olmaz. Herkesi aynı anda hesaba çekmek, yargılamak, O'nun için zor değildir, O seriül-hisab'dır.
Beş şey o gün herkese sorulur:
İbn-i Mes'ud -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanoğluna beş şeyden hesap sorulmadıkça ayakları Rabb'inin katından ayrılmayacaktır:
1- Ömrünü nerede ne yolda tükettiği,
2- Gençliğini nasıl geçirdiği,
3- Malını nereden kazandığı,
4- Kazancını nerede harcadığı,
5- İlmi ile amel edip etmediği." (Tirmizî: 2531)
Kıyamet gününde kulun amelinden ilk hesaba çekileceği şey namazıdır. Namaz hesabını güzel veren, diğer suallerden çabuk kurtulur.
İnsanlar amel defterlerinde belirtilen sevap ve günahları ölçtürmek için Mizan'a gelirler.
Mizan; amellerin tartılması, iyilerinin kötülerinin belirlenmesi için Allah-u Teâlâ'nın mahşer meydanında ortaya koyacağı terazidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Biz kıyamet günü adalet terazileri kuracağız. buyuruyor. (Enbiyâ: 47)
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür. (Zilzâl: 7-8)
Mahkeme-i kübrâ'da ilâhi adaletin hükmü tamamen icra edildikten sonra Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:
"Ey günahkârlar! Bu gün şöyle ayrılın! buyurur. (Yâsin: 59)
Kâfirler müminlerden ayrılırlar. Onların artık müminlerle bulunmaya salâhiyetleri yoktur. Her suçlu günahkar inkârcı ister istemez bu buyruğa uyar.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"O gün Allah onlarla aranızı ayırır. (Mümtehine: 3)
"O gün bir fırka cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir. (Şûrâ: 7)
Bir kimsenin suçunu affettirmek, kendisinden cezayı gidermek için hakkında yapılan bir iltimas ve istirhamdan ibarettir.
Günahı sevabından çok olduğu için cehenneme girmeyi hak eden günahkar müminlere; Allah-u Teâlâ'nın izni ile peygamberler, sıddıklar, âlimler, şehitler şefaat edeceklerdir.
O kime şefaat yetkisi verirse, ancak o şefaat edebilir. Bu yetki O'na aittir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaatı fayda vermez. (Tâhâ: 109)
"Bütün şefaat Allah'ındır. (Zümer: 44)
Allah-u Teâlâ Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i en büyük şefaat makamı olan Makam-ı Mahmud'a erdirerek onu diğer peygamberlere üstün kılmıştır.
Âyet-i kerime'sinde:
"Ümit edebilirsin ki, Rabb'in seni bir Makam-ı Mahmud'a gönderecektir. buyuruyor. (İsra: 79)
Şefaat sayesinde kıyametin sıkıntısı ve şiddeti ümmet-i Muhammed'e dokunmayacaktır.
Kıyametin korkunç merhalelerinden birisi de sırattan geçmektir. Mahşerin anlatılan bu bütün zorluklarından sonra insanlar sırata sevkedilirler.
Sırat; cehennem üzerine kurulmuş, herkesin geçmek mecburiyetinde olduğu bir köprü, cennete giden bir yoldur. Bir ucu hesap verme yerinde, bir ucu da cennetin kapısındadır.
Bütün insanlar sırat köprüsünden geçeceklerdir.
Âyet-i kerime'de:
"İçinizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu Rabb'inin katında kesinleşmiş bir hükümdür. buyuruluyor. (Meryem: 71)
Bu uğrama yolun oradan geçmesi sebebiyledir. Cennete girecek olan oradan geçecek, cehenneme girecek olan ise oradan girecektir.
Sıratın genişliği ve uzunluğu, insanların oradan geçmeleri ve hızları, dünyada yapmış oldukları amellere göredir.
İmanları ve iyi amelleri ile sevap kazanıp mükâfatı hak edenlere cennetin yolu açıldığı gibi, inkârları ve yaptıkları kötülüklerle günaha girip ceza görecek olanlara da cehennemin kapıları açılacaktır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın düşmanları o gün toplanır cehenneme sürülürler. Hepsi bir aradadırlar. (Fussilet: 19)
Sayıları tamamlanıp bir araya geldikleri zaman topluca cehenneme itileceklerdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz. buyuruyor. (Meryem: 86)
Ateşin önlerinde yanmakta olduğunu ve içine muhakkak düşeceklerini gördüklerinde, artık kaçıp kurtulacakları bir yer bulunmaz.
