Fâtih dönemi müverrihlerinden Enverî'nin "Düstûr-nâme"sinin ana kaynağı olan bu kroniğin yazarı Semerkandî'nin(1) kim olduğu hâlâ aydınlatılamamış olmakla birlikte, Timur'la birlikte Anadolu'ya gelen ünlü mutasavvıf Alâeddîn Semerkandî olması kuvvetle muhtemeldir.(2) Mensur bir Osmanlı târihi iken, Enverî'nin manzum olarak özetlediği bu kaynağın, Oğuz Tuman(3) Hân ve oğullarının hikâyesi, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu târihlerinin özeti ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna kadar uzanan içeriği, yüzeysel bir tetkikle bile Semerkandî'nin bu bilgileri erken dönem bir "Oğûz-nâme" nüshasından derlediğini kuşkusuz bir biçimde hissettirecek niteliktedir.
Osmanlı müverrihleri arasında Enverî'den sonra Semerkândî'nin kayıp kroniğini kullanan diğer bir isim ise, II. Bâyezîd'in emriyle "Heşt Behişt" adında 8 ciltlik Farsça mufassal bir Osmanlı târihi kaleme alan İdrîs-i Bitlisî'dir. Onun bu kayıp kronikten eserine aktardığı parçalardan, özellikle Osmanlılar'ın Rum diyârına göçü ve Ertuğrul Gâzî'nin 1222-1227 sürecindeki uç akınlarına ilişkin kısımlar, bu kaynaktan mensur olarak bize intikâl etmiş yegâne ayrıntılı metinlerdir.
Semerkandî'nin kullandığı bu "Oğûz-nâme" nüshasının; özellikle Osmanlılar'ın Anadolu'ya göç eden ataları, Batı Anadolu'daki gazâları ve diğer konularda, doğruluğu dönemin Selçuklu kronikleri ve dış kaynaklarıyla saptanabilen güvenilir ve esaslı bilgiler içerdiği kesinlikle söylenilebilir.
Varlığını III. Murâd devri müverrihlerinden Bayburt'lu Osmân'dan öğrendiğimiz, "Nesepler denizi" adını taşıyan bu kroniğin yalnız Osmanlılar'ın değil, diğer beyliklerin silsilelerini de içerdiği görülmektedir. İçindeki "Oğûz Hân ve oğulları" hikâyesinden ve yoğun "Oğuz" vurgusundan "Oğûz-nâme"ye dayandığı anlaşılan bu eserin Osmanlılar'la ilgili kısmı, XIV. yüzyılda yaşadığı anlaşılan Baba Ahmed bin Şeyh Sinân'ın sözlü rivâyetlerine dayanıyordu.(4) Bayburt'lu Osmân'ın kullandığı rivâyetlere bakılırsa, bu "Oğûz-nâme" muhtemelen Ertuğrul Gâzî'den Yıldırım Bâyezîd'in cülûsuna kadarki vakaları da ihtivâ eden bir zeyli içermekteydi.(5)
Sultan I. Murâd devrinden beri Osmanlı hânedânına hizmet etmiş Gelibolu kökenli Yazıcı-zâde ailesine mensup derviş-gâzîlerden Ahmed ve Mehmed Bîcân'ın kardeşi olan ve onlarla birlikte II. Murâd zamânına kadar te'lif ve tercüme ettiği eserlerle Osmanlı tasavvuf ve târih yazıcılığının en meşhur sîmâları arasında yerini alan Yazıcı-zâde 'Alî de, bu uzun süreçte ilkin Yıldırım Bâyezîd'e, sonra küçük ilâve ve değişikliklerle II. Murâd'a sunulduğu Topkapı Sarayı Kütüphânesi'ndeki nüshalarından birinin üzerindeki kayıtlardan anlaşılan "Oğûz-nâme"sinde,(6) büyük Oğûz-nâme'yi kaynak olarak kullandığını açıkça belirterek, Oğuzlar'ın türeyiş ve yayılış hikâyesini Gündüz Alp ve Ertuğrul gibi atalar üzerinden Osman Gâzî'ye ve dolayısıyla Osmanlı beyliğinin kuruluşuna kadar getiren bir metin kaleme almıştır. Ağırlıklı olarak Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinin târihlerini, dönemin meşhur kaynaklarından; İbn-i Bîbî'nin "el-Evâmirü'l-'Alâ'iyye"si, Râvendî'nin "Râhatü's-Sudûr"u ve Reşîdüddîn'in "Câmi'u't-Tevârîh"inden yararlanarak işleyen müellif, Oğuzlar'ın târihî kökeninden Tatar istilâsı ve beylikler dönemine kadar uzandığı anlaşılan bilgileri de, erken dönem bir "Oğûz-nâme" nüshasından aktardığını eserinde açıkça vurgulamıştır.
