Vakti zamanında Ali ve Cemil adında iki arkadaş varmış. İkisi de aynı mahallede doğmuş ve beraber büyümüşlerdi.
Fakat Ali ve Cemil arasında çok önemli bir fark vardı. Bu farkın adı "Kararlılık"tı.
Cemil'in kararlılık özelliği ta küçük yaştan kendini belli etmişti. Meselâ ramazanda iki küçük arkadaş oruç tutmaya karar verdiklerinde, Cemil ne kadar acıkırsa acıksın İftar vaktini beklerdi. Annesi de çocuğunun acıktığını anlar, açlığını hissettirmemek için onun dikkatini başka yönlere motive ederdi. Ali ise öğleden sonra karnı zil çalmaya başladığı zaman annesinin yanına gelip "Anne bugün tekne orucu tutsam olur mu?" diye sorar annesi de dayanamaz "Olur!" derdi. İki annenin çocuklarına bu farklı yaklaşımı da Ali ve Cemil'in kararlılığa olan bakış açısını etkilemiş olmalıydı. Ali'nin annesinin duygusal davranarak Ali'nin kararlarından vazgeçmesine göz yumması aslında Ali'nin kararlılık anlayışının oluşmasına engel olmuştu.
Nitekim gençlik dönemi boyunca da Ali aldığı kararlardan her hangi bir nedenle çok kolay vazgeçebiliyordu. Örneğin, "Yarın sabah yedi buçukta kalkacağım" der, ancak sabah saatin zili çaldığında "kahvaltı ve duş almasam da olur" der ve biraz daha kestirirdi.
Bu nedenle okul hayatı boyunca birçok defa otobüsü kaçırmıştı. Geç de olsa Cemil ile buluştuğunda Cemil "Unutma arkadaşım! Kaçan otobüsün yenisi gelir ama hayatın saniyesi geri gelmez." derdi.
İleriki yaşlarda da Ali'nin bu alışkanlığı devam etti. Birçok iş görüşmelerine ya geç kalırdı ya da gitmezdi. Cemil bir işte karar kıldı. Az da olsa kazancı geçimine yetiyordu. Huzuru vardı. Çok fazla bir geliri olmasa da istikrarlı bir iş tutturamayan ve zaman zaman ihtiyaçlı duruma düşen arkadaşına yardım dahi ediyordu.
Ali evlilik hususunda aldığı birçok karardan da vazgeçmişti. Ancak en yakın arkadaşı Cemil'in yardımı ve kararlılığı ile evlenip yuva kurabildi.
İki arkadaş çocuklarını yetiştirirken de çok farklı davranış sergilediler.
Cemil "Ağacı küçük yaşta eğmeye" kararlıydı. Bu nedenle çocukları küçük yaşta iken, dramatize ederek Hayat'üs-Sahabe'den ve Kısas-ı Enbiya'dan parçalar anlatır, akşamları çocukları ile kısa da olsa sohbet yapmaya mutlaka vakit bulmaya çalışırdı. Bu kararlılık ile çocuklarına sevgi ve sabır ile Kur'an-ı kerim okumasını da öğretti. Ali ise "Bugün yorgunum çocuklar!" der, "Hele biraz daha büyüsünler vakit var" diye düşünürdü.
Fakat geçip giden zaman Ali'nin düşündüğü vakte "galip" geldi. Düşündüğü vakti bulduğunda etrafında onu dinleyecek çocuklarının sayısı azalmıştı, iki büyük kızı ne çabuk da evlenip gitmişlerdi. Evde olanların da babalarına ayıracak vakti maalesef yoktu.
Hayır-hasenat işlerinde de Cemil elinde olana az-çok, büyük-küçük demezdi. Köyüne bir çeşme yaptırmıştı. Ali ise "Arkadaşım çeşmen küçük fakat güzel oldu, ben de biraz daha para biriktirip büyükçe bir çeşme yapmak istiyorum." demişti. Cemil de "İnşaallah arkadaşım" diye karşılık vermişti. Fakat büyük bir çeşme için zamanla biriken para her seferinde başka bir ihtiyaç için harcandı.
İki arkadaşın torun sahibi olmaları, ellerine baston alıp bellerinin bükülmeleri uzun sürmedi.
İki arkadaş ahiret yolculuğunda da birbirini bırakmadı. Bir hafta ara ile ikisinin salası verildi.
Özde ikisi de Allaha gönül vermiş insanlardı. İkisi de öldükten sonra dirilmeye, oradaki hesap, azap ve mükâfata inanırlardı.
Ancak Ali'nin amel defteri öldükten sonra kapandı. Cemil'in defteri ise kapanmadı.
Çünkü; Cemil'in başta bıraktığı hayırlı çocukları hayırlı amelleri ile kabirdeki babalarını memnun ediyor, her cuma gecesi babalarına mutlaka bir Yasin-i şerif okuyup hediye ediyorlardı.
Yaptırdığı çeşmeden içen insanlar onu hayırla yad edip dua ediyor, çeşmenin suyundan içen hayvanlar da lisan-ı hâl ile bu duaya iştirak ediyorlardı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle haber vermiştir:
"İnsan ölünce yapmakta olduğu hayırlı işleri durur. Ancak üçü müstesnâdır:
Sadaka-i câriye, yani kesilmeden devam eden hayır yapanların, faydalı ilim bırakanların, arkasından kendisine duâ eden hayırlı bir evlâdı olan kimselerin amel defterleri kapanmaz." (Müslim: 1631)
"Şüphesiz ki bir adamın cennette makamı yükseltilir. Bunun üzerine adam: '(Ey Rabbim!) Bu nereden geldi?' diye sorar. Kendisine: 'Çocuğunun sana istiğfarı sebebiyledir.' denilir." (İbn-i Mâce: 3660)