Cennet hizmetçileri cennetlikleri bekledikleri gibi, cehennem bekçileri de cehennemlikleri beklerler.
Cehennemlikler sevkolunup ateşe atılmak üzere hazırlandıklarında gayet hakir ve perişan bir halde, alabildiğine küçülmüş olarak, gizlice ateşe doğru bakarlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Aşağılıktan başları öne eğilmiş, göz ucuyla etrafa gizli gizli bakışırlarken sunulduklarını görürsün. (Şûrâ: 45)
Onların korktukları ve zihinlerinde tasarladıklarından çok daha büyüğü hiç şüphesiz ki başlarına gelecektir.
A'râf; Cennetle cehennem arasında, her iki tarafa da nâzır bir surun yüksek tepeleridir.
Burada sevapları ve günahları eşit olan, imanları ve işledikleri salih amelleri sayesinde cehenneme girmekten kurtuldukları halde, cennete de giremeyen bir topluluk bulunur.
Cennetliklere baktıklarında onlara selâm verirler, mutluluklarına imrenerek onlarla beraber olabilmeyi arzu ederler. Cehennemliklere bakarak Allah-u Teâlâ'ya sığınırlar, onlarla beraber etmemesini niyaz ederler.
Bir müddet orada kalırlar, sonra Allah-u Teâlâ onları rahmetiyle cennete koyar.
Şöyle buyurur:
"Girin cennete! Artık size hiçbir korku yoktur, sizler mahzun da olmayacaksınız. (A'râf: 49)
A'râf ismi geçtiği için A'râf sûre-i şerif'ine bu isim verilmiştir.
Sırat köprüsünden selâmetle geçildikten sonra müminler gruplar halinde cennete doğru sevkedilirler. İlk olarak Hazret-i Allah'ın biricik Habib-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm cennete girer.
Müminler etrafları meleklerle dolu olduğu halde, en izzetli bir halde, dolunay veya parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete doğru yürürler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Rabb'lerine karşı gelmekten sakınanlar bölük bölük cennete götürülürler." (Zümer: 73)
Cennete yaklaştıkça oranın nefis kokusunu için için duyarlar, her nefes alıp vermede şevkleri ve ümitleri bir kat daha artar. Gözler görmedik, kulaklar işitmedik, beşer gönlünden geçmedik şeyler görürler.
"Oraya geldiklerinde cennet kapıları açılır.
Bekçiler onlara derler ki: Selâm olsun size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere buraya girin!" (Zümer: 73)
"Müjde! Bugün altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyen kalacağınız cennetler sizindir. İşte büyük kurtuluş budur. (Hadîd: 12)
"Girin cennete! Siz ve eşleriniz ağırlanıp sevindirileceksiniz!" (Zuhruf: 70)
Henüz perdeler açılmadan gözünü açmış, Rahman olan Allah'a tam bir iman ile gönülden yönelmiş, rahmetinin zevki, azabının dehşeti ile saygısını duymuş olan müminler taraf-ı ilâhîden taltif olunurlar:
"İşte bu cennet; Allah'a yönelen, O'nun buyruklarına riâyet eden, görmediği halde Rahman'dan korkan, Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen sizlere, hepinize vaad olunan yerdir. Oraya esenlikle girin!" (Kaff: 32-33-34)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Birbirine tutunacaklar, bazısı bazısının elinden tutacak." (Müslim: 219)
Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabb'imiz Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı kerim'in bir çok Âyet-i kerime'lerinde ahiret gününün çetin azabından kullarını korumak ve sakındırmak için öğütlerde ve uyarılarda bulunmaktadır.
•
Rabb'lerinin huzuruna çıkarılıp yaptıklarının hesabını verecekleri günün uzak olmadığı söylenerek insanlar uyarılmaktadır:
"İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içindedirler. (Enbiyâ: 1)
Gaflet; hatırlanması gereken şeyin insanın aklından çıkması, onu hatırlamaması demektir. Yapması gereken şeyi ihmal ederek yapmayan kimseye gafil denir.
