Muhterem Okuyucularımız;
Kur'an-ı kerim'de tekil ve çoğul şekilleriyle 147 yerde geçen cennet kelimesi; yirmi beş yerde dünyadaki bağ-bahçe, altı yerde Âdem Aleyhisselâm ile Havvâ Vâlidemiz'in yerleştirildiği mekân, bir yerde de Resulullah Aleyhisselâm'ın yanında Cebrail Aleyhisselâm'ı gördüğü Sidretül-müntehâ'nın civarında bulunan Me'vâ cenneti, diğer yerlerde ise ahiret cenneti mânâsında kullanılmıştır.
Kur'an-ı kerim'de cenneti ifade etmek üzere kullanılan bazı isimler vardır. Bu isimler ayrı ayrı cennetlere verilen isimler olduğu gibi, her cennette ayrıca makam ve mertebeler mevcuttur.
Cennet Allah-u Teâlâ'nın mümin kullarına, bir imtihan sahnesi olan dünyada samimiyetle inanıp sâlih ameller yapmaları, haram ve günahlardan sakınmaları karşılığında vâadettiği zevk ve sefâ yeridir, mükâfat yeridir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İman edip de sâlih ameller yapanlar, Rabb'lerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetlere sokuldular." (İbrahim: 23)
Cennetin genişliği yerle göğün genişliği kadardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Rabb'inizin bağışına ve Allah'tan korkanlar için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!" (Âl-i imrân: 133)
Bu beyân-ı ilâhî cennetin büyüklüğünü zihinlere yerleştirmek için verilen bir temsildir. Çünkü insanların gözünde yer ve gökten daha geniş bir şey olmadığından, Allah-u Teâlâ o büyüklüğü kullarına tarif etmek için yerle göğün genişliği ile teşbih buyurmuştur. Binaenaleyh yeri ve göğü yaratan Allah-u Teâlâ onların genişliğinde veya daha geniş cennetleri yaratmaya elbette kâdirdir.
Cennet, nimet yurdudur. Göz nereye baksa nimet görür. Her kim nereye baksa nimete bakar. Herkes kendilerine verilen nimetleri seyreder. Hiç kimse hiçbir şeye hasret kalmaz.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennete giren nimet görür, fakirlik görmez; elbisesi eskimez, gençliği de tükenmez." (Müslim: 2836)
Sonsuz lüks ve konfor, sürekli sulh ve huzur, cennet sakinlerini her yönden kuşatmıştır.
Hem bedenî hem de rûhî bakımdan son derece güçlü ve kabiliyetli olacaklardır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennete ilk giren cemaatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki kadar aydın, onların arkasından girenlerin yüzleri ziya bakımından en parlak yıldız gibidir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1343)
Sehl bin Sa'd -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Muhakkak ki ümmetimden, cennete yetmiş bin veya yedi yüz bin kişi girecek.
Öyle ki sonrakiler girmeden öndekiler girmeyecektir. (Saf hâlinde girecekler.) Yüzleri ayın on dördü gibi olacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1344)
Bunlar kimlerdir?
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın şefaat izni verdiği kimselerdir.
Bu derece derecedir. Onlara bahşedilen bu şefaat sayesinde, en son neferini toplayıp cennete koymadıkça kendisi girmeyecektir.
Müminler cennette bütün nimetlerin üstünde, mekândan münezzeh olarak Allah-u Teâlâ'yı zaman zaman görmek saadetine nâil olacaklardır.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlar;
"Cennetliklerin Allah katında en kıymetli olanları, Vech-i İlâhi'ye sabah ve akşam nazar ederler." (Tirmizî: 2556)
Daha sonra şu Âyet-i kerime'leri okumuşlardır:
"Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb'lerine bakarlar." (Kıyâmet: 22-23)
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Cennet, nimet yurdudur. Göz nereye baksa nimet görür. Her kim nereye baksa nimete bakar. Herkes kendilerine verilen nimetleri seyreder. Hiç kimse hiçbir şeye hasret kalmaz.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennete giren nimet görür, fakirlik görmez; elbisesi eskimez, gençliği de tükenmez." (Müslim: 2836)
Sonsuz lüks ve konfor, sürekli sulh ve huzur, cennet sakinlerini her yönden kuşatmıştır. Hem bedenî hem de rûhî bakımdan son derece güçlü ve kabiliyetli olacaklardır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde cennete giren her müminin, ataları Âdem Aleyhisselâm'ınki gibi bir bünyeye sahip olacaklarını, hatta altmış zira' (yaklaşık kırk metre) boyunda olacaklarını beyan buyurmuştur.
Kâmil bir iman ile Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a bağlı olanların mükâfatı Cennet-i alâ'dır.
Cennet Allah-u Teâlâ'nın mümin kullarına, bir imtihan sahnesi olan dünyada samimiyetle inanıp sâlih ameller yapmaları, haram ve günahlardan sakınmaları karşılığında vâadettiği zevk ve sefâ yeridir, mükâfat yeridir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İman edip de sâlih ameller yapanlar, Rabb'lerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetlere sokuldular." (İbrahim: 23)
Cennetin genişliği yerle göğün genişliği kadardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Rabb'inizin bağışına ve Allah'tan korkanlar için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!" (Âl-i imrân: 133)
Bu beyân-ı ilâhî cennetin büyüklüğünü zihinlere yerleştirmek için verilen bir temsildir. Çünkü insanların gözünde yer ve gökten daha geniş bir şey olmadığından, Allah-u Teâlâ o büyüklüğü kullarına tarif etmek için yerle göğün genişliği ile teşbih buyurmuştur. Binaenaleyh yeri ve göğü yaratan Allah-u Teâlâ onların genişliğinde veya daha geniş cennetleri yaratmaya elbette kâdirdir.
Cennet ve cehennem hâlen mevcuttur. Bulundukları yeri ancak Allah-u Teâlâ bilir. Cehennem kâfirler için hazırlandığı gibi, cennet de müminler için hazırlanmıştır.
Rum kralı Herakl'in elçisi "Sen genişliği yer ve gökler kadar olan bir cennete çağırıyorsun. O halde cehennem nerede?" diye Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e sorduğunda şöyle buyurmuşlar:
"Sübhânellah!.. Gündüz olduğu zaman gece nerede olur?"
Cennet son derece büyüktür. Milyonlarca insanları ilelebed barındırıp, huzur ve sükuna, rahat ve emniyete eriştiren böyle bir nimetler yurdunun büyüklüğünü tasavvur etmek imkânsızdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Orada her nereye baksan, bir nimet ve pek büyük bir saltanat görürsün." (İnsan: 20)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır." (Tirmizî: 2525)
Cennet, nimet yurdudur. Göz nereye baksa nimet görür. Her kim nereye baksa nimete bakar. Herkes kendilerine verilen nimetleri seyreder. Hiç kimse hiçbir şeye hasret kalmaz.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennete giren nimet görür, fakirlik görmez; elbisesi eskimez, gençliği de tükenmez." (Müslim: 2836)
Sonsuz lüks ve konfor, sürekli sulh ve huzur, cennet sakinlerini her yönden kuşatmıştır.
Hem bedenî hem de rûhî bakımdan son derece güçlü ve kabiliyetli olacaklardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde cennete giren her müminin, ataları Âdem Aleyhisselâm'ınki gibi bir bünyeye sahip olacaklarını, hatta altmış zira' (yaklaşık kırk metre) boyunda olacaklarını beyan buyurmuştur.
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyen değişmez.
Cehennemlikler için de durum böyledir." (Tirmizî: 2565)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise erkeklerin, bıyıkları yeni terlemiş gençler görünümünde olacaklarını, kadınların ise çok güzel tenli ve çok değerli elbiselere bürünmüş halde bulunacaklarını, onların da on altı yaşlarında olacaklarını beyan buyurmuşlardır.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Cennette fazlalık devam edecek. Hatta Allah onun için yeni halk yaratacak ve onları cennetin fazlasına iskân edecektir." (Müslim: 2848)
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Çalışanlar böyle ebedî bir saâdet için çalışsınlar." (Sâffât: 61)
Sırat köprüsünden selâmetle geçildikten sonra müminler gruplar halinde cennete doğru sevkedilirler.
İlk olarak Hazret-i Allah'ın biricik Habib-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm cennete girer.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde buyuruyorlar ki:
"Ben kıyamet gününde cennetin kapısına gelerek açılmasını isteyeceğim.
Cennetin bekçisi bana:
– Sen kimsin? diyecek.
Ben de:
– Muhammed'im! diyeceğim.
Bunun üzerine şöyle söyleyecek:
– Ben ancak sana açmaya memur oldum. Senden önce hiçbir kimseye cennetin kapılarını açmayacaktım." (Müslim: 197)
Müminler etrafları meleklerle dolu olduğu halde, en izzetli bir halde, dolunay veya parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete doğru yürürler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Rabb'lerine karşı gelmekten sakınanlar bölük bölük cennete götürülürler." (Zümer: 73)
"Cennet müttakilere yaklaştırılır. Zaten uzak değildir." (Kâff: 31)
Cennete yaklaştıkça oranın nefis kokusunu için için duyarlar, her nefes alıp vermede şevkleri ve ümitleri bir kat daha artar. Gözler görmedik, kulaklar işitmedik, beşer gönlünden geçmedik şeyler görürler.
"Oraya geldiklerinde cennet kapıları açılır." (Zümer: 73)
Kendilerine Rabb'leri tarafından cennet kapılarının açılması müminler için ne büyük bir ikram-ı ilâhidir.
