Dünya ülkeleri hemen tamamı silahlanmada bir yarış içinde bulunuyorlar. Milli ekonomileri alabora eden, yiyip yutan bir silahlanma yarışı insanlığı barışa hasret hale getirmiştir. Ekonomilerini daha çok üretme ve pazarlama planları üzerine kuran özellikle emperyal güçler; silahlanmada başı çektikleri gibi "Silah Sanayi" diye adlandırılan ve insanlığın barışına en büyük darbeyi indiren bir saha açmışlardır. Bunda şimdi ilk sırada ABD bulunmaktadır. Onu Çin, Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere ve İsrail gibi ülkeler takip etmektedir.
Bunca silahın üretildiği bir zamanda muhakkak ki silahı tüketecek "Tüketim Toplumları" üretmek zorunda olduğunun bilincinde olan bu silahlı güçler; tüketim toplumları olarak Üçüncü Dünya Ülkelerini ve özellikle "Kabilecilik" anlayışından bir türlü kurtulamayan Kuzey Afrika, Ortadoğu ülkelerini hedef kitle seçmiştir. Daha çok üretim ve tüketim için bu ülkelerin özel bir plan dâhilinde vuruşturulması, karıştırılması, savaştırılması gerekmektedir. Bunu sağlamak sanıldığı gibi hiç de zor olmamaktadır. Küçük bir kıvılcımın çok pahalıya mal olduğu gerçeği çabuk unutulmakta; ülkeler silahlanma yarışından geri durmamakta ve birbirlerine bir bahane ile saldırmaktan da geri kalmamaktadırlar.
Ülkeleri yöneten liderler, gruplar kolayca ele geçirilmekte, pek çok gaye ile elde edilmekte; gerektiğinde iktidara getirilmekte, ikbal sağlanmakta, zenginleşmesine yol açılmakta ve nihayetinde savaş sanayinin çarkları istedikleri şekilde dönmektedir. İran-Irak savaşı Yahudilerin oyunları ile sahneye konmuş; yüz binlerce insanın hayatına mal olmuş, milyarlarca dolarlık zarara neden olmakla kalmamış; yeni silahların alınmasına ve icadına sebep olmuştur. Neticede iki ülkenin ekonomileri akıl almaz derecede zarar görmüş; kalkınmada harcanması gereken paralar "Silah Baronları"nın kasasına girmiş, aynı zamanda petrol vanaları bu sayede kolayca istedikleri limanlara güvenle boşaltılmıştır.
Dünyanın başına bela olan savaşların baş aktörü durumundaki ABD bir yandan silah üretiyor, Pazar buluyor, ülkeleri işgal ediyor, birbirine düşürüyor, vurduruyor, kırdırıyor. Petrol vanalarını elinde bulunduran kartellerin yanı sıra silah sanayinin çarklarını keyifle döndürüyor, istediği ülkeyi harabeye çevirmekten asla geri durmuyor. Bu kadar silah ülkelerin ve onların içindeki muhalif grupların eline geçtiği gerçeğini unutmamak gerekiyor. Sonra ülkelerde iç karışıklıklar körükleniyor; ülke yönetiminin daha fazla silah alımı teşvik ediliyor. İflasın eşiğindeki ülkeler bile silahlanma yarışında asla geri kalmak istemiyor. Komşumuz Yunanistan bile bir Euro'ya muhtaç hale gelmişken başta Almanya olmak üzere İsrail, ABD, İngiltere, Rusya ve Çin'den silah alıyor. İşçisinin, memurunun, çalışanının maaşını veremeyen bu ülke niçin yeni silahlara sahip olmak istemektedir? İçler acısı bir durum değil mi? Böylesine iştahı kabarmış ülke ve toplulukların varlığı sebebiyle insanlığın istediği barışı, huzuru bulması mümkün müdür? Silah üretim çarklarının çalıştığı müddetçe dünyanın huzur bulması nasıl gerçekleştirilecek? Böylesine bir kaos ortamına sokulan dünyada insan hakları sağlanabilecek mi?
Yapılan araştırmalara göre: "Dünya silah pazarının yüzde 61,5'ini ABD firmaları elinde tutmaktadır. Bu ülke silah sanayiini besleyebilmek için Ortadoğu başta olmak üzere Uzak Asya ülkeleri ile şimdilerde Kuzey Afrika'yı kan gölüne çevirmektedir. Dünyanın en fazla silah üreten 100 firması 2009 yılında toplam 401 milyar dolar tutarında silah satmış. Bu silah firmalarının silah satışı 2009 yılında 2008'e göre yüzde 8'lik bir artış göstermiştir. ABD'li silah üreticileri 2009 yılında toplam 247 milyar dolarlık bir satışla rekor kırmışlardır.
Türkiye küçük çapta da olsa silah sanayinde yer almak istemektedir. Buna rağmen özellikle hava savunmasında çok önemli yer işgal eden ve geleceğin "Avcı Uçağı" olarak adlandırılan F-35A uçağından edinmek istemekte ve bunu ABD'nden temin etmenin yollarını aramaktadır. Bu uçaklardan Hava Kuvvetleri'ne 100 adet almak istemiştir. ABD'nin bu uçakların uçuş kodlarını vermek istememesi üzerine alım şimdilik durdurulmuştur. İlk teslimatı 2015 yılında gerçekleştirilecek olan bu alım için Hazine 10 milyar dolar bütçe ayırmış, uçaklar teslim edilmeden maliyetler gerekçe gösterilerek Türkiye'ye 4 milyar dolar ek fatura çıkarılmıştır. Türkiye uçakların kodlarını isterken Amerika bu talebi geri çevirmiştir. Kodlara sahip olamayan Türkiye uçaklara gerçek anlamda sahip olamayacaktır. Jetler dışarıdan yönlendirilecek, elektronik harpte savunmasız kalınacaktır. Yazılıma herhangi bir müdahalede bulunulamayacaktır. Bunun için Silah sanayinde dışa bağımlı olmaktan kurtulmak için yerli üretime ağırlık vermek gerekmektedir.
