İbrahim Aleyhisselâm'ın Hazret-i Allah'a şöyle bir niyazı var:
"Allah'ım benden sonra kulların arasında güzel bir ün bırak, sevgi bırak, nam bırak."
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık." (Sâffât: 108)
Fakir de şöyle duâ eder: "Rabb'im nurunun yayılmasını ve benden sonra güzel bir hâl bırakmanı istiyorum, niyaz ediyorum."
Çünkü iyilikten çok hoşlanıyorum, kötülükten hiç hoşlanmıyorum. Rızâ yolunda Allah'ın nurunu yaymak için herkesin hoşnutluğunu kazanayım, kimsenin nefretini kazanmayayım istiyorum. Çünkü Allah'ın nurunu yaymak için gönderilmiş bulunuyorum. Allah'ım beni lütfuyla desteklesin, kendi nurunu kendi yaysın.
Bizim geçmiş peygamberlerle Allah-u Teâlâ dilerse yakın ilgimiz var. Biz onlardan uzak değiliz. Bir tanesini anlatayım:
Karşı tarafta oturuyordum. Cuma namazını bekliyordum. Aniden çok şiddetli bir yıldırım geldi. Rahmetli Mehmed Efendi yerinden kalktı ve "Bu yıldırım nereye düşecek" dedi. Yıldırımın ışıklarından biri patladı ve önüme düştü. O anda kasette şu Âyet-i kerime okunuyordu:
"Allah onu ateşten kurtardı." (Ankebût: 24)
Âyet-i kerime okunurken ampul geldi önüme düştü. Yani; "Biz onu kurtardık, seni de felâketten biz kurtardık. Ona yaptığımızın aynısını sana yapıyoruz." dedi Rabb'im.
Kimse bunun farkında değil. O büyük yıldırımda bir tek lamba fırladı önüme düştü. Başka hiçbir şey olmadı. Yani; "Ona verdiğimizi sana da verdik. Onu kurtardığımız gibi seni de kurtarıyoruz." Onun için Cenâb-ı Hakk onlarla bizim çok yakın ilgimizi kurmuştur. Yeter ki biz yolunda bulunalım, emrine itaat edelim, nehyinden içtinap edelim. Ötesini bırakın.
Bütün gayem Allah'ıma yakın olmak. Allah-u Teâlâ dilerse dünya ve ahirette lütfeder. Mühim olan Hazret-i Allah ile dostluk, O'nunla dostluk ettin mi halk bir tarafta kalır. Çünkü bizi Allah-u Teâlâ yarattı, yoktan var etti, nimetlere gark etti, nimetlere kavuşturdu. Nefesimizi alıp verdiriyor.
Allah-u Teâlâ'ya sonsuz şükürler olsun, O'nun için hep O'nunla olmalı, O'nunla ölmeli, O'nunla dirilmeli...
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri niyetinden ötürü onu seviyor. Bu niyet nedir? Başlıcası imanı kurtarmak, nuru yaymak, küfrü kaldırmak gaye bu. Onun için bu vazife ile göndermiş. Destekleyecek olan da O'dur, lütfedecek olan da O'dur. Yeter ki, mahlûk harekete geçsin ki, O desteklesin.
Bir gün Medine-i Münevvere'de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tecelli ettiler ve şöyle buyurdular:
"Çatır çatır, çatır çatır kafalarına vuruyorsun. Gerçekten tebrike şayansın."
Demek ki memnunlar.
Beş dakika sonra çıktılar:
"Gerçekten tebrike şayansın."
Rabb'ime sonsuz şükürler olsun.
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bizzat onunla yetinip karar kılar." buyurması budur.
Her şeyi görüyor, seyrediyor. Görüyor, icraatlardan memnun oluyor.
İslâm'ı bölüp, yok etmek istiyorlar, fakat kendileri yok oldular. İslâm nuru galip geldi.
Onun için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor ki:
"Onlarla harp eden ordunun Allah yanındaki yerini bilseler hiçbir iş yapmazlardı." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1783)
Bize Allah yeter! Çünkü başka sığınağımız da yok. Bize başka Mevlâ bildirmedi, kendisinden başka. Bu bizim için en büyük bir lütuftur. Putlara taptırmadı. Bu bölücülerin liderleri birer puttan farksızdır. İtimat edin durumlarını görür gibiyim, duracağı yeri görüyorum. Çünkü Allah-u Teâlâ dilediği zaman bize gizli şeyleri gösterir, biz inanarak konuşuruz, bilerek konuşuruz, görerek konuşuruz. Niçin? Görüyorum çünkü. Amma halk görmüyor, zamanla görür. Allah-u Teâlâ'nın lütfu ile, desteği ile, göstermesi ile çatır çatır çatır konuşuruz. Biz o zaman söyleriz. Niçin? O zaman gösterdiği için. Elhamdülillâh! Bu bir lütuf değil midir?
En büyük lütuflardan birisi de hak ile bâtılın arasını ayırmak için berzah yapmış.