"Bekçiler onlara derler ki: " (Zümer: 73)
"Selâm olsun size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere buraya girin!" (Zümer: 73)
Her şey onların bekledikleri şekilde gerçekleşmiştir.
"Melekler onları şöyle karşılar:
İşte bu, size vadedilmiş olan gününüzdür." (Enbiyâ: 103)
Zebânilerin kâfirleri cehennemin kapısında hakaretlerle tehditlerle karşılamalarına mukabil, melekler müminleri selâm ve övgü ile, müjdelerle ve ayakta karşılayacaklardır.
"Müjde! Bugün altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyen kalacağınız cennetler sizindir." (Hadîd: 12)
"İşte büyük kurtuluş budur." (Hadîd: 12)
Cennete girmekten daha büyük kurtuluş olabilir mi?
İnsanların mutluluğu eşleri ile bir arada bulunup da bir sevinci beraberce paylaştıkları zaman kemâle erer. Huzurun ve sevincin en çok olduğu cennete girileceği gün, müminler eşleri ile beraber cennete dâvet edileceklerdir:
"Girin cennete! Siz ve eşleriniz ağırlanıp sevindirileceksiniz!" (Zuhruf: 70)
"Esenlikle ve korkusuz korkusuz oraya girin!" (Hicr: 46)
Henüz perdeler açılmadan gözünü açmış, Rahman olan Allah'a tam bir iman ile gönülden yönelmiş, rahmetinin zevki, azabının dehşeti ile saygısını duymuş olan müminler taraf-ı ilâhîden taltif olunurlar:
"İşte bu cennet; Allah'a yönelen, O'nun buyruklarına riâyet eden, görmediği halde Rahman'dan korkan, Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen sizlere, hepinize vaad olunan yerdir. Oraya esenlikle girin!" (Kâff: 32-33-34)
Her bir grup kendilerine uygun düşen grupla beraber olacaktır. Böylece fevc fevc, bölük bölük cennete götürülürler.
Her mümine ölüm anında ve kabirde cennetteki yeri gösterildiği için, cennete girdiği zaman yerini kolayca bulur.
"Allah onları (dünyada iken) kendilerine anlattığı cennete koyar." (Muhammed: 6)
Sanki yaratıldıklarından beri orada oturuyorlarmış gibi, yollarını şaşırmadan ve hiç kimseye yol sormadan konaklarına giderler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Birbirine tutunacaklar, bazısı bazısının elinden tutacak." (Müslim: 219)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennete ilk giren cemaatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki kadar aydın, onların arkasından girenlerin yüzleri ziya bakımından en parlak yıldız gibidir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1343)
Sehl bin Sa'd -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Muhakkak ki ümmetimden, cennete yetmiş bin veya yedi yüz bin kişi girecek.
Öyle ki sonrakiler girmeden öndekiler girmeyecektir.
(Saf hâlinde girecekler.) Yüzleri ayın on dördü gibi olacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1344)
Bunlar kimlerdir?
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın şefaat izni verdiği kimselerdir.
Bu derece derecedir. Onlara bahşedilen bu şefaat sayesinde, en son neferini toplayıp cennete koymadıkça kendisi girmeyecektir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Cennete kalpleri kuş kalbi gibi olan bir takım topluluklar girecektir." (Müslim: 2840)
Kur'an-ı kerim'de tekil ve çoğul şekilleriyle 147 yerde geçen cennet kelimesi; yirmi beş yerde dünyadaki bağ-bahçe, altı yerde Âdem Aleyhisselâm ile Havvâ Vâlidemiz'in yerleştirildiği mekân, bir yerde de Resulullah Aleyhisselâm'ın yanında Cebrail Aleyhisselâm'ı gördüğü Sidretül-müntehâ'nın civarında bulunan Me'vâ cenneti, diğer yerlerde ise ahiret cenneti mânâsında kullanılmıştır.
Kur'an-ı kerim'de cenneti ifade etmek üzere kullanılan bazı isimler vardır. Bu isimler ayrı ayrı cennetlere verilen isimler olduğu gibi, her cennette ayrıca makam ve mertebeler mevcuttur.
Kur'an-ı kerim'de ve muhtelif Hadis-i şerif'lerde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları ihtiva edecek şekilde muhtevası geniş bir tabirdir.
Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde, birçok Âyet-i kerime'de "Cennetler" mânâsına gelen "Cennât" şeklinde çoğul olarak yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil de tamamının adı olduğunu göstermektedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar." (Sâff: 12)
Nimet kelimesinden daha geniş bir muhtevaya sahip bulunan Naim, insana mutluluk veren maddi ve manevi bütün güzellikleri ifade etmektedir.
Buna göre "Cennâtün-naim", mutluluklarla dolu cennetler demektir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Müttakiler için Rabb'leri katında Naîm cennetleri vardır." (Kalem: 34)
En açık mânâsı ile "İkamet etme", "İkamet edilecek yerler" demek olan Adn, on bir Âyet-i kerime'de "İkamet edilecek cennetler" mânâsına gelen "Cennât-ü Adn" olarak geçmektedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar o kimselerdir ki, onlara altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri verilmiştir." (Kehf: 31)
"İçinde üzüm bağı bulunan bahçe" mânâsına geldiği gibi "Cennetlerin en yüksek ve etrafını seyretmeye kabiliyetli bir mübarek mahalli" mânâsına da gelir.
Kehf sûre-i şerif'inin 107. Âyet-i kerime'sinde "Firdevs cennetleri" olarak geçmiş, Müminûn sûre-i şerif'inin 11. Âyet-i kerime'sinde ise tek başına "Âhiret cenneti" mânâsına kullanılmıştır.
"İman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır." (Kehf: 107)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
"Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyiniz." buyurmuşlardır. (Tirmizî)
Nimetleri kesilmeyen sonu olmayan cennet demektir. Bütün cennetler böyle olduğu halde bu şekilde vasıflandırılması, kemâlini beyan içindir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: Bu mu daha hayırlıdır, yoksa muttakilere vaad olunan Huld cenneti mi?" (Furkân: 15)
Mümin sûre-i şerif'inin 39. Âyet-i kerime'sinde geçmekte olup; "Asıl durulacak yer, ebedî olarak ikamet edilecek yurt" mânâsına gelmektedir. Cennete girenler bu tabiri hamd ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanırlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Ahiret ise devamlı olarak durulacak yerdir." (Mümin: 39)
"Maddi ve mânevi afetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş olmak" mânâsına gelen "Selâm" ile, "Ev, yurt" mânâsına gelen "Dâr" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bu tabir iki Âyet-i kerime'de cennetin adı olarak anılmıştır:
"Rabb'leri katında onlar için esenlik yurdu vardır." (En'am: 127)
"Allah esenlik yurdu olan cennete çağırır." (Yunus: 25)
Gerçek şenlik ve esenlik cennetlerdedir. Sonu gelmeyen hayat, ihtiyaç bırakmayan zenginlik, zillete yer vermeyen şeref ve itibar ancak cennette mevcuttur.
Cennetin diğer isimleri:
• "Bol su kaynaklarına sahip bulunan bahçe" manasına gelen "Ravza", bir Âyet-i kerime'de cennet kelimesi yerine kullanılmıştır.
"İman edip salih ameller işleyenler bir bahçe içinde mesut olurlar." (Rûm: 15)
Diğer Âyet-i kerime'de ise "Cennât" kelimesiyle birleşerek zikredilmiştir:
"İman edip sâlih ameller işleyenler ise cennet bahçelerindedirler.
Onlar için Rabb'leri katında diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur." (Şûrâ: 22)
• "Me'vâ"; istirahat için herkesin arzulayıp varacağı ve barınacağı yer manasına gelir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İman edip de salih ameller yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık bir ağırlama olarak Me'vâ cennetleri vardır." (Secde: 19)
• "Makam-ı emin"; her türlü tehlikelerden ve korkulacak afetlerden uzak, emniyetli bir makam demektir.
Âyet-i kerime'de:
"Müttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar." buyuruluyor. (Duhan: 51)
• "Hüsn-i meâb"; güzel bir dönüş yeri, hayırlı bir âkıbet manasına gelmektedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Doğrusu müttakilere güzel bir gelecek vardır." (Sâd: 49)
• "Dâr"; ev, konak, şehir, memleket manalarına gelen bu kelime Kur'an-ı kerim'de "Ahiret yurdu" manasına gelen "Dâr-ül-dâr", "Dünya yurdunun sonucu" manasına gelen "Âkıbet-üd-dâr", "Ukbed-dâr" olarak zikredilmektedir.
Bir Âyet-i kerime'de ise tek başına cennet manasında kullanılmıştır:
"Biz onları ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık." (Sâd: 46)
Bu beyanlar asıl huzur ve saadet yurdunun ahiret yurdu olduğunu göstermektedir.
Müminler cennette bütün nimetlerin üstünde, mekândan münezzeh olarak Allah-u Teâlâ'yı zaman zaman görmek saadetine nâil olacaklardır.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlar;
"Cennetliklerin Allah katında en kıymetli olanları, Vech-i İlâhi'ye sabah ve akşam nazar ederler." (Tirmizî: 2556)
Daha sonra şu Âyet-i kerime'leri okumuşlardır:
"Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb'lerine bakarlar." (Kıyâmet: 22-23)
Allah-u Teâlâ kendi cemâlini görmekle müşerref kılmak istediği kullarında, görmeye liyakat halkeder. Cennet sakinleri için nimetlerin en büyüğü perdesiz olarak Allah-u Teâlâ'yı görmektir. Bu nimete kavuştukça, diğer bütün nimetleri ve zevkleri unuturlar. O'na bakmaya devam ettikleri sürece hiçbir şeye iltifat etmezler. Cennet bu nimetin yanında bütün şaşası ile sönük kalır.
