"İnsanlar da kazandıkları derecelere göre bu mevkilerdedir. Her derece sahibi ona kavuşarak kendi nihâyetine ermiş ve kendisine âit bir makam elde etmiştir; âzâları ile amellerde bulunarak, kalbini tasfiye etmek sûretiyle, emir ve nehiy hususunda Rabb'ine ibadet eder. Nefsinden bu şeyleri yok edip kalbini tasfiye ederek eriştiği şey, onu cennetteki derecesine de eriştirir. Çünkü o toprak cinsindendir.
Halk, ondan önce onun, kendisini onunla ilgili olarak öne geçiren ameline göre; o hususta kendisine taksim edilen makâmı olan bu derecenin toprağı ile değil, imanla Rabb'lerine vâsıl olurlar. Onların bu husustaki misâli, gümüş mâdeninden çıkarılmış bir cevher gibidir. Bunun ise; dışında toprak, içinde gümüş vardır. Toprağı ondan giderilip kazınarak, gümüşün sâfiyeti ortaya çıkarılıncaya kadar, diğerinden sonra hemen bir defâda (tasfiyesi) bitmez. Daha sonra darp evine konulduğu zaman, sikke hâline gelebilmesi için; düzeltilinceye, yumuşatılıncaya ve kendisindeki yazı tespit edilinceye kadar, eriştiği tasfiyeden sonra bir kez daha tezyîn edilir.
Bu bembeyaz dirhem ise her yerde kabule uygun ve geçerlidir.
Dolayısıyla kendisine şiddetli bir imân nûru yerleştirilen her mümin de tasfiye edilmiş ve içindeki tüm topraklardan sıyrılıncaya kadar, şehvetlerinin zevâle ermesi çoğalmış olur.
Bu ise, O'nu kalbiyle bilmenin kendisine kazandırdığı bol hisseyi karşılayan en bol imân ile yarın Allah-u Teâlâ tarafından öne geçirilmiş olur. O'nun yarınki hissesi de yakınlık derecelerinin en yükseği olur.
•
Diğerinin içine O'na karşı, yalnız kendisindeki mâsiyetin erimesini yerleştirecek bir imân yerleştirilmiştir O'nun emri ve nehyi ile meşgul olup, akşam ve sabah O'nun emir ve nehyini ikâme ile rahata erişir. Yarın onu öne geçirecek olan da O'nun cennetiyle rahata erişmektir.
İlkinin içine ise O'na karşı, dünya ve âhiret şehvetiyle ilgili toprak cinsinden olan tüm şeylerin zevâlini içine yerleştirecek bir iman yerleştirilmiştir. O'nunla meşgul olup, akşam ve sabah O'nunla rahata erişir. Tıpkı elde ettiği pay gibi, O'ndan gayrısına iltifat etmeme işiyle ilgili meydanda da o bir kahramandır. Ona erişmeyi gâye edinmediği için yarın onu öne geçirecek olan ise; likâsı ve yakınlığı ile O'nunla rahata erişmektir.
•
İşlerinde sıdkı ikâme ve kalbi ilâhî dereceler içindeki bu menzile eriştirme ile ilgili gayretleri; onun içinde derece derece terakkî etmeleri ve ahlâkı tasfiye ve kalpleri temizleme hususunda çaba sarfetmeleriyle, geçmişteki herhangi bir sâlihin bu hâli onlarda da devam eder. Kendilerindeki ilâhî nimetle bunu öğreninceye kadar; Allah'ın haşyeti, zelil düşme, O'nun hükmüne boyun eğme, O'nun emrine teslim olma, dünyadan ve onunla meşgûliyetten yüz çevirerek O'na doğru koşma ve Rabb'ine doğru yönelme de onlarla zuhur eder.
Onlar ise dünya metâına muhabbeti âdetâ damarlarıyla içmiş; onun ahlâkları ile ilgili şeylerden dolayı kalpleri sersemleşmiş ve işe yaramaz hâle gelmiştir.
•
Onlar, oruç ve namaz gibi zâhiri bir ibadete ve rükünlerine uygun diğer ibadetlere yönelerek, ayıpların zâhiri olanını bırakır ve bâtıni olanlarını terkederler. Zâhirlerini bununla süsleyip, ona, zâhidliğin zâhirine göre boyun eğdikleri bu ahlâkı yüklerler.
Onların ise kalpleri dünyanın değersiz işleriyle, onun hırs ve aldatmacasından ileri gelen arzusuyla; zâhiri ibâdete göre, vâsıliyyetin bir şubesi olan bâtındaki ulvîliği taleple, mevkî ve makam kazanmakla ve hud'a ve hîle ile onu ele geçirmekle dolup taşmıştır.
