Tarikat-ı âliye bir ilim-irfan mektebidir. Bu yolun ilim-irfan mektebi olduğunu anlayabilmek için "Nefis dereceleri"ni çok iyi tetkik etmek gerekmektedir.
Mektebe kaydını yaptıran bir insan, devam etmeyip sınıflarını geçmediği zaman, nasıl ki onun mektebe kaydını yaptırması bir mânâ ifade etmediği gibi; Tarikat-ı âliye'ye intisap eden bir kişi de, sınıfları geçmediği müddetçe, nefsini izale edemez, hayvanî sıfatlardan sıyrılamaz, dereceleri katedemez.
Letâifleri bitirecek, dereceleri geçecek ki, insan sıfatına bürünsün.
Emmâre'nin ıslahından sonra Levvâme'ye geçildiği zaman büyük çarpışmalar olur. Mülhime'ye geçildiğinde insan sakinleşir, koyun sıfatına bürünür, güzel ameller yapar, nisbeten rızâ-i Bârî'ye kavuşur. Bu arada az da olsa bazı ilhamlar da gelir. O şimdi artık yolcudur. Nereye yolcu? Hakikata yolcu.
Bir mertebe daha geçerse Mutmainne olur. Kurtulanlar burada kurtulur. Vuslat-ı ilâhi buradan gelir.
O bir fırkaya âit kurtuluş kapısını tarif ediyoruz.
Bir kimse Tarikat-ı aliye'ye intisap ettikten sonra epey yol alır. Mürşid-i kâmil müridin ruhunu yükseltir. Birinci tepeyi geçirir, orada yol ikiye ayrılır. Cenâb-ı Hakk lütfuyla tecelli ettiği zaman mürid yukarıdan aşağıya doğru kendisini küçültmeye, varlığını yok etmeye çalışır. Mahviyet haline bürünür.
Yani ihlâslı olanlar yürüdükçe varlıklarını yitirirler. O tepeden aşağıya doğru Allah'ın lütfuyla iner. Yani çıkar, çıkar, çıkar ve hiçliğe iner. O hiçlik onun Daire-i saadet'ine delâlet eder. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın kurtardığı kimselerdir. Senelerden beri nazargâh-ı ilâhi olan kalbine sardığı varlık tellerini, Allah yoluna düşmesiyle yavaş yavaş sermeye başlar. Diğer taraftan da hiçlik tellerini toplar. Mahviyyet kısmına geçince artık yükü azalmıştır. Yapıcılık, bilicilik, öncülük gibi sıfatlar bir bir zâil olmaya başlar. Kendilerine şevk, teslimiyet, muhabbet, murakaba, tevekkül, vahdet ve hal gibi lütuflar ihsan olunur. Bunlar "Nuriye fırkası"na ayrılmış olanlardır.
Şimdi bir insan manen yükseldikçe Allah-u Teâlâ dilediğini indirir, indirir, indirir, herşeyi yerde arar. Yerin altında arar.
İhlaslı kimsenin yürüyüşü böyledir. Nasibini aldıkça gider, terakki eder. Nasibi varsa bir gün muradına erer.
"Muradına ermek" ne demektir?
Üç noktada; Fenâfişşeyh, Fenâfirresul ve Fenâfillâh'ta olur. Bu merhalelerden geçenler benliklerini eritirler.
Yüz binler yola çıkar da, ancak murad olmaya namzet fertler kalır. Yani yürüdükçe azalırlar. Allah-u Teâlâ'nın lütfu eriştiği zaman mürid de murad olur.
Âyet-i kerime'de:
"Kim inanır, nefsini ıslah ederse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." buyuruluyor. (En'âm: 48)
Bir de şeytana tutunanlar vardır.
O tepede ya, şeytan o anda onu kaydırmaya çalışıyor ve kaydırıyor. "Herkesten daha üstünüm." demeye, herkese tepeden bakmaya başlar. Her şeyi kendisine maleder. Çok yükseldiğini zanneder. Herkesi küçük kendisini büyük görür. "Ben yürüyorum, ben biliyorum, ben söylüyorum, ben çalışıyorum." diyerek sivrilmiştir, içine kurt düşmüştür. Bu gibi haller geldikçe yanıbaşındakileri küçümsemeye başlar. Artık o yolunu değiştirmiştir. Sola kaymıştır. Kaydığı yetmez, orada plan çevirmeye çalışır. "Ben bu işi daha iyi yürütebilirim, daha lâyıkım." der. Plânını tatbike koyarken Allah-u Teâlâ da onun kalbini çevirir. Kalbini çevirdiği anda mukallit sınıfına düşer. Artık o bir yıkıcıdır. Bunlar da Nâr fırkası'dır. Onlarda şekavet, gadap, harislik, tûl-i emel, gönlü boş şeylere bağlamak gibi haller vardır.