Cerir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabb'inizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görme hususunda üstüste sıkışıp birbirinizin üzerine yığılmayacaksınız." (Müslim: 633)
Süheyb -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah Tebâreke ve Teâlâ 'Bir şey istiyorsanız söyleyin, onu da vereyim!' buyurur. Onlar da 'Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı?' derler.
Bunun üzerine Allah hicabı kaldırır, artık onlara Rabb'lerine -azze ve celle- bakmaktan daha sevimli bir şey verilmiş olmayacaktır." (Müslim: 181)
Süheyb -radiyallahu anh- der ki:
Resulullah Aleyhisselâm bu sözlerinden sonra şu Âyet-i kerime'yi okumuştur:
"Güzel amelde bulunanlara daha güzel mükafat, bir de ziyade vardır." (Yunus: 26)
Kadın erkek herkes her Cuma Allah-u Teâlâ'nın daveti üzerine O'nun yüce ziyaretine giderler. Nurdan perde kalkar ve Cenâb-ı Hakk'ı dolunay gibi net olarak görürler. Yüzleri daha da güzelleşmiş olarak köşklerine dönerler. Eşleri onları neşe ile sevinçle karşılar.
Said bin Müseyyeb -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir:
Said -radiyallahu anh-, Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- ile karşılaştıklarında "Allah'tan, cennet çarşısında bizi bir araya getirmesini dilerim." dedi. Bunun üzerine Said -radiyallahu anh- "Cennette çarşı var mıdır?" diye sordu. Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- "Evet vardır." dedi ve sözlerine devam etti:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana bildirdi ki, cennetlikler cennete girdikleri vakit orada amellerin çokluğu nispetinde yerleşeceklerdir. Sonra dünya günlerinden bir Cuma günü kadar bir müsaade verilecek, onlar da Rabb'lerini ziyaret edeceklerdir.
Rabb'in arşı onlara görünecek ve Rabb kendilerine cennet bahçelerinden bir bahçede tecelli edecektir.
Onlar için nurdan minberler, inciden minberler, yakuttan minberler, zebercetten minberler, altından minberler ve gümüşten minberler kurulacaktır.
Onların en aşağı mertebede olanları -ki içlerinde hiçbir aşağılık kişi yoktur- misk ve kafur tepesinin üzerinde oturacaklar ve minber sahiplerini, kendilerinden daha üstün oturma yerlerinde olduklarını sanmayacaklardır."
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:
"Yâ Resulellah! Rabb'imizi görecek miyiz?" dedim.
Şöyle buyurdu:
"Evet göreceksiniz. Siz güneşin ve dolunay gecesi ayın görünmesinden şüphe eder misiniz?"
Biz de "Hayır!" diye cevap verdik.
Buyurdu ki:
"Böylece Rabb'inizin görünmesinde de şüphe etmeyeceksiniz.
Allah'ın o mecliste kendisiyle karşılıklı konuşmadığı hiçbir kişi kalmayacaktır. Hatta onlardan birine "Ey filân oğlu filân! Şöyle ve şöyle dediğin günü hatırlıyor musun?" buyuracak. Ve ona dünyadaki vefasızlıklarından bir kısmını hatırlatacaktır.
O da "Ey Rabb'im! Beni bağışlamadın mı?" diyecek. Allah "Evet bağışladım. İşte sen benim bağışlamamın genişliği sayesinde şu makama ermiş bulunuyorsun."
Onlar bu durum üzere iken üstlerinden bir bulut kendilerini kaplayacak ve üzerlerine bir güzel koku yağdıracaktır. Ki onlar o zamana kadar onun kokusuna benzer hiçbir koku almamışlardı.
Sonra Rabb'imiz "Sizin için hazırladığım büyük bağışa kalkın ve canınızın çektiğini alın!" buyuracak. Bunun üzerine meleklerle çevrili ve içinde gözlerin bir benzerini görmediği, kulakların işitmediği ve gönüllerden geçmeyen şeyler bulunan bir çarşıya geleceğiz. Canımızın istediği şey bize taşınacaktır.
Orada satmak ve satın almak yoktur. İşte o çarşıda cennetlikler birbirleriyle karşılaşacaklardır.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle devam etti:
"Yüksek mevki sahibi olan kişi gelip kendisinden aşağı olan kişiyle buluşacak -esasen içlerinde aşağılık kişi yoktur- ve onun üzerinde gördüğü elbise, bunun gözünü kamaştıracaktır. Ancak son cümlesi bitmeden, kendi üzerindeki elbisenin, onun sırtında bulunandan daha iyi olduğunu hayal edecektir. Çünkü cennette hiç kimsenin üzülmesi diye bir şey yoktur.
Sonra köşklerimize meskenlerimize dağılacağız. Eşlerimiz bizleri "Merhaba, hoş geldin! Bizden ayrıldığın zamanki güzelliğinden daha üstün bir güzelliğe sahip olarak geldin!" diyerek karşılayacaklar.
O da şöyle mukabelede bulunacak:
"Biz bugün Cebbar olan Rabb'imizin meclisinde bulunduk. Elbette bu döndüğümüz şekilde dönecektik." (Tirmizî: 2673)
Allah-u Teâlâ cennetlik kullarına Cemal-i ilâhi'sini şân-ı uluhiyetine lâyık bir veçhile göstermek lütfunda bulunacak ve onlara hitaben selâm vererek onların kadir ve kıymetini artırmış olacaktır.
Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennet ehli bulundukları nimetler içinde zevke ererken ansızın üzerlerine bir nur parıldar. Başlarını kaldırınca bir de ne görsünler, Rabb'leri onlara üstlerinden nazar etmekte ve:
"Ey cennetlikler! Selâm üzerinize olsun!" buyurmaktadır.
İşte:
"Çok merhametli bir Rabb olan Allah'tan onlara söz olarak selâm gelir." (Yâsin: 58)
Âyet-i kerime'si bunu belirtmektedir.
Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da O'na bakarlar ve baktıkları süre içinde diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Bu hal araya perde girinceye kadar devam eder ve Rabb'lerinin nuru onların ve yerlerin üzerinde kalır." (İbn-i Mâce. Mukaddime: 13)
Ebediyet yurdu olan cennetleri rahmeti ile kuşatan Allah-u Teâlâ'nın selâm ve esenlik nuru altında hayat sürmek müminler için tasavvurun fevkinde bir nimettir.
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ cennetliklere 'Ey cennetlikler!' diye seslenir.
Onlar da 'Ey Rabb'imiz! Buyur. Emrine icabet ederiz. Hayır senin kudret elindedir.' derler. Bunun üzerine 'Razı oldunuz mu?' diye sorar. Onlar 'Ey Rabb'imiz! Niçin razı olmayacak mışız? Sen bize mahlukatından hiçbirine vermediğini verdin?' derler.
Allah-u Teâlâ 'Ben size bundan daha fazlasını vereyim mi?' buyurur. Onlar 'Ya Rabb'i! Bize verdiklerinden daha üstün ne olabilir?' derler.
Allah-u Teâlâ:
'Size rızamı helâl kılıyorum. Artık size ebediyen gadap etmeyeceğim.' buyurur." (Müslim: 2829)
Dünyada iken Allah-u Teâlâ'ya tam bir teslimiyetle bağlanan, ahidlerinde duran, akitlerini samimiyetle yerine getiren sıddıklara ahirette büyük müjdeler vardır.
"Allah şöyle buyurur: Bu, sâdıkların sadâkatlerinin fayda vereceği gündür." (Mâide: 119)
Kâfirlerin küfrü müşriklerin şirki, fâsıkların fıskı kendilerini esfel-i sâfilin'e indirirken, sâdıkların sadâkati onları a'lây-i illiyyin'e çıkaracaktır.
"Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah'tan râzı olmuşlardır." (Mâide: 119 - Beyyine: 8)
Bütün gönüllerin aradıkları kavuşma zevkinin en büyüğü bu rızadır. Ulviyeti her türlü tasavvurların fevkindedir.
Âyet-i kerime'de:
"Allah'ın hoşnud olması en büyük şeydir." buyuruluyor. (Tevbe: 72)
Rıdvanın zevkine tamamen ermiş bulunurlar. Haklarında tecelli eden böyle bir lütuf ve ihsandan dolayı fevkalâde mahzun olarak kalben münşerih, lisanen de arz-ı şükranda bulunurlar.
"Bu, Rabb'inden şiddetle korkan kimseye mahsustur." (Beyyine: 8)
Haşyet; korku manâsına gelen "Havf"dan daha şiddetli bir korku demektir. Bütün kemâlât işte bu Haşyetullah'ın içindedir.
Azamet-i ilâhi karşısında bu haşyete sahip olanlara büyük müjdeler vardır:
"Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (Yunus: 62)
"İşte büyük kurtuluş budur." (Mâide: 119)
Bu, daha büyüğü olmayan bir kurtuluştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Vallahi Allah sevdiği kulunu cehenneme atmaz." (Münâvi)
Hesap ve ceza gününü düşünerek hayatını ona göre düzenleyen, Rabb'inin rahmetine ümit bağladığı kadar azabından da o nispette korkan, nefislerini hevâ ve heveslerine tabi olmaktan alıkoyan müminlere çok büyük müjdeler vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Rabb'inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, cennet onun varacağı yerin tâ kendisi olacaktır." (Nâziat: 40-41)
Allah-u Teâlâ Rahman sure-i şerif'inde şöyle buyurmaktadır:
"Rabb'inin huzurunda durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır." (Rahman: 46)
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 47)
"Rabb'inin makamı"; âlemlerin Rabb'i olan Allah-u Teâlâ'nın her şey üzerindeki hakimiyeti ve insanların bütün hallerini görüp gözetmesi demektir.
