Yeryüzünde ilk kıble Kâbe idi. Kâbe ilk önce Âdem Aleyhisselâm tarafından yapılmış, daha sonra kaybolan yeri İbrahim Aleyhisselâm'a Allah-u Teâlâ tarafından gösterilmiş, o da oğlu İsmail Aleyhisselâm ile birlikte onun temellerini yükseltmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm'a: "Yâ Resulellah! Yeryüzünde ilk kurulan mescid hangisidir?" diye sorulmuştu. "Mescid-i haram'dır." buyurdu. "Ondan sonra hangisidir?" diye sorulduğunda "Mescid-i aksâ'dır." cevabını verdi.
Resulullah Aleyhisselâm Hicret'ten üç yıl önce Kudüs'teki peygamberler makamı olan Mescid-i aksâ'ya doğru namaz kılmaya başlamıştı. Namaz kılarken Mescid-i aksâ'ya doğru yönelir, Kâbe de önünde bulunurdu. Medine'de bulunan müslümanlar da namazlarını Mescid-i aksâ'ya doğru kılıyorlardı. Hatta Medine devrinin ilk yıllarında yapılan Kuba mescidi ile Mescid-i nebevi'nin kıbleleri de Mescid-i aksâ'ya doğru yapılmıştı.
Resulullah Aleyhisselâm hicret edince Mescid-i aksâ'ya doğru namaz kılarken Kâbe'nin arkada kalışından üzüntü duyuyor, öteden beri de ceddi İbrahim Aleyhisselâm'ın kıblesi olan Kâbe'ye yönelerek namaz kılmayı arzu edip duruyordu.
Hele yahudilerin: "Muhammed ve arkadaşları, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı." gibi sinsi sinsi lâflar etmeleri kendisini büsbütün rahatsız ediyordu.
Bir gün Cebrâil Aleyhisselâm geldiğinde:
"Yâ Cebrâil! Rabb'imin yüzümü yahudilerin kıblesinden döndürüp Kâbe'ye çevirmesini arzu ediyorum." buyurdu.
Cebrâil Aleyhisselâm: "Ben ancak bir kulum, sen Rabb'ine niyazda bulun, O'ndan iste!" cevabını verdi. Artık namaza duracağı zaman başını semâya doğru kaldırmaya başlamıştı.
Hicretin ikinci yılında Medine'de ikâmetinin on yedinci ayının ortalarında bir pazartesi günü, Seleme oğulları yurduna gitmiş; oranın mescidinde müslümanlara İkindi namazı kıldırıyordu. Birinci rekât kılınmış, ikinci rekâtın sonuna gelinmişti. Tam bu esnada kıblenin değişmesi ile ilgili vahiy nâzil oldu, Allah-u Teâlâ Mescid-i aksâ'dan Mescid-i haram'a dönülmesini emretti.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Biz senin, yüzünü çok kere göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye elbette çevireceğiz." (Bakara: 144)
Seni sevdiğin bir kıbleye, atan İbrahim'in kıblesi olan Kâbe'ye yönelteceğiz.
"Bundan böyle yüzünü Mescid-i haram tarafına çevir!" (Bakara: 144)
Resulullah Aleyhisselâm yönünü hemen Kâbe'ye doğru çevirdi, cemaat de safları ile birlikte döndüler. Kudüs'e yönelerek başlanılan namazın son iki rekâtı, yeni kıble olan Kâbe'ye doğru kılınarak tamamlandı. Bu sebepten dolayı Seleme oğulları mescidine "İki kıbleli mescid" mânâsına gelen"Mescid-i kıbleteyn" adı verilmiştir.
Bu suretle eski kıble kaldırılmış ve "İstikbâl-i Kıble" farz olmuş oldu.
Dünyanın her yerinde, her müslümanın her zaman yönünü Kâbe-i muazzama'ya döndürmesi zor olduğundan, bizzat "Kâbe" denilmeyip, "Mescid-i haram tarafına" denilmiştir. Mescid'i haram ise Kâbe-i muazzama'nın kendisi değil, çevresindeki "Harem-i şerif"tir. Kâbe'nin kendisi Mescid-i haram'da namaz kılanlar içindir.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bizzat böyle bir emirle taltif buyurduktan sonra diğer yerlerde yaşayan diğer müslümanlara da ayrıca şöyle buyuruyor:
"Siz de (ey müminler!) nerede olursanız olun (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin." (Bakara: 144)
Şimdi siz artık bununla memursunuz. Yeryüzünün neresinde olursanız olunuz, namaz kılmak istediğiniz zaman yüzünüzü Kâbetullah tarafına çeviriniz.
"Kendilerine kitap verilenler, bunun Rabb'lerinden gelen bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler." (Bakara: 144)
Yahudiler ve hıristiyanlar birlikte olmak üzere ehl-i kitap, geleceği müjdelenen Peygamber'in kıblesinin İbrahim Aleyhisselâm'ın kıblesi olan Kâbe olduğunu biliyorlardı. Fakat onlar insanların kalplerine şüphe atarak onları fitneye düşürmek isterler.
"Allah onların yaptıklarından habersiz değildir." (Bakara: 144)
•
Bu ilâhi emirden sonra Medine ve civârında bulunan bütün mescidlerin kıbleleri değiştirildi.
Allah-u Teâlâ kıbleyi önce Beyt-i Makdis yapıp, sonra onu Kâbe'ye çevirmesinde büyük bir hikmet olduğu gibi; müslümanlara, müşriklere, yahudilere ve münâfıklara da büyük bir imtihan vardı.
Şöyle ki;
Müslümanlar: "İşittik, iman ettik, hepsi Rabb'imizin katındandır." dediler. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. Bu durum onlara hiç ağır gelmedi.
Müşrikler: "Kıblemize döndüğü gibi, yakında belki dinimize de döner. Muhammed bu tarafa, doğru bu olduğu için döndü." dediler.
Yahudiler: "Kendinden önceki peygamberlerin kıblesine muhalefet etti. Eğer Muhammed peygamber olsa, peygamberlerin kıblesine doğru namaz kılardı." diye fitne yaymaya başladılar. İçlerinden bazıları da: "Şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dön de, sana tâbi olalım, seni tasdik edelim." diyerek Resulullah Aleyhisselâm'ı bile fitneye uğratmaya çalıştılar. "Bu ne iş böyle, kâh buraya kâh oraya? Bunda kesinlik olsa böyle olur mu?" diyenler de vardı.
Münâfıklar ise: "Muhammed nereye döneceğini bilmiyor. Eğer birincisi doğruysa onu terk etmiştir. Doğru olan ikincisi ise, demek ki önceleri doğru yolda değildi." diye ortaya bir başka fitne attılar.
Hepsi de beyinsiz oldukları için, Allah-u Teâlâ'nın belli bir yön ile sınırlı olduğunu düşünüyorlardı.
Allah-u Teâlâ onlar hakkında Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"İnsanlardan birtakım beyinsizler:
'Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?' diyecekler.
De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O kimi dilerse onu doğru bir yola iletir." (Bakara: 142)
Allah-u Teâlâ gerçekten de müminleri doğru yola iletmiş, dünya saadetine ahiret selâmetine erdirmiştir. Rahmetini dilediğine tahsis eden O'dur.