Müşrikler müslümanların karşısında kılıçlarını sıyırdılar. Ebu Cehil bir kısrağın üstünde müşrikleri çarpışmaya teşvik ediyor ve:
"Bugün Muhammed'i ve arkadaşlarını tutup iplere bağlamadıkça dönmeyeceğiz. Sizden her biriniz onlardan birini öldürebilirsiniz, fakat siz onları yakalayacaksınız. Lât ve Uzzâ'dan yüz çevirmelerinin ne demek olduğunu onlara öğreteceğiz. Bizler bugün üzerine varılmaz ve yenilmez bir topluluğuz!" diyordu.
O zamanki savaşlar mübareze şeklinde başlardı. Önce her iki taraftan çarpışacak olanlar teke tek ortaya çıkar halkı savaşa kızıştırırdı. Ebu Cehil'in teşvikiyle önce, Batn-ı nahle'de öldürülen Amr bin Hadramî'nin kardeşi Âmir ortaya atıldı. Harp usulüne aykırı olarak müslümanlara doğru bir ok fırlattı. Ok Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in azadlısı Mihca bin Sâlih -radiyallahu anh-e isabet etti. Müslümanların verdiği ilk şehit o oldu.
Bu sırada Esved bin Abdül-esed adlı bir müşrik, safların arasından fırlayarak: "Ya ben Muhammed'in havuzundan su içerim veya o havuzu yıkarım, ya da o havuzun yanında ölürüm!" diye yemin etti ve havuza doğru geldi. Hazret-i Hamza -radiyallahu anh- koşarak bir vuruşta onu yere serdi. İki taraftan da kan dökülmüş, ortalık iyice elektriklenmişti.
•
Rebia oğulları Utbe ile Şeybe ve Utbe'nin oğlu Velid, câhiliyet gururu ve gayreti ile meydana çıktılar: "Bizimle çarpışacak kim var?" dediler.
Utbe'nin müslümanlar safındaki oğlu Ebu Huzeyfe -radiyallahu anh- ileri atılmaya teşebbüs etmişse de Resulullah Aleyhisselâm: "Sen dur!" buyurdu.
Ensâr gençlerinden Avf, Muaz ve Abdullah bin Revâha -radiyallahu anhüm- onlara karşı çıktılar. Utbe: "Bizim sizinle işimiz yok, biz amca oğullarımızı isteriz. Ey Muhammed! Sen bize kavmimizden dengimiz olanları çıkar." dedi. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm Ensâr gençlerine saflarına dönmelerini emretti. Kendilerine duâ ettikten sonra:
"Ey Haşim oğulları! Kalkınız! Allah'ın nurunu bâtılları ile söndürmek için gelenlere karşı Allah yolunda çarpışınız." Devamla: "Kalk ya Ubeyde! Kalk ya Hamza! Kalk ya Ali!" buyurdu.
Üç yiğit anında meydana çıktılar. Hamza -radiyallahu anh- Şeybe'yi, Ali -radiyallahu anh- Velid'i birer hamlede öldürdüler. Ubeyde -radiyallahu anh- ile Utbe ise birbirini ağır şekilde yaralamışlardı, hemen yetişip Utbe'yi de öldürdüler. Ubeyde -radiyallahu anh-i yüklenip baygın halde müslüman saflarına getirdiler.
Ubeyde -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın amcası Hâris'in oğlu olup, altmış iki yaşında ve ilk müslümanlardandı. Ayağından büyük bir yara almış, kan kaybediyordu. O halinde: "Yâ Resulellah! Ben şehit miyim?" dedi. Resulullah Aleyhisselâm: "Evet şehitsin, yerin Cennetül-firdevs'tir!" buyurdu. Ubeyde -radiyallahu anh- çok sevindi. Allah yolunda ayağının kesilmesinden dolayı asla üzüntü duymayacağına dair beyitler söyledi. Yarası ağır olduğundan üç gün sonra Medine dönüşünde yolda vefat etti ve oraya defnedildi. İslâm uğrunda çarpışırken şehit düşen ilk müslüman da odur.