Korkudan maksat yalnız yürek çarpıntısı değil, küfür ve şirkten, isyan ve nankörlükten sakınıp; iman ve şükür ile itaat için saygı ve hürmet göstermektir.
Ebu Bekir Sıddık -radiyallahu anh- Hazretleri bir gün düşünüp kıyamet, mizan, cennet, cehennem, meleklerin dizilmeleri, göklerin katlanışı, dağların serpilip dağılışı, güneşin dürülmesi ve yıldızların parçalanışı hakkında fikir yürütmüş ve "Arzu ederdim ki, ben şu yeşilliklerden bir yeşillik olsaydım, hayvanlar gelip beni yeselerdi ve ben yaratılmamış olsaydım" demişti. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ'nın huzurunda durmaktan korkan kimseye iki cennet verileceğine dair Âyet-i kerime nazil oldu.
Ki birisi cismani cennet diğeri ruhani cennet.
Ve bu iki cennet "Mukarrebler"e mahsustur. Nitekim Allah-u Teâlâ Vâkıa sûre-i şerif'inde şöyle buyurmaktadır.
"Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar, onlar (ahirette) de öncüdürler.
İşte onlar Allah'a en çok yaklaştırılmış olan mukarreblerdir. Naîm cennetindedirler.
Onların büyük bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir." (Vâkıa: 10-11-12-13-14)
Önceki ümmetlerden öncülerin çok olması, bütün nebi ve resulleri içine alması sebebiyledir. Çünkü Adem Aleyhisselâm'dan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in zamanı saâdetlerine gelinceye kadar 124 bin peygamber gelip geçmiştir.
Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"İki cennet Allah-u Teâlâ'ya çok yaklaştırılmış olan öncülere (mukarreblere) verilecektir. Onların oradaki eşyaları altından olacaktır.
Diğer iki cennet de, kitapları sağlarından verilen Ashab-ı yemin'e verilecektir. Onların eşyaları da gümüştendir." (Feth'ül-bâri)
Daha sonra Allah-u Teâlâ mukarreblere bahşedeceği iki cenneti Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"İkisi de çeşit çeşit ağaçlarla doludur." (Rahman: 48)
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 49)
Bu ağaçların güzel, yemyeşil dalları vardır. Bu dallar en iyi cinsten olgun meyvelerle yüklüdür. Gölgeleri de pek lâtiftir, manzarası bakanları usandırmaz.
"İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır." (Rahman: 50)
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 51)
Bu iki pınar tatlı ve güzel su akıtırlar. Birine Tesnim, diğerine Selsebil denilir.
"İkisinde de her türlü meyveden çift çift bulunur." (Rahman: 52)
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 53)
Yaşı da vardır, kurusu da, istenilen meyve istenildiği zaman ve mekânda mevcuttur. Getirmek, götürmek, ağacından toplamak zahmetleri yoktur.
"Orada örtüleri kalın, parlak atlastan (istebraktan) yataklara yaslanırlar." (Rahman: 54)
Örtüleri bu kadar güzel olursa yüzlerinin güzelliğini Allah-u Teâlâ bilir.
"İki cennetin meyveleri kolayca toplanır." (Rahman: 54)
Oturan da ayakta duran da ve yatan da uzanıp alabilir. Onlar dünya meyvelerine benzemez.
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 55)
Böyle bir nimet sahibine nasıl nankörlük edilir?
"Oralarda bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş eşler vardır." (Rahman: 56)
Tatlı bakışlarını yalnız eşlerine dikerler. Gören bir gözü başkasına bakmak istemeyecek derecede kendilerine bağlarlar.
"Bu kocalarından önce kendilerine ne insan ne de cin dokunmamıştır." (Rahman: 56)
Bilâkis onlar bakiredirler.
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 57)
"Sanki onlar yakutturlar, mercandırlar." (Rahman: 58)
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 59)
Saflık bakımından yakut, beyazlık bakımından da mercan gibidirler.
"İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?" (Rahman: 60)
Dünyada iyilik ve güzellikte bulunan müminler, ahirette iyilik ve güzellikle mükâfatlandırılırlar.
"Öyleyken Rabb'inizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" (Rahman: 61)
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Âyet-i kerime'yi okuyarak "Biliyor musunuz Rabb'iniz ne buyuruyor?" diye sormuş, oradakiler de "Allah ve Resul'ü en iyisini bilir!" diye cevap vermişlerdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
"Allah 'Benim kendisine Tevhid nimeti olarak verdiğim kimsenin mükâfatı ancak cennettir.' buyuruyor." diye karşılık vermiştir. (Nevâdirül-usül)
Nitekim bu Âyet-i kerime yüksek bir mertebe olan "İhsan"ı göstermektedir.
Cebrâil Aleyhisselâm Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e "İhsan nedir?" diye sorduğu zaman şöyle cevap vermiştir:
"İhsan, Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Müslim)
Kafa gözü ile gönül gözünü hakikati görmede birleştiren, baş kulağı ile kalp kulağını Hakk'ın sesini duymada bir araya getiren müminler; Rabb'lerine iman etmenin, kulluk vazifelerini gönülden inanarak, kemal-i tevazu ile yerine getirmenin büyük bir mükâfatı olarak cennetlerde ebedî olarak kalacaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İman edip salih ameller işleyen ve Rabb'lerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet halkıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır." (Hûd: 23)
O müminler ki, Hakk'a boyun bükerek huzur bulmuşlar, huşû içinde kendilerini O'na ibadete vermişler, o iman ile de ahirete intikal etmişler.
"İman edip de salih ameller işleyenler cennet halkıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 82)
"İman edip amel-i salih işleyenleri elbette altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştiririz.
Çalışanların ücreti ne güzeldir!" (Ankebût: 58)
Rabb'lerini hoşnut kılmanın karşılığı olarak onlar; yüksek köşkler, dizilmiş tahtlar, meyvelerinin toplanması için ağaçlarının dalları yaklaştırılmış bahçeler, yükseltilmiş döşekler, hayırlı ve güzel eşler, türlü türlü meyveler, canlarının çektiği yiyecekler, lezzetli içecekler, bütün bunların da üstünde Rabb'lerini görmek gibi sayısız nimetlerin mirasçısı olacaklar ve bu nimetler içerisinde ebedî kalacaklardır.
"Canlarının çektiği nimetler içinde ebedî kalırlar." (Enbiya: 102)
Kâfirlerin her tarafını ateş sardığı gibi, müminlerin de her tarafını cennet nimetleri ihata edecektir.
"Mutlu kılınanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabb'inin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî kalacaklardır.
Bu, bitmez tükenmez bir lütuftur." (Hûd: 108)
Kıyamet kopunca göklerin ve yerin düzeni bozulduğuna göre, Allah-u Teâlâ'nın bildiği başka bir şekil ve vaziyette kalırlar.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün yer başka bir yerle, gökler de başka göklerle değiştirilir." (İbrahim: 48)
Müminlerin fasık olanları ise her ne kadar cehenneme gireceklerse de, günahları nispetinde cezalarını çektikten sonra imanları sebebiyle cennete gireceklerdir. En son müslüman da cehennemden çıktıktan sonra, cehennem kapıları bir daha açılmamak üzere ebediyen kâfirlerin üzerine kapanır.
Buna mukabil cennetlikler de cennetlerde sonsuz bir hayatı bütün ihtişamı ile yaşamaya başlarlar.
"İşte bu ebedi yaşama günüdür." (Kâff: 34)
"Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır." (Kâff: 35)
Arzu edilen çeşitli şeylerden her ne arzu ederlerse mevcuttur. Kullar ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, kendileri için neler hazırlandığını bilemezler.
Onların düşünemediklerinden, hatta elde etme arzusunu akıllarına bile getiremediklerinden daha fazlası ile ikram olunacaklardır. Dilekleri içine girmeyen öyle şeyler ki, ne gözler görmüştür, ne kulaklar işitmiştir, ne de insanın gönlüne doğmuştur.
Onlara istediklerinden fazla fazla nimetler verecek, henüz yaratılmamış şeyler de yaratacak, huzur-u ilâhisinde fazlasıyla ikram görecekler, bu ikram ve ihsanlar hudutsuz bir şekilde artırılacaktır.
"Fakat Rabb'lerinden korkanlar için, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır." (Âl-i imrân: 198)
"Allah tarafından ağırlanırlar." (Âl-i imrân: 198)
"Ebrar için Allah katındakiler ise daha hayırlıdır." (Âl-i imrân: 198)
Kerem sahibi Allah tarafından misafir edilenlerin sahip oldukları şeref elbette ki bütün takdirlerin üzerindedir.
"Orada ebedî kalacaklar, oradan ayrılıp başka bir yere gitmek istemezler." (Kehf: 108)
Cennet her yanı ve her nimeti ile kudret eliyle hazırlanmıştır. Tecellilerin ardı-arkası olmadığına göre cennette her an yepyeni bir hayat, taptaze bir güzellik, bambaşka bir manzara mevcuttur.
Orada çalışmak, yorgunluk, bıkkınlık, usanmak, uyumak, yıpranmak, yaşlanmak, hastalanmak ve ölmek yoktur. Bir kere oraya girdikten sonra çıkmak da yoktur.
"Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir." (Hicr: 48)
O bakımdan daha güzelini düşünmek mümkün değildir.
