Resulullah Aleyhisselâm Bedir savaşından iki ay önce Cemâziyelâhir ayı içinde Kureyş hakkında bilgi toplaması için halasının oğlu Abdullah bin Cahş -radiyallahu anh- kumandasında on kişilik bir keşif kuvveti çıkardı. Giderken de eline, iki gün sonra açılmak ve içindeki emri yerine getirmek üzere bir mektup verdi. Mektup açıldıktan ve içindeki emir anlaşıldıktan sonra hiç kimseyi bu yazılı emrin yerine getirilmesinde zorlamamasını bilhassa hatırlattı.
İki günlük yolculuktan sonra Abdullah -radiyallahu anh- mektubu açtı.
Şöyle yazıyordu.
"Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman durmadan yürü. Mekke ile Tâif arasında Batn-ı nahle adlı yere ulaştığında, orada Kureyş'in durumunu gözetler ve elde edeceğin bilgiyi bize bildirirsin."
Abdullah -radiyallahu anh- mektubu okuyunca: "Resulullah Aleyhisselâm'ın emrini duydum ve derhal ona uyuyorum." dedi. Sonra durumu arkadaşlarına anlattı ve: "Şehit olmak isteyen benimle gelsin, dönmek isteyenin yolu açıktır. Ben herhalde Resulullah Aleyhisselâm'ın emrini yerine getirmeye çalışacağım." diyerek hareket etti. Onun bu ciddiyetini gören arkadaşlarından hiçbiri geri kalmadı.
Seriyye'nin bu hareketi Kureyş'in ansızın Medine'ye baskın yapmaması için bir tedbir mahiyetinde idi.
Batn-ı nahle'ye vardıklarında, Kureyş'in Tâif'ten gelmekte olan kuru üzüm ve başka yiyeceklerle, ticaret malları yüklü kervanına rastladılar. Onlarla casus diye çarpışmaya karar verdiler. Kervan reisi Amr bin Hadramî bir okla öldürüldü, Osman bin Abdullah ile Hakem bin Keysan'ı esir ettiler, diğerleri kaçtı, malları zaptedildi. İslâm'da ilk kan dökülmüş, ilk olarak da ganimet alınmıştı.
•
Medine'ye döndüklerinde durumu öğrenen Resulullah Aleyhisselâm çok üzüldü. Bu hadise savaş yapılması, kan dökülmesi yasak sayılan haram aylardan Recep'de meydana geldiği için:
"Ben size haram olan ayda çarpışınız diye emretmedim!" buyurdu.
Ne esirlerle ilgilendi, ne de kervan ganimetinden kendisine ayrılmış olan beşte bir hisse ile ilgilendi. Halbuki öldürülen şahıs İslâm düşmanlarının azılılarından idi. Abdullah bin Cahş -radiyallahu anh- ve arkadaşları Resulullah Aleyhisselâm'ın üzüldüğünü görünce elleri yanlarına düştü: "Biz artık mahvolduk!" diyerek ne yapacaklarını şaşırdılar. Diğer müslümanlar da: "Emredilmediğiniz halde savaştınız ve kan döktünüz!" diyerek mücâhidleri yaptıkları bu işten dolayı kınayınca ruhlarını büsbütün bir sıkıntı sardı. Yanlış harekette bulunduklarının farkına vararak kendi kendilerini kınadılar.
Aslında mücâhidler hadisenin meydana geldiği günü Recep değil Cemâziyelâhir'in son günü sanmışlardı. Ortada kötü niyet yoktu, olan olmuştu.
Öldürülen Amr bin Hadramî ile esir edilen iki kişi, Mekke'nin itibarlı âilelerinden olduğu için Kureyşliler karşı propaganda yapmak ve müminlerin aleyhinde konuşmak için ellerine geçen bu fırsatı kaçırmadılar. "Muhammed ve Ashâb'ı haram ayı helâllaştırdılar, kan döktüler, yağma yaptılar, adam esir ettiler!" diye yaygara koparmaya başladılar. Medine yahudileri de işi körüklüyorlardı.
