Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - İnsan-ı Kâmil - Ömer Öngüt
İnsan-ı Kâmil
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Nisan 2011

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

İnsan-ı Kâmil

 

Gönderilenler:

Bu gönderilme durumunun Kur'an-ı kerim'deki ispatı şudur:

İsa Aleyhisselâm hayatta iken, dinini müjdelemek için zaman zaman çeşitli yerlere dâvetçiler gönderiyordu. Antakya halkını Tevhid'e dâvet etmek için Havârilerinden iki kişiyi göndermişti. Oranın halkı karşı çıkınca, arkalarından bir Havârî daha gönderdi.

Allah-u Teâlâ bu hadiseyi Kur'an-ı kerim'inde şöyle haber veriyor:

"O zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı." (Yâsin: 14)

Elçiler onlara gelip kendilerini Hakk'a dâvet ettiklerinde, hiç düşünmeden reddettiler. Hatta üzerlerine saldırdılar ve hapsettiler.

"Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik." (Yâsin: 14)

Bu üçüncü zât da oranın halkını aynı surette Tevhid'e dâvet etti. Daha önce gelen iki zâtı teyidde ve tasdikte bulundu.

Bu üç zât Antakya halkına:

"'Gerçekten biz size gönderildik.' demişlerdi." (Yâsin: 14)

Dikkat edilirse onları görünüşte İsâ Aleyhisselâm gönderdi, fakat Allah-u Teâlâ "Biz gönderdik." buyuruyor.

"Biz gönderdik." buyurulması, İsa Aleyhisselâm tarafından gönderilmeleri de Allah-u Teâlâ'nın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor.

Binaenaleyh bu gönderilenler Allah-u Teâlâ'nın emrini tebliğ ediyorsa, gönderilmiş olduğu için, halkın onlara itaat etmesi gerekiyor.

 

Dâvete İcabet:

Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'in seslerine kulak veren insanlar, vücudu nefsin işgaliyetinden, ruhu esaretten kurtarmak için mücadeleye başladılar. Nefislerine muhalefet ettiler. Mücadele nispetinde muvaffak oldular. Dünyada da âhirette de ebedi saâdete erdiler.

Peygamber vekili olan bir mürşid merdiven gibidir. Allah-u Teâlâ'nın ezeli ilminde hidâyet nasip ettiği kulları tasarrufu ile o ulvî âlemlerin yüksek makamlarına tekrar ulaştırır. Nefis de ruha tâbi olarak o makamlara çıkar. Tarikat-ı Nakşibendiye'nin bir hususiyeti de budur. Mürşid, muhabbet ve teslimiyet nispetinde tasarrufunu kullanır. Gün be gün tekâmül edip yükselmeye başlar.

Melekût âlemine çıktığında Rûhânî ruh olur.

Ceberût âlemine çıkabilirse Sultânî ruh olur.

Ve nihayet lâhut âlemine yükseldiği zaman Kudsî ruh olmuş olur. Burası nebilerin, velilerin makamıdır.

"İnsan benim sırrımdır, ben de insanın sırrıyım." Kudsî Hadis-i şerif'i bu ruhu tavsif eder.

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." (Mücâdele: 22)

Allah-u Teâlâ kudsî ruhla desteklediği ve lâhut âlemine kadar çıkmaya fırsat verdiği bu kullarından dilediklerini orada tutar, irşad memuru olmayacaksa o makamda kalır. Dilediklerini de irşad için tekrar insanların arasına geri gönderir. Bir veli ikinci turda ne kadar çok yükselirse, üçüncü turda o kadar aşağı iner, irşad ve terbiyesi de o kadar çok tesirli olur.

 

İnsan-ı Kâmil:

İnsan-ı kâmil olabilmek için üç devir tamamlamak gerekmektedir. İkinci tura çok kişi çıkabilir, onlar mârifetullah mektebinin talebeleridir.

Ve fakat üçüncü turda er kişi kalıyor. Ledün ilmi ise bu üçüncü tura mazhar olanlara âittir. İkinci turda kalanlar bu hakikatlerden mahrumdurlar.

Bunların içinde her yüz senede bir gelenler olduğu gibi, Allah-u Teâlâ'nın nâdiren gönderdiği sevgili kulları da vardır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud)

Yüz senede gelenler ayrıdır, nâdiren gelenler ayrıdır.

Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:

"Şüphesiz ki cennetlikler, üzerlerindeki köşk sahiplerini sizin doğu ve batı ufkunda kavuşmakta olan parlak yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Çünkü aralarında fark vardır."

Ashâb-ı kiram:

"Yâ Resulellah! Bunlar peygamberlerin yerleridir. Başkaları onlara ulaşamaz." deyince buyurdular ki:

"Bilâkis!.. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlar Allah'a iman ve peygamberleri tasdik eden bir takım adamlardır." (Müslim: 2831)

Bunlar onun ümmetinden dünyaya nâdiren gelenlerdir. Yani: "Benden sonra gelecek ümmetimin içinde böyle cevherler, böyle yıldızlar mevcuttur." mânâsına gelir.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde Hızır Aleyhisselâm hakkında:

"Ona tarafımızdan has bir ilim öğrettik." buyuruyor. (Kehf: 65)

Allah-u Teâlâ kime has ilim verirse, o sırlara o mazhardır.

Güneşi gören; ay'ı, yıldızı, nuru ve nârı çok iyi farkeder. Güneşi görmeyen güneşi tanıyamaz. Onun ziyası gözleri kamaştırır. O tahsili görmemiştir, o tecelliyata mazhar olmamıştır.

Ay'ı gören; yıldızı, nuru ve nârı bilir.

Yıldızı gören; nur ile nârı tefrik eder.

Nuru da göremeyen karanlıkta kalmıştır.

Bu gizli ilim yalnız hususiyetle O'nun seçtiği, öğrettiği kimseye mahsustur. Seyr-ü sülûkte olanlara, diğer velilere dahi mahsus değildir.

Allah-u Teâlâ âlemlerde tasarruf ettirdiği kimselere dilediğini duyurur, o da dünya âlemindeki mutasarrıflara bu hakikatleri duyurur. Çünkü onların Allah-u Teâlâ ile o nispette yakınlığı yoktur. Onlar emirle, o tasarrufla.

O her an Allah-u Teâlâ iledir. Kendisi istemediği halde emir tahtında döndürülmüştür. İnsanları irşad için beşeriyet kisvesine bürünmüştür. Görünüşte halk ile, fakat bâtını Hakk ile meşguldür. Yeryüzünde Allah-u Teâlâ'nın emriyle tasarruf eder. Fâil-i mutlak'ın fiillerini görür, bir yaprağın tutunduğu kadar bile tutunacak varlığı yoktur. Bir çöp kadar kıymeti olmadığını bilir, kendisini bir resimden hiç farkedemez. Çünkü Fâil-i mutlak o resimde tecellî ediyor. O orada yok. Ondaki irade de idare de Hakk'ın iradesi ve idaresidir. Bu yalnız onlara mahsustur. Fakat bu bilinmediği için herkes resmi görür.

Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:

"Onun iradesi kendi elinde değildir." buyurmuşlardır. (260. Mektub)

Çok gizli bir noktadır, kişilerin anlayacağı bir husus değildir.


  Önceki Sonraki