"Onlar cennet ehlidirler. Yaptıklarına karşılık olmak üzere orada ebedî kalacaklardır." (Ahkâf: 14)
Zira onlar samimiyetle iman etmişler, salih amelleriyle imanlarını tezyin etmişlerdi. Bunun neticesi olarak da bu emsalsiz lütuflara nail oldular.
"İşlediklerini en güzel şekilde kabul ettiğimiz ve kötülüklerini geçtiğimiz kimseler, cennet halkı arasındadırlar. Bu onlara vaad olunan dosdoğru bir vaaddir." (Ahkâf: 16)
Allah-u Teâlâ kullarına olan lütuf ve ihsanlarının bir nişanesi olarak müminleri yine kendileri gibi mümin olan zürriyetleri ile cennette bir arada bulunduracaktır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"İman edenleri ve kendilerini iman ile takip eden zürriyetlerini kavuştururuz." (Tûr: 21)
Bir baba ile evlât arasında dünyada olduğu gibi âhirette de şefkat ve merhamet bulunacaktır. İnsanın ailesi, çocukları ve yakınları ile bir araya gelip sohbet etmesi, halleşmesi nasıl ki bir bahtiyarlık ise cennette de bu böyledir.
Müminlerin nesilleri, imanda babalarına tâbi oldukları zaman, her ne kadar babalarının amellerine erişememiş olsalar da, Allah-u Teâlâ babalarının bulundukları mertebelerde oğulları, kızları ve torunları ile gözlerinin aydın olması için onları babalarının derecelerine eriştirir. En güzel bir şekilde onları bir araya toplar. Ameli eksik olanı, ameli en mükemmel olanın derecesine yükseltir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İşte bunlar var ya, dünya yurdunun sonucu sadece onlarındır. (O sonuç) Adn cennetleridir." (Ra'd: 22-23)
"Oraya kendileri ile birlikte atalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanlarla beraber girerler." (Ra'd: 23)
Cennete girmeye lâyık görülen müminler, salih ameller işlemiş olan ata, ana ve ninelerini, eşlerini, çocuklarını ve yakınlarını da yanlarına alacaklar.
Allah-u Teâlâ bir ikram ve ihsan olarak ameli mükemmel olanın ne amelini ne de derecesini düşürmez. Aşağı derecede olanı üstün bir dereceye yükseltir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Onların amellerinden de hiçbir şey eksiltmemişizdir." (Tûr: 21)
Aşağı derecedeki salih evlâtların yüksek derecedeki salih babalarla buluşturulması, babalarının salih insanlar oluşu sebebiyledir.
Onların bu buluşmaları arasıra birinin giderek başka birisi ile buluşması gibi olmayacak, onlar cennette devamlı birlikte olacaklardır.
Bu ise pek büyük bir lütuftur. Bir babanın evlâdını kendisiyle beraber ulvi bir makamda görmesi ne büyük bir bahtiyarlıktır.
Henüz büluğ çağına ulaşmadan ölen çocuklar babalarının imanı sebebiyle onlarla birlikte bulundurulurlar.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir." (Tûr: 21)
Allah-u Teâlâ'nın insana dünyada bahşettiği güç ve kuvvet, mal ve mülk, makam ve mevki... gibi bütün iyilikler birer borç gibidir. Onları kullarına emanet olarak vermiştir. Bu borcun teminatı olarak da kullar Allah katında rehindirler. Kul bu iyilikleri O'nun yolunda kullanıp, sevaplar kazanmak suretiyle borcunu öderse nefsini rehin olmaktan kurtarmış olur. Borç ödenmedikçe rehin geri verilmez. Kötü amelinden dolayı rehin tutulan kişinin cezasını çeker.
Arşı taşıyan ve çevresinde bulunan (melekler) Rabb'lerini hamd ile tesbih ederler, müminler için de bağışlanma dilerler:
"Ey Rabb'imiz! Onları da, onların atalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olan kimseleri de kendilerine vâadettiğin Adn cennetlerine koy.
Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin!" (Mümin: 8)
Cennet sakinleri Allah-u Teâlâ'nın misafirleridir. Hane sahibi misafirin rahatını temin ettiği gibi, Allah-u Teâlâ da misafirini akla-hayale gelmeyen nimetleriyle taltif ederek rahatlarını temin edeceğini beyan buyurmuştur.
"Doğrusu müttakilere güzel bir gelecek vardır." (Sâd: 49)
Cehennemdekiler dehşet ve azap içinde boğuşurlarken cennettekiler emniyet içinde istirahat etmektedirler.
O müttakiler ki Rızâ-i Bârî'yi kazanmak ve gazab-ı ilâhiden kurtulmak için bütün haramlardan sakınmışlar, ilâhi hudutları korumuşlar ve güzel bir gelecekle karşılaşmışlardır.
"Müttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar." (Duhan: 51)
Orada ölümden, cennetten çıkarılmaktan, her türlü üzüntü, korku, yorgunluk, zahmet ve diğer musibetlerden emindirler.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
Bir münâdi seslenir:
"Gerçekten sizin için sıhhat ve âfiyet vardır, artık ebedî olarak hasta olmayacaksınız.
Sizin için hayat vardır, artık ebedî olarak ölmeyeceksiniz.
Sizin için gençlik vardır, artık ebedî olarak ihtiyarlamayacaksınız.
Sizin için nimetlere garkolmak var, artık ebedî olarak fakir düşmeyeceksiniz." (Müslim: 2837)
Onlar o makamda emniyet içindedirler. Rabb'lerinin cennetinde bulunmak onlar için esenlik ve güvenlik bakımından yeterlidir:
"Şüphesiz ki 'Rabb'imiz Allah'tır.' deyip, sonra da dosdoğru olanlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (Ahkâf: 13)
Zira onlar içinde ebedî kalmak üzere girdikleri cennet halkıdırlar. Dünyada iken iman nuru ile münevver olmanın, istikametten ayrılmamanın mükâfatını yaşamaktadırlar.
"Muttakiler cennetlerde nimetler içindedirler. Rabb'lerinin kendilerine verdikleri ile zevk ve sefa sürerler. Rabb'leri onları cehennem azabından korumuştur." (Tûr: 17-18)
Nimetlere garkolmakla kalmazlar, büyük bir azaptan da korunmuş olurlar.
"Şüphesiz ki müttakiler için kurtulma yeri vardır." (Nebe: 31)
"Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır." (Sâd: 50)
Kapılar açık, yollar geniş, sıkışıklık ve izdiham yok.
"O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenip barınacakları yer çok güzeldir." (Furkan: 24)
Onlar kâfirlerin en acı azaplar altında inledikleri, en ağır işkenceler altında ezildikleri bir günde çok hayırlı ve rahat bir yerde bulunacaklardır.
Bu ne büyük saâdet!
"Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar." (Duhan: 52)
Müttakilerin bu durumu, zakkum ağacından yiyip kaynar sudan içen cehennemliklerin tam tersinedir.
"İnce ipekten ve parlak atlastan (elbiseler) giyerek karşılıklı otururlar." (Duhan: 53)
Göz kamaştırıcı elbiseler giyinmiş oldukları halde sohbet ederler. Onlardan hiçbirisi bir diğerine sırtını dönmüş vaziyette oturmaz.
"Böyle olduğu gibi, biz onları ayrıca iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir." (Duhan: 54)
Tatlı bakışlarını yalnız eşlerine dikerler. Başkalarına kesinlikle ilgi duymazlar.
"Orada güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler." (Duhan: 55)
Cennette hiçbir şeyin eksikliği hissedilmez. Hiç kimse nimetlerin kesintiye uğramasından veya gelmemesinden endişe etmez. Meyve çeşitlerinden neyi isteyecek olsalar, diledikleri şekil üzere hemen kendilerine hazır edilir.
"Orada koltuklara yaslanarak bir çok meyveler ve içecekler isterler." (Sâd: 51)
Onların yiyip içmeleri bir ihtiyaçtan dolayı olmayacaktır. Onlar ölümsüz bir hayata mazhardırlar.
"Dolu dolu kadehler vardır." (Nebe: 34)
İnsanların bağ ve bahçelerde oturmaktan, pınar başlarında gezmekten lezzet alması tabii bir haldir.
"Kendilerine ikram olunur." (Saffât: 42)
Cennet nimetleri o kadar çoktur ki, herkese fazlasıyla bahşedilecektir. Herkes nail olduğu nimetle bahtiyardır.
Bu bakımdan:
"Orada ne boş bir laf işitirler, ne de bir yalan." (Nebe: 35)
Cennetteki her söz eksiklikten uzaktır.
"Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar." (Duhan: 56)
Onlar cennette her türlü nimetlerle nimetlendikleri gibi, "Hayat" nimetiyle de sonsuz olarak lezzet bulacaklar; cehennemliklerin ölmek isteyip de ölememelerine karşılık, onlar da ölümsüz olarak, arzularına kavuşmanın zevki ile ebediyen yaşayacaklar.
"Rabb'inden bir lütuf olarak." (Duhan: 57)
"Rabb'inden bir karşılık, yeterli bir bağış olarak." (Nebe: 36)
Kulların Allah-u Teâlâ üzerinde alacak bir hakkının olması söz konusu olmadığına göre, cennet nimetleri sırf lütuf ve bağıştan başka bir şey değildir. Arzuladıkları her şey Allah-u Teâlâ tarafından kendilerine bir ikram olarak verilecektir.
O bağışlar ki göz ve gönül dolduracak kadar çoktur.
"İşte hesap günü için size vadolunan şeyler bunlardır." (Sâd: 53)
"Verdiğimiz bu rızıklar tükenecek değildir." (Sâd: 54)
"İman edip sâlih ameller işleyenler için tükenmeyen bir mükâfat vardır." (Fussilet: 8)
"Biz sabredenlerin karşılığını yapmakta olduklarının en güzeliyle vereceğiz." (Nahl: 96)
"İşte o büyük kurtuluş budur." (Duhan: 57)
Allah-u Teâlâ emirleri yerine getirip haramlardan sakınan, yasaklardan kaçınan kullarını cennetine koyacağını vadetmiş, cennetlerin vasıflarını çeşitli Âyet-i kerime'lerinde haber vermiştir.
"Muttakilere vadolunan cennetin durumu şöyledir:
Altından ırmaklar akar. Yemişleri de gölgesi de süreklidir.
İşte bu, sakınanların âkıbetidir." (Ra'd: 35)
Bir Hadis-i kudsi'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Sâlih kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin gönlünden bile geçirmediği nimetler hazırladım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1720)
Allah-u Teâlâ bunları herkesten gizlemiştir. Değil hepsini, bir tanesini bile bilen yoktur, yalnız kendisi bilir.
Bu hazırlananların ötesinde istenecek bir şey yoktur.
Cennette olanlar hep faydalı şeyler konuşurlar. Verdiği devamlı nimetlerden dolayı Allah-u Teâlâ'ya hamdederler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Oradaki duâları Sübhaneke'llahümme'dir, (Seni tesbih ve tenzih ederiz Allah'ım!) aralarındaki temennileri selâmdır. Duâlarının sonu ise Elhamdülillâhi Rabbil Âlemin, (Hamdolsun âlemlerin Rabb'ine!) dir." (Yunus: 10)
Müminler dünyada sahip oldukları yüksek iman şahikasına orada da sahip olacaklar; her tesbihin, her duânın, her dileğin ve her sevincin sonunda "Elhamdü lillâhi Rabbil-âlemin" diyerek sözlerini bitirecekler.
"Günaha sokacak bir söz duymazlar. Sadece selâma karşılık selâm sözü işitirler." (Vâkıa: 25-26)
Selim sözler konuşulur. Birbirlerinden ancak esenlik ihtiva eden sözler işitirler. Laubalilik, boş söz, kötü söz duymazlar. Kendi aralarında selâmı yayarlar ve ardı ardına selâmlaşırlar.
"Melekler her kapıdan yanlarına varırlar. 'Sabretmenize karşılık size selâm olsun. Burası dünyanın ne güzel bir sonucudur!' derler." (Rad: 23-24)
Meleklerin selâmları ise cennet sakinlerine bambaşka bir huzur katar.
"Onlara 'İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık olarak o size miras verildi.' diye seslenilir." (A'râf: 43)
Cennet amel ile hak kazanıldığından dolayı değil, bütünüyle Allah-u Teâlâ'nın lütuf ve ihsanı ile verileceğinden dolayı "Miras" olarak vasıflandırılmıştır.
Müminlerin dünyada iken Allah-u Teâlâ'dan ve kıyamet gününün dehşetinden korkmalarına mukabil, Allah-u Teâlâ onları o günün şerrinden ve sıkıntılarından muhafaza buyuracaktır.
"Allah onları o günün kötülüğünden korumuştur. Onlara bir parlaklık ve sevinç verir." (İnsan: 11)
Allah-u Teâlâ müminleri taltif etmek üzere vasıtasız olarak bizzat hitap eder ve buyurur ki:
"Ey kullarım! Bugün size korku yoktur, üzülmeyeceksiniz de!" (Zuhruf: 68)
Bu ilâhi seslenişin lâtifliğine doyum olmaz.
Allah-u Teâlâ onlara "Ey kullarım!" buyurarak "Ubûdiyet" sıfatı ile vasıflandırmış ve bu hitab-ı ilâhideki tebşirâtın yalnız müminlere mahsus olduğunu beyan etmek üzere şöyle buyurmuştur:
"Onlar âyetlerimize inanmış ve müslüman olmuşlardı." (Zuhruf: 69)
Onlar Hakk'a boyun eğerek, yaptıkları her işi Rızâ-i ilâhi için işledikleri için, her türlü korkulardan kurtulmuşlar, umduklarına nâil olmuşlardır.
Cennet sakinleri zaman zaman bir araya gelirler, birbirleriyle sohbet edip dünyadaki hal ve ahvallerini anarlar.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Biz onların gönüllerindeki kinleri çıkarır atarız." (Hicr: 47 - A'râf: 43)
"Artık onlar kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar." (Hicr: 47)
Cennetliklerin kalplerinden kin ve düşmanlık, buğz ve haset gibi ahlâk-ı zemimelerin hepsi silinip yerini muhabbet ve meveddet alır. Birbirlerini seven dostlar olarak yüz yüze koltuklar üzerinde otururlar. Hiçbirisi diğerine sırtını dönmeksizin yaslanırlar. Birbirlerine sadakatle bağlı birer kardeş olarak sohbet ederler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Birbirine dönüp soruşurlar." (Tur: 25)
Dünyadaki işlerini, başlarından geçen hallerini birbirine anlatmak üzere birbirine yönelirler.
Derler ki:
"Biz daha önce dünyada ailelerimizin yanında korkular içinde idik." (Tûr: 26)
"Allah lütfedip bizi kavurucu azaptan korudu." (Tûr: 27)
"Biz bundan önce de O'na yalvarıyorduk. Şüphesiz ki O iyilik yapandır, merhamet edendir." (Tûr: 28)
Onlar dünyada iken kulluk vazifelerini bihakkın yaptıkları halde azab-ı ilâhiden korkup, rahmet-i semadaniyeyi ümit ediyorlardı. Allah-u Teâlâ onları korktuklarından emin kıldı, umduklarına nail etti. Şimdi onlar bu hususu dile getiriyorlar, Mevlâ'larına şükranlarını arzediyorlar.
Şöyle diyorlar:
"Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Rabb'imiz bağışlayandır, çok lütufkârdır.
Bizi lütfuyla ebedi kalınacak cennete O yerleştirdi." (Fâtır: 34-35)
Günah işleme korkusu, ölüm korkusu, kabrin, kıyametin korkuları, cehennem korkusu kendilerinden giderilmiş, büyük bir emniyet içinde yaşıyorlar.
Bu ancak, O'nun dilediğine bahşettiği bir lütuftur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Hiçbirinizi ameli cennete koyacak değildir."buyurmuşlardır.
Ashâb-ı kiram:
"Seni de mi yâ Resulellah?" dediklerinde buyurdular ki:
"Evet beni de! Meğer ki Allah kendi katından bir fazl-u rahmetle beni örtmüş olsun." (Müslim: 2816)
Cennetlerde yüksek binalar, bahçelerle çevrili köşkler vardır. Bu köşklerin bazıları altın ve gümüşten, bazıları da inci ve yakuttandır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Elbette biz onları cennetten âlî köşklere yerleştiririz." (Ankebût: 58)
"Fakat Rabb'lerinden korkanlar için üstüste bina edilmiş odalar var, odaların altından da ırmaklar akmaktadır.
Bu Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez." (Zümer: 20)
Müminler istedikleri odalarda istirahat ederler.
Musa Aleyhisselâm cennetliklerin makam itibarı ile en yüksek olanının kim olduğunu sorması üzerine Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"İşte dilediklerim bunlardır. Onlar öyle kimselerdir ki, ben diledim de onların keramet fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir beşerin hatırından geçmiştir." (Müslim: 189-Tirmizî: 3196)
Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:
"Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için saklanan gözler aydınlatıcı müjdeyi kimse bilmez." (Secde: 17)
Onlar yaptıkları salih ameller sebebiyle bu mükâfatlara lâyık görülmüşlerdir.
Gözlerin bakmakla doyamayacağı, baktıkça lezzet alacağı, gizlenmiş öyle nimetler var ki, onları ancak Allah-u Teâlâ bilir. Onları dünyada iken beşerin bilmemesi, kıymetlerine işarettir.
İnsanın sevinci gözünde her organdan daha çok belli olduğu için, bütün vücudun lezzet alacağı nimetlerden gözün aydın olacağı beyan ediliyor.
Ebedî cennet hayatı, sonsuz ve hudutsuz nimetlerle bezenmiş, müminlerin istifadelerine sunulmuştur.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri, orada ebedî olarak kalırlar.
İşte tertemiz arınanların mükâfatı budur." (Tâhâ: 76)
Onlar günahlardan temizlendikleri için tertemiz cennetlere gireceklerdir. Çünkü temiz yerler temiz kimselere lâyıktır.
Cennette her nefsin iştiha duyduğu nimetler ve gözlerin lezzet aldığı manzaralar mevcuttur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Canlarının çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey orada vardır." (Zuhruf: 71)
Her nimet orada en güzeliyle mevcuttur. Hepsi de ayrı ayrı lezzetlerde, türlü türlü güzelliklerdedir.
Büreyde -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre bir kimse Resulullah Aleyhisselâm'a "Cennette at var mı?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Allah seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır." buyurdu.
Bunun üzerine bir başka kimse "Cennette deve de var mı?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm ona, öncekine söylediği gibi söylemedi.
Buyurdu ki:
"Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır." (Tirmizî: 2546)
Bu ifade ile bütün nimet çeşitleri dile getirilmiş olmaktadır. Çünkü nimetler ya insanın arzu ettiği yahut da görmekle zevk aldığı şeylerdir. Öyle mükemmel bir güzellik ki, onları gören gözler bile ondan zevk alıyor.
Bu nimetlerden çok daha üstün bir şey var ki, o da hitâb-ı ilâhiye mazhar olmaktır.
"Ve siz orada ebedî kalacaksınız." (Zuhruf: 71)
Bu hitap onların sevinçlerine sevinç katar, mutlulukları kemâle erer. Cennetten çıkmak korkusu kalplerinden ebediyen silinir.
