Her ne kadar peygamberliğe erişemese de, Hâtemü'l-velâye makâmına vâris olan zâtın âhirette peygamberler gibi haşrolunacağını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hureyre -radiyallahu anh- Hazretleri'ne ifşâ etmiştir:
"Onlar benim ümmetimden, âhir zamanda gelecek bir topluluktur ki; kıyâmet gününde tıpkı peygamberlerin haşrolunduğu gibi haşrolunacaklardır.
İnsanlar, durumları gösterilip de onları gördükleri zaman, onların peygamberler olduklarını sanacaklar.
Tâ ki ben:
'Ümmetimdir, ümmetimdir!..' deyip de kendilerini tanıtıncaya kadar…
Nihâyet halk onların peygamber olmadıklarını anlayacak. Şimşek ve rüzgâr misâli geçip gidecekler, nurlarından mahşer ehlinin gözleri kamaşacak!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî", Süleymâniye Ktp. Hâlet Efendi, nr.: 198/2, vr. 486a)
Bu onun, dünyada iken halkın vâkıf olamadığı gizli hâlidir; mahşer gününde bütün sırlar açığa çıktığı zaman, onun bu muhteşem hâli de insanlar tarafından tüm ihtişâmıyla müşâhede edilecektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu zâtın mahşerdeki hâline nazar edip Ebu Hureyre -radiyallahu anh-e bu büyük sırrı ifşâ ettiği gibi; Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri de bu topluluğun "Bayraklılar ashâbı" olduğunu müşâhede etmiş ve mahşerde peygamberlerle velîler arasında saf tutacak olan önderlerinin peygamberliğe çok yakın bir makamda bulunduğunu haber vermiştir:
"Bir de O'nun, velîlerden sırf kendi hizmetinde bulunmaları için kendilerini seçip temizlediği, Allah-u Teâlâ'ya dâvet eden, yarın mahşerde velîlerin saflarının öncülüğü ile kendisini senâya da ehil kılacağı bir 'Bayraklılar ashâbı' vardır ki; onlar peygamberlerin yolu üzere kendilerini seçtiği 'Hâssü'l-hâs'; yani 'Seçkinlerin de seçkini' dir. O kalplerini onların yolu üzere kendisine çekip de seyrettirdiği için, cezbe ile onları kendisine seyrettirir, sonra da onları nefsen bu yol üzerinde yürütür.
Onlar peygamberler ve velîler arasında, kendilerinden başkalarını ikâme ederler.
Onlar, neredeyse peygamberlerin yakınına kadar ulaşmışlık üzeredir, diğer veliler de onun idrak ve anlayışı üzerindedir.
Onların uykusu da, uyanıklığı da çok büyüktür. Onlar bu lütuf yoluyla seyrettikleri için peygamberlerin yolunu da görürler.
İşte onlar, kalplerini kendi vahdâniyyet'inin içinde boğduğu ve kendilerini eşyâya karşı ferdleştirdiği "Münferidler"in arasındadır.
Ayrıca onlar, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet edilen "Muhaddes"lerdendir…
İşte bu, O'nun kendi dilemesinin bir karşılığı olarak kendilerini seçtiği; kendileri için bu kerâmeti bâriz kıldığı, peygamberlerle velîler arasındaki tabakadır." ("Şifâ'u'l-'Alîl", Beyazıt Devlet Ktp. Yzm. Veliyyüddîn, nr.: 770, vr. 5a-6a)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu ifşaatları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in yukarıdaki Hadîs-i şerîf'lerinin bir nevî şerhi ve izâhı mâhiyetindedir.
Yine Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmaktadırlar:
"Onlar has velîler ve Allah'ın yeryüzündeki erleri olan öyle kimselerdir ki; peygamberler ve şehidler kıyâmet gününde onların yerlerine ve Allah-u Teâlâ'ya olan yakınlaıklarına gıpta edeceklerdir.. Allah bilendir." ("Kitâbu 'İlmü'l-Evliyâ", Bursa İnebey Yzm. Ktp., Haraççıoğlu, nr.: 806, vr. 29b)
Gıpta etmeleri, ona verilenden ötürüdür.
Bu yüzden onlar, peygamber oldukları hâlde "Sâlihler"le haşrolunmayı dilemişlerdir.
Sebeb-i hikmeti ise;
O evvel yaratıldığı, evvel Nûr verildiği, rûhu evvel olduğu için.
Müeyyedüddîn Mahmûd el Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhü'l-Fusûs li'ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî" isimli eserinde şöyle buyurmuştur:
"Onun sûreti ise hem ezelî, hem ebedîdir. Hakîkat ve mertebesiyle de o, başlangıcı yönüyle de herkesten öncedir. Çok iyi anla ve Allah'ın sana ilhâm ettiğini söyle!" (vr. 142a)
Başlancgıcı yönünden herkesten önce olması, Allah-u Teâlâ'nın o iki kandili yaratması sebebiyledir. Çok mühim bir nokta. İster evvel gelsin, ister sonra gelsin, yaratılışı ezelî ve ebedîdir.
Ezelî oluşu, Allah-u Teâlâ rûhunu ezelden halketmesinden, Âyân-ı sâbite'de onu oraya koymuş olmasındandır.
Ebedî oluşu ise; o O'nun hıfz-u himâyesinde olacak, yok olanlarla yok olmayacak. O vazîfesini velâyet sebebiyle yapıyor, şimdi olduğu gibi.
Tek kelime ile; onun desteği doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'dır. O sıfatı ona vermesi, onun desteği demektir. Sıfatı nerede ise O da oradadır. O ezelde nasıl takdir ettiyse öyle olur. Ezelî yapar, ebedî yapar, dilediğini yapar. Çünkü o, O'nun hükmünün içindedir, kendi arzusunun içinde değil.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerîme'sinde buyurur ki:
"Biz rahmetimizi kime dilersek ona isâbet ettiririz." (Yûsuf: 56)
Onu rahmet ve merhametimizin içine alır, dünya saâdetine, âhiret selâmetine erdiririz; buna hiç kimse engel olamaz.