Peygamberân-ı İzâm Hazerâtı'nın duâları hep aynı idi. Yusuf Aleyhisselâm âlî bir peygamber olduğu halde:
"Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat!" (Yusuf: 101)
Buyurmuş; sâlihlerle beraber olmayı, sâlihlerden olmayı murâd etmiş, "Sâlihîn" zümresini dilemiştir.
Süleyman Aleyhisselâm da:
"Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat!" buyuruyorlar. (Neml: 19)
Hep aynı niyaz, aynı duâ, aynı sığınma…
Hepsi peygamber oldukları halde böyle buyurmuşlardır. Hep "Sâlihîn"den olmak, "Sâlihîn"le beraber olmak istemişlerdir.
Bir insan Hakk'tan gayrısından ayrılırsa, kesilirse, dünyaya karşı muhabbeti olmazsa Hazret-i Allah'ta fânî olur ve Hazret-i Allah onda tecellî ederse o sâlih kullardan olur.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Nevâdirü'l-Usûl" adlı eserinde onun hakkında "Hikmet sahiplerinin en sâlihi." buyuruyorlar:
"O neciplerin seyyidi, hikmet sahiplerinin en sâlihi, mânevî tabiplerin imamıdır." ("Nevâdirü'l-Usûl fî Marifeti Ehâdîsü'r-Resûl", c. 1, s. 620)
Ona hem hikmet verilmiş, hem de o sâlihlerden kılınmıştır.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-velî'nin bu hususiyetini, çok âlî bir makamda olduğunu şöyle beyan buyuruyorlar:
"Onlardan bir kimseye bundan daha da fazlası verilir ki, ona bu güçle peygamberlerin seçkinlik ve temizliği de verilir." ("Kitâbu İlmü'l-Evliyâ", Bursa İnebey Yzm. Ktp., Haraççıoğlu, nr.: 806, vr. 29b)
Hazret onu târif buyururken; ona verilen hâlâtın peygamberlere verilen seçkinlik ve temizlikten başka bir şey olmadığını beyan ediyor. Buna akıl, ilim yetmez! Bunun böyle oluşu; Peygamber olduklarından değil, derece itibâriyle peygamber vazifesi gördüklerindendir.
O Allah-u Teâlâ'nın kabzasında yürür. Doğrudan doğruya O'nun lütfu tecellî ediyor; dilediğine dilediği kadarını verir. Zaten O'nun lütfu…
"Bu Allah'ın faz-u ikrâmıdır." (Cum'â: 4)
Sevdiği ve seçtiği kullarına böyle lütuflarda bulunur.
"Kime dilerse ona verir." (Cum'â: 4)
Bu lütuf verilme iledir, bir Allah vergisidir, hediye-i İlâhî'dir; çalışma ile elde edilmez. Okumakla, yazmakla olacak iş değildir. Onda sebeplerin hiçbir etkisi yoktur.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri de ondan: "Saf ve temiz kul" diye bahsetmektedir:
"Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakk'a cezbedilmiştir." ("Fütûhü'l-Gayb", 33. Makâle)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyuruyorlar:
"Hakk Teâlâ en büyük imamı vâr ettiği vakit, evvelkilerin de tâbî olduğu kimse olur." ("Ankâ-i muğrib fî Marifeti Hatmü'l-Evliyâ ve Şemsü'l-Mağrib", Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 46b)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, onun elini kabul etmekle emrolunmasının mânâsını ise şöyle açıklıyor:
"Nitekim (Allah-u Teâlâ) şöyle buyurmuştur:
'Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların eli üzerindedir.' (Fetih: 10)
Bu makâma büyük seçkin Peygamber'den sonra, Hâtemü'l-evliyâ'dan başkası erişemez." ("Ankâ-i muğrib fî Marifeti Hatmü'l-Evliyâ ve Şemsü'l-Mağrib", Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 46b)
Bunun da hikmeti; gerek Hâtemü'l-enbiyâ ve gerekse Hâtemü'l-evliyâ, Âdem Aleyhisselâm halkedilmezden evvel halkedilmişlerdir. Onların nûrunu o zaman koymuş; Resulullah Aleyhisselâm'a tâbî etmekle de yaklaştırmıştır.
"Evvelkilerin de tâbî olduğu kimse" olması, malûmunuz olduğu üzere, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de evvelkilerin tâbî olduğu kimseydi.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Eğer Musa sağ olsaydı, bana uymaktan başka bir yol bulamazdı." (Ebu Dâvud)
Bu da böyledir; O öyle murâd etmiştir. O en büyük imamı vâr ettiği zaman ikinci bir imam olamaz. Bütün imamları bir imama bağlaması ile, ona biat edilmesini emretmiştir. Onun hikmetini de yine O bilir.
Bu biat Âyet-i kerime'si İlâhî bir emir ve hükümdür. Bu hükme riâyet edenler Allah-u Teâlâ'nın emrine riâyet etmiş olur; fakat bu emr-i İlâhî'ye uymayanlar Allah-u Teâlâ'nın emrine karşı gelmiş olur, İblis'in karşı geldiği gibi.
Çünkü emir de O'nundur, hüküm de O'nundur…