Zâhiri ulemâ Allah-u Teâlâ'nın ism-i şerif'lerini bilir, cisminden katiyen haberi olmaz. Çünkü O'nu bilmesi için, kendi varlığından zerresinin kalmaması ve kendi varlığını bir pislik olarak görmesi lâzımdır. Başka türlü Yaratan'ını bilmesi mümkün değildir. Oysa zâhiri ulemâ yalnız kendisini biliyor ve Allah-u Teâlâ'nın sadece ism-i şerif'lerini öğrenmiş, bunları öğretiyor. Halk da bu zâhiri ulemâyı anlıyor. Niçin? Halkın seviyesine göre konuştukları için halk sadece bunu anlıyor ve ilim olarak bunu kabul ediyor. Oysa bu ilim değildir.
İlmin hakikisi, O'nun duyurduğu, bildirdiği ilimdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sebepten ötürü şöyle buyurdular:
"İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir) Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur." (Tirmizî)
Fakat gayeye ulaştıracak bu ilmi kim biliyor? Kim buluyor?
Onun için az evvel zâhiri ulemâ Hazret-i Allah'ın isimlerini bilir ama Hazret-i Allah'ı bilmez dedik. Niçin bilmez? İlmi ve aklı müsait değildir. Aklı ya akl-ı meaş ya da akl-ı meaddır. Diğer akılların hiçbirisinden haberi dahi yoktur. Halbuki Hazret-i Allah'ı bilebilmek için aklın "Ulül-elbâb"a varması lâzımdır. Ulül-elbâb'a varana kadar akl-ı nûrâni ve akl-ı kül akıllarını da geçmek lâzımdır. Daha bu akıllardan haberi olmayan Hazret-i Allah'ı bilebilir mi? Bilmesi mümkün değildir.
Şu halde Hazret-i Allah'ı kim bilebilir?
Hazret-i Allah'ı, Hazret-i Allah ile gören bilir ve görür. Hem bilir, hem görür. Diyeceksiniz ki "Bu çok büyük bir söz." Evet efendim çok büyük bir söz. Hani Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- Efendimiz; "Ben Hazret-i Allah'ı gördüm, başka bir şey görmedim!" buyurmuştu. O, Hazret-i Allah'ı gördüğü zaman kendisini görmez. Kendisini görse görse bir pislik olarak, yaratılışını ve aslını görür. Üstündeki varlık zaten Hazret-i Allah'a aittir.
Bâyezid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri bu noktaya işaret ederek şöyle buyuruyor:
"Unuttuğunda cahil olacağı için, kitaplardan bazı şeyler ezberleyen kimselere âlim denmez. Hakiki âlim, öğrenmeden ve ezberlemeden, dilediği anda Hakk'tan ilim alabilen kimsedir."
Demek ki ilmin, her şeyin esası Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'dir. Bu sebeple onu anlamaya çalışmak büyük hatadır. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın nurudur, kuvve-i beşeriye onu tartmaz, anlamaz, bilmez. Ya ne yapalım? İman et de geç, o kadar.
Cenâb-ı Hakk'a şükürler olsun; herkesin payına bir şey vermiş, bizim payımıza da onu vermiş. Böyle bir peygambere ümmet olmak çok büyük bir meziyet.
Nitekim Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Siz beşeriyet için meydana çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz." (Âl-i imrân: 110)
En hayırlı ümmet olduğu için hiçbir ümmete vermediği mükâfatı da ümmetine vermiştir.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyor:
"Bir iş sahibi işçi tutmuş. İşçiler öğleye kadar çalışıp işi bırakmışlar. İş sahibi çalışın, akşama yaklaştık, ücretinizi alın dediyse de çalışmamışlar ve ücretlerini almamışlar. İş sahibi başka bir işçi tutmuş. Onlarda ikindi vaktine kadar çalışmışlar ve yine işi bırakarak ücretlerini almamışlar. Bu sefer iş sahibi üçüncü defa işçi tutmuş. Bu işçiler akşama kadar çalışmışlar ve diğerlerinin ücretini de onlar almışlar."
Burada Allah-u Teâlâ yahudileri, hıristiyanları ve müslümanları temsil veriyor. Yahudiler ve hıristiyanlar çalıştılar ama işlerini sona erdiremediler. Onlara verilecek kat kat ücret müslümanlara verildi.
Müslümanlara verilen ücreti diğer milletler gördüğü zaman "Yâ Rabb'i! Sen onlara kat kat verdin." diyecekler.
Cenâb-ı Hakk da şöyle buyuracak:
"Ben sizin hakkınızdan bir noksanlık mı verdim? Bu benim lütfumdur. Dilediğime dilediğimi veririm."
Onun için bilene ona ümmet olmak en büyük şereftir.
Allah'ım! Bana bahşettiğin her nimetten ziyade Zât'ını ve nurunu seveyim. Bana bunu lütfet.
Kimi çalışır rızâ için. Rızâ için çalışanlar ücretini Hakk'dan alır, halktan bir şey beklemez. Allah'ım onlardan etsin. Maksatla çalışan dünyada iken ücretini almak ister. Onun artık Hazret-i Allah'ın yanındaki durumunu bilmiyorum.
Onun için Allah'ım niyetimizi halis, amellerimizi makbul buyursun, rızâ yolunda çalıştırdığı kullardan etsin. Yoksa insan ücretini dünyada alacağım dediği zaman, ahiret de ne hakkı olur? Bu konuda çok dikkatli olmak lâzım. Çalışırken gaye Allah olacak, rızâ olacak, halktan bir şey beklenmeyecek ki, Hakk ona ihsan buyursun.
•
Mürşid-i kâmil yürütür, mürşid "Yürü!" der. Yürü demekle yürünmüyor ki.
•
Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-e sonsuz sevgim vardır. Niçin? Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i hiç üzmedi, incitmedi. Üzenlere hep karşı geldi. Biz ona "Müslümanların ilâcı" deriz.
•
Bugün öyle bir zamandayız ki doğana sevinmeyin, ölene üzülmeyin. Hele iman ile gittiğini hissederseniz sevinin.
•
Hakk nerede ise orası güzeldir.
•
Her nefes O'ndan gelir. Nefes verirse hayat var, nefes vermezse vefat var. Onun için Yaratan'a, yaşatana, nimetleri ile donatan sonsuz şükürler olsun.
•
Dünyasını imar edip ahiretini harap eden; hiç ahirete gitmek ister mi?
•
Hiç ol ki O husule gelsin. O husule geldiği zaman murad ettiğini yapar.
•
Geldik, gitmek için. Telâşa lüzum yok.
•
Allah'ım lütfuyla duyursun. Çünkü O'nu bileceksin, O'ndan bileceksin. İş bu:O duyuracak; O'nu bileceksin, O'ndan bileceksin.