•
Onlar Allah'ın yeryüzündeki emînleri ve nasihatçılarıdır, halkın bu hâline nazar ederler. Ümmetin gönüllerindeki musîbeti söndürüp, onlara bu dini yerleştirir ve öğretirler. Muhâliflerin ve câhillerin devrinde, bahsettiğimiz şeyle hepsini yetiştirirler. Namaz ve oruç gibi zâhirî amellerle ve diğer iyi amellerle halka da bunu buldururlar. Onları zâhirî ayıplardan kurtarıp, kapıdan O'na kaçırır ve cennet nimetlerini ve sevâbını talep ettirirler.
Akıl onunla ilgili herhangi bir durum hakkında, kendisindeki; buğz, ihânet, düşmanlık, kıskançlık, büyüklüğü talep, insanların üzerinde mevki isteği, hayatı sevmek, anılma ve övülme sevgisi, fakirlik korkusu, rızık hakkında güven azlığı, takdire öfkelenmek, fakirlikten kurtuluş, kibir, gazap, hased, riyâset sevgisi, düşmanlık, buğz, tamâ, korkaklık, rağbet, hırs, cimrilik, bahillik, zenginlikleri nedeniyle zenginlere tâzim, fakirlikleri nedeniyle fakirleri küçümseme, gevşeklik işâretleri, Allah'ı sevmeleri nedeniyle insanları sever görünüp, kendisinden uzaklaşınca onu çirkin görmek, övünmek için dünyalık toplamak ve çoğaltmak, ödleklik, dünya hakkında çekememezlik, övünme, riyâ, gizli riyâ, büyüklük taslayarak Hakk'tan yüz çevirmek, ne olduğunu bilmediği bir şey hakkında lâfı gevelemek, çok konuşmak, boş konuşmak, mideyi gereksiz şeylerle doldurmak, vurdumduymazlık, alçaklık, ezâ, hâllerde tutarsızlık, işleri benimsemek, işlerde iktidar, mahlûklara karşı süs, müdâhane, şaşkınlık, yüceltilme sevgisi, yapmadığı şeyle övünmek, kendi nefsinin ayıplarına rağmen halkın ayıplarıyla uğraşmak, nimeti unutmak, nimeti Veren'i zikretmeyi terk, Allah'ın ihsânı karşısında körlük, kalpte üzüntü ve korku bulunmamak, en küçük nimeti bile nefse bağlamak, Hakk için yardımı terk, düşmanlara sır vererek dostlar kazanmak, verilen şeyin alınmasından emin olmak, hevesini, işlerinde onu ortak kıldığı taktirde bırakmak, hevâ ve hevese boyun eğmek, söz söyleme arzusu, gizli şehvet, itaatten eziyet duymak, aşağı düşmekten kaçınmak, ululuğu talep, tuzak, hıyânet, işi uzatarak hîle yapmak, zorlamak, nefsi büyütmek, halkın gözündeki yerinden düşme korkusu, kendi sözü reddedilince nefsi sahiplenme yoluna gitmek, Allah için olmayan yüksek iltimas, kasvet, ahlâksızlık, kalben öfke duymak, gaflet, eminlik, kötü ahlâk, dünya ile rahatlamak, ondan ayrı kalınca hüzün duymak, yaratılmışlarla ünsiyet, onlarla görüşmekten uzak kalınca hırçınlaşmak, söz içinde kendini göstermek, eli sıkılık, cefâ, aç gözlülük ve saldırganlık, acelecilik, hiddet, sözü uzatmak, hayâ azlığı, merhamet azlığı... gibi bâtıni ayıplardan dolayı şaşkınlığa düştüğü an, onlardan herhangi biri buna yönelince, yaptığı her amelin kazancını elde edebilir.
İşte bu, âdemoğlunun damarlarında adetâ onu zehirleyen bir yılandır ki; bu zehir onun kalbinin üzerinde bütünüyle toplanır. Dolayısıyla artık burada hangi iman kalır? Bunun içindir ki onda muttakîlerin fiillerinden, sözlerinden, hidâyetlerinden ve yollarından yana bir acziyet görünür. Onların sözü muttakîlerin sözü, fiili zâlimlerin fiilidir. Onların bu taşkınlıklarının hiçbiri târife dahi sığmaz. Zirâ Allah onları bağışlamaz ki, o İlâhî nûrların tedavi edici koruyuculuğunu elde edebilsin…"