Resulullah Aleyhisselâm'ın Bedir'deki karargâhı kumluk idi. Kolaylıkla yürünemiyor, yürürken insanların ve hayvanların ayakları kuma gömülüyordu. Üstelik kumlar savruluyor, etraf toz duman oluyordu. Su sıkıntısı da başlamıştı. Şeytan ise durmadan korku ve vesvese veriyordu. Düşmanın çokluğunu, savaş yerinin müslümanlar aleyhine olduğunu gören mücâhidler az da olsa korku ve endişeye kapılmışlardı.
O sırada Allah-u Teâlâ yağmur yağdırdı. O yağmur hem onların gönüllerindeki bazı vesveseleri giderdi, morallerini yükseltti, hem de su ihtiyaçlarını bol bol giderdiler, havuzlarını doldurdular. Hiç gezilemeyen kum sahası sertleşmiş, ayaklar kumlara batmadan yürünür hale gelmişti. Müşrikler ise çamur içinde kaldılar.
Allah-u Teâlâ ayrıca müslümanlara bir uyuklama verdi. Karşılarında kuvvetli bir düşman olmasına rağmen tatlı bir uykuya daldılar. Sükûnetle uyuyup dinlendiler. Müşrikler ise korkularından ortalık ağarıncaya kadar hiç uyuyamadılar.
Allah-u Teâlâ bu ikram ve ihsanlarını Âyet-i kerime'lerinde onlara şöyle hatırlatmaktadır:
"O zaman Allah kendi katından bir güven işareti olmak üzere, sizi hafif uykuya daldırıyordu." (Enfâl: 11)
Bu uyku, onları gaflete düşürüp baskına uğratmak için değil, Allah-u Teâlâ'nın yardımı ile yatışıp emniyet içinde olmaları içindi. Müslümanlar aynı hali Uhud savaşı sırasında da yaşadılar.
"Sizi tertemiz yapmak, şeytanın vesvesesini sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için gökten üzerinize su indiriyordu." (Enfâl: 11)
Bedir savaşına katılanlar için bütün bu durumlar gerçekleşmişti.
Böyle kritik bir anda Allah-u Teâlâ tarafından indirilen "Yağmur" ve "Uyuklama", bu korku ve karışık duyguların izalesinde yardımcı olmuştu.
•
Savaş gecesi bütün mücâhidlerin, Allah-u Teâlâ'nın bir lütuf eseri olarak uykuya daldıkları sırada yalnız Resulullah Aleyhisselâm geceyi namaz kılmakla, duâ etmekle ve gözyaşı ile geçirdi. Tanyeri ağarınca:
"Ey Allah'ın kulları namaza!" diye seslendi, onlara sabah namazını kıldırdı ve düşmanla çarpışmaya teşvik etti.
Müşrikler konakladıkları yerden kalkıp müslümanların karşılarında yerlerini almadan önce; Resulullah Aleyhisselâm mücâhidleri, yüzleri batıya, arkaları doğuya gelmek üzere saf nizamına koydu. Vâdinin yukarı tarafında bulunmanın daha uygun olacağını söyleyenler olmuşsa da:
"Hayır! Saflarımı düzenledim, sancağımı diktim, artık bunu değiştirmem!" buyurdu. Elindeki ok çubuğu ile: "Beri gel!...", "Geri git!..." diye işaret ederek hizaya getirdi. Saf bağlayan mücâhidleri gözden geçirirken Ebu Eyyüb el-Ensâri -radiyallahu anh-i gördü ve: "Sen yanımda bulun!" diyerek onu maiyet muhafız birliğine ayırdı.
Muhâcirler'in en büyük sancağı Mus'ab bin Umeyr -radiyallahu anh-de, Evsliler'in sancağı ise Sa'd bin Muaz -radiyallahu anh-de idi. Müşrik sancaklarını ise Nadr bin Hâris, Talha bin Ebi Talha ve Ebu Aziz bin Umeyr taşıyordu.
Sabahleyin müşrikler, karargâhlarından ayrılıp Bedir vadisine doğru gelmeye başladılar.
Tepeden ilk görünen atlı Zem'a bin Esved idi, oğlu da arkasından kendisini takip ediyordu. Resulullah Aleyhisselâm müşriklerin tamamıyla silâhlanmış, zırhlar içinde ve yığınlar halinde akıp geldiklerini görünce:
"Ey Allah'ım! İşte Kureyş, olanca kibir ve gururları ile geldiler. Sana meydan okuyarak ve Peygamber'ini yalanlayarak geldiler." buyurdu.
Sonra ayağa kalktı, ellerini kaldırdı ve Rabb'inden zafer diledi:
"Allah'ım! Bana vâdettiğini yerine getir. Allah'ım! Bana vâdettiğini ver!" (Müslim: 1763)
Mücâhidlere: "Ben emretmedikçe düşman üzerine hücum etmeyiniz, oklarınızı tam menziline geldiklerinde atınız!" gibi talimatlar verdi, durumu son bir defa daha gözden geçirdi, her şey nizamlı ve intizamlı idi. Zaten her biri çeşitli kabilelerden meydana gelen bölüklere ayrılmış olduğundan kolayca harp düzenine geçtiler.
Mücâhidler müdafaada bulundukları için, her biri bulundukları yere taş yığınağı yapmıştı. Müşrikler ise taarruz mevkiinde oldukları için bundan mahrumdu.
Müşrik askerlerinin arasında bazı gizli müslümanlar vardı. Fakat kalplerindeki imanları henüz kuvvet bulmamış, böyle bir şüphe ve tereddütten dolayı hicret etmemişler, müşriklerle beraber sürüklenip gelmişlerdi. İçlerinde: "Şayet müslümanlar çoksa belki o tarafa geçeriz, azsa kavmimizle beraber döneriz." gibi birtakım niyetler taşıyorlardı. Bedir'de müslümanları sayıca az görünce: "Bunları dinleri aldatmış!" diyerek müşriklerin safında kalmaya karar vermişlerdi.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O sırada münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar 'Bunları dinleri aldatmış!' diyorlardı." (Enfâl: 49)
Allah-u Teâlâ onlara cevaben şöyle buyurdu:
"Halbuki kim Allah'a tevekkül ederse, bilsin ki Allah yegâne galip ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 49)
Nitekim savaşın sonucu bütün bu gerçekleri ortaya koydu. İmanlarında tereddüt gösterip, Hakk'a değil de sayıca çoğunluk olan tarafa güvenenler ve küffar ile beraber olanlar Bedir'de onların arasında öldüler.