Eserdeki tüm rivâyetler hakkında geçerli olmamakla birlikte, bu rivâyetlerin kaynağı olan asıl "Oğûz-nâme"nin, özellikle Osman Gâzî'nin 699/1299'da beyliğe seçilişi ve Kayılar'ın biatlarını kabulü ile ilgili kısmının "'Osmân Târîhi" ya da onun kaynağı ile yakın bir ilişki içinde olduğu kesin gibidir.
Osmanlı târih yazıcılığının gelişmeye başladığı ve ilk kez ayrıntılı müstakil Osmanlı kroniklerinin yazıldığı Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bâyezîd dönemlerinde, ilk kez yukarıdaki araştırmamızda ele aldığımız kısa kroniklerin de içine dâhil olduğu çok sayıda "Oğûz-nâme" kaynaklı kroniğin kullanıldığı, özellikle kuruluş ve Osmanlılar'ın Batı Anadolu'ya yerleşmesi ile ilgili rivâyetlerin bu kaynaklardan aktarıldığı sözkonusu metinlerin bilimsel analizinden anlaşılmaktadır.
Sultan II. Murad devrini görmüş olan ve Fâtih devrinde Ahmedî'nin yararlandığı "Oğûz-nâme" zeyli ekseninde bir târih metni kaleme alan Şükrullah Çelebi, Ertuğrul Gâzî ile ilgili kısımda onun "Oğûz evlâdından" olduğuna işâret ettiği gibi;(7) eserinin ilk versiyonunu temsil eden nüshada 852/1449 yılında Karakoyunlu hükümdârı Cihânşâh'a elçi olarak gittiğini ve orada Uygurca yazılmış olup, hem Osmanlı, hem Karakoyunlu silsilelerini içeren bir "Oğûz-nâme" nüshası ile karşılaştığını söyler.(8) Bu kayıttan anlaşılıyor ki, Oğuz ve oğullarının destânı, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu hânedanları ile kuruluş dönemi beyliklerinin soyları hakkındaki bilgiler bu dönemde yazılan "Oğûz-nâme"lerin ana iskeletini teşkil ediyordu. Demek ki kimi zaman tüm beyliklerin, kimi zaman yalnız bir beyliğin kuruluş hikâyesini anlatan zeyillerin de bulunduğu metinler kaleme almak, XIII.-XIV. yüzyıl Osmanlı ve diğer beylik târihçiliğinin ortak ve karakteristik özelliğiydi. "Oğûz-nâme"lerin kuruluş devri târih yazıcılığı üzerindeki bu etkisi, kuşkusuz bu devrin tarihçilik anlayışına farklı bir boyut ve zenginlik kazandırmaya yetmiştir.
