1994 yılında Türkiye devleti Batı'nın direktifleriyle, baskı ve şantajlarıyla daha fazla ekonomik girdi sağlayacağına inandırılarak "sömürge anlaşmalarından" birisi olan Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzaladı. Sonra Batının malları istediği gibi Türkiye içine sokulmaya başlandı. Millet bunu büyük bir başarı olarak algıladı, alkışladı, esaret anlaşmasını imzalayanları ödüllendirdi!
Sonra Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamak için imzayı bastı. Neticede bu mahkemenin verdiği kararları istese de istemese de uygulamak ve yerine getirmek mecburiyetinde kaldı. Gerek Kıbrıs ve gerekse yurt içinde başımızı belaya sokan çok yanlı ve taraflı kararların aleyhimize neticelenmesi sonucunda milyarlarca Euroluk tazminatlar ödemek zorunda kaldık.
Avrupa Birliği, Türkiye'yi yedeğinde tutarak pek çok Sevr isteklerini dayatıyor, uygulanması için bastırıyor; yerli ve yabancı unsurları kullanıyor, müdahalelerde bulunuyor. Yetmediği gibi oyalama tetkikleri ile istediği tavizleri koparıyor. Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin ve diğer ekalliyetlerin istekleri doğrultusunda, Batının istek ve baskıları neticesinde bu milletin kanlarıyla, canlarıyla emanet ettiği vatan topraklarının tapuları birer birer sahiplerine(!) büyük bir imtiyaz gibi verilmeye başlandı.
Türkiye'de yakın zamanda yüzlerce kilisenin ihya edildiği, onarıldığı, faaliyete geçmese bile devletin kasasından yüklü miktarda ödeneklerle hıristiyanlık dünyasının emrine verilecek şekle sokulduğu bilinmektedir.
Ecdat yadigârı eserler çürümeye, yıkılmaya, yok olmaya mahkum edilirken vatan toprakları üzerinde yeni bir Hıristiyanlık inşasına girişilmektedir. Van Gölü'ndeki Akdamar Ermeni Kilisesi'nin büyük meblağlarla onarılmasından ve devlet töreni ile Ermenilerin emrine sunulmasından sonra sıra ayinlerin yapılmasına gelmiş; turizm patlaması! adına görkemli açılışlar yapılmış ve hıristiyan dini törenlerine başlamışlardır.
Fener Rum Patriği yıllar evvel Anadolu'da hizmete açılan bir kilisede ayin yönetmiş ve ayinden sonra; "Türkiye'nin AB üyeliği, Anadolu'da önceden varolmuş hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir" diyerek günümüzdeki olayların, yeni düzenlemelerin! azınlık haklarının daha fazla verilmesi, tapuların ellerine teslim edilmesi, yeniden bir nüfus yapılanmasına gidilmesi gibi gözle görülen planlarla, artık el altından, sinsice değil, göz önünde, herkesin bakışları arasında sahaya sürülmektedir.
Trabzon'da Sümela Manastırı yine aynı amaçlarla, devlet töreniyle, yardımlarla Rum-Yunan ikilisinin, Fener Patrikhanesi'nin direktifleriyle hizmete! açılmıştır. Yıllardır Hıristiyan-Ermeni faaliyetleriyle emr-i vakileri yaşayan Türkiye "Dinlerarası Diyalog, Medeniyetler İttifakı" adıyla önüne sürülen Haçlı emperyalizminin direktifiyle uçuruma doğru sürüklenmektedir.
Batı, kendisi batarken Türkiye ve İslâm dünyasını da batırmak istemektedir. Zaten emareleri şimdiden görülmeye başladı.
Batının İslâm-Türk düşmanlığı bitecek gibi değildir. Anadolu'nun bütün tapuları hıristiyanlığın emrine verilse bile Türk milleti, hıristiyanlık kininden kurtulacak da değildir.
Azınlıkların hakları kanunla emniyet altına alınmıştır. Herkes bu memlekette rahat ve huzur içinde yaşamaktadır. Hatta hıristiyanlar, museviler daha büyük bir refah içinde sefa sürmektedirler. Kimsenin bunların malında, yerinde, mülkünde gözü yoktur. Zaten asırlar boyunca bu kadar rahat yaşamaları ve hayatlarını sürdürmeleri bu milletin imanı, asaleti, yüksek ahlakı olmasaydı mümkün müydü?
Çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile azınlıklar Lozan'dan sonra kaybetmiş oldukları ne kadar mal varsa hepsini birer birer alacaklardır. Yani ekalliyetler zenginliklerini katlayarak zenginleşeceklerdir.
Lozan Antlaşması'nın 42/4 maddesinde "azınlıklara ait var olan vakıflara, her türlü kilise, havra, mezarlık ve öteki dini kuruluşlara her türlü koruma önlemi almayı Türkiye taahhüt eder…"Bugüne kadar gayr-i müslimlerin malları, canları, namusları, her şeyi Türkiye tarafından yeterince korunmuş, kollanmıştır.
Bu yasaya ek olarak 1936 yılında yabancılara ait malların tapuya kaydı istenmiştir. Tüzel kişiliklerin mevcut mal varlıklarının tapuya tescil edilmesi amaçlanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde belli şartlara göre taşınmaz sahibi olan azınlıkların taşınmazlarının tespiti için Vakıflar Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1936 yılında 6 ay süre vererek 44. maddede belirtilen belgelere dayalı olarak beyanname doldurmaları için azınlık mensuplarından bir belge istenmiştir.