Weslean College'in yaptığı bir araştırmaya göre: "Dünya tarihinde 14600'ün üzerinde savaş olmuş ve bu savaşlarda tahmini olarak 3 milyar 700 bin insan ölmüştür. Geçen asır bütün asırları geride bırakacak boyutta iki büyük savaşı yaşamış ve yüz milyon kişiden fazla insan hayatını kaybetmiştir."
Bütün insanlık tarihinde yalnız 292 yılın savaşsız geçtiği sanılıyor. En uzun savaş İngiltere ile Fransa arasında 1337'den 1453 yılına kadar 116 yıl süren savaş olmuştur. Kısa ve uzun süreli savaşlar insanlık dünyasını onulmaz kaoslara sürüklemiş, ocakları söndürmüş, ülkeleri haritadan silmiştir. Batılı ülkeler zaman zaman kendi içlerinde kıyasıya savaşmışlardır. "Otuz Yıl Savaşları" bunlardan biridir. Bazen de başka coğrafyalar üzerinde "paylaşım" için birbirlerini yemekten geri durmamışlardır. Savaşların esas sebebi maddi kaynakları ele geçirmek ihtirasından kaynaklanmaktadır. "Haçlı Savaşları" dini kimlikli görünmesine rağmen Doğunun maddi varlıklarının yağmasını hedef almaktaydı.
Ardı arkası kesilmeyen savaşlar değişik nedenlerle devam edip durmaktadır. Bu kadar silah depo etmek için imal edilmemiştir. Yapıldığına göre mutlaka satılması, patlatılması, yerine yenilerinin yapılması gerekmektedir. Savaşın mutlak galibi yoktur. Her iki taraf da, kazanan da kaybeden de zarar görmektedir. Savaş çirkin yüzüne rağmen insanlığın vazgeçmediği bir yöntemdir. Ülkeler askeri harcama ve silahlanmaya çok yüksek miktarlarda para ayırmaktadırlar.
SIRPI'nın raporlarına göre; "Ortadoğu ülkelerinin askeri harcamaları 2010'da yüzde 2,5 artarak 111 milyar dolara çıkmış. 2006-2010 yılları arasında Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Mısır ve Cezayir'in çok fazla silah aldığı dikkat çekmiştir. Suudi Arabistan geçen yıl ABD ile 67 milyar dolarlık silah anlaşması yapmıştır. Aynı ülke Fas ile birlikte gelecek yıllarda silah alımını artıracağı tahmin edilmektedir. ABD, Ortadoğu ülkelerini hızla silahlandırırken bu ülkeler de boş durmamakta, içten içe kaynamakta silahlarını kendi halklarına doğrultmakta ve insanlarını öldürmekten çekinmemektedirler.
Suriye'de iç karışıklıkları bastırmak için Ordu güç kullanmaktadır. Olası bir NATO müdahalesinden bahsedilmektedir. NATO bunu yapar mı? Patron ABD bastırırsa ve yandaş ülkeler destek verirse neden olmasın? Günümüz dünyasında güçlünün borusu ötmektedir. Güçlü olan devamlı haklı rolündedir.
ABD silah satışında her yolu denerken Avrupa da boş durmamaktadır. Yine aynı rapora göre; "ABD ve Avrupa'nın yok etmeye çalıştığı Kaddafi'nin ülkesi Libya'ya en fazla silahı AB ülkeleri satmaktadır. Bunların içinde 112 milyon Euro ile İtalya ilk sıradadır. Diğerleri, Fransa, İngiltere, Belçika Almanya, Malta gibi ülkelerdir."
Dikkat Çeken Bir Rapor:
ABD Kongresi Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan raporda; "İncirlik Üssü'nde NATO kullanımına sunulan 60 ila 70 arasında uçaktan atılabilen B61 tipi taktik nükleer bombaların bulunduğu, Türkiye'de 5500 ABD'li personelin çalıştığı, ABD'nin Türkiye'nin az sayıda Askeri tesisini kullandığı" yazılmaktadır.
Fransa kimseye danışmadan Libya'ya saldırmıştır. Fildişi Sahilleri'nde yeniden kan akıtmaya başlamıştır. Zavallı Afrika'nın kara talihi bir türlü düzelmemiştir. Cezayir, Tunus, Fas, Mısır, Suriye, İran, Pakistan gibi İslam ülkeleri karıştırılacak, Müslümanlar ölecek, kan dökülecek ve emperyalist güçler silah satışı ile kasalarını dolduracak, kan deryalarının üzerinde rahatça keyif yüzdürecekler.
ABD ve Avrupa gibi savaşı körükleyen ülkelerin varlığı devam ettiği müddetçe insanlığın barışı yakalaması, huzuru bulması mümkün değildir.
Kendi içiyle ve kendi insanıyla barışık olmayan insanların dünyasında iç ve dış huzuru, sükunu sağlamak imkân dâhilinde midir? Değildir.
Onun için insanın içini ve dışını gerçek anlamda düzenleyen İslâm'ın yeniden hakimiyetine muhtacız.