Allah-u Teâlâ bu hususta Resul'üne indirdiği Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Resul'üm! Sana haram aydan ve onda savaşmanın doğru olup olmadığından soruyorlar." (Bakara: 217)
Öteden beri Araplar arasında senede dört ay; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları, "Eşhur-i hurûm" yani haram aylar sayılırdı. Bu aylarda kabileler arasında devam eden savaşlara, karşılıklı anlaşma ile son verilirdi. Civar beldelerden halk Beytullah'ı ziyaret için Mekke-i mükerreme'ye gelir ve yıllık panayırlarda kafileler halinde toplanarak alış-verişlerle meşgul olurlardı. Buna karşı çıkmak günahların en büyüğü sayılırdı.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruldu:
"De ki: Haram ayda savaşmak büyük bir günahtır." (Bakara: 217)
Âyet-i kerime'de Resulullah Aleyhisselâm'a hitap edilerek içinde savaş yapılan haram ay hakkındaki sorulara cevap verilmiş ve bu aylarda savaş yapmanın büyük bir suç olduğu açıklanmıştır. Bu açıklama haram aylarda yapılan savaşın helâl kılınmadığına ve bu sebeple hürmetin ihlâl edilmemesi gerektiğine delâlet eder.
•
Ancak Âyet-i kerime'nin sonraki ibareleri bu hükme daha farklı bir mânâ kazandırmıştır. Her ne kadar haram ayların ihlâli büyük bir cürüm ise de; kâfirlerin müminleri Allah'a ulaştıracak yoldan alıkoymaları, imanlarının gereği olan ibadetleri yapmalarına engel olmaları hiç şüphesiz ki çok daha büyük bir cürümdür.
"Fakat insanları Allah yolundan alıkoymak, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i haram'ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük, daha ağır günahtır." (Bakara: 217)
Müşrikler, Âyet-i kerime'de de işaret edildiği gibi, hâlâ müslümanların peşini bırakmıyorlardı. Ellerinden gelse ve güçleri yetse, onları yine İslâm'dan döndürmek için her çareye başvuracaklardı. Onların günahı, haram ayda savaşmaktan beterdir.
Aynı şekilde müslümanı dininden çevirip küfre döndürünceye kadar fitneye düşürmenin de, öldürmekten daha beter olduğu beyan buyuruldu:
"Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır." (Bakara: 217)
İnsanları İslâm'dan menetmek, dinsizliği yaymak haram ayında savaşmaktan daha büyük günahtır ve daha çirkin bir iştir.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Bu ilâhî buyruk, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çevirmedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse, bundan hiç de geri kalmazlar.
"Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedi kalırlar." (Bakara: 217)
Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. İrtidat etmek suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.
Bu Âyet-i kerime üzerine mücâhidler mânevî sıkıntıdan kurtuldular. Resulullah Aleyhisselâm da kendisi için ayrılmış olan ganimet hissesini kabul etti.
Abdullah bin Cahş -radiyallahu anh- ve Nahle'deki çatışmaya katılan mücâhidler bu durumlarıyla ilgili olarak Âyet-i kerime nâzil olunca ecir sahibi olabilmek için ümitlendiler ve: "Yâ Resulellah! Allah yolundaki cihadlarından dolayı mücâhidlere verilecek ecirden bizler de umabilir miyiz?" diye sordular.
Allah-u Teâlâ onlar hakkında indirdiği Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Onlar ki iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda cihad ettiler. Böyleleri Allah'ın rahmetini umarlar. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Bakara: 218)
Kureyşliler iki esiri kurtarmak için kurtuluş fidyesi gönderdiler. Fakat Hakem bin Keysan, Resulullah Aleyhisselâm'ın dâveti üzerine müslüman oldu, Mekke'ye dönmedi. Şehit olarak da vefat etti.