Nefsin arzularına, şeytanın adımlarına uymuş, zevk ve safaya, oyun ve eğlenceye dalmış, gerçek hayatın bu dünya hayatı olduğunu zannetmiş, böylece ömrünü tüketiyor, gerçek hayatın ölümden sonra başlayacağını bilmiyor, ahiret tedarikinin çaresine bakmıyor.
Allah-u Teâlâ o gün için hazırlık yapılmasını emreder ve şöyle buyurur:
"Allah katından geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce, Rabb'inizin davetine icabet edin. O gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz. (Şûrâ: 47)
O günde Allah-u Teâlâ'nın himayesinden başka sığınacak bir yer yoktur. Müstehak olanlardan hiç kimsenin azabı kaldırmaya gücü yetmeyecektir.
•
Allah-u Teâlâ kullarına öğüt vererek dünya hayatının gün gelip sona ereceğini, daha sonra ahiret hayatının başlayacağını, kendisine dönüleceğini, insanların hesaptan geçirileceklerini hatırlatmakta ve azabından sakındırmaktadır:
"Öyle bir günden korkun ki, o günde hepiniz Allah'a döndürülürsünüz. Sonra herkese kazandıkları noksansız verilir ve hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. (Bakara: 281)
"Öyle bir günden korkun ki, o günde kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez. (Bakara: 123)
Allah-u Teâlâ'nın azabını onlardan hiç kimse uzaklaştıramaz ve ilâhi azaba karşı kimse onları kurtaramaz. Ne zorla kurtarılabilir ne de kolaylıkla.
"O gün kimseye şefaat fayda vermez, onlar hiç kimseden yardım da göremezler. (Bakara: 123)
Aracılar yok olmuş, kişi yaptıkları ile başbaşa kalmış. Herkes kendisini kurtarmaya çalışıyor. O gün toplulukların birbirleriyle yardımlaşmaları, birbirlerini desteklemeleri de kaldırılmıştır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kimsenin kimseye bir şey ödeyemeyeceği, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korkun! (Bakara: 48)
"Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenemez. (Fatır: 18) (Bakınız, Necm: 41)
O gün iman ve amel-i salih sahibi olmayana hiçbir şefaat kâr etmez.
"O gün ki ne mallar fayda verir ne de oğullar.. Meğer ki Allah'a tamamen salim ve temiz bir kalp ile gelenler ola. (Şuarâ: 88-89)
Demek oluyor ki o gün insanın başına gelecek felaketlerden korunmak mümkündür, fakat geldikten sonra ahirette değil, gelmeden önce dünyadayken korunmak mümkündür.
•
Allah-u Teâlâ'nın müminlerle kâfirlerin arasında hükmünü vereceği o çok zor günde herkes kendi nefsini düşünür, kendi derdiyle uğraşır, meşgalesi başından aşar, kendisine bir zarar dokunmasın diye, tanıdığı bir kimseyi görmekten sıkıldığı kadar hiçbir şeyden sıkılmaz. Çünkü yaptığı bir haksızlık sebebiyle kendi evlât ve ıyalinin bile peşine düşeceklerinden kaçınır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kişi o gün kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından kaçar.
O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır. (Abese: 34-35-36-37)
"Kıyamet gününde yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.
O gün Allah onlarla aranızı ayırır.
Allah yaptıklarınızı görmektedir. (Mümtehine: 3)
"Suçlu kişi o günün azabından kurtulmak için;
Oğullarını,
Karısını,
Kardeşini,
Kendisini barındırmış olan sülâlesini,
Yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.
Fakat ne mümkün! (Mearic: 11-12-13-14-15)
Zira her şey zamanında olacaktı. Zamanı geçtikten sonra kurtuluş çaresi aramanın hiç faydası yoktur.
•
İlâhi davete icabet edenlerle etmeyenlerin, inananlarla inanmayanların, aklını kullananlarla akıllı geçinenlerin âkıbetlerini beyan etmek üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Rabb'lerinin davetine uyanlara en güzel karşılık vardır.
O'nun davetine uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların olsa, azaptan kurtulmak için hepsini feda ederlerdi. (Ra'd: 18)
Allah'ım iyiler zümresine ilhak ettiğin kullarından eyle. Sonumuzu ve âkıbetimizi hayırlı eyle. Bizi bize bırakma, lütuf ve rızândan ayırma, kötülerden koru. İmanla çektiğin, lütfun ile aldığın kullarından eyle. Sevdiklerinle haşr-u cem eyle.