Fâtih devri şâirlerinden Enverî'nin "Düstûr-nâme"sinin aslî kaynağı olan Semerkandî'nin kroniğindeki "Oğuz Tümen Hân" hikâyesi ve devâmındaki bilgilerin, üslûp ve içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzre, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu târihlerine âit kısa metinleri ve kuruluş devrine âit bir zeyli de içeren erken dönem bir "Oğûz-nâme" nüshasından alındığını yukarıda belirtmiştik. Yine bu devrin müelliflerinden vezir Karamânî Mehmed Paşa da, Arapça olarak yazdığı "Tevârîhu's-Selâtîni'l-'Osmâniyye"sinin başında, kaynağını belirtmeksizin "Ba'zı müverrihlerden naklolunur ki" ifâdesiyle, Osmanlılar'ın Anadolu'ya ayak basan ilk atası Kayık Alp'ten Osman Gâzî'ye kadarki atalarının gazâ ve faaliyetlerinin kısa bir özetini verir.(9) Onun burada Kayık Alp'i, asil, soylu ve nesebi yirmi bir atada Yafes bin Nûh evlâdından Oğûz Hân'a dayanan biri olarak tasvir etmesi, özetlediği bu rivâyetin ana kaynağının en geç Orhan Gâzî döneminde yazılmış olması gereken bir "Oğûz-nâme" zeyli olduğunu gösterir.
Fâtih'in ölümünden sonra Osmanlılar adına bir "Kayı Silsile-nâmesi" kaleme alan Türkmen şeyhi Hasan el-Bâyâtî de, yer yer başka kroniklerde de rastladığımız bilgiler eşliğinde, Ertuğrul Gâzî'nin hikâyesinin de içine dâhil olduğu bir "Oğûz-nâme"den yararlandığını eserinde açıkça belirtir. Onun, elindeki bu "Oğûz-nâme" nüshasını: "Neseb-i 'aliyye'-i Âl-i 'Osmân-ı kişver-sitân olan Oğûz Hân'uñ ekber evlâdı Gün Hân'a ve anuñ fürû'ından Kayı Hân'a müntehi olduğı ve sâ'ir silsile'-i 'aliyyeleri mevcûd bulınan 'Oğûz-nâme'" şeklinde tanıtması dikkat çekicidir.(10) Bu kayıt, Bayburt'lu 'Osmân'ın "Oğûz-nâme" kaynaklı "Bahrü'l-Ensâb"dan aktardığı bilgiler ve Şükru'llâh'ın 852/1449'da Cihân-şâh'ın huzurunda Osmanlılar'ın nesebini Karakoyunlular'ın nesebiyle karşılaştıran bir "Oğûz-nâme" nüshası görmesiyle karşılaştırıldığında; sözkonusu "Oğûz-nâme"lerin yalnız Osmanlılar'ın değil, tüm beyliklerin silsilelerini ve kuruluş hikâyelerini de içeren metinler olduğu yönündeki tezimiz târihî açıdan gerçeklik kazanır.
Âşık Paşa-zâde'nin -kuşkusuz Yahşi Fakih metninden bağımsız olarak- kroniğinin başına eklediği ve sonraki müverrihlerin hemen hepsi tarafından eksik ya da fazla biçimde aktarılan kronoloji listelerinin de, Bayâtî'de kısa biyografileri verilen isimlerle büyük ölçüde uyuşması, devrin müverrihlerinin bu nesep cetvellerindeki isimleri de "Oğûz-nâme"den çıkardıklarını netleştirir. Onun burada aktardığı ve kuruluş devri ricâlinden Baba Ahmed bin Şeyh Sinân'a dayandığını Bayburt'lu Osmân'dan öğrendiğimiz Ertuğrul Gâzî ile ilgili hikâyeyi de(11) "Bahrü'l-Ensâb"dan veyâ onun kaynağı olan "Oğûz-nâme"den aktardığında şüphe yoktur.