Vakfiyeleri olsun veya olmasın doldurulan bu beyannameler bir bakıma azınlıkların vakıflarının vakfiyesi sayıldı. Gösterilen mallar vakfın mal varlığı olarak kabul edildi. Bu bakımdan azınlıkların vakıflarının sahip olduğu gayri menkullerin tespiti için 1936 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce istenen ve içinde sadece sahip oldukları gayri menkullerin sayı ve adreslerinin bulunduğu listeyi içeren beyannameler halk arasında 36 beyannamesi olarak adlandırıldı.
Türkiye yepyeni bir sürece sokulmuştur. Erdal Şafak hükümetin vakıflar kararını yorumlarken;
"Tek maddelik devrim: Azınlık vakıflarına 75 yıldır mülk edinme yasağı getiren faşizan 1936 Beyannamesi'nin utancı siliniyor. Azınlıkların 1936'dan sonra edindikleri mülklerin devlet tarafından gasp edilmesine neden olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 8 Mayıs 1974 tarihli kararının Türk Hukuk Sistemi'ne düşürdüğü kara leke temizleniyor. AİHM'de başımızı sürekli ağrıtan bir ayrımcılık sona eriyor. Ve nihayet, AB'nin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların sürekli başımızın üstünde sallayıp durdukları 'Demokles' in Kılıcı' ellerinden alınıyor" demektedir. (28.08.2011, Sabah)
Azınlık vakıflarının 1936'dan sonra edindikleri ve 1974'ten sonra Hazine'ye devredilen gayri menkulleri, çıkarılan yeni yasa ile geri verilmeye başlandı. İade edilecekler arasında değeri çok yüksek mülkler, araziler bulunmaktadır.
Türkiye devletinin kuruluşundan günümüze kadar geçen zaman içinde hiç olmayan bir olay gerçekleşiyor ve 162 azınlık cemaat vakfına vakıf mallarının iadesi müjdesi veriliyor. Azınlıklar bayram ediyor.
Elbette azınlıklar bayram edecekler. Bundan sonra yeni alımların olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. tazminat da ardından gelecektir. Özellikle Ermeniler için bu karar özel bir öneme haizdir. Ermenistan sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısı için yıllardır her ülkede taleplerde bulunuyor. 3T formülü ile özetlenen "Tanıma, tazminat, toprak" isteklerini gündemden düşürmüyorlar.
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal konuya çok çarpıcı bir açıklama getirmektedir:
"Rumlara ait olmadığı halde Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nı talep edebilirler. Kurtuluş, Feriköy ve Boğaziçi'nde hiç ilgileri olmayan çok değerli taşınmazları da isteyebilirler.
Burada tapular nasıl çıkartılıyor ona bakmak lazım. Acaba, ... çıkar çevrelerinin rolü var mı? Aldığımız bilgilere göre sahipsiz yerler var. 4 tane Rum bulup, onlara vakıf kurdurtuluyor. 'Biz araziyi bulur sizin adınıza çıkartırız. Ama bunun üzerindeki tasarruf hakkını bize verin. Üzerine villa, gökdelen vs yapalım, siz de kazanın, biz de kazanalım.' şeklinde uygulamalar yapıldığına yönelik şüphe ve iddialar var."
Son olarak önemine binaen Gazi Ün. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Aydın'ın değerlendirmelerinden bir bölümü aktararak noktalayalım:
"Türkiye'de Yugoslavyalaşma sürecinin siyasal anlamda uygulamada olduğu dönemde Endülüsleşme olabilir mi? Endülüs neydi? ne oldu? Endülüs Medeniyeti; İslâmiyetin siyasi, askeri güç ve medeniyet bakımından ortaçağda ulaştığı zirvedir. Yine; Batı Aydınlanması'nın ya da insanlığı değer kaynağı ve aracısı olarak kabul edilmektedir. ...
İspanya Kralı 11. Felipe 22 Eylül 1609 tarihli bir fermanla 1610-1614 yılları arasında (Müslüman) Müdeccenleri (yerleşikleri) İspanya'dan kovar. Bütün, camii, kümbet, medrese ve eşsiz yapıları yıktı. Müslümanları kadın, çocuk fark etmeksizin katlederek İspanya dışına göç etmeye zorlar. 300 bin kadar Müdeccen vatanlarını terk ederler. Böylece Müslümanların İspanya'daki izi büyük oranda silinmiş olur.
Şimdi ise Türkiye'de: cemaati olmayan hemen her yerde açılan kilise evleri, onarılan kiliseler, ayin izinleri son yılların dikkat çeken uygulamalarıdır.
Dinlerarası diyalog adıyla İbrahimi din olarak Yeni Din kabul edilmiştir. Üç din mabedini içeren ortak mabed inşaları sürüyor. İslâm'ın temeli olan Kelime-i şehadette yer alan Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğu cümlesini çıkararak sadece 'Şehadet ederim ki Allah Birdir!' cümlesini yeterli gören Yeni Dinciler, Anadolu'yu Yahudi ve Hıristiyanlara yeniden vermede sakınca görmüyorlar…" (Y.çağ, 02.09.2011)