Ermeni meselesini her yıl olduğu gibi yine ısıtıp önümüze koydular.
Bu sefer Amerika kabul edecek mi etmeyecek mi diye telaş ederken İsveç parlamentosunun "Soykırım yalanı"nı kabul etmesi, İngiltere'nin sırada olduğu şayialarının ortada dolaşması "İşin içinde 'Anglo-Sakson&Protestan' bir tertip mi var?" sorusunu gündeme getirdi.
Ortalarda yine bir İngiliz parmağı dolaşmaya başladı.
Amerika zaten rutine bağlamış; her sene bir şeyler kopartmaya çalışıyorlar. Her sene aynı senaryoyu sahneye koyuyorlar. Bulmuşlar bizim gibi bir "kek", dalgalarını geçiyorlar. Ancak artık gına geldi, bu tiyatro çok bayatladı.
Büyükelçilerimizi çekmek gibi ciddi tepkiler ortaya koyduk ancak herkesin ortak duygusu "Bu tepkiler geçici" şeklinde. Tabii gönlümüzden çok daha ağır tepkiler vermek geçiyor ancak Batı dünyası ile ipleri koparmayı göze alamadığımız için tepkilerimiz de geçici hükmüne düşüyor. Ancak günü kurtarabiliyoruz.
Şimdi burada şunu sormak lazım: "Bu konuda kalıcı bir cevap, en büyük bir tepki nasıl verilebilir?"
Dikkat ederseniz, en ciddi tepkilerimizde bile bir savunma pozisyonunda hareket ediyoruz.
Artık saldırı pozisyonu almamız gerekiyor.
Seneler senesi bu savunma pozisyonunda ömür törpüsü çekiyoruz. Tarihi hakikatleri ortaya çıkarttığımızda adamların "Aa biz yanlış düşünüyormuşuz!" demesini bekliyoruz. Yahu, bunun adı İngiliz, Amerikan, Fransız, Alman, Rus... Her neyse. Osmanlı ecdadımızın İslâm dininden aldığı has üslup ile "Gâvuroğlu Gâvur"..
Atalarımız laf olsun diye söylememiş "Gâvurdan dost, domuzdan post olmaz." diye. Laf olsun diye ortaya çıkmamış "Su uyur düşman uyumaz." gibi atasözlerimiz.
Biz bu "Batı"dan ne bekliyoruz? Ne umuyoruz?
İngiliz gâvuru çıkacak, "Ey dünya milletleri! Biz Osmanlı Türkü'ne karşı kara propaganda uyguladık. Siyasi maksatlarımıza ulaşmak için Türk'ü bilinçli olarak barbar, katliamcı gösterdik. Türklere yapılan katliamları ters yüz edip, Türkler katliam yapıyor diye dünyaya şayia verdik. Yalan propaganda makalelerini yüzlerce bin adet basıp Avrupa'da Amerika'da halka dağıttık." mı diyecek?
Yahut Amerikan gâvuru çıkacak, "Ey dünya milletleri, ben adaleti çok severim(!). Türklerin davası haklı!" mı diyecek?
Yahut Alman çıkacak "Biz bu Türklerle Birinci Cihan Harbi'nde müttefiktik. Buna rağmen Türklere kazık atmak için fırsat kolladık." mı diyecek.
Ya da Fransız çıkacak "Fransız okullarında Osmanlı'ya karşı azınlıkları kışkırtmakta İngiliz'den aşağı kalır yanım yoktu? Osmanlı'nın altını oymak için sinsi sinsi her şeyi yaptım." mı diyecek.
Ya da Rus çıkacak, "Yahu bu Avrupa milletlerini pek sevmem ama, gerek 'Gâvur dayanışması' gerek Osmanlı pastasını paylaşma telaşı ile Ermenileri acayip kullandım." mı diyecek.
Ne demelerini bekliyoruz?
Ne demelerini bekliyorsunuz?
Uluslararası mahkemelerden medet umuyoruz. Bir defa bu uluslararası mahkeme lafını değiştirmek lazım. "Batı ulusları arası mahkeme" demek lâzım.
Batı ülkelerinin hak ve hakkaniyet çizgisine geleceğini ummak, dünyaya barış, adalet, demokrasi yaymaya çalıştıklarını sanmak ahmaklıktır. Bu sömürgeci yağmacılar için tek gerçek siyasi kriter "Çıkarlar"ıdır.
Batı milletleri içinde az da olsa hak ve hakkaniyeti arayan, mazlumların dertleri ile dertlenen insanlar da var. Ancak bu istisnalar devlet bazında yüzyıllardır uygulanagelen sömürge zihniyetli yönetim tarzına etki edemiyor. Yalnız, gürültü çok çıkmasın diye bu siyaset artık "Makyaj"lı yürütülüyor. Hepsi o kadar!...