Ünlü Osmanlı târihçisi Mehmed Neşrî, eserinde Oğuzlar'a âit husûsî bir bâb açarak "Oğûz-nâme"den yararlandığını açıkça gösterdiği gibi;(12) zaman zaman diğer kroniklerdeki "Oğûz-nâme" metinlerinden de yararlanarak kendince bunları târihî bir zemine oturtmak istemiştir. Osmanlı târih yazıcılığında "Oğûz-nâme"lerin etkisini en etkin ve belirgin şekilde hissettiren müverrih kuşkusuz Neşrî'dir.
Eserinde Yahşi Fakih'in yanında, Âşık Paşa'nın eserini ve Hamzavî'nin kroniğini de tâkip eden Oruç Beg de, yukarıda işâret ettiğimiz "'Osmân Târîhi"nin aslî nüshasından geniş nakillerde bulunarak, kuruluşla ilgili bilgilerin önemli bir kısmını "Oğûz-nâme" kaynaklı bu eser üzerine inşâ etmiştir.(13)
Yalnız burada isimlerini zikrettiğimiz Osmanlı müverrihleri değil, özellikle eserini XVI. yüzyılda geniş bir formatta kaleme alarak II. Bâyezîd'e sunan İdrîs-i Bitlisî ve yine kroniğini III. Murâd devrinde yazmış olan Bayburt'lu Osmân da eserlerinde erken dönem "Oğûz-nâme" metinlerinden ve onlara dayanılarak yazılan kroniklerden geniş ölçüde istifâde etmişlerdir.(14)
Bilinen ilk Osmanlı kroniği olan "'Osmân Târîhi"nden XVI. yüzyıla kadar yazılmış kroniklerin tümünde belirgin bir şekilde ön plâna çıkan "Oğûz-nâme" geleneği ve Oğuz vurgusu, hiç şüphesiz bir tesâdüf eseri değildi. Osmanlı hânedânının "Oğûz-nâme"lerle bu derece yakın ilişkisinin, onların "Oğuzlar'dan olmadıkları" yönündeki yersiz iddiâların asılsızlığına apayrı bir delil teşkil ettiğini burada ayrıca belirtmemize herhâlde gerek yoktur. Başından beri Oğuz geleneğini yaşayan, "Oğûz-nâme"lere büyük ilgi duyan ve kuruluş devrinde kendi öykülerini bile "Oğûz-nâme"lere zeyl olarak yazdıran bir milletin, hiçbir delile dayanmadan "Oğuz soyundan olmadığı"nı iddiâ etmenin, apaçık târih saptırıcılığından ve bilinçli bir çarpıtmadan başka bir anlamı yoktur.
(1) Enverî, "Düstûr-nâme" (M. Halil Yınanç'ın Paris'teki nüshadan neşri), s. 6. Burada Enverî, müellifin adını: "Üş-bu kıssa Âl-i 'Osmân'da gelür / Kim Semerkandî kitâb içre añılur." beytinde açıkça zikreder.
(2) Bu isâbetli görüşü ilk ortaya atan, "Düstûr-nâme"yi önce Osmanlıca harflerle neşreden (İstanbul, 1928), sonra buna Türkçe bir "Medhal" ekleyen M. Halil Yınanç'tır (İstanbul, 1932). Enverî'nin sözünü ettiği "Semerkandî"nin ünlü mutasavvıfla aynı kişi olduğuna dâir kesin bir kanıt yoksa da, her iki Semerkandî'nin yaşadığı zaman aralığının kronoloji bakımından uygunluk arzetmesine nazaran, şimdilik en kuvvetli ihtimâlin bu olduğu ortadadır.
(3) "Düstûr-nâme"nin Osmanlı târihi ile ilgili kısmını transkripsiyona aktaran Prof. Dr. Necdet Öztürk'ün (İstanbul, 2003) ve İzmir nüshası üzerinde bir Yüksek Lisans Tezi hazırlayan Betül Âdemler'in (SÜ SBE, 2007) bu ismi "Tümen" diye okumaları yanlıştır. (s. 162) Bu ismin klasik Oğuz inşâ geleneğinde sıklıkla rastladığımız "Tuman/Toman" olduğu tartışmaya imkân bırakmayacak kadar açıktır.
