O gün, her akşam olduğu gibi yine aile fertlerinin her birinin bir araya geldiği vakitti. Ezan okunmaya başlamış, müezzin "Allahu ekber, Allahu Ekber…" diyerek bütün inananları Yaratıcı'nın huzuruna davet ediyordu. Davetin değerini bilenler için ne büyük bir "şeref". İnsanı insan yapan "çağrı".
Ezanı duyar duymaz hemen seccade dolabına koşan küçük Furkan seccadeleri dolaptan çıkarıp kıbleye doğru serdi. Furkan yere beş seccade sermişti. Babası, annesi, iki ablası ve kendi için... Abisi için bir seccade sermediğini gören annesi, Furkan'a:
"Bir seccade daha sermelisin. Biz altı kişiyiz." dedi. Furkan ise:
"Ama anne, abim artık bizimle namaz kılmıyor ki!" diye sitem etti.
Evet artık onbeş yaşına gelen abi bireysel hareket etmekten hoşlanıyor ve cemaatle namaz kılınacağı zaman çok rahatıkla:
"Siz kılın! Ben daha sonra kılarım." diyebiliyordu.
Fakat özellikle bu yaştakilerin ensesinde duran şeytan "daha sonra" kılmasına da bir şekilde engel oluyordu. Oysa ki ona da namazın önemi sevgi ve şefkatle küçük yaşlarda anlatılmaya başlanmıştı.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in:
"Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına bastığı halde kılmazsa dövünüz." (Ebu Dâvud)
Emr-i şerifi ile abi de 7-8 yaşından beri namazlarını kılar hatta annesine:
"Anne, sabah namazına kalkmak istiyorum." bile derdi. Annesi de oğluna kıyamayıp:
"Yat oğlum, büyüyünce kalkıp kılarsın." der ve yorganı oğlunun üzerine örterdi.
Oğluna iyilik yaptığını zannediyordu, ancak aslında kötülük yaptığını anlaması uzun sürmedi.
Seneler çok çabuk geçti ve devran döndü. Bugün anne: "Oğlum, sabah namazı" deyip yorganı aralamaya çalışırken bu sefer yorganı üzerine çeken oğlu oluyordu.
Geçmişte yapılan hatalar nedeni ile içi acıyan anne bizzat elleri ile oğlunun seccadesini önüne serdi ve şöyle dedi küçük Furkan'a:
"Bu seccadeyi hergün sereceğiz, dua ve ümitle abinin bir gün, bu boş seccadeyi doldurmasını bekleyeceğiz yavrum!" dedi. Küçük Furkan da: "Tamam, anne." dedi.
Belli ki ağaç yaşken doğru bir şekilde, itina ile eğilememişti, bu yaşta ağacı eğmek artık kırmak ve kırılmaktan başka hiçbir işe yaramazdı.
Bu nedenle artık ümit ve dua vaktiydi. Ve dahi sabırla beklemek vakti. Çünkü, sabır, duâ ve ümitti:
Hazret-i Yakup Aleyhisselâm'ı oğlu "Yusuf"a kavuşturan, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm'ı kuyudan ve zindandan saraya taşıyan Hazret-i Allah'a yöneldi, oğlu için dua etti, hatalarından dolayı af diledi. Kendi hata ve kusurlarının çocuklarına sirayet etmemesi için yalvardı.
Küçük Furkan bir gün "Anne beni sabah namazına kaldır" dedi.
Sabah namazına kalkınca annesi hemen Furkan'ı kaldırmaya koştu. Furkan da büyük bir hevesle kalkıp namazını kıldı. Annesi "Namazında sabit ol, daim ol, Allah seni 'Namaz kılan kullarından yazsın.'" diye duâ etti.
Sabır, dua ve ümit ile, hangi şartlar altında olursa olsun;
"Hayyaales- salah, Hayyaalel-felah." (Haydi namaza, Haydi kurtuluşa) çağrılarına kulak vererek, boş seccadelerin dolması ve tüm gençlerimizin şu müjdeye mashar olması niyazı ile:
"Ey Benim için gençliğini feda eden genç! Sen benim katımda, bazı meleklerim gibisin."