Bunlarda bu "Sömürge zihniyeti" taaa iliklerine kadar kök salmıştır. Bir örnek vermek gerekirse; İran devrimi öncesinde yaşanan petrol krizi esnasında İran, petrolden büyük paralar kazanmıştı. O yıllarda İran'ın en büyük müttefiki Amerika idi. Ancak başta Amerika, Batı ülkeleri bu paraları geri alabilmek için uyguladıkları politikalarla, kendi elleri ile İran'ı devrim şartlarına sürüklediler. Bu durumun şahitliğini "İran Devrimi Hatıraları" isimli kitabında dile getiren 1978-1980 yılları Tahran Büyükelçimiz Rıza Tülümen, aynı eserinde Türkiye'ye karşı silah ambargosu uygulayan ABD'nin, İran'daki şartların hızla değişmesi üzerine 180 derece çark etmesini -kendi kibar üslubuna rağmen- şöyle dile getiriyor: "Bize yıllarca kök söktüren Amerikalılar'ın uzun bir süre Kongre engelini karşımıza çıkardıktan sonra, birden tutum değiştirerek, bu kez ambargonun kaldırılmasına ilişkin kararları aynı Kongre'den bir solukta geçirebilmiş olmasını şimdi daha iyi anlıyorum. Ulusal çıkarlar sözkonusu oldu mu, ortada engel filan kalmıyordu."
Buna benzer kazıkları yıllar yılı yeyip duruyoruz. Hala bunlardan adalet bekleyen varsa, bu gibi kimselere "Ahmak" demekten daha tabi ne olabilir?
Adamların belli tertipler, belli planlar dairesinde uzun soluklu ve hiç de insancıl tarafı olmayan bir sömürge siyaseti güttüğünü; 300 yıldan fazla oldu, tecrübe edip duruyoruz. O kadar kazık yedik, hâlâ anlayabilmiş değiliz. Hâlâ bu gâvurlardan medet umanlar var.
Binaenaleyh bunlarda, bu batılı sömürgeci yamyam milletlerinde, hem zihniyet budur, hem de bu zihniyet değişik mahfillerde alınan kararlar ve kabul edilen planlar çerçevesinde yerine göre uzun soluklu bir süreç boyunca azimle uygulanır.
Bunlar böyledir. Ermeni meselesinde de böyle bir uluslararası plan ve karar vardır. Dış baskılarla beraber iç baskı organize ettiler. Son 10 yılda ellerindeki ajandaya göre içimizdeki nüfuz casuslarını da devreye sokarak büyük bir plan çevirdiler. Ancak Ermeni meselesini bize kabul ettireceğiz derken bu milletin tarihi acılarını, hatıralarını canlandırdılar. Planları istedikleri gibi yürümedi.
Bu sömürgeci, yağmacı ülkelere kendi yöntemleri ile taarruz etmek bunlara verilecek en etkili cevaptır.
Peki bu cevap nedir?
Bu soruyu cevaplamadan önce "Sömürgeci yöntemleri nedir?" sorusunun cevabını bilmemiz gerekiyor. Bu sömürgecilerin yöntemlerini, amaçlarını biraz da empati yaparak önünüze koyduğunuz zaman bu cevap da kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Batı ülkeleri dünyanın bütün zenginliklerini yağmalamaya başladıktan sonra önünde engel olarak gördüğü her şeyi yok etti. Bu bazen bir milletin, bir ırkın yok edilmesi olarak, bazen de bir milletin kültürünü, ahlâkını yok etme şeklinde karşımıza çıktı. (Bu ikincisi birincisinden daha küçük bir suç değildir.) Nitekim Türk milleti bu kültür ve ahlak soykırımından fazlasıyla nasibini almış bir milllettir.
Kafaları sömürgeleştirmenin en etkili bir yöntem olduğunu keşfeden sömürgeci yamyamları bu uğurda her türlü kültür soykırımını yapmaktan, hedef aldıkları milletlerin ahlakına taarruz etmekten, insanları birbirine kırdırmaktan çekinmediler. Bütün bunları yapabilmek için kullandıkları en etkili silah "Eğitim" idi. Gerek medya gücünü kullanarak gerekse eğitim sistemini yönlendirerek hedef milleti kendi istedikleri kıvamda tutmaya çalıştılar. Ermeni meselesi çıkmadan önce Anadolu'nun her köşesi "Kolej"lerle dolmuştu.
Türkiye'nin eğitim sistemi bu maksatla tam bir sömürge ülke sistemi haline dönüştürüldü. İktidarlar değişti, sağ geldi, sol geldi, ancak Milli Eğitim siyasetini belirleyen kurumlardaki nüfuz ajanları değişmedi.