Âyet-i kerime'de:
"Nefsini tertemiz yapıp arındıran felah bulmuş, kurtulmuştur, onu kirletip örten kişi elbette ziyana uğramıştır." buyuruluyor. (Şems: 9-10)
Birisi mahviyyete doğru iniş yapıyor, birisi varlıktan kayıyor. Burası mihenk taşıdır.
Öyleyse alındıktan sonra Allah-u Teâlâ'ya sığınmalı, ihlas ve samimiyetle yola devam etmelidir. İnsan manevi yolda yürüyüp terakki ettikçe kendisini küçük görmeye, küçülmeye, süzülmeye başlar, davalardan geçer. Gayesi Hakk olup rıza için hareket eder. Fakat terakki edemezse kendisini beğenme hali husule gelir ve eneye kapılır. Kendisine paye verdiği anda olduğu yerde çakılır, hem düşer hem helâk olur. Başkasını da helâk eder. Şöyle ki, çürüyen bir meyvanın yanındaki meyveleri de çürütmesi gibi o anda başkalarını hemen çürütür. Niyetini bozmakla kendisini ihraç etmiştir, başka bir şey yapmamıştır. Çünkü Mevlâ her şeyi biliyor. Allah-u Teâlâ'dan başka onu kimse kurtaramaz. Ancak O murad ederse kurtarır. Bunların durumu ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere dikkat etmekle ortaya çıkar.
Enes -radiyallahu anh- buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu duâyı çok yapardı:
"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl."
Ben bir gün kendisine:
"Yâ Resulellah! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?' dedim.
Bana şöyle cevap verdi:
"Evet! Kalpler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği tarafa çevirir." (Tirmizî: 2141)
Allah-u Teâlâ bir anda parmağıyla çeviriverir. Müslüman iken münafık olur.
Hatta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in:
"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalplerimizi senin taâtına çevir." (Buhârî) diye niyazı vardır.
Şeytan iki yerden avlar.
Saf, cahil insanlar kısmına, "Sen artık oldun, tamam senin işin, çıktın." der. O da: "Tamam" der. "Artık ben oldum." İlmi olan okumuş insana da: "Senin ilmin var, sen her şeyi bildin, bunların içinde ne işin var." der. O da: "Tamam" der. "Ben her şeyi bildim." Ona da oltayı böyle takar. Bunlar şeytana kulak verdiklerinden gerçekten şeytan fırkasından olurlar.
Bir kişinin kalbine nefis girdi mi, nefse uydu mu "Ben" dediği zaman, "Ben biliyorum" dediği zaman kaymıştır. Bütün terakkiyat ve kaymalar bu hal üzeredir. Onun için bakıyorsunuz, "Oldum, oldum, oldum." Ne oldun? Helak oldun. Ötekisi ise, yavaş yavaş hiçliğe iner, yok olur.
İkinci bir sır daha var.
Hazret-i Allah'ın işine karışmayacaksın.
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimizin işine karışmayacaksın.
Mürşid-i kâmil'lerin işine karışmayacaksın. Karıştın, gittin! Çünkü bilmeyerek bir yere, düğmeye basarsın, berhava olur gidersin.
Mürşid-i kamil'lerin işine nasıl karışılır?
Mürşid-i kamil'in işini Hazret-i Allah görür. Arzu ve irade yaşamaz. Bunu karşıdaki ölçemez. Mürşid-i kamil'in işine karışırken, bilmeyerek Hazret-i Allah'ın işine karışır. Duâ ederken: "Allah'ım hükmün arzumdur. Hakkımdaki hükmünü sevdir." diye niyaz ederiz.
Mürşid-i kamil'in mühim işlerine, hususi işlerine karışılmamalıdır. Sor, tarifini al, devam et, geç git, yürü...
Çünkü: "Allah'ım iraden üstümdedir." diyoruz.
Bunu karşıdaki bilmez, düğmeye basarsa helâk olur. Bilmeyerek Allah-u Teâlâ'nın işine karışılmış olur.