(4-5) Bayburt'lu 'Osmân, "Tevârîh-i Cedîd-i Mir'ât-ı Cihân", Süleymâniye Ktp. Fotokopi Arş. nr.: 88, s. 246-251. Bir "Oğûz-nâme zeylinden aktarıldığı âşikâr olan bu kısmı naklettikten sonra müellif, Yıldırım Bâyezîd'le II. Bâyezîd'i birbirine karıştırıp eserin orijinalinden Cem Sultan'la saltanat konusundaki karşılıklı hicivlerine ilişkin kısa bir eklenti yaparak, eserin normal seyrinin buraya kadar olduğunu anlamamızı sağlayacak önemli bir ipucu vermiştir.
(6) Krş. Yazıcı-zâde 'Alî, "Oğûz-nâme" ("Tevârîh-i Âl-i Selçûk"), TSMK, Revan, nr.: 1391. Nushanın unvan yaprağında yer alan "Moğôl-nâme'-i Şeh-zâde Sultân Bâyezîd Hân" kaydına günümüz araştırmacıları tarafından bir anlam verilememiş olmakla birlikte, bu cümleden, I. Murâd devrinden beri Osmanlı sultanları ile yakın ilişkiler içinde bulunan bir aileye mensup olan müverrihin, eseri ilk kez şehzâdeliği döneminde Yıldırım'a sunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Eserde müverrihin çeşitli vesîlelerle sık sık Yıldırım'a atıflarda bulunup, ardından II. Murâd'la ilgili kısa duâ ve temennilere yer vermesi de bundan dolayı olmalıdır. Meselâ, bk. a.nsh., vr. 294a, 411a, 415b-416a. Dış kapaktaki "Moğôl-nâme" kaydına gelince; eserin içeriği ile hiçbir ilgisi bulunmayan bu başlığın "Oğûz-nâme"den bozma olduğu açıktır.
(7) Şükrullâh Çelebi, "Behcetü't-Tevârîh Tercemesi" (trc.: Mustafa Fârisî), Süleymâniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 222, vr. 232b.
(8) Krş. a.mlf., "Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi", H. N. Atsız neşri, s. 27, İstanbul, 1939.
(9) Karamânî Mehmed Paşa, "Tevârîhu's-Selâtîni'l-'Osmâniyye", Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3204, vr. 1b-2a.
(10) Hasan bin Mahmûd el-Bayâtî, "Câm-ı Cem-Âyîn", Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 203, vr. 2b.
(11) Krş. Âşık Paşa-zâde, "Osman-oğulları'nın Târîhi", haz. K. Yavuz, M. A. Yekta Saraç, s. 321-323, İstanbul, 2003.
(12) Krş. Mehmed Neşrî, "Evlâd-ı Oğûz Hân", "Ğıhânnümâ: Die Altosmanische Chronik des Mevlânâ Mehemmed Neschrî", T. Menzel nsh., s. 5-8, nşr. F. Taeschner, Leipzig, 1951.
(13) Oruç bin Âdîl, "Tevârih-i Âl-i 'Osmân", Paris Bibliotheque Naitonale, Supp. Turc., nr. 1047, vr. 2b-11b. "'Osmân Târîhi"nin mufassal nüshasından aktardığı metinler için, özellikle bk. vr. 5b-8b.
(14) Kuruluş devrinden beri yaygın olan "Oğûz-nâme" geleneğinin bu dönemde bile Osmanlı hânedânı için ne kadar önemli olduğu, sadrâzam Lütfi Paşa ve Seyyid Lokman'ın bu devirde, Yazıcı-zâde'yi ya da kaynağı olan "Oğûz-nâme"yi kullanarak birer "Oğûz-nâme" kaleme almalarından açıkça anlaşılır.