Yunanistan ve Ermenistan gibi ülkelerin eğitim müfredatında "Türk düşmanlığı" yaygarası yapılmasına ses çıkartılmazken, desteklenirken; Türkiye'nin eğitim müfredatında (ve etkili bir eğitim aracı olarak medyasında) tam tersi "Ortalık güllük gülistanlık, Batı bizim dostumuz." propagandası yapılıyor. Medya vasıtası ile her daim aşağılık duygusu empoze ediliyor. Yeni nesilin küresel hakimiyetçilerin tekerine çomak sokacak bir zihniyet ile yetişmemesi için her türlü numara çeviriliyor. Öğrencilerimiz Türkçe'yi doğru dürüst konuşamadan "İngilizce eğitim çukuru"na atılıyor.
Çünkü dünya üzerinde en çok çekindikleri bir ülke varsa o da burasıdır. "Acaba o eski günlerine geri dönerler mi, bu yağma düzenimizi bozarlar mı?" diye çok çekiniyorlar. Büyük bir birlik ve beraberlik içinde, tek bir hedef ve ülküye yönelmiş bir millet olduğumuz günlerde bu çapulcu güruhunu hallaç pamuğu gibi savuruyorduk. Biz o günleri unuttuk ancak bunlar unutmadı. Bize geçirdikleri prangadan kurtulacağız diye ödleri kopuyor.
Bunları bu sebeple eğitimle, yeni nesli buna göre yetiştirmekle tehdit etmek, hatta bu eğitime hemen başlamak lâzımdır.
Yetkili bir ağızdan tüm dünyaya şöyle bir deklarasyon yapıldığını düşünelim:
"Bizi oldu bitti ile mahkum etmek isteyen ülkelere sesleniyoruz. Türkiye olarak aldığımız kararı bütün dünyaya ilan ediyoruz.
Tarih boyunca birçok katliamlar, soykırımlar yaşanmıştır. İnsanoğlu büyük acılar yaşamıştır, halen yaşamaya devam etmektedir. Çok yakın zamanlarda bile büyük katliamlara, büyük soykırım sahnelerine, savaş hukukuna aykırı hareketlere şahit oluyoruz.
Bizler hem bu tür acılar yaşanmaması için, hem de gençlerimizi bilinçlendirmek için, tarih boyunca milletimizin ve diğer milletlerin yaşadığı trajedileri eğitim müfredatımıza almaya karar verdik.
Bunun için öncelikle bir Soykırım ve insanlık suçlarını araştırma enstitüsü kuracağız. Önceliğimizi Türk milletinin ve akraba toplulukların yaşadığı trajedilere vereceğiz.
Bu enstitüde Amerika kıtasında, Afrika kıtasında bütün dünyada yaşanmış soykırımları, insanlık suçlarını, 1875-1923 yılları arasında Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Batı ve Doğu Anadolu'da yaşanmış katliam, tehcir, tecavüz her türlü insanlık trajedilerini araştıracağız.
Biz çok büyük kayıplar, çok büyük acılar yaşadık, ancak her şeye rağmen sömürgeci küresel güçlere karşı bir zafer kazandığımız için bütün acılarımızı unuttuk. Ancak sizler bizim üzerimize yalanlarla gelmeye çalıştıkça bu acılarımızı hatırladık. Sizin hareketleriniz bu acılarımızı ve bütün dünyada tarih boyunca yaşanan acıları gelecek nesillere aktarmamız gerektiğini öğretti.
Sadece Türklerin yaşadığı acıları değil, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Afrika, Asya yerlilerinin yaşadığı acıları, maruz kaldıkları soykırımları da araştıracağız. Yakın zamanda, Ruanda'da, Bosna'da, Cezayir'de ve daha pek çok yerde yaşanan soykırım ve insanlık suçlarını da araştırıcağız.
Ayrıca insanlık suçlarının cezasız kalmaması için uluslararası bir mahkeme kurulmasına öncülük edeceğiz. Bu mahkemenin Asya, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa kıtalarından yerli hakları temsil eden adaletli yargıçlardan kurulmasını temin edeceğiz.
Elde edilen tarihi bilimsel verileri hem eğitim müfredatımıza alarak yeni nesillere aktaracağız, hem de bu verileri dış politikamızın temel dayanaklarından birisi haline getireceğiz. Haklarını savunamayan, atalarının uğradığı haksızlık ve insanlık suçlarını öğrenemeyen yerel halkların tarihi gerçekler doğrultusunda bilinçlendirilmesi için çalışacağız. Bu konuda bizden yardım isteyen bütün uluslara elimizden gelen yardımı yapacağız."
Böyle bir açıklamanın hemen arkasından basında şöyle bir haber çıktığını hayal edin: "Bir milletvekili 'Kuzey Amerika yerlilerinin Türk kökenli olduklarının kabulü, uğradıkları soykırım ve haksızlıkların tanınması ve bu tarihi gerçeklerin ilk eğitim-öğretim yılından itibaren eğitim müfredatına alınması' için önerge verdi. Meclis önergeyi büyük bir çoğunlukla kabul etti."
Bu iki haber ajanslara düştüğü an Sömürgeci ülkelerin en derin mahfillerinde orta yere büyük bir bomba düşmüş gibi etki yapacağından hiçbir şüpheniz olmasın.