Arka arkaya üç mühim savaşçısının gözlerinin önünde katledildiğini gören müşrikler dehşete kapıldılar. Fakat Ebu Cehil asla gevşeklik göstermedi. "Onlar mağrurca hareket etmeleriyle bu felâkete uğradılar, siz onlara bakmayın!" diyerek teşvik ve tahriklerini sürdürdü.
O sırada oğlu Abdurrahman'ı müşriklerin safında gören Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh- onunla çarpışmak istediyse de Resulullah Aleyhisselâm "Yâ Ebâ Bekir! Bilmezmisin ki sen benim gören gözüm, işiten kulağım yerindesin." buyurarak yanından ayırmadı.
Taraflar artık giderek birbirine yaklaşmaktaydı. Karşılıklı oklar atılıyordu. Atılan oklardan birisi, safların arkasında, havuzdan su içmekte olan Hâris bin Sürâka -radiyallahu anh-ın boğazına isabet ederek şehit etti.
Resulullah Aleyhisselâm âdeta mücessem bir iman halini almış bu bir avuç mücâhidin hâline bakarak, mübarek ellerini uzatmış durmadan niyaz ediyordu:
"Ey Allah'ım! Bana yaptığın vaadini yerine getir. Ey Allah'ım! Bana vâdettiğin zaferi ver. Ey Allah'ım! Eğer şu bir avuç müslüman helâk olursa, artık yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz!"
Hatta ridâsı omuzlarından kayıp düşmüş, Ebu Bekir -radiyallahu anh- tekrar omuzuna koymuştu. Nihayet dayanamadı: "Yâ Resulellah! Rabb'ine niyaz ettiğin yetişir artık. O sana olan vaadini muhakkak yerine getirecektir." demekten kendini alamıyordu. (Müslim: 1763)
Teke tek vuruşmalardan sonra iki ordu birbirine girmiş ve kıyasıya bir savaş başlamıştı.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- der ki:
"Bedir günü biraz çarpıştıktan sonra: 'Ne yapıyor bir bakayım?' diye acele olarak Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına vardım. Secdeye kapanmış, durmadan:
"Yâ Hayyû yâ Kayyûm! Rahmetinle sana sığınıyorum, yardımını talep ediyorum!" diyordu. Çarpışmak için harp meydanına döndüm. Tekrar yanına vardığımda yine secdeye kapanmış: "Yâ Hayyû yâ Kayyûm! Birahmetike estağîsü!" diyordu." (Rezîn)
Müslümanlar da:
"Ey Rabb'imiz! Düşmanlarına karşı bize yardım et! Ey yalvaranların niyazını duyan, bize merhamet et!" diyerek Allah-u Teâlâ'ya sığınıyorlardı.
Savaş iyice kızıştı. Artık kılıçlar konuşuyordu. Müslümanlar: "Allah-u Ekber!" diyorlar, tekbir getiriyorlardı. Savaşta hücum ederken tekbir getirmek Bedir'den yâdigâr kaldı. Düşman ise nâra atıyor, bağırıyor çağırıyordu.
Resulullah Aleyhisselâm kendisini tüketircesine: "Yâ Rabb'i! Eğer şu bir avuç müslüman helâk olursa, artık yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz!" diyerek niyazlarına devam ederken kendisine hafifçe bir uyku geldi, daha sonra tebessüm ederek gözünü açtı ve: "Müjde yâ Ebâ Bekir! Allah'ın yardımı geldi, işte Cebrail, işte melekler!" buyurdu.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"İşte Cebrâil! Atını başından tutmuş, üzerinde de savaş teçhizatı var." (Buhârî)
Bedir savaşında pek çok mucize yaşandığı ve müşahede edildiği için "Menba-ı mucizât" olarak tavsif edilmiştir.