Daha sonra onlara olan lütuflar dile getirilir, bütün bunların bir ikram olduğu hatırlatılarak şöyle buyurulur:
"İşte yaptıklarınıza karşılık olarak size miras verilen cennet budur." (Zuhruf: 72)
Hiç kimse iyilikleri sebebiyle cennete giremez. Oraya Allah-u Teâlâ'nın lütfu ve ihsanı ile girilir. Şu kadar var ki derecelere sâlih amellere göre nâil olunur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İnanmış ve sâlih ameller yaparak Rabb'ine gelenlere en yüksek dereceler vardır." (Tâhâ: 75)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Her kim Allah'a ve O'nun Resul'üne iman eder, beş vakit namazı kılar, Ramazan orucunu tutarsa, Allah onu cennete koymayı vadetmiştir. O kimse ister Allah yolunda cihad etsin, isterse doğduğu yerde (evinde) otursun."
Bunun üzerine Ashâb-ı Kiram:
"Yâ Resulellah! Bu haberi halka müjdeleyebilir miyiz?" dediler.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Cennette yüz derece vardır. Allah onu Hakk yolunda cihad edenlere hazırlamıştır.
İki derece arasındaki mesafe gökle yer arasındaki mesafe gibidir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1179)
Cennette köşklerin, tahtların, halıların, ipekli elbiselerin yanında cennet sakinleri ziynet olarak; altın, inci ve gümüşten bilezikler, yüzükler de takınırlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Adn cennetleri... Oraya girerler..." (Fâtır: 33)
"Orada altın bilezikler takınırlar ve incilerle süslenirler." (Fâtır: 33 - Hacc: 23)
Cennete girmekle kalmazlar, derecelere yükselirler. Bâtınlarındaki iman nuruna mükafat olarak zahirlerini de tarifi mümkün olmayan ziynetlerle tezyin ederler. Oysaki birçokları dünyada iken bu gibi süslerden yoksundular.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Orada altın bilezikler takınırlar." (Kehf: 31)
"Gümüş bilezikler takınmışlardır." (İnsan: 21)
Cennetliklerin elbiseleri ve ziynetleri cennetteki diğer zevklere uygun olarak en yüksek kemaline ulaşmıştır.
Altın ve gümüşle ziynetlenmek dünyada hanımlara mahsus ise de ahiret dâr-ı teklif olmadığından erkekler de takınabilecekler. Cennetlikler hiçbir şeye hasret kalmazlar.
Onlar isteklerine göre bazen sadece altın, bazen sadece gümüş, bazen de inci takınırlar. Birisinin bileğinde hepsinin bulunması da mümkündür.
Altının parlaklığına karşılık gümüşün rengindeki beyazlık karışınca apayrı bir güzellik vereceği şüphesizdir. Şu da unutulmamalıdır ki, bu altın ve gümüş, o âleme mahsus altın ve gümüştür. Bizim basit zihin ve idrakimize anlatılabilmesi için bu şekilde misal verilmiştir.
Kur'an-ı kerim'de cennetlerden sözedilirken altlarından ırmaklar aktığından haber verilmektedir:
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, şüphesiz ki Rabb'leri onları imanları sebebiyle altlarından ırmaklar akan nimet cennetlerine erdirir." (Yunus: 9)
"İşte onların mükâfatı, Rabb'leri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır.
Çalışanların mükafatı ne güzeldir!" (Âl-i imran: 136)
Muaz bin Cebel -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennetin en yüksek ve en uygun yeri Firdevs'tir. Arşurahman bunun üstündedir. Cennetin bütün nehirleri buradan fışkırır.
Allah'tan istediğiniz vakit Firdevs'i isteyiniz." (Tirmizi: 2650)
Cennette ırmaklardan başka ayrıca pınarlar ve çeşmeler de fışkırır. Her ferdin kendi pınarı olduğu gibi herkesin faydalandığı umumi pınarlar da vardır. Bu hususta aralarında çekişme ve sürtüşme olmaz.
Dünyada iken küfürden ve diğer günahlardan nefsini sakındıran muttaki kullar cennette bağlar ve bahçeler içinde, akan pınarların kenarlarında refah ve saadet içinde yaşarlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Orada akıcı bir kaynak vardır." (Ğâşiye: 12)
"Muttakiler Rabb'lerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar.
Çünkü onlar bundan önce dünyada güzel davranırlardı." (Zâriyat: 15-16)
Bu pınarlar o bahçelerde gezilebilecek yerlerin sonuna kadar akar. Orada hiç kimse susuzluk görmez ve hiç susamaz. İçmek isteyen zevk için içer. Bu pınarların akışlarını seyretmek bile insana ayrı bir huzur verir.
Kâfur; beyaz ve hoş bir renkte, güzel kokulu, tabii olarak kalbi kuvvetlendirme özelliği bulunan bir şeydir.
"Ebrar" adı verilen itaatkâr müminler orada cennet kâfuru ile karıştırılmış içkiyi kaselerden içerler.
Âyet-i kerime'de:
"Ebrar (iyiler), kâfur katılmış dolu bir kaseden içerler." buyuruluyor. (İnsan: 5)
O kaseleri hiç durmadan dolu dolu akan ve sonsuz hayat kaynağı olan bir pınardan doldururlar:
"Bu öyle bir pınardır ki, ondan Allah'ın kulları içer, istedikleri yere onu kolayca akıtırlar." (İnsan: 6)
Nereye isterlerse pınarın suyu sühuletle o tarafa gider. Onlar da diledikleri gibi kana kana içerler ve lezzet alırlar.
Kâfur kokulu cennet şarabından içenlere birinci Âyet-i kerime'de "Ebrar", ikinci Âyet-i kerime'de ise "Allah'ın kulları" tabiri kullanılmıştır.
"Ebrar"; iyilik yapıp ihsanda bulunan, Allah-u Teâlâ'nın hakkını edâ edip sözünü yerine getiren kimse manalarına gelir. Onlar bu yüksek ikramlara bu vasıflarından dolayı nail olmuşlardır.
"Allah'ın kulları" tabiri ile de Allah-u Teâlâ onları kendisine izafe etmiş, şereflerini artırmıştır.
Zencefil hoş kokulu bir baharattır. Bazı içeceklere katılınca hoş bir lezzet ve koku meydana getirir. İştah açıcı özelliği vardır. Mideyi bozmaz, ekşimeye sebep olmaz, sindirime kolaylık verir. Fakat cennetteki zencefil ise apayrı bir nefasettedir, dünyadaki ile kıyas bile edilmez.
İşte "Ebrar" adı verilen "Allah'ın kulları", bazen kâfur kokusu ile karışık cennet şarabından doldura doldura içtikleri gibi; kimi zaman da kendilerine muayyen bir ölçü dahilinde zencefil karıştırılmış cennet şarabı içirilir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlara orada bir kaseden içirilir ki, karışımında zencefil vardır." (İnsan: 17)
Kâfur karışımı şaraptan içen "Ebrar" hakkında "İçerler" tabiri kullanılırken burada "İçirilir" tabiri geçmektedir. Şüphesiz ki bu daha yüksek bir makamdır.
Bu şaraplar hiçbir zaman kurumayan coşkun bir pınardan alınmaktadır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O pınara Selsebil adı verilir." (İnsan: 18)
"Selsebil" tatlı su demektir. Tatlılığından ve berraklığından dolayı boğazdan sühuletle, kolaylıkla geçer. İçenlerin arzularına uygun bir şekilde, gözlere sürur veren ahenkli bir akışla akar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde "Ebrar" adı verilen müminlere bahşedilecek ikram ve ihsanları arzederken şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerine ağzı kapalı, mühürlü, saf bir içki içirilir. Sonunda misk kokusu bırakır." (Mutaffifin: 25-26)
Onun içine hiçbir şey karışmamıştır, tortusu da yoktur. Allah-u Teâlâ onlara o içkiyi öyle güzelleştirmiştir ki, sonunda misk gibi olur. Mühürlü olması, içecek olanların şerefini artırmak içindir. Bu mühürleri ancak kendileri açabileceklerdir. Bu ise ona ihtimam gösterildiğini belirtir.
Böyle pek nefis bir nimete nail olanlara elbette ki imrenmek gerekir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Yarışanlar bunun için yarışsınlar, imrenenler buna imrensinler." buyuruyor. (Mutaffifin: 26)
Âyet-i kerime'lerde geçen saf içkinin bir vasfı da:
"Onun karışımı Tesnim'dendir." (Mutaffifin: 27)
"Tesnim"; cennet içkilerinin en güzeli, en üstünü ve en değerlisidir. Cennetin gayet yüksek yerlerinden geldiği için Tesnim denilmiştir.
Ebrar olanlara o saf içkiden içirileceği zaman içine Tesnim'den de bir miktar karıştırılır. Katık olarak verilir. Bu da onlar için büyük bir lütuftur.
Tesnim'i katıksız olarak içmek Allah-u Teâlâ'ya yaklaştırılmış olan "Mukarreb"lere mahsustur.
Cennet şaraplarının en güzeli ve en değerlisi olan Tesnim'den "Mukarreb"ler saf olarak aynen içerler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Bu öyle bir pınardır ki, ondan sadece Allah'a yakın olan Mukarrebler içer." (Mutaffifin: 28)
Bu manevi kurbiyete mazhar olamayanlar o pek güzide pınarın suyundan içmek şerefine nail olamazlar.
Tesnim adı verilen bu pınar Mutaffifin sure-i şerif'inin 25. Âyet-i kerime'sinde geçen "Ağzı mühürlü saf içki"den daha üstün ve daha güzeldir.
Cennette gece ve gündüz yoktur, hep aydınlıktır. Sürekli ve aynı rahatlıkta ve güzellikte bir havası vardır. Ne terletecek kadar sıcak, ne de üşütecek kadar soğuktur. Devamlı gölgelidir. Her taraftan gayet tatlı misk kokulu serin bir rüzgar eser.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Biz onları koyu bir gölgeye koyacağız." buyuruyor. (Nisa: 57)
Bakış zevki ayrı, faydalanma zevki ayrı... Ancak cennetteki gölge böyle olabilir.
"Uzamış gölgeler altında." (Vâkıa: 30)
"Ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk." (İnsan: 13)
Ne rahatsız edici hararet, ne de eziyet verici soğuk..
Halbuki kâfirler cehennemde pis kokulu, çok sıcak kara duman gölgesinde bulunmaktadırlar.
Allah-u Teâlâ farzları yerine getirip haramları terkeden, kulluk vazifelerini yerine getirmekte bir an tereddüt göstermeyen muttaki kullarına cennette hakiki gölgelikler, tatlı pınarlar, canlarının çektiği çeşit çeşit enfes meyveler hazırlamıştır.
"Muttakiler ise gölgeler altında ve pınar başlarındadırlar." (Mürselât: 41)
Cennette meyveli-meyvesiz ağaçlar, asmalar, palmiyeler, her mevsim yetişen ve yeme yasağı bulunmayan en güzel meyveler bulunur.
Birçok Âyet-i kerime'lerde gölgelerden, dallardan, sarmaş dolaş olmuş koyu yeşilliklerden, meyveleri kolayca toplanabilen ağaçlardan bahsedildiği gibi; hususi olarak hurma, nar, reyhan, kiraz, muz gibi ağaç ve bitkilerden söz edilir.
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennette öyle bir ağaç vardır ki, idmana çekilmiş süratli bir ata binen kişi, yüz sene gider de onun gölgesini bitiremez." (Müslim: 2828)
Bu ağacın Tûba ağacı olduğu söylenir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"(Onlar) dikensiz kirazlar." (Vâkıa: 28)
"Meyveleri sarkmış dizili muz ağaçları." (Vâkıa: 29)
"Beğendikleri meyveler." (Vâkıa: 20)
"Bahçeler ve üzümler." (Nebe: 32)
"Orada onlar için her çeşit meyveler vardır." (Yâsin: 57)
"Bütün arzuları yerine getirilir." (Yâsin: 57)
Kur'an-ı kerim'de cennet nimetleri sayılıp açıklanırken meyve ve etten ismen anılarak dikkatler bu iki maddeye çekilmektedir:
"Onlara canlarının istediği meyveden ve etten bol bol veririz." (Tûr: 22)
Bu iki nimet dünya hayatında insanın dengeli beslenmesi için son derece lüzumludur. Ahiretteki meyve ve et ise dünyadakilerden çok farklıdır sırf zevk ve lezzet almaları için, canlarının çektiği anda onlara bu gibi çeşitli nimetler bahşedilir.
Bal ve süt ile kudret helvası cennet yemekleri arasında zikredilmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bu nimetlerini iştah ile beraber zikretmektedir. Orada herkesin her istediği her zaman mevcut olduğu için canlarının istemesi, yani iştahları onlara sıkıntı vermez. Dünyada nice insanlar var ki, bir şeye karşı arzusu olduğu halde, onu bulamaz veya elde etmeye gücü yetmezse, bu durum ona sıkıntı verir. Nice insanlar da vardır ki, nimet elindedir, arzusu da vardır, fakat hastalık vesaire gibi manilerden dolayı nimeti yiyip içmekten mahrum olursa, o zaman onun bu arzusu da ona azap verir. Amma iştahı olur, nimet de bulunur ve o nimetten istifade etmeye bir mani olmazsa, o arzu ona ayrıca bir nimet olur.
Şu halde cennette hem arzu hem de arzu edilen nimetler, her an hazır olduğu için hiçbir sıkıntıları olmaz.
Orada insanın iştahını açan kuş etleri de vardır.
Âyet-i kerime'de:
"Canlarının çektiği kuş etleri." buyuruluyor. (Vâkıa: 21)
Şüphesiz ki cennetin kuşları da dünyadakilerden çok farklıdır. Etlerinin posası yoktur. Her biri ilâhi kudret eliyle yaratıldığından son derece nefis ve lezzetlidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz İbn-i Mesud -radiyallahu anh-a "Sen cennette iken canın kuş arzu edecek, o da senin önüne kızarmış olarak düşüverecektir." buyurmuşlardır.
Ateşten kendilerine elbise biçilmiş olan cehennemliklerin elbiselerine karşılık, cennetliklere de son derece kıymetli ve değerli elbiseler giydirilir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lütfeder." buyuruyor. (İnsan: 12)
Onlar din-i mübin'in emir ve yasaklarını gözetirken gördükleri zahmet mukabilinde sabır ve sebatlarına mükâfat olarak şimdi bu lütuflara nail olmuş oluyorlar.
"Elbiseleri de ipektendir." (Hacc: 23 - Fâtır: 33)
Çünkü ipek elbisenin hem göz kamaştırıcı bir hususiyeti vardır, hem de bir ziynettir. Fakat o ipek dünyadakinden çok çok üstün ve değerlidir.
Elbiseleri ipekten olduğu gibi yatakları ve perdeleri de ipektendir.
Altın, gümüş ve sırf ipekten dokunmuş elbise ile ziynetlenmenin haram olması dâr-ı teklif olan dünyaya mahsustur. Ahiret dâr-ı teklif olmadığı için orada bunlar en güzeli ile müminlerin istifadesine arzedileceklerdir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Altın ve gümüş kaptan su içmeyin! Dibâ ve ipeği de giymeyin! Çünkü bunlar dünyada onların; ahirette, kıyamet gününde ise sizindir." (Müslim: 2067)
Allah-u Teâlâ'ya ve ahiret gününe iman eden müminler cennete girince, anlatılmayacak derecede sevinçli ve mutludurlar, ilâhi nimetlere garkolurlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz ki iyiler nimet cennetindedirler." (Mutaffifin: 22)
Cennetlerdeki nimetler orada bulunan herkesi doyasıya ihata eden nimetlerdir. Her şey Allah-u Teâlâ'nın kudret eliyle hazırlanmıştır. Bunların vasıflarını bütünüyle anlamamız veya kavramamız imkânsızdır. Allah-u Teâlâ kullarının anlamalarına kolaylık sağlamak için o nimetleri dünya nimetlerinin isimlerini anarak haber vermektedir.
"Orada yükseltilmiş tahtlar vardır." (Ğâşiye: 13)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e bir bedevi gelerek "Yâ Resulellah! Bana bir amel göster ki, onu yaptığım zaman cennete gireyim" dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Allah'a ibadet eder, ona hiçbir şeyi şerik koşmazsın. Farz olan namazı dosdoğru kılarsın, farz kılınan zekâtı verirsin. Ramazan'ı da tutarsın." buyurdu.
Bedevî:
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ebediyen bundan ne fazla bir şey yaparım, ne de eksik bırakırım." dedi.
O dönüp giderken Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
"Cennetlik bir adam görmek isteyen şu zâta bakıversin." (Müslim: 14)
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'in birçok Âyet-i kerime'lerinde kullarını cennete girmeye ve salih ameller işlemeye teşvik etmektedir.
Bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Ey insanlar! Rabb'iniz tarafından bağışlanmaya; Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşun!" (Hadîd: 21)
Böylesine geniş ve ferah cennete ve mağfirete nail olmak; hiç şüphesiz ki Allah'a ve Peygamber'ine dosdoğru iman etmek, sevapları ve dereceleri elde etmeye vesile olan itaatları işlemek, haramları terketmekle olur.
"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid: 21)
Fakat:
"Kim Allah'a şirk koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar." (Mâide: 72)
Çünkü cennet, bir olan Allah'a inananların yurdudur.
"Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilmiş olsalardı!" (Ankebut: 64)
Eğer insanoğlu bu dünya hayatının imtihan için verilmiş bir süre olduğunu ve insan için gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu bilselerdi, bu hazırlık ve imtihan dönemini oyun ve eğlence ile geçirmez, her dakikasını ebedi hayatları için hazırlık yaparak geçirirlerdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de birçok Hadis-i şerif'lerinde ümmetini bu hususta teşvik etmişlerdir.
Buyururlar ki:
"Cennet için kollarını sıvayıp paçasını toplayan bir kimse yok mudur?
Çünkü cennetin hiçbir suretle yok olma endişesi yoktur.
Kâbe'nin Rabb'i hakkı için, o bütünüyle ışıl ışıl ışıldayan nurdur, titreşip duran reyhandır, sağlam saray, akıp duran nehirdir, olgunlaşmış meyve, güzel ve çekici eştir, sayısı belirsiz kat kat elbiselerdir. Selâmet yurdunda sonsuz makamdır. Yüksekçe yerlerde yeşil meyve, hayır ve nimettir."
- Yâ Resulellah! Biz kollarımızı sıvayıp, paçalarımızı topluyoruz.
"İnşaallah deyiniz!"
- İnşaallah..." (İbn-i Mâce. Zühd: 39)
Enes bin Malik -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Her kim Allah'tan üç kere cennet dilerse, cennet 'Allah'ım! Onu cennete sok!' diye duâ eder.
Her kim de cehennemden üç kere aman dilerse cehennem 'Allah'ım! Ona cehennemden aman ver!' diye duâ eder." (Tirmizi: 2691)