Esirler arasında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in damadı, Hazret-i Zeynep -radiyallahu anhâ-nın kocası Ebul-Âs bin Rebi' de bulunuyordu.
Ebul-Âs'ın annesi Hâle bint-i Huveylid, Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in kızkardeşi idi. Hatice -radiyallahu anhâ- yeğenini Zeynep -radiyallahu anhâ- ile evlendirmesini Resulullah Aleyhisselâm'dan istirham etmiş, o da muvafakat buyurmuştu.
Ebul-Âs Mekke'de ticaret sahasında soylu kişilerdendi, fakat iman etmemişti. Kureyş müşrikleri ona: "Muhammed'in kızını kendinden ayır, biz seni Kureyş kadınlarından hangisini istersen onunla evlendiririz." demişlerse de: "Hayır, vallahi ben zevcemden ayrılmam, onun yerine Kureyş kadınlarından bir kadının benim karım olmasını da istemem." diye karşılık verdi. Resulullah Aleyhisselâm onun hayırlı bir damat olduğundan her zaman takdirle bahsederdi.
Mekkeliler esirleri kurtarmak için fidye göndermeye başladıkları zaman, Hazret-i Zeynep de Ebul-Âs için biraz mal ile annesi, bütün müminlerin annesi Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in düğün hediyesi olarak boynuna taktığı gerdanlığı çıkarıp göndermişti.
Ana yâdigarı gerdanlığın tellal elinde gezen satılık mal gibi esaret fidyesi olarak ortaya çıkması Ashâb-ı kiram'a çok ağır geldi. Resulullah Aleyhisselâm ise gerdanlığı görür görmez son derece rikkate geldi ve:
"Bir annenin hatırasını kızına bırakmak muvafık olmaz mı? Eğer uygun görürseniz Zeyneb'in esirini de fidyesini de geri çeviriniz." buyurdu.
Ashâb-ı kiram memnuniyetle kabul ettiler, Ebul-Âs'ı serbest bıraktılar. Ana yâdigârı gerdanlığı da Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ-ya iâde ettiler. (Ebu Dâvud: 2692)
Ebul-Âs Mekke'ye döndükten sonra Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ-yı boşamış ve Medine'ye göndermişti. Kendisi de Şam'a gitti ve Mekke ile ticarete başladı. Mekke'ye dönerken müslümanların eline düştü, malları zaptedildi. Medine'ye gelerek eski zevcesi Hazret-i Zeyneb'in -radiyallahu anhâ-nın himayesine sığındı. Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ- Ebul-Âs'ı şefkatle seviyordu. Fakat müslüman olmayı reddetmesi, beraber olmalarına mâni teşkil ediyordu. Himayesine aldığında, müslümanlar mallarını iâde ettiler.
Bu ikinci lütfu da gören Ebul-Âs, Mekke'ye giderek borçlarını hesaplarını tasfiye etti. Onlara: "Birinizin bende alacağı var mı?" diye sordu. "Hayır yok!" dediler. Bunun üzerine Medine'ye gelerek müslüman oldu. Resulullah Aleyhisselâm da zevcesini ona iâde etti.
Yaşının küçük olması sebebiyle savaşçı olarak katılmayan, Bedir'de savaş alanının gerisinde bir su birikintisinden su içerken müşrikler tarafından gelen bir ok ile şehit olan Hârise bin Sürâka -radiyallahu anh-in annesi Rubeyyi' bint-i Nadr -radiyallahu anhâ- Bedir dönüşünde: "Yâ Resulellah! Hârise'nin halinden bana haber verir misin? O serseri bir okla öldürülmüş. Oğlum cennette ise sabrederim, değilse gücümün yettiği kadar ağlarım." demişti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
"Yâ Ümmü Hârise! O bir cennette değil, cennetlerdedir. Cennette birçok dereceler var, oğlun bunlardan Firdevs-i âlâ'da, en yüksek dereceye erişmiştir." buyurdu. (Buhârî)
Hârise -radiyallahu anh-, Bedir'in Ensâr'dan ilk şehididir.
Mekke'deki akislere gelince;
Kara haberin ilk gelişinde, kimse inanmak istemedi. Çünkü kimse böyle bir şey beklemiyordu. Gerçek olduğu anlaşılınca yıldırımla vurulmuşa döndüler. Ebu Leheb kahrından hastalanmış, bir hafta sonra da ölmüştü.
Önce mâtem tutmak istediler, sonra vazgeçtiler. Mâtem tutarlarsa, bu haber Medine'ye ulaşır, buna da ayrıca sevinirler diye çekindiler. Gözyaşlarını içlerine döktüler.
Sineleri kor olmuş yanıyordu. "Hayat artık yaşamaya değmez!" diyenler vardı. Kimisi intikam alınmadıkça koku sürünmeyeceğine, kimisi başına su değdirmeyeceğine yemin ediyorlardı.
Kureyş uğradığı acı mağlubiyete rağmen uslanmamıştı. Savaşın peşini bırakmıyor, tahriklerine devam ediyordu.
Ebu Cehil'in yerine başkanlığa getirdikleri Ebu Süfyan bin Harb ile birlikte müslümanlardan intikam almak için topluca and içtiler.
Bedir zaferi fetihler zincirine bir başlangıç oldu. Böyle fevkalâde bir zaferin elde edilmesi İslâm dininin bütün Arap yarımadasında duyulmasını, yayılmasını ve itibar kazanmasını sağladı. Civardaki kabilelere de gözdağı verilmiş oldu.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı Resulullah Aleyhisselâm'a daha yakın olmak, söylemiş olduğu sözleri duyabilmek arzusu ile bir araya üşüşüp birbirlerini sıkıştırırlardı. Suffe'de bulunduğu bir sırada, aralarında Sâbit bin Kays -radiyallahu anh-in de buluduğu bir grup Bedir gazisi geldiler. Resulullah Aleyhisselâm Bedir gazilerine çok iltifat eder, ikramda bulunur, onlar geldiği zaman yer açılmasını arzu ederdi. Bu gelenlere yer açılmadığını görünce, bazı kimselere işaret ederek yerlerinden kalkmalarını emir buyurdu. Onlar da kalktılar, fakat Resulullah Aleyhisselâm'a yakın olmak şerefinden mahrum kalmaları kendilerine ağır geldi. Münâfıklar ise bunu tenkit ederek ileri geri konuşmaya başladılar.
Bunun üzerine inen Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Size meclislerde: 'Yer açın!' denilince yer açın ki, Allah da size genişlik versin. Size: 'Kalkın!' denilince de kalkın." (Mücâdele: 11)
Çünkü kalkmayı gerektirecek bir zorunluluk vardır, bunu size emreden kimseye itaat ediniz.
Genişlik açanlara Allah-u Teâlâ'nın vermiş olduğu bu genişlik vaadi, insanların genişliğe talip oldukları rızık genişliğinden kalp genişliğine varıncaya kadar her hususu kapsayan mutlak bir genişlik vaadidir.
"Allah işlediklerinizden haberdar olandır." (Mücâdele: 11)
Büyük ve küçük hiçbir hadise, hiçbir haber, hiçbir zaman O'ndan gizli kalmaz.
Kimlerin yükselmeye hak kazandıklarını, kimlerin de kazanmadıklarını bilir.