"(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!" (Mürselât: 4)
Allah-u Teâlâ'nın emir ve nehiylerini ümmetlerine tebliğ eden peygamberler ve onların vekilleri de bu Âyet-i kerime'nin şümulüne girmektedir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Acı ve tatlı sulu iki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahmân: 19-20)
Bu karışmamanın bâtınî mânâsı; Allah-u Teâlâ hakikati de salmıştır, dalâleti de salmıştır. Fakat aralarında mürşid-i kâmil vardır, birbirine karışmazlar.
İşte Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl" kitabında Hâtemü'l-enbiyâ olan Resulullah Aleyhisselâm'ın bu zâtla yetindiğine ve kendisinden sonra onun varlığını kâfi gördüğüne işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu yerde onunla iftihar eder, Allah da bu makamda onun ismini yüceltir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bizzat onunla yetinip karar kılar." (Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resul, c. 1, s. 619-620)
Peki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in onunla yetinip karar kılması nasıl olur?
Bu öyle büyük bir sırdır ki, pek çok evliyâullah bu sırrı gizlemiş; yalnız bu ifşaatlarında Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- ve Şerâfeddîn Dağıstânî -kuddise sırruh-, Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri gibi zevât-ı kirâm ifşa etmişlerdir.
Şerâfeddîn ed-Dağıstânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Menâkıb-ı Şerefiyye" adlı eserinde bildirdiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hicret edeceği gece, Cebrâil Aleyhisselâm'dan müşriklerin ve cinlerin kendisine saldırmayı planladıklarını haber almış, bu yüzden kendisine "Üzüntü ve keder ârız olmuş"tu. Hazret-i Cebrâil ona üzüntüsünün sebebini sormuş, o da:
"Efrâd-ı ümmetimden çok kimseler, bunların adâvetinden çobansız kalan davar gibi mahv olur ve helâk olur diye düşünüyorum!" buyurmuştu.
Bunun üzerine "emr-i Hakk üzere" Cebrâil Aleyhisselâm "ekâbîr ricâlullâh hazerâtından birkaç zâtı dâvet ederek, birer tâife" hâlinde "huzûr-u Resulullâh"a dizmiş, bu "birkaç zât"ı gören Resulullah Aleyhisselâm'a "itminân-ı kalb hâsıl" olmuştu.
Şerâfeddîn ed-Dağıstânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu sözü doğduğunu müjdelediği zâtın, Hakîm et-Tirmizî'nin bin sene önce âhir zamanda geleceğini söylediği ve hakkında "Resulullah onunla sevinir ve gözü aydınlık olur." dediği "Hâtemü'l-evliyâ" olan zât olduğunu ortaya çıkarıyordu.
Hazret eserinde ondan söz ederken; "Cenâb-ı Hakk"ın ona henüz kendisini "halketmezden evvel, 'velâyet-i 'ulyâ' (en yüksek velâyet) makâmını tevcîh ve ihsân" buyurduğunu söylemiştir.
Hazret, işte bu "ulu zât"ın Resulullah Aleyhisselâm'a tek başına birer "tâife" olarak takdim edilen zâtlar arasında yer aldığına eserinde işaret ederek, onun "Âlem-i Lâhût, Âlem-i Ceberût, Melei'l-alâ, Sidre-i müntehâ isimli dört âlem ve makâmât-ı mübârekede" Allah'a "sırr ve rûh ile ibadete devam eden zât" olduğunu söylüyor; hatta hakkında "dâr-ı dünyaya teşrîfinden itibaren o makâmât-ı mübârekeyi rûh ve cesedle otuz üç kerre ziyâret buyurmuştur. Bu zât dahî, Cibrîl tarafından Efendimiz'e gösterilen zevâtın içindedir." diyerek, onu açık bir dille müjdeliyordu.
Onun en çok göze çarpan alâmetlerinden birisi de; "halk ve insanların kendisine karşı olan inkârına sabretmek" ti. Demek ki ondan halkın anlayamayacağı birtakım fiiller zuhûr edecek ve bu durum bazı kendini bilmezlerin, kendisine karşı düşmanlıkta ve inkârda bulunmalarına sebebiyet verecekti. ("Menâkıb-ı Şerefiyye", s. 48, 112, 168-170)
•
– "Rüyâmda biz kardeşlerle dersteydik. Amma siz derse katılmamıştınız. Beyaz bir kıyafet giymiş olarak geldiniz, Mehmet Efendi biz derse katılmadık ama sizi şu şu Evliyâullah'a teslim ettik dediniz."
– "Bunun sırrını şöyle açayım:
Bu akşam toplantı mahallindeyken çok hasta idim. Ben bu akşam rahatsızım siz idare edin dedim. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri çıktı idareyi eline aldı. Bir saate erince "Ben çekileyim!" dedim. "Yok siz varsınız diye biz geliyoruz" dediler.
Yani ben hayattayım, öleyim devam edin. Burası boş değil. Allah'ım boş bırakmasın. Daima lütuf, feyiz ve bereketini ihsan buyursun. Buraya Ravza-i mutahhara'nın şubesi denmiş. Onun için ben hayatta olayım, öleyim siz devam edin."
•
"Bütün Evliyâullah burayı severler, Resulullah Aleyhisselâm'ın nazarı burada diye buraya gelirler. Birçok kimse buraya geliyor, çünkü burası Ravza-i mutahhara